bannerbanner
Anar'ın Dünyası
Anar'ın Dünyası

Полная версия

Anar'ın Dünyası

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

Yaşananlar yazılmış veya hâli hazırda kaleme alınmış bir esermiş gibi gelir insana, yazılanlar hayat kadar gerçek olur. Bence Anar’ın ömrünün yüz günü ana ve babasını kaybettiği, 1981 yılındaki yüz gün sadece böyle ortak bir zamandır. Yaşamakla yazmanın kesiştiği, birbirini sıkıştırdığı zamandır.

…1981 yılında Anar bütün bu hadiseleri, hisleri, acıyı, kederi, korkuları da yaşaya yaşaya yazıyordu. Kafasında, kalbinde, iç dünyasında yazıyordu. Sonra her şey bitti, tükendi! Ve bir sonraki iki yıl süresince “Sizsiz” hatıra romanını yazarak yeniden yaşadı o yüz günü!

“Sizsiz”i roman olarak da adlandırabiliriz, felsefi inceleme yazısı, anı da ya da mersiye de sayabiliriz. Azerbaycan’ın iki büyük şairi Resul Rıza ve Nigar Refibeyli’nin hayatları, hastalıkları, ölümleri hakkında bir hatıra romanı. Fakat sadece şairler değil, Anar’ın babası ve annesi hakkında…

* * *

“Sizsiz”i felsefi bir inceleme yazısı demem abes değildir. Eserin hemen hemen her cümlesi düşünmek, araştırmak, bir şey anlamak, hissetmek için bir temadır. Romanın esas cevheriyse yazarın ruhudur. “Kalemi kanayan” yazarın yüreği de kan ağlar, bu acı, keder, hüzün çok çok derinlerden gelir… Ve burada yazar ile okuyucuyu yakınlaştıran, kardeş eden yalnızca genel ağrıdır, kederdir. Çünkü herkes er ya da geç bu duyguları yaşar, böyle kayıplardan geçer.

Karakteri içe dönük olan, kendi içinde yaşayan Anar bu eserinde açıkça konuşur, hiçbir şey gizlemez:

“Ama ben bu yazıda sadece herhangi bir yalanı kalemimin dört yanına bırakmayacağım, ne bir şey gizlemek, ne bir konuda susmak, hangi bir sezgininse üstünden geçmek de istemiyorum.”

Dostlarının, kardeşinizin “Sizsiz” hakkındaki sözlerini öğrenince şu fikirlerin belirdiğini görürüz. Ferhat Bedelbeyli’nin dediği gibi “ Sizsiz kitabı başka bir Anar’dan haber verir, iç dünyasını, duygularını, korkularını, okuyucusuyla cömertçe paylaşan Anar’dan kendisini zayıf veya güçlü hissettiği meseleleri çekinmeden itiraf eden yazardan…”

“O bütün varlığıyla, canıyla, kanıyla ana-babasına bağlıydı. Manen, ruhen, psikoloji, profesyonel sanat açısından da bağlıydı, bu anlamda onlar bir bütün varlık gibiydiler. Ölüm daima gafil avlar… Annesinin dünyadan ayrıldığı gün Anar’ı hatırlıyorum… Evet, o başka Anar’dı. Belki, yeni tanıdığım Anar…” bu düşünceler de Ferhat Bedelbeyli’nindir. Bence, “Sizsiz” in yazarı yalnızca dostları, yakınları için değil, bütün okuyucuları için başka Anar’dı; daima samimi, alçak gönüllü, gerçekçi, dürüst ama aynı zamanda da diğer eserlerinde görülmeyen…

“Sizsiz” başka hatıra eserlerinden çok farklıdır. Bunun için de bu eserin türünü tam olarak belirlemek zordur, belki sanatlı nesir denilse, daha doğru olur… Fakat bana göre başlıca fark yazarın kendisini nasıl tanıttığıdır. Bir kural olarak hatıratlarda yazarın kendisi eserin kahramanı sayılır. Bütün hadiseler, şu veya diğer şekilde onun etrafında döner, dolaşır. Ve burada en zor mesele objektifliği, samimiliği korumaktır. Yani insanın kendisinin olumsuz davranışlarından, yanılgılarından, eksikliklerinden konuşması ne kadar zorsa bu konuda yazması da bir o kadar zordur. Çünkü insan karakterinde kendisini övmek olmasa da en azından iyi taraflarını seçip sunmak, göstermek meyli çoktur… Bu anlamda Anar benzersizdir, o kendisini olayların merkezi olarak kaleme almaz, cemiyette ondan daha az tanınan kız kardeşlerini ayırmaz, aile fertlerinin her birinde gözlemlediği tesirli, çözümleyici anları belirtir. Kısacası “Sizsiz”in kahramanı bütün bir ailedir. Resul Rıza’nın ve Nigar Refibeyli’nin ailesi…

Edebiyat tarihimizde kendilerine has yerleri olan bu iki sanatçının aynı zamanda hastalanmaları, çocuklarının telaşı, dostlarının ve düşmanlarının münasebetleri, muhit ve zorlukları, mahrumiyetler, geçmiş ve gelecek, onların arasında yitip giden ‘şimdi’, bütün bunlar, Anar için “araştırma” konusudur. Yazar bir ailenin örneğinde 1960 ve 1980’li yıllarda Azerbaycan’ı, toplumunu, onun yazılı ve sözlü kanunlarını kaleme alır ve bütün eser boyunca çeşitli Anarlar kalemi posta gibi birbirlerine iletirler: Oğul Anar, kardeş Anar, baba Anar, yazar Anar, görevli Anar, filozof Anar… Bu Anarların her birinin yazdıklarından konuşmadan önce bir konuyu özellikle vurgulamak isterim.

Cemiyette sık sık konu edilen “yazar ailesi” mevzusunda birçok sorunun cevabı “Sizsiz”de bulunabilir. Bu eser “yazar kimsesiz olmalıdır”, “yazar aç kalmalıdır”, “yazar sefil olmalıdır” vs. Bu türden olan birçok anlamsız, yersiz fikirleri alt üst eder. Anar, ideal bir Azerbaycan ailesi modelini yazmakla yani ailesindeki ilişkileri, sevgiyi, hürmeti, terbiyeyi kaleme almakla da kendisinin birçok başarısının, meşhurluğunun, halk tarafından böyle sevilmesinin sebeplerini (elbette başlıca sebepleri değil, sadece temeli, başlangıcı) gösterir. Büyüğe saygı, küçüğe merhamet, insanın ailesinin başında olması, kadının kocasını her yönden desteklemesi, sözde değil, uygulamada da -aile kurumu- işte budur ve “Sizsiz” de gösterir ki bütün insanların yetişmesi için bunların hepsi son derece gereklidir. Ve şimdi Anar’ın karakter olarak birçok yönlerinin kaynağını yalnızca ailesinde, “Sizsiz” de anlattığı mektuplarda, daha doğrusu onlarda ifade edilen ilişkilerde görmek mümkündür.



Eseri okutan asıl hususlardan biri de işte bu mektuplardır. Yazar, yalnızca ana babasının hastalıklarından, yüz gün içinde ölümlerinden bahsetmez. Onların hayatlarından, gençliklerinden, iyimser, hoş, sevgi dolu günlerinden, mücadelelerinden konuşur ve böylece eserin son derece hüzünlü atmosferini hafifleştirir. Yazar Resul Rıza ve Nigar Hanım’ı, şiirlerini seve seve okuduğumuz, ezberlediğimiz, şarkılarını dinlediğimiz şairleri okuyucu ile (onların okuyucusu ile!) biraz daha yakınlaştırır. Onların büyük sanatları, hikâyeleri, arkasındaki karekterlerini gösterir. Nigar Hanım’ın yeteneği, kırılganlığı, çocuklarına çok derin sevgisi, kaygısı, sevgi dolu, yumuşak tabiatı, en önemlisi ince mizahı, temkinliliği, bütün bunların bir insanda toplanmasına şaşıramazsınız. Resul Rıza’nın biraz sert, zorlu karakteri, bilgeliği, sanat, edebiyat hakkındaki farklı fikirleri, yenilikçiliği küçük oğluna mektuplarında şöyle hissedilir:

“Ben şimdi sana çocuk gibi değil, olgun bir genç gibi bakıyorum. İsteğim şudur: Ben olmadığımda evin erkeği sen ol, annene ve kız kardeşlerine göz kulak ol.”

“…Sanatçılığı çok garip anlıyorlar. Başka derslere göz ucuyla bakıyor, ancak muhabbet destanı yazmakla meşgul oluyorlar. Onların yazdıkları çoğunlukla soyut, hayat ve halkla hiçbir alakası olmayan eserler oluyor.”

“Öpüyorum, selam vefasız Fidan’ı, vefalı Terane’yi ve canım, gözüm Nigar’ı”

“Ben konuşmadım, ancak sonunda aramak istemiş… Geçen yıl Azerbaycan’ın sekiz numarasından parçalar okudum. Burada o, şimdi söylediğinin tam tersini, yani benim ne kadar çağdaş ve iyi yazdığımı söylüyor. Makaleyi hatırlarsın.”

“Oğlum! İnsanın anlamaya gücü yeterse hiçbir mahrumiyet, zorluk, darbe onu sarsamaz.”

Şairin oğluna mektuplarından aldığım bu ayrı ayrı parçalarda onun mert, inatçı, kararlı, sert mizacı, aynı zamanda derinliği, bilgeliği, eşsizliği hissedilir.

En ilginci de şudur ki Anar, anne ve babasının şiirleri, mektupları, dostlarında iz bırakmış hatıraları, sözleri, sohbetleri aracılığıyla onların portresini çizer ama hiçbir şekilde anne ve babasını idealleştirmez, bu şekilde tanıtmaya çalışmaz. Yazarın hem nesir hem de deneme kahramanlarıyla olan bu ilişkisini, daima her mevzuda objektifliğini korumasını, anne ve babası için de uygulaması sebebiyle onun samimiyetinden hiç şüphe edilmez. Mesela, işte Resul Rıza hakkında “Hastalık, mizacının en eksik yönlerini ortaya çıkarırdı, asabi ve tahammülsüz, sert, kaba, huysuz oluyordu” demesi bunun açıkça kanıtıdır. Yazarın Nigar Hanım hakkındaki fikirlerinde, yargılarında ise garip bir günahkârlık hissedilir. Sanki Anar daha kendisi dünyaya gelmeden önce annesinin başına gelenlerden (babasının kurşunlanması, yazmadığı şiirler için eleştirilere maruz kalması vs. ) dolayı kendisini suçlu sayar. Bu da çok tabiidir ama aynı zamanda eşsiz bir evlatlık duygusudur.

“Yaz mevsiminin başlamasıyla ilgili olarak evde birçok iş görülür. Neyse, Anar’ım, han torunları istirahattedirler. Sakin deniz havası, çiçek açan ağaçların kokusu, bir de sessizlik.”

“Hayatımın bir parçası, çalışma masasının arkasında kalın kalın tercüme kitaplar ya da değerlendirmesiyle geçti, insafsız kalp vefasız çıktıktan sonra ise mutfağa, ocak başına geçtim. Ben hiç bedava ekmek yemedim.”

“Neyse, görüyorsun ki benim hayatımda ilgi çekici, medeni, manevi bir olay yok. Arada zaman bulduğumda kitap okuyorum ve bu benim tek manevi gıdamdır.”

Nigar Hanım’ın Anar’a mektuplarının bu bölümlerinde şairenin derin bir sanat ateşi, yazma ihtiyacı hissedilir. Fakat aynı zamanda da bizim kadınlara özgü olan karakteri, ailesini, aile kaygılarını, evlatlarına olan düşkünlüğünü herşeyden üstün tutması önemlidir. Ancak yaratıcılık aşkının ne olduğunu, bu arzunun bastırılmasının kötülüğünü iyi bilen yazar, kendi üzüntüsünü gizlemez:

“Çoğu zaman kendi kendisiyle yalnız kalma imkânından mahrum olan annem, elbette yazmaya isteği kadar zaman ayıramıyordu. Sonuç ise yazdıklarının yazabileceklerine oranla kat kat az olmasıdır. Yazarlıkla biz ilgileniyorduk, bizim kaygılarımızı ise o çekiyordu. Benim yazdığım her yazı, babamın yazdığı her şiir, annemin yazılmamış şiiri ve yazısıdır.”

Elbette bütün bu meseleler son derecede önemli ve düşündürücüdür. Ama “Sizsiz” in ve onun yazarının daha büyük derdi ölümdür, kayıptır. Maksud İbrahimbeyov bu durumu çok yerinde ifade eder: “Sizsiz” kitabı, büyük şahsın manevi sarsıntıdan yakasını kurtarma, bu derdi ilahi seviyeye getirme gayretidir… Hayır, oradaki karamsarlık değil, bilgeliktir. Sanırım o, (Anar, P.) birçoğundan önce, benden önce ölüm hakkında düşünmeye başlamıştır. Bu da bilgelik alametidir.”

Böylelikle eserin daha ilk cümlelerinde filozof Anar ölüm, hayat, zaman ve insan konusundaki düşüncelerini paylaşır; acısından, içini kemiren düşüncelerinden bahseder. Ve aslında bütün bu üzücü, tesirli değerlendirmeler ile okuyucuyu asıl konuya, hadiseye hazırlar. Bana göre eserin temel özelliği özgünlüğüdür. Anar olayları sadece oğul gözüyle değil, yazar gözüyle gözlemler ve nesir diliyle vurgular. Onun nesrine has birçok üslup ve dil özellikleri bu eserde de görülebilir. Bunlardan birisi de kısa diyaloglarla büyük arzuları, derin anlamları ifade etmesidir.

“Hastanenin numarasını çeviriyorum. Ahizeyi kendisi alır. Sesimi duyunca yüksek bir tonla konuşur.

– Çok iyiyim. Nigar da burada, yanımda. O da çok iyi.

Ahizeyi annem alır. Sesinde sevinç, neşe var. Elbette iki bin kilometre mesafede tedirginliğimi sakinleştirmenin tek yolu budur. Keyifleri iyi, neşeleri yerinde… Güya… Hiç hastaneden konuşmuyorlar sanki.”

Resul Rıza bu telefon sohbetinde “çok iyiyim” dediğinde ömrünün bitmesine az kalmıştı. Ama bu “çok” lafının içinde ne kadar büyük bir temkinlilik, bilgelik var… Evladına sıkıntı vermemek, onu incitmemek için “gösteri” bu. Genellikle “Sizsiz” de fazlaca görünen asıl durumlardan biri de bu ailenin birbirine son derece bağlılığı, manevi destek olmasıdır. Hepsi birbirinin acısını bir şekilde dindirmeye çalışıyor; Anar, annesinin hastalığının ne kadar ciddi olduğunu kız kardeşlerinden gizler, kız kardeşleri onun çok düşünmemesi için ellerinden gelenini yaparlar, dostları ölüm haberini alır almaz soluğu Anar’ın yanında alırlar, ailesi her durumda, her vakit ona destektir, kısaca bu dert, kayıp hepsini birleştirip, yakınlaştırmış, daha da kardeş etmiştir. Bu insanların içinde on yaşındaki Günel’in duyguları en etkileyici durumlardan biridir:

“…Günel’in boynuma sarılması için bu sözler yeterliydi. O anlarda, o da iç dünyasında benim hayalimde gördüklerimi görüyor, duyduklarımı duyduğunu açıkça hissettim. Sonraları da ben bu on yaşındaki kızın hassaslığına şaşırıp kalıyordum. Ben zaman zaman susuyorum, dalgın oluyorum, kendi kabuğuma çekiliyorum. Hiçbir zaman bana mani olmuyor. Düşüncelerimden ayrılmaz. Ama o günler dalgınlaşmış gibi geçmişin sahnelerini aklımda görür gibi, Günel neyi hissederse benim iç dünyamı görüyor, yanıma gelip beni kucaklayıp okşuyordu

– Baba –diyordu. Annenle babanı mı düşünüyorsun, ha?

– Evet, kızım onlar geldi aklıma, senin dedenle ninen”.

Yıllar sonra Anar’ın ailesine yazdığı “Noktalar” denemesinde Günel, o zamanlara “Sizsiz” in yazıldığı zamana gider.

“Bu durumda babamın yazarlığında, kanaatimce, tesir kuvvetine göre en güçlü eserlerden biri olan “Sizsiz” eserinin yazıldığı günleri hatırlıyorum. Daktilonun arkasında sigara dumanı arasında geceyi sabaha yaklaştıran, kalbini acıtan, parçalayan duyguları kâğıda geçirmeyi çabalayan yazar, evlatlık borcunu yerine getirmeden yaşayamayan rahat nefes alamayan evlat.”

Ne kadar etkileyici değil mi? Babasının içtiği sigaraları saymış, nine ve dedesinin kaybına, anne ve babasının kederlenmesine kadar her şeyi düşünen küçük kızcağız… Babasının gögsüne sokulmaktan, keyfini yerine getirmek için bir şekilde komiklik etmekten başka bir şey gelmeyen çocuk. Anar annesinin ölümünden sonra onun fotoğrafına bakıp şöyle der: …ve bu aralar ben onun hakkında annem gibi değil, kızım gibi düşünüyordum. Bence, Günel’in de tasası, kaygısı, kırılganlığı daha çok anne duygusuydu, sadece evlat değil.

…Sonra bu duygular, acılar Günel’in yaratıcılığında da görülecek. Hatta “Sizsiz” de tasvir edilen Şuşa, Buzovna, bahçe, komşular, o çevre onun hikâyelerinde “Altıncı” povestinde edebi bir şekilde kaleme alınacak ama bu konuda başka denememde bahsettiğim için burada genişçe açıklamayacağım. Ancak şunu da dile getirmek gerekiyor ki bütün bunlar on yaşındaki kızının veya ölümün eşiğindeki anne ve babanın duygularına etkili kılan Anar’ın yazma tarzıdır; orijinal görüşleri ve bunları nasıl ifade ettiğidir. Mesela, çevrenin güçlüklerini hatta korkulu yanlarını yazar, bazı büyük olaylarla gösterirken aynı zamanda ufak da olsa “Bizi bir yerlerde görmeseler iyi olur” düşüncesi ile ifade eder. Yazar bu meseleleri öne çıkarmakla da kahramanlarının-Resul Rıza ve Nigar Hanım’ın- hayatlarını tam, kapsamlı şekilde yazmış olur. Resul Rıza’nın ansiklopedinin baş editörü olarak çalışırken yaşadığı zorluklar veya “Renkler” in haksız, maksatlı eleştirilere maruz kalması, Nigar Hanım’ın ailesi ve kökeni sebebiyle her an tehlikeyle yüz yüze kalması, açıkça bütün bunların hepsi, yalnızca onların hayatlarının değil ölümlerinin de hastalıklarının da parçasısır. Hastalıklara götüren yolu kısaltan sebeplerdir ve dönemin esaslarına göre hakkın yerini bulması Resul Rıza’nın Sosyalist Emek Kahramanı, Nigar Refibeyli’nin fahri halk şairi unvanlarını almalarının sadece ömürlerinin sonunda olması da zamanın acımasızlığının göstergesidir. “Bizi bir yerde görmeseler iyi olur” yazarlarının münasebetlerinin birden bire değişmesi de hepsinin:

“Azerbaycan halkı kendi şairlerini çok sever.”-dedim. “Özellikle o zamanlardaki hükümet de onları sever.”

“Sizsiz” den aldığım bu küçük bölümde Anar’ın üzüntüsü, acısı hissedilir. Daha sonraları eleştirmen Besti Alibeyli’ye verdiği röportajda yazar düşüncesini şöyle ifade eder:

“O düşünceyi biraz duygulara kapılarak yazdım. Çünkü o zaman ansiklopedi ile ilgilenen Resul Rıza’yla hükümetin arası iyi değildi. Beni de “Qobustan”sebebiyle sıkıyorlardı. Sanki etrafımızda bir boşluk oluşmuştu. Hatta dost bildiğim insanlar da sokakta rastladığımda çabucak konuşup gitmeye çalışıyorlardı. Babam da büyük bir yalnızlık içindeydi. Sonra Haydar Aliyev sağ olsun, ona Sosyalist Emek Kahramanı unvanını verdi, eleştiriler bitti, her yerden tebrikler geldi, övgüler işitildi. O zaman bende bu olaya üzüldüğümden “şairi hükümet severse halk da sever”-dedim.

Bütün bunları okuduğumda insanın aklına şairlerin, yazarların, yaratıcı insanların hele ailesine Allah özel, ayrı bir kader yazmış ve ne kadar acıklı seslenirse bunu sanat adına yapar. O şiirlerin, hikâyelerin yazılması için, “Sizsiz” in yazılması için… Çünkü orada öyle sahneler var ki gerçekte de yaşanmış, öyle olduğu gibi, öyle süssüz-püssüz sanattır.

“Moskova’da Kursk bölgesinde Bakü treninin karşısına geldiğimde birkaç dakika sonra beni neyin beklediğini bilmiyordum. Hasta babamı mı karşılayacağım yoksa, Allah göstermesin, onun cenazesini mi?”

İşte bu çocukça sahne herhangi bir filmin en etkili kısmı gibidir. Ya da Nigar Hanım ile Resul Rıza’nın son görüşmesi. Birbirlerine “Çok iyiyim.”diyerek destek vermeleri… Resul Rıza’nın ömründeki diğer “son”lar; Enver’le son sohbeti, Buzovna bahçesine son gidişi, Nigar’a yazdığı son mektup, son şiiri, son bakışı, yüzündeki son ifade… Ve son! Ve şimdi oğul Anar kalemi bayrağı alıp biraz çocukça konuşur:

“Hiç bir şekilde aklım almıyordu, yarım saat ya da bundan bir asır önce bizimle bak şurada, bu oda, bu masanın arkasında oturan, konuşan, yeni kitabının sayfalarını çeviren, Nigar’ı soran, eldivenini giyen, ayakkabısının bağını bağlayan adam, benim için dünyadaki-insanların en önemlisi, babaların en iyisi benim babam, artık yoktur, sonsuza kadar yoktur, bir daha hiçbir zaman da olmayacak.”

Buradaki “babaların en iyisi benim babam” sözlerinde çocukça, kırılgan, isyankâr bir çocuk belirir. Sanırım, herkes kendi babası hakkında düşündüğünde, konuştuğunda çocuklaşır ve yazar bu duyguları samimi bir şekilde ifade eder. Resul Rıza’nın ölümüyle başlar o uğursuz yüz gün. Yüz günlük tereddüt, yüz günlük beklenti, ölüm nöbetinin, Nigar Hanım’ın ölümünün beklentisi. Anar ve kız kardeşleri babalarına yas tutarak hasta annelerinin derdine derman bulmayı düşünürler, Moskova’dan hekimler çağırırlar. Ama kaderin buyruğudur Hekimler gelip sadece vaktinin az kaldığını söylerler ve Fidan Hanım ve Terane Hanım’ın söylediği “kendini çarmıha germe” bundan sonra başlar. Nigar Hanım’a Resul Rıza’nın iyi olduğuna inandırmak için çok çaba harcarlar. Bazen ‘Selam’ını, bazen gönderdiği gülleri bazen de yeni şiirlerini getirirler ona. Hem de bunları yürekleri kan ağlayarak, içinde baba acısını taşıyarak yaparlar.

…Yazımın öncesinde yazarın kendisi hakkında çok konuştuğunu, kendini kahramana dönüştürmediğini vurgulamıştım. O bunu açıkça da belirtir:

“Ama o zaman kitap kendim hakkında kitap olurdu. Benim duygularım, düşüncelerim, iç dünyam hakkında… Ben ise şimdi kendim hakkında yazmıyorum, onlar hakkında yazıyorum.”

Bununla beraber, eser boyunca bir anda Anar’ın kendi duygularından, duyduğu heyecandan söz etmesi, çocuk heyecanını dile getirmesi çok etkilidir ve bunların her birinde ayrıca edebi eser konusu, yükü var.

“Belli ki o gece, Mart’ın 24’ünden 25’ine geçen gece, Ağdam misafirhanesinin azıcık sıvası dökülmüş, rutubetli odasında geçirdiğim o gece, hayatımın en korkunç gecesiydi. Hatta babamı kaybettiğim günün,1 Nisan gecesinden ve annemi kaybetiğim 10 Temmuz gecesinden de korkunçtu. Ben onları bu gece, sadece bu gece, hem de ikisini birden yitirdim.”

Bu düşünceler bir insanın hastalık, ölüm, kader karşısındaki güçsüzlüğüne, zamanın acımasızlığına teslim olması hakkındadır. Açıkçası, o gece, misafirhanede yalnız kalıp herşeyi düşünüp derinliğine dek anladığı gece Anar, kaderin kaçınılmaz fermanıyla barışmıştır. Bunun için de kayıplar, iki büyük ölüm karanlık, o gece başlar.

Nigar Hanım ömrünün sonuna kadar eşinin ölümünden habersizdi. Bunu ondan gizlediler. Onsuz da dermansız hasta olan kadının acılarını artırmamak için. Bu davranışın sebebini de yazar kendine has samimiyetle açıklar, terddütlerini de gizlemez:

“Gerçeği söyleseydik, sadece bu bir ay annem için korkunç acılar içinde geçerdi, belki, o kalan kısa ömrü de yarıya inerdi. Onsuz da az kalmış günlerinin sayısı bir hayli azalmıştı. Biz doğru olanı yapmıştık. İnsaflı bir karar vermiştik. Ama… Fakat herhâlde… Herhâlde… Herhâlde…”

Yazarın ifade ettiği şekilde söylersek “yalnız ömürlerimizi değil ölümlerimizi böyle düzenleyenler” muhitinde, cemiyetinde birçok şey bulanıktı ve bu “ölümden sonraki” kesifliği yazar, hem babasının hem de annesinin defin merasimlerinin tasvirinde belirtir. Ama bütün bu durumlar insanı acıtan, derin bir keder duygusundan ayıramaz, uzaklaştıramaz. Nigar Hanım’ın ölümüyle boşluk tamamlanır.

“Yüz günün içinde ikinci defadır tabutun ağırlığını omuzlarımda hissediyordum. Cenazeyi Hakani Sokağı’ndan götürüyorduk. Bu sokak ömrümün bin bir hatırası ile ilgilidir.”

Daha sonra bu sahneler Anar’ın “Bakümün Sokakları” şiirine yansır:

Babamın tabutunu, annemin tabutunu

Omuzumda taşıdığım

Sokakların matemi…

…Nigar Hanım’ı ömür boyu tehdit eden tehlike, soyu, ailesi sebebiyle karşılaşabileceği mahrumiyet, sürgün, ceza ölümünden sonra “icra edilir”…

Yazar, Nigar Hanım’ın ömrünü, ölümünü, son menzile varmasını kısa ama çok etkili bir şekilde ifade eder:

“İnsanlık, kadınlık, annelik borcunu sonuna kadar yerine getirdi…

…Ve şimdi ölümünden sonra, kocasının ölümünden sonra ve kendi ölümünden sonra, hayat yolunun sonuna kadar gelip, borcunu sonuna kadar ödeyip yine ailesinin yanına döndü. O insanlar ki kırk yıl önce onlardan ayrılıp başka bir hayata gitmişti. Yine dönmüştü aziz, kardeş Refibeylilerin içine, ince bir muhabbetle sevdiği insanların arasına, yanında annesi, ninesi, dayısı, dayıoğulları.”

…Onu hayat arkadaşının yanında gömmeye izin vermiyorlar. Yalnızca bu olayı düşününce Sovyet devrinin bazı acımasız amansız kanunları anlaşılır. Ama yazarın da belirttiği gibi o yeniden Refibeylilerin içine döner.

Nigar Hanım’ın Resul Rıza’nın yanında gömülmesi için çok çalışan, izin verilmediği için kendini zayıf hisseden evlat, okuyucusuyla bu garip tesellisini paylaşır . Daha doğrusu bu yazar tesellisidir.

Fidan yavaşça bana:

-Ne güzel yer burası,-dedi, bilmiyorum bunu kasten mi söyledi, hassasiyetle benim acılarımı hissederek annemin babamın yanında çok fazla bastıramadığım ıstırabımı hissettiğinden mi söyledi, doğrusu bu sade, sessiz köşe annemin tabiatına uygundu. Ona yakışan şairane bir menzil miydi? Bilmem fakat böyle bir anımda Fidan’ın bana söylediği bu sözler için ona çok minnettarım.”

Burada konu dışına çıkıp Fidan Hanım ile Anar arasındaki ruh kardeşliğinden de söz etmek isterim. Elbette, abla kardeş duyguları, sevgisi açıktır ama o yukarıda belirtilen bölümde ya da Anar’ın Fidan Hanım’ın anısına hasrettiği “Yine O Zaman Olaydı” denemesinde, onlar arasındaki açıklanamaz, belki de gözle görüımeyen bir ruh ortaklığı hissedilir. Ve buradaki sebep yalnızca kan akrabalığı ya da ortak aile terbiyesi değildir. Bence asıl sebep Fidan Hanım’ın kardeşini dışardan gözlemleyebilmesi ve bazen de sade bir okuyucu olarak hissetmesidir. Bugünlerde tesadüf sonucunda okuduğum birkaç cümlelik denemede bu his, duygular açıkça görünüyor. Fidan Hanım’ın yazdığı ve “Yorgun Gemi” isimli küçük deneme:


Bacısı Fidan hanımla


Bacısı Terane hanımla


“Yorgun Gemi” Türkiye’de çıkarılan bir müzik albümünün adıdır. Bu ad bana çok anlamlı ve çok etkileyici göründü. Limanlarda sessizce dinlenmiş, birilerini getirmiş, götürmüş, bütün dünyayı gezip dolaşmış, çeşit çeşit sahillere yanaşmış, açık denizlerde rüzgârlarla, tufanlarla boğuşmuş fırtınalara göğüs germiş, yenilmemiş, nice nice darbelere hedef olmuş, kayalara çarpmış, savrulmuş yine de galip çıkmış, selametle dönmüş ama yaşlanmış, ezilmiş, eskimiş, yorulmuş muhteşem gemi…”

“Yorgun gemi… Bana birini hatırlatır… O da muhteşem, güçlü, yenilmez, başarılara sahip olmuş, en zor işlerin üstesinden gelmiş, omuzlarında birilerinin yükünü, kaygısını taşımış, bazılarına yardım etmiş, bazılarını kurtarmış, dikkatli, bilgili ama o kadar da acılar, ağrılar çeken, kaybettiklerinin acısını avutamayan, haksız zorbalıklara, eleştirilere maruz kalan sevgili kardeşim, biriciğim, bu adaletsiz dünyada sığınağım, ışığım, ocağım, babam, keşke sana yardım edebilseydim. Düşmanlarını yok edebilseydim…

Her şeye katlanan, kendisinden başka herkesi düşünen, güzel yüreklim, yorgun gemim.”

* * *

Âdet olduğu üzre şairlerin, yazarların ölümü resmi haberlerde duyurulur. Azerbaycan edebiyatında dabir kayıp yaşanmıştır. Bütün bu resmiliği bir kenara bırakarak söylersek Resul Rıza’nın ve Nigar Refibeyli’nin ölümü, kısa zaman aralıklarıyla vefat etmeleri, hakikaten edebiyatımızın ağır kayıplarıdır. Ama şunu da itiraf edelim ki, onların yaşamları, ölümleri hakkında yazılmış “Sizsiz” edebiyatımızın kazancıdır. Anar’ın kaleminden çıkan kazancı…

На страницу:
4 из 5