
Полная версия
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden Seçmeler
Fakat dışarıda asker, asıl kalenin dikine girip yer yer kalede gedik açmaya başladı. Gece gündüz dört yandan İslam askerine imdat ile azık geldiği hâlde kâfirlere bir lokma bile gelmedi. Çünkü önceden Akdeniz ve Karadeniz taraflarına kaleler yapılıp yardım yolları kesilmişti.
Yine böyle iken kaledekiler gayret gösterip savaştılar. Çünkü kalenin içinde “Yavedüd Sultan” adında meczup bir budala44 vardı. Kale fetholmasın diye Tanrı’ya yakarıp duası kabul olundu. Kalenin fethi günden güne güçleşmeye başladı.
On gün olunca Fatih bütün şeyhleri toplayıp; “Acaba işin sonu ne olacak? Kale günden güne kuvvetlenip alınması ihtimali zayıfladı.” deyince hemen Ak Şemseddin cevap verdi: “Beyim! Sen elem çekme. Bu kalenin fatihi sen olacaksın, diye şehzadeliğinde sana müjde vermiştik. Fakat Tanrı’nın emriyle bu gazilerin bazı işleri vardır. Kalede Şeyh Maksud halifelerinden Yavedüd adında meczup bir can vardır. O ölmeden bu kalenin alınması ihtimali yoktur ama elli günde ölür.” diye kalenin fethini saat ve dakikasıyla tayin eyledi. Sonra sırrı açığa vurarak: “Beyim! Sen yine gayrette devam et. Tanrı’nın bu sırrı burada kalsın. Askere ihsanlar edip iyilik göster.” dedi.
Fatih, Temürtaş Paşa’ya bütün Arabistan askeriyle Kâğıthane tarafındaki ağaçlıklı yol içinde 50 tane kadırga yapmak için ferman verdi.45 Bazı köyleri yağma edip tahtalarından elverişli olanlarını gemi yapmak için kullandılar. Koca Mustafa Paşa bütün Arabistan askeriyle Ok Meydanı arkasında, Levend Çiftliği denen yerde, ağaçlıklı yol içinde evvelce 50 tane kadırga ile 50 tane de kayık hazırlatmıştı. Onuncu günde Kâğıthane’deki kadırgalar dahi tamamlandı. Karadaki ve denizdeki gemiler İslam askeriyle hazırdı.
O gün Sultan Mehmed nice bin seçme ve yiğit askerle Ok Meydanı’na geldi. O gemilerin ağaç kızaklarının altına kaydırıcı maddeler döktürdü. Bağlı kızakları ırgatlarla mekanik bilimine göre nice bin namlı levend yiğitler çekmeye başladılar. Ok Meydanı’nın o çimenlik ovasına gelince Tanrı’nın emriyle iyi bir rüzgâr esmeye başladı. Bütün gemilerin yelkenlerini açtılar. İslam gazileri, Allah Allah diye bağırarak, top ve tüfek atarak yürürken o meydan 150 tane gemi ile deniz yüzüne benzedi.
Kâfirler İstanbul’dan bu süslerle bu gemileri görüp acaba ne oldu diye perişan oldular. Kale içinde, kâfirler arasında bir söylentidir dolaştı.
Oradan İslam gazilerinin 150 tane gemiyi Tersane Bahçesi dibinde Şahkulu denilen iskelede denize indirdikleri yerler hâlâ Ok Meydanı içinde bellidir. Orada gemilerin altına saçılan kaygan maddeler hâlâ orada kendi kendine bitip kaybolmaktadır.
Ondan sonra bütün İslam gazileri aletleri ve silahlarıyla gemilere binip hazır olarak durdular. Kâğıthane’de Temürtaş Paşa’nın yaptırdığı 50 tane büyük kadırga dahi Eyüp tarafından ortaya çıktılar. Elverişli rüzgârla yelkenlerini açıp içinde olan mücahitler top ve tüfeklerini atarak Allah Allah diye bağırdılar. Böylece kaleyi kuşatan İslam askerine kuvvet gelince kâfirler tarafında çöküntü belirtileri başladı. Kalede gedikler açılmaya başlayınca tekfura “Yirminci günde kaleyi teslim edelim.” demeye başladılar. Sözün kısası, kalenin sağlamlığına bel bağlayan gururlu kâfirlerde bezginlik ve pişmanlık başladı. Tekfura çıkışıp: “Bir yandan kıtlık, bir yandan gökten inen yağmur, bir yandan da Türklerin gelişi ve hücumu bizi mahvetti!” diyerek her biri fırsat bulup kalenin gedik açılan yerlerinden İslam askeri tarafına doğru kaçmaya başladılar. İslam askeri bunları bu hâlde görünce daha ziyade kuvvet bulup içerden kaçan kâfirlere saygı gösterir oldular.
O gün Karamanoğlu, Germiyanoğlu, Tekebayoğlu, Aydınbay ve Sarıhanbayoğulları 77.000 silahlı askerle imdada gelip Müslüman ordusu taze can buldu.
Derhâl kadırgalarla karşıya geçen Temürtaş Paşa deniz kıyısına İslam askeri döküp önce Eba Eyyübi Ensri Kapısı’ndan Ensri Sultan tırmandı.
Molla Pulad, Sultan Kapısı’ndan tırmandı. Bilgin kişilerdendi. Keramet sahibi hafız kimse idi.
Molla Fenari hazretleri, Kız Kapısı’ndan tırmanıp o tarafta bir gecede bir küçük hisar yaparak kaleyi sağlamlaştırdı. Zamanımız padişahları o kaleyi tamam edemediler. Hâlâ bir mamur kaledir.
Petro adında bir rahip 300 keşiş ile bu kaleden kaçıp Müslüman oldular. Mehmed Petro o yerden tırmandığı için Petro Kapısı yani Taş Kapısı derler. Tanrı’nın emriyle o gece yeni yapılan kaleyi Mehmed Petro fethedip kendisine sancak ihsan olundu.
Aya Dede 300 Nakşıbendi dervişiyle Aya Kapısı’ndan tırmandı ve şehit olup kale kapısı içinde eski mahkememiz olan Sirkeci İskelesi’nde gömüldü.
Cebe Ali hazretleri, Cibali Kapısı’ndan tırmandığı için Cebe Ali’den bozma olarak Cibali Kapısı derler. Mısır’da Sultan Kalavun’un şeyhi idi. İstanbul fethinde bulunmak için Bursa’ya gelip Zeyneddin Hafi tarikatinde seccade sahibi olup at çulundan bir cübbe giydiği için Cebe Ali derler.46 Sonra İstanbul fethine geldikte Ekmekçibaşı olup bütün İslam askerine ekmek yetiştirirdi. Kimse esrarına vakıf olmayıp bir fırından kaç yüz bin Tanrı kulu, pamuk gülü gibi has ve beyaz ekmek yerdi.
Bu Cebe Ali, Ok Meydanı’ndan inen gemilere binmeyip hemen Tersane Bahçesi önünde 300 Zeyneddini Hafi dervişi denize postlarını döşediler. Tanrı’nın birliğini söyleyip tef ve kudüm çalarak ve gizli bilgilerini açığa vurarak güneşten daha açık ve seçik bir şekilde deniz üzerinden yaya ve postları üzerinde geçtiler. Cehennemlik kâfirler kaleden bunu görünce korkudan akılları başlarından gitti. Cebe hazretleri postunu denizden alarak Cibali Kapısı’ndan tırmandı.
Keramet gösterdiği için fetihten sonra kendisi şehit olup Gül Camisi sahasında gömüldü. Bütün dervişleri oracıkta münzevi oldular.
Horos Dede, Unkapanı’ndadır. Onun için Horos Kapısı derler. Kapının dışarı eşiğinden içeri girerken sol tarafta, ta eşiğinin üzerinde bir horoz resmi vardır. Onun için Horozlu Kapı derler.
Horos Dede, atamız Türk Hoca Ahmed Yesevî hazretlerinin dervişlerinden olup Hacı Bektaş-ı Veli ile Horasan’dan gelmiştir. Çok yaşlı olup Fatih’le İstanbul’a gelirken asker içinde gece gündüz yirmi dört saatte yirmi dört kere horoz gibi ötüp “Kalkın ey gafiller!” derdi. İslam gazileri ona bunun için Horos Dede dermiş. Merhum Yavuk Er ona çok inanmış olmakla şerefine Unkapanı’nın iç yüzünde bir cami yaptırmıştır ki hâlâ Sağrıcılar Çarşısı içinde Yavuk Er Camisi ve Mahallesi derler.47 Merhum dedemiz Unkapanı dışında, ana yol üzerinde bir sedde gömülmüştür. Yanında abdest almak için musluklar yaptırmıştır. Hâlâ ziyaretgâhtır. Ayazmand Beyi Ali Bey, Akkoyunlulardan Uzun Hasan’ın amcalarındandı. Ayazma Kapısı’ndan bütün askeriyle tırmandı ve taze abdest almak için bir ayazma kazdı. Onun için Ayazma Kapısı derler. Deniz kıyısında güzel ve saf bir sudur.
Hatablı Sultan, Aksaray’da Oduncuoğlu demekle tanınan irşad edici, olgun kimseydi. 1000 dervişiyle Odun Kapısı’ndan tırmanmıştır ki bu adın verilmesine sebep odur. Hâlâ Odun Kapısı derler.
Şeyh Zindani, Abdurraüfi Sarnedani’nin seyidlerindendir. Harun Reşid zamanında elçilikle gelip kralın zehirleyerek şehit ettiği Baba Cafer Sultan, Şeyh Zindani’nin atasıdır. Baba Cafer’in Zindan Kapısı içinde gömülü olduğunu Şeyh Zindani bilip Fatih ile Edirne’den gelmiş, 3000 seyid ile aman vermeyip Zindan Kapısı’nı kale etmiş ve kale içinde büyük atasına varıp ziyaret edince kendi yeşil sarığını Baba Cafer Sultan’ın başı üzerine koymuştur. Fetihten sonra 70 yıl türbedar olmuş ve bir büyük tekke yapmıştır.
Fetihten sonra Fatih orasını yine zindan yaptığı ve Şeyh Zindani fethettiği için Zindan Kapısı derler.
Padişah, Şeyh Zindani’den sonra onun yerine yine aynı soydan Seyid Muhammed’i, Baba Cafer’e türbedar tayin etti. Seyid Muhammed, 889 tarihinde (= 1484) Sultan Bayazıd-ı Veli’nin, Salsal48 tahtı olan Kili ve Akkerman Kalelerini fethedeceğini Şeyh Zindani ve Kara Şemseddin ile müjdelemiştir.
Fetihten sonra Bayazıd-ı Veli Edirne’ye geldiği zaman, ölmüş olan Şeyh Zindani’nin ruhu için bütün zindanda olanları azat etmiş, Zindan Kulesi’nin karşısında, yol üzerinde bir türbe yaptırmış, cenazede Bayazıd’ın kendisi de hazır bulunmuştur. Orada gömülüdür.
Tekkesinde Tîgî Bey’in yazdığı tarih vardır. Hâlâ büyük bir tekkedir. Bütün evlatları da orada gömülüdür. İstanbul’da şimdi de Baba Cafer Zindani Tekkesi’ni bekleyenler onun zürriyetindendir ki soy kütüklerinde şöylece yazılmıştır:
Abdurraüfi Samedani, onun babası Şeyh Cemaleddin, onun babası Emir Sultan’ın kızının oğlu, onun babası Şerefeddin, onun babası Taceddin. Onlar da kız tarafından Razi Bilal oğludur. O da Seyid Sekkin’in kızındandır ki Ak Şemseddin civarında, Torbalı köyünde gömülüdür. O, İstanbul zindanında gömülü Baba Cafer’in oğludur. O da Muhammed Hanefi evladıdır ki bizim atamız “Muhammed Hanefi Oğlu Ahmed Yesevî” ye varmaktadır.49 Soy kütüklerimizde böyle yazılıdır.
Kamkar Bey, Kütahya’da Germiyanoğullarından idi. 3000 yiğit ile Şehit Kapısı’ndan tırmanıp Ayasofya’ya yakın olduğu için Hristiyanlar çoklukla gelip kapıyı açtılar. Büyük bir vuruşma oldu. Bütün İslam gazileri orada şehit olduğu ve Harun Reşid zamanında Ensar’dan nice sahabe şehitlik şerbetini orada içtikleri için Şehit Kapısı derler. Fakat halk ağzında Çıfıt Kapısı derler ki yanlıştır. Bütün Yahudiler o semtte oturduğu için Çıfıt Kapısı denmiştir. Doğrusu Şehit Kapısı’dır.
Şimdiki hâlde Hünkâr Sarayı çevresinde olan kapılar kuşatılmamıştı; ama Yedikule Kapısı’na yardıma gelen Karamanoğlu, Yedikule’den kuşattı.
Tekebayoğlu, Silivri Kapısı’na tayin olundu.
Aydınbayoğlu, Yeni Kapı’dan kuşattı.
Sarıhanbayoğlu, Top Kapısı’ndan tırmanıp o yolda şehit oldu. Yerine Menteşebayoğlu tayin olundu.
Edirne Kapısı’na İsfendiyaroğlu tayin olunup cidden kahramanca savaştı derler.
Eğri Kapı’dan Hamidbayoğlu tayin olundu. İstanbul’un iki tarafı kuşatıldı. Ancak Yedikule’den Saray Burnu’na kadar Kum Kapı tarafları deniz kıyısı olmakla kuşatılmadı.
Ama Yedikule tarafından kumandan şair Ahmed Paşa tam gayret gösterip kâfirlerin topuna tüfeğine bakmayarak kalenin nice yerlerini yıktı.
Silivri Kapı’da Haydar Paşa göz açtırmayıp kâfire top ve tüfek attırmaz oldu.
Mahlası Adni olan Mahmud Paşa, Yeni Kapı kumandanı idi. Kaleyi yıkıp üç defa hücum ettiyse de fethedemedi.
Top Kapı kumandanı Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa, ki Celaleddin-i Rumi neslindendir, Uzun Hasan savaşında hayli yiğitliği görülmüş bir vezirdi, Top Kapısı’ndan kâfirlere bir top attırmaz oldu.
Edirne Kapısı’nda Sadi Paşa vardı. Savaşçı bir yiğitti. Sultan Cem ile Firengistan’da çok oturup nice savaş fenleri öğrenmişti. Edirne Kapısı’nda yiğit İsfendiyaroğlu ile birlik olup İstanbul fatihi biz olalım diye ikisi de çok bahadırlıklar gösterdiler. Yedi yerden Edirne Kapısı taraflarını yıktılar ki alametlerinden bellidir.
Hersekoğlu Ahmed Paşa, Eğri Kapı kumandanıydı. Eğri Kapı’yı topa tutarak döve döve doğrultup kâfirlerin belini kıl gibi inceltti.
Böylece İstanbul kalesi 20 gün kuşatılıp fetihten asla eser zuhur etmeyince bütün İslam gazileri, 70 büyük evliya, dört mezhepte fetva sahibi 3000’den fazla bilgin ve bu kadar şeyh, kalenin fetholunmamasına üzüldüler. Hepsi birden bütün gönülleriyle Tanrı’ya yönelip fethini rica ettiler.
Bunun üzerine ulu Tanrı’nın emriyle hemen İstanbul’un üzerine bir karanlık çökerek gök gürlemesiyle şimşek çaktı. O anda At Meydanı tarafından göğe doğru bir ateş yükseldi. Birçok büyük yapılar havaya uçup kimi karaya, kimi denize düştü. O gün kaledeki kâfirlerden üç bini korkudan kaleden dışarı kaçtı. Kimi Müslüman olarak padişah hizmetine girdi, kimi başka diyara gitti.
Fakat kâfirler yine gayreti elden bırakmadılar. Kalenin yıkılan yerlerini onararak savaşa devam ettiler. Fakat kıtlıktan durumları güçleşmişti.
Kuşatmanın 30’uncu günü Sultan Mehmed, başına Peygamber’inkine benzer kavuğunu giyip ayağına mavi çizmesini çekerek Düldül gibi bir katıra bindi. İstanbul Kalesi çevresini gezip İslam askerine ihsanlarda bulundu. Türlü vaadlerle İslam askerini savaşa kışkırttı.
O taraftan geçip nice bin askerle Eyüp’ten Kâğıthane tarafına vardı. Bey Irmağını ve Kâğıthane Irmağını geçip Levend Çiftliği denen yerde yapılmış olan yeni 40 fırkateyni alarak yine kızaklara bindirdi. Kızakları çekerek Ok Meydanı’ndan aşırıp askerlerin yardımıyla Şahkulu İskelesi’nde denize indirdiler. İçine silahlı, kırmızı fesli ve arakıyeli50 Arabistan yiğitlerinden asker doldurup, yine İstanbul’a geçti.51
Tanrı’nın Buyruğu ve Hikmeti ile Olan Acayip İş
10 tane patrona52 ve mükemmel silahlarla silahlanmış 10 kalyon53 haçlı bayraklarını açıp Saray Burnu önüne demir atmışlardı. Davullar ve erganunlar çalıp top ve tüfekle yaylım ateş ederek bir eğlenirlerdi ki dillerle tarif olunmaz. Benden 200 tane fırkata54 ve kayıklar içinde Ok Meydanı’ndan gelen Müslümanlar bu gemilere saldırıp bal arıları kovana üşer gibi üşüştüler. Önden, arkadan örümcek gibi urganlar atarak kâfir gemilerine doldular. Önce bunları kendilerinden sanan kâfirler Allah Allah seslerini işitip bunların Türk askeri olduğunu anlayınca silaha sarılmaya güçleri yetmediği için hep tutsak edildiler.
Kalede olan kâfirler bu hâli görüp kederden saçlarını, sakallarını yoldular. Saray Burnu’nda, Kurşunlu Mahzen’de ve Kız Kulesi’ndeki topları semender55 gibi ateş ettilerse de limanın iç yüzüne inmiş gemilere karadan ateşin faydası ne?
Hâlbuki kâfirler Boğazlardan gelen gemiler için çevreyi toplarla donatmışlardı. Kâfirlerin gözü önünde 10 kalyon ve 10 kadırganın56 direklerindeki haçlı bayraklar baş aşağı olup İslam gemileri kâfir teknelerini Allah Allah haykırışları ile yedeğe alarak ve tüfekler atarak Galata ve İstanbul Haliç’i üzerine yürüttüler. Tersane Bahçesi önünde demir atıp birkaç kere top ve tüfek eğlencesi yaptılar. Kâfirlerin ödü patladı. İslam gazileri sevinip taze hayat buldular.
Serdengeçtiler gemilerden çıkıp Tersane Bahçesi’nde Fatih ve Ak Şemseddin’e müjdeyi götürdüler. Ak Şemseddin hemen dedi ki: “Sultanım, beyim! Siz Manisa’da şehzade iken Mısır bölgesinde Akka, Sayda ve Beyrut Kalelerini kâfirlerin aldığını duyup bu kadar Tanrı kulu, bu kadar çocuk ve kadın tutsak oldu diye ağladığınız zaman elem çekme beyim, İstanbul’u fethedeceğiniz günde yağma edilmiş Akka’dan gelmiş akide ve pişmiş helva yersiniz diye sizi avundurmuş ve İstanbul’un fethini müjdelemiştik. O gün gelince İslam gazilerine adalet eyle ve her şeye kanaat edip razı ol demiştim. İşte o pişmiş helvanın neticesi geldi. Tanrı dilerse ellinci günde kale dahi fethedilecektir.” dedi.
Bütün İslam gazileri gemilerde olan ganimet mallarını ve esirleri defterlere kaydedip Allah emaneti olarak Fatih’e verdiler ve yine savaşa devam ettiler. Mallar ve tutsaklar şöyle idi: 3000 kese Takyanos filörisi, 1000 külçe halis altın, 2000 kese gümüş külçesi, yirmi gemide 8000 esir, 20 kaptan, 1 kral oğlu, Fransa kralının 1 genç kızı, 1000 Müslüman kızı ki kimi Şerife,57 kimi değil, her biri güneş gibi parlak kızlar, nice yüz bin silah ve savaş levazımı.
Fatih bu ganimet mallarını, Fransa kralının kızını ve öteki Müslüman kızlarını Ak Şemseddin’e teslim edip kendisi kalenin fethi işiyle uğraştı.
Meğer evvelce İstanbul Kostantin’i, Fransa kralının kızı ile nişanlı imiş. Fransa kralı da kızının şerefine büyük bir donanma hazırlayıp 600 gemiyle Arabistan yakalarını vurarak o uğursuz yılda Akka, Sayda, Beyrut, Şamtarablusu, Gazze, Remle şehirlerini zaptetmiş. Arabistan ve Havran’ın iki binden ziyade güzel kızlarını tutsak etmiş.
Sonra, bu kadar ganimet malı ile ve bu kadar Müslüman cariyelerle güya kral, andına vefa edip kızını İstanbul tekfuruna, zengin mallarla donattığı 10 kalyon ve 10 kadırga ile gönderdi. Akdeniz Boğazı’na gelip gördüler ki Türkler tarafından kaleler yapılmış. Bunun üzerine melunlar hileye başvurdular. Lodosun çok sert estiği bir günde 5 tane boş gemiyi ileriye doğru yelkenleyip Boğaz’ın iki tarafındaki kalelerin toplarına hedef kıldılar. Kale toplarının ateşiyle 5 tane boş gemi batarken bunların ardındaki 20 gemi çabucak içeriye girdiler. Bu hile ile İstanbul’a kadar geldilerse de Tanrı’ya şükür hepsi esir olup o kral kızından da Sultan Bayazıd-ı Veli doğmuştur.58
Bu hususta müverrihler türlü türlü rivayetlerde bulunmuştur. Müverrih Ali: “Bu kızı Fatih’in babası alıp Fatih bu kızdan doğmuştur.” der. Ama sözün doğrusu odur ki Fatih, İsfendiyaroğlu’nun kızı Alime Hanım’dan doğmuştur.
Babam, Sultan Süleyman Han ile Belgrad, Rodos, Budin ve İstoni-Belgrad fetihlerinde bulunmuştu. Hatta Sigetvar gazasında Sultan Süleyman Han merhum oldukta babam o gazada da bulunup Osmanlı Devleti’ne hizmeti geçmiş bir yaşlı koca idi. Daima ihtiyarlarla konuşup geçmiş zamanları söyleşirlerdi. Yakın dostlarından bir ihtiyar vardı ki düzgün konuşmada Emrülkays ona arkadaş olamazdı. O ihtiyar, yeniçeriler başkâtibi idi. Adına “Sukemerli Koca Mustafa Çelebi” derlerdi. Onun, yukarıda adı geçen Fransa kralı kızının akrabasından olduğu muhakkaktı. Ona her zaman Fransa kralından hediyeler gelirdi. Çocukluğumda bana bazı garip şekiller ve resimler bağışlardı. Çok yaşlanmıştı.59
Bir danışma icap etse padişahın huzuruna bütün vezirler, devlet ileri gelenleri girdikten sonra “kocalar gelsin” derlerdi.
Sigetvar altında Süleyman Han merhum olup askerin haberi yokken Büyükvezir Sokullu Mehmed Paşa’nın tedbiri ile padişahın nâşını taht üzerine koyan ve yol hilatinin arkasından ellerini hareket ettiren Silahdar Kuzu Ali Ağa’yı fikir danışmaya çağırırlardı. Ondan sonra Rikabdar Gülbi Ali Ağayı, ondan sonra Zeyrek başında oturan Mutfak Emini Abdi Efendi’yi, ondan sonra babamı, ondan sonra Sukemerli Koca Mustafa Çelebi’yi getirtip fikir danışırlardı. Nereye sefer olsa bunlar tahtırevanlarla gazaya giderlerdi. Bu, Sukemerli Mustafa Çelebi hepsinden yaşlıydı. Hatta Müftü Kemalpaşaoğlu’nun talebelerinden bütün ilimleri öğrenmiş hadisçi, tefsirci ve tarihçi kimse idi.
Kemalpaşaoğlu’nun hademesi olması cihetiyle “Birinci Selim’le Mısır fethinde yirmi beş yaşına varmış bir babayiğit idim.” diye Selim Şah’ın Sultan Gayri ile Merci Dâbık’ta olan büyük savaşını, Kakun Ovası’nda olan büyük kavgasını ve o kavgada Gayri Sultan’ın ecel şerbetini içip cenkte kaybolduğunu ve Mısır’da oğlu Mehmed’in padişah olup çocuktur diye Sultan Tumanbay’ın onu indirip kendisinin Mısır’a padişah olduğunu, Mısır fetholununcaya kadar Sultan Selim’le 23 yerde çarpışıp Mısır’ın nasıl fethedildiğini Mustafa Çelebi anlattıkça ben hayrette kalırdım. Gayet dinî bütün adamdı. Fransa kralı kızının sergüzeştini onun doğru nakillerinden dinleyerek yazmışımdır.
Sultan Mehmed Han Gazi, Fransa kralının kızını alıp bütün gazilerin reyi ile Ak Şemseddin’e emanet bırakıp kendisi ganimet mallarını İslam askerine dağıtarak kalenin dört yanını gezmekle Müslüman gazilerini kuvvetlendirdi. Nihayet ellinci gün oldu. O anda kalenin içinde bir gürültü kopup kuşatılmışlardan nice bini değerli eşyalarıyla duvarlar ve kulelere beyaz teslim bayrakları dikip: “Sana sığındık ey Osmanlıların yiğidi!” diye kaleyi teslim ettiler. Bütün kâfirler izin alıp karadan ve denizden her biri bir yere gitti.
Kale içinde “Yavedûd Sultan” denen birisi vardı. O ölünce kâfirlerin başına kıyamet kopup kaleyi aman ile verdiler. İslam ordusu da Allah Allah diye bağırarak üç cihetten hücumla ganimet mallarını almaya başladılar.
Bu sırada koca Fatih, başında kavuğu, ayağında mavi çizmesiyle katıra binip60 elindeki Muhammed’in kılıcını kaldırarak: “Gaziler! Tanrı’ya hamdolsun İstanbul’u fethettiniz.” diye yetmiş, seksen bin seçme askerle61 Kostantin’in sarayına vardı. Sarayı alacağı sırada nice bin kâfir toplanıp saray ancak büyük bir savaşla ele geçirildi. O kavga sırasında kral öldürüldü. Cesedini cesaretli Rumlar Sulu Manastır’da mezara gömdüler. Kral sarayında o kadar hazineler bulundu ki hesabını Tanrı bilir.
Dokuzuncu kerede İstanbul’u yapıp tamamlayan kral Kostantin’di. Nihayet Osmanlı hanedanına veren tekfur da yine Kostantin adında oldu.
Fatih buradan, uğur sayarak, iki rekât hacet namazı kılmak için Aya sofya Kilisesi’ne girmek isteyince içinde ve çevresinde oturan rahipler Ayasofya’ya kapanıp damlarından, tepelerinden, kulelerinden İslam askerine ok, neft ve katran yağdırdılar. Fatih, Ayasofya Kilisesi’ni sarıca arı gibi kuşattı. Üç gün, üç gece büyük savaş olup elli üçüncü günde Büyük Ayasofya fetholundu.
Önce Sultan Mehmed, Ayasofya içine girip nice rahipleri öldürdü. Elindeki Peygamber bayrağını mihrap yerine dikip ezan-ı Muhammedî okundu. İslam gazileri rahiplere kılıç vurup mabedin içi Müşriklerin kanı ile doldu. Hemen Fatih sadağına el atıp “alametim olsun” diye Ayasofya kubbesinin ta ortasına dört kanatlı bir ok fırlattı. Mehmed Han’ın okunun alameti hâlâ gözükmektedir. Bir hünkâr solağı62 sol eliyle bir düşmanı öldürüp sağ elini kana buladıktan sonra Sultan Mehmed’in huzurunda bir sıçrayarak elinin kızıl kanını bir beyaz mermere sürdü. Pençesinin nakşını oraya alamet etti. O kanlı solak pençesi, türbe kapısından içeri girilince karşı köşede, beş adam boyu yükseklikte gözükmektedir.63
Eski Saray
İstanbul’un Karadeniz tarafına, Galata ve Haliç’e bakan yüksek ve havadar bir yerinde Puzantin Kayser’in yaptırdığı eski bir kilise vardı ki dört tarafı sağlam duvarlardı. Bu kilisenin dört yönü öyle çimenlikler ve yollarla süslü idi ki Ulu Tanrı havada uçarı kuşlarla yerde yürüyen hayvanların her türlüsünü o ağaçlıklarda toplamıştı.
O kilisenin içinde Puzantin ve Kostantin zamanlarında 12.000 keşiş, rahip ve rahibe vardı ki kendi sapık âdetlerince riyazet içinde idiler.
Kilisenin yapılmasının sebebi şu idi: Hazreti İsa halifelerinden ve Havarilerden Şem’ûn, İstanbul’a gelip o ferah ve güzel yerde ibadetle meşgul oldu. Bütün yabani hayvanlarla alışkanlık peyda ederek onlara su vermek için yeri kazdı. Kazdığı yerden bir hayat suyu64 çıktı. Bütün hayvanlar oradan susuzluklarını giderdiler. Sonra Şem’ün oraya bir ibadethane yaptı. Zamanla Puzantin Kral o pınarlar üzerine adı geçen büyük kiliseyi yaptırdı.
Sonra Fatih o kiliseyi fethedip yerine 858 yılında (= 1454) Eski Saray’ın yapılmasına başlandı. 862’de (19 Kasım 1457-7 Kasım 1458) tamam oldu. Kulesiz, sursuz, bedeninde girinti, çıkıntı olmayan, hendeksiz bir duvardır. Fakat çok sağlamdır. Bütün duvarı mavi kurşunla kaplıdır. O asırda çepeçevre boyu 12.000 arşındı. Kare şeklinde kâgir bir yapıdır. Bir direği Sultan Bayazıd Kazancıları köşesinden Miski Sabunu Kapısı’na kadar giderdi. Oradan bir direği Tellak Mustafa Paşa Sarayı’nda nihayet bulurdu. Oradan bir direği Küçük Pazar Seddi ve sarnıcı üzerinde karar bulmuştu. Hâlâ Yeniçeri Ağası Sarayı ve Siyavuş Paşa Sarayı yeri o Eski Saray’ın yerinde idi. Oradan da bir direği ta Tahtelkale65 üstündeki sedden geçip yine Kazancı tüccarları köşesine gelince büyük bir saray hasıl olurdu.
İçinde türlü türlü düzlükler, birçok harem hücreleri, maksüreler,66 havuzlar, şadırvanlar, büyük bir mutfak, hassa kileri, 3000 Baltacı67 ile hademelere birçok evler yaptırdı. Ak Ağalar için bir, Kara Ağalar için de bir ev yaptırıp hepsinin üzerine Darüssade ağasını hâkim etti. Hasekiler68 ile kral kızını da bu Eski Saray’a koydu. Haftada iki kere Yeni Saray’dan Eski Saray’a gelirdi.
Eski Saray’daki Hayat Suyu
Fatih Mehmed Han, tabiat sahibi padişah olduğu için “Acaba İstanbul’un hangi suyu daha iyidir?” diye bütün hekimlerini toplayıp sordu. Onlar da Eski Saray’ın içindeki Şem’ün Pınarı’nı hafif, mutedil ve kolay sindirilir bir hayat suyu olarak gösterdiler. Beşer miskal69 pamuğu beşer miskal suya koyup sonra o suları güneşte kuruttular. Bütün pamuklar tartıldığı zaman Şem’ün Pınarı’nın suyu ile ıslatılan pamuk hepsinden hafif geldi. Hekimlerin sözü doğru çıktı. Fatih hazretleri daima o lezzetli sudan içerdi. Şu ana kadar gelen bütün padişahlar da ondan içerler.
Kilercibaşı ve Dış Sakabaşı taraflarından üçer kişi olmak üzere her gün altı kişi gelir. Üç seyishane yükü, ki yirmişer kıyye70 gelir, gümüş güğümlere o saf sudan doldurup su nazırı71 huzurunda kilercibaşının güvenilir adamlarının mührü ile kırmızı balmumuyla mühürlenir. Padişaha götürülür. Hâlâ o hayat çeşmesi Eski Saray’ın doğuya bakan kapısı önündedir ki Fatih, Eski Saray’dan dışarı bu hayat kaynağını yapmıştır. Hâlâ, Şem’ün Pınarı adı ile tanınan bir kevser suyudur.
Sonra, Kanunî Sultan Süleyman bu Eski Saray’ı üç mil kuşatır bir duvar yapıp üç kapı yaptırdı:
Divan Kapısı doğuya, Bayazıd Kapısı güneye, Süleymaniye Kapısı batıya bakar.
Süleyman Han bu sarayın dışına Belgrad, Malta,72 Rodos fetihlerinde ele geçen ganimet malından Süleymaniye Camisi’ni yaptırdı. Ayrıca medreseler, darülhadis, darülkurra,73 sübyan mektebi (= ilkokul), bir mezat yeri, bir aşhane, bir kervansaray, bir hastane, kendisine bir türbe, bir hamam ve ayrıca kavaflar, düğmeciler74, kuyumcular için çarşılar yaptırdı. Bunlardan başka Makbul İbrahim75 Paşa’ya büyük bir saray, yeniçeri ağalarına mahsus bir saray, Lala Mustafa Paşa ile Karamanlı Piri Mehmed Paşa için birer saray, Gebze’de cami yaptırmış olan Mustafa Paşa ile kızı İsmihan Sultan’a da birer saray, cami hademesi için bin hücre yaptırdı. Eski Saray’ın dört yanını umumi yollarla süsledi. Bu saray, bugüne kadar bir tarafla ilişiği olmayan büyük bir saraydır.