bannerbanner
Ulus Olmak İstersek
Ulus Olmak İstersek

Полная версия

Ulus Olmak İstersek

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
7 из 8

Rusya’nın bağımsızlığını isteyen Çeçenistan’a karşı açtığı savaş ta dinî sıfat içermektedir. Tabii burada Rusya’nın Çeçenistan’ın petrolünden ayrılmak istemediğini de göz ardı edemeyiz. Yine de Çeçenlere olan kör düşmanlığının kökü, dini farklı halkı hasım sayan eski emperyalist görüşe bağlı olduğunu da hesaba katmalıyız.

Allaha şükürler olsun ki, Jonğar savaşının dışında bugüne kadar Kazakların başına gelen felaketler arasında dinî çatışma olmadı. Bizim Rusya’ya bağımlılığımız üstün halk ve yenik düşen halkın arasındaki kalıplaşmış ilişkidir. Bağımsızlığını yeni kazanan Cumhuriyetimiz çok dinliliği kabul ederse, bu kaçınılmaz kader olur. Tarihte olanlar da, günümüzde olup biten savaşlar da bunun delilidir. Öyleyse demokrasi kelimesini kullanarak, Kazakistan’ın asırlar önce kabul ettiği geleneksel İslam dini üzerine onlarca mezhebi eklemenin ne gereği var sorusu yerinde olur. Adalet Bakanlığı tarafından kaydedilen 37 mezhep ve dinî akımlar kendi kliselerini inşa ederek, herbiri kendi topluluğuna tesir etmeye başlarsa, halkı biraraya getirme yolunda yeni adım atan devletimizin yeni yetişen genç kuşağı arasında ateş yakarsa, gerçek felaket o zaman başlar. Çeşitli dinî akımlar tatlı dilleriyle çocuklarımızın beynine girerse, hiç savaşsız, gürültüsüz milli geleneğimizi de, geleceğimizi de kaybederiz. Şimdi İslama karşı manevi hücüm dünya çapında etkili olduğunu sadece mankurtler hissettmeyebilir. Amerika’nın direkt desteğiyle organize edilen “Svoboda” radyosunu veya “Amerika dauvısı” radyosunu dinlerseniz hep olumsuz haberler veriliyor. Çeşitli ülkelerde olan yolsuzluklar, mülteciler meselesinden İslam dinini sorumlu tutmak alışkanlık haline geldi. Avrupa, Amerika ve Afrika’da gerçekleşen aşırıcılık, terör olayları için açıkça İs-lamı suçlamak vicdansızlıktır. Dünyada olup biten irili ufaklı cinayetin aslını bildirmeden, İslam kelimesine ekleyenler, barış düşmanlarıdır. “İslam Fundamentalizmi” kavramının aslını bilmeden, canavar olarak gösterenler de onlardır. Bağımsızlık bayrağını yeniden dalgalandırdığımız bu günlerde çok dikkatli olmamız gerekiyor. Dışarıda olsun, içeride olsun devletimize kuyu kazanların sayısı az değildir. Onların ince düşünülen planı, Kazakistan’da İslam dininin gelişmesini engellemek, çeşitli mezhepleri propaganda ederek Kazakları öz dininden ayırmaktır. Evin dışına yerleştirilen bomba gibi bu tehlikeyi durdurma önlemleri alınmazsa, korkunç sonuçlara katlanmak zorunda kalırız.

III

Dünyadaki en asil varlığımız, ebedi hazinemiz ana dilimiz resmi devlet dili derecesini aldı ama, kıymet bilmez zalim düşmanlar ve kendi aramızdan çıkan dışı Kazak, içi yabancı kimselerin, namussuz koltuk severlerin yüzünden yıllarca hakettiği hürmeti göremiyor. Çeşitli kurum idaresinde oturan bazı başkanlarımız şovinistler ve aşırı görüşlü birileri tarafından söylenen “Kazak dili Rus dilini sıkıştırıyor.” gibisi lafların gerçek olmadığını bile bile korkudan o lafı atanlara destek çıktı. Kazak dilinin yoluna taş koymaya devam ediyor ve bu hareket doğal bir hale dönüştü son zamanlar. Dilimize hürmet göstermeyen, yüksek mevkilerde oturan Kazaklar laftan anlamıyorlar. Milletvekillerinin büyük bir kısmı Kazaktır, ama ana dilimizi kürsüden duymak mümkün değildir. Çünkü pasaportlarında Kazak yazılmış ama Kazakça konuşma dili biliyor olsa bile edebi dili konuşamayanlardır bunlar. Onlardan çoğu Kazak dilinde gazete, kitap, dergi sayfasını hiç açmamış Kazaklardır. Onlar, Kazak dilinin acılı haline için için sevinenlerdir. Çünkü Rusça konuşan Kazaklar’ın ana dilini öğrenme gibi bir amaçları yoktur, eğer Kazakça’nın kaderi gizli oylamayla çözülseydi, bu közkamanların hepsi olmazsa da yarısı kesin “devlet dili” statüsünden “Kazakça” kelimesini düşünmeden çizerdi. Şu anki hakikat bundan ibarettir, bu yüzden de gizlemeyeceğiz, acı gerçeği yüze vuracağız. Oysa Meclis Kazakça konuşmaları çevirecek tercüman bulamamış diyene kim inanır ki. Bir defasında Meclis Evi’ne Kazak dili hakkında konuşmaya gittiğimizde halkın çok iyi tanıdığı bir senatör bilim adamının “Kazakça ve Rusça’yı çok iyi bilen, anında çeviri yapabilen adamlar var mı bizde” sorusu beni çok şaşırtmıştı. O adamın halktan, hayattan ne kadar uzak olduğunu ve sadece kendi çıkarları dışında hiçbirşeyi önemsemediğini anlamıştım ve bu durum beni çok korkutmuştu. Bazı milletvekillerinin Kazakça konuşmasını, ülkemizde onlarca sene yaşamasına rağmen Kazakça bir tek kelime bile öğrenemeyen kalın kafalı zatlar için çevirecek tercüman bulamayan Meclis’ten hayır beklenir mi?

Böylece tepelerden başlayan ve yıllarca değişmeyen “örnek davranışın”, toplumu nasıl etkilediğini hepimiz anlıyoruz. Bundan bir kaç sene önce açılan Kazak okulları ve kreşlerin tekrar kapatılması, Kazak diline desteğin olmamasından kaynaklanıyor. Tabi ki piyasa ekonomisine alışmak zordur. Ama mesele bu değildir, mesele milli kültürümüzün devlet tarafından iltifat görmemesidir.

Bu durumda ne yapılmalı? Sadece bir gerçek vardır. O Kazak dilini Kazakların kendileri öğrenmezse başkalara ne diye küselim ki. Bu yüzden Kazakları Kazak yapmakla başlamak lazım bu işe.

Amerika Birleşik Devletleri’nde o ülkenin vatandaşlığını almak için Amerikan tarihi ve İngliz dili sınavlarına girmek şarttır. Bunu gibi bir şart koşmaktan ne zamana kadar korkabiliriz. Bu şartı duyanın kalbi patlamaz, tam tersine nerede ve hangi memlekette yaşadığını bilmeye, düşünmeye mecbur olur, zaman geçtikçe de yaşadığı ülkenin değerini de bilmeye başlar.

İran İslam Cumhuriyeti halkının yarısının Farsi, üçte birinin Türk dilli halklar, kalanı ise başka etnik gruplara mensup olduğunu duyduğumda hayran kalmıştım. Oradaki milletin hiçbiri Farsça ile beraber kendi öz dilimizde okul istiyoruz, basın yayın istiyoruz gibi taleplerde bulunamıyorlar. Devlet dili Farsça, buna kimse şüphe getiremez. Çünkü oradaki türlü halk diyasporası, kendilerinin İran topraklarında yaşadığını idrak ediyorlar ve Farsça bilmek onlar için bir borç olduğunu kabul ediyorlar. Hepsi ulu İran devletini geliştirme uğruna çalışıyorlar. Hükümet te, meclis de her etnik grubun gönlünü almaya çalışmıyor. Bu sözümüze şüphe edenler İran tecrübesiyle tanışabilir. Biz Kazakistan’da da İran tertibi olmalı demiyoruz. Ama çok milletli bir ülkenin barış içinde böyle yaşaması medeniyetin güzel bir örneğidir.

Kazak dilinin tam anlamıyla gelişmesi için aynı dili konuşan milli bir ortam yaratma ihtiyacı gündeme getiriyor. Kazak az yerde dilin gelişim göstereme şansı yoktur. Başka milletin de Kazakçayı öğreneceğini ummuyoruz. Aslında kararın gücüyle veya milliyetçi ruhtaki davetlerle ülkemizde yaşayan çeşitli millet diasporasının Kazak dili hakkındaki fikrini değiştirmek bir hayal olur. Kazakça’nın kullanım alanını genişletmek için kaderin fermanıyla dünyanın her ucuna dağılan Kazakları ata yurtlarına geri getirmek lazım. Onlara geri dönmek için imkan sağlamak en güvenilir yol olur. Bu meseleyi çözmek Cumhurbaşkanı ve bu işle ilgili tüm devlet makamlarının görevidir. Bir zamanlar öz vatanından sürgün edilen, açlık döneminde göç eden Kazaklara özel statü verilerek, onların geri dönüş yolundaki suni engelleri kaldırmadan iş gerçekleşmez. Milli bilincimizi o kadar yitirmişiz ki “Yabancı ülkede yaşayan Kazaklar kendi vatanına hiç bir engelsiz geri dönmeli.” demeye bile dilimiz varmıyor. Artık korkuyu atmanın zamanı gelmiştir. Rusya yabancı ülkelerde yaşayan vatandaşlarını hiç bir zaman unutmaz. Onlar, “Dış ülkelerde yaşayan Rusların hakkını korumaya hazırız.” diye sık sık tekrarlar. Madem Ruslara imreniyoruz o zaman onların kendi vatandaşlarına olan desteğini de örnek alalım. Son yıllarda yabancı memleketlerde yaşayan Kazakların vatana dönmeleri için Cumhurbaşkanımız’ın fermanı ile kontenjan sağlandı. Böyle bir destek sayesinde dışarıda yaşayan kardeşlerimiz az da olsa dönmeye başladı. Ama bu gidişle kardeşlerimizin ata yurtlarına kesin dönüş meseleleri yakın zamanda çözülemez. Bu konu cesur değişimler ister. Ancak başka memleketlerde yaşayan dört milyon Kazak vatanına döndüğünde ana dilimizde konuşan ortam yaratabiliriz.

Kazakların büyük bir kısmı Rusya, Çin ve Özbekistan’da yaşıyorlar. Bunlar uzun zamandan beri yabancı dil ortamında yaşayanşardır. Mesela Rusya’da yaşayan 1 milyon Kazak, milli dil ve kültürümüzden ırak yaşam sürdürmekte. Oradaki vaytandaşlarımızın bugüne kadar ana dilinde ne okulu ne de basın yayını oldu, bundan sonra olacağını hiç zannetmiyorum. Rusya’daki kardeşlerimiz kendi dillerini çoktan unuttular. Onları vatana döndürmek zordur, ama milli geleneklerinden tamamen ayrı kalmamaları için Kazakistan ve Rusya bir anlaşma yapmalı. Kazakistan’daki milyonlarca Rusun ağzından çıkan isteği anında yerine getirmeye çalışan hükümetimize Rusya’daki Kazakların durumunu düşünmenin zamanı geldi diyoruz. İran İslam Cumhuriyeti başkenti Tegeran’da Kazak dilinde haberler sunulacakmış. İran memleketi, topraklarında yaşayan az Kazaklar için böyle bir iltifatta bulunurken, Rusya, idaresi altında yaşayan yüz binlerce Kazakların hakkını göz ardı edemez. Sadece bu işi Kazakistan’ın ilgili makamları organize etmeli. Özbekistan’da yaşayan iki milyon Kazak kardeşlerimizin durumunu da ciddi bir şekilde ele almalı. Onların hemen hemen hepsi Kazakistan’a dönmek istiyor. Özellikle de Karakalpakistan’da yaşayan vatandaşlarımız yardıma muhtaçtırlar. Özbekistan Kazaklarının yarısından fazlası kendi ata yurdunda yaşıyor. Onlar doğup büyüdüğü yerlerden kopabilecekler mi acaba? Çin’de yaşayan Kazakların hepsi mi Kazakistan’a dönmek istiyor. Biz onların hepsi Kazakistan’a dönecek gibi bir beklenti içerisinde değiliz. Onların büyük bir kısmı yaşadığı yeri de seçebilir. İşte bunun gibi karışık durumları araştıran, göç meselesini devlet seviyesinde çözümleyen, yabancı ülkede yaşayan Kazaklar meselesiyle ilgilenen özel bakanlık veya ona benzer resmi kurum, araştırma merkezi kurmak şarttır. Eğer bu ciddi mesele göz ardı edilirse diş ülkede yaşayan Kazaklar ana dillerinden mahrum kalırlar. Dil ebedi yaşaması için desteğe ihtiyacı vardır. Bu destek dediğimiz, ana dilinde okullar, basın yayın, çeşitli manevi ve kültürel merasimlerdir. Hükümet, Rusya, Çin, Özbekistan Cumhuriyetleri ile özel bir anlaşmaya varmayınca, bu iş çözülmez. Bugüne kadar Özbekistan’da 600 Kazak okulu var diye övündük. Bu okulların halini düşünenler var mı? Kendi memleketinde milli demokratik devlet olmayı amaçlayan Özbekistan’ın, topraklarında yaşayan Kazakların ihtiyaçlarını karşılamaya imkanı ve isteği var mıdır? Özbekistan’daki Kazak okullarında ana dilinde ders kitapları yeterli derecede midir? Kazakça basın yayının hali nasıl? Kazak gençleri üniversite kazanabiliyor mu? Bunun gibi çok soru var. Kazakların yoğun yaşadığı ülkelerle bunun gibi ve de başka sorular üzerine devletlerarası bir sözleşme imzalanması gerekmiyor mu?

Kazakistan’da Kazakçanın durumu, tüm engellere rağmen düzeleceğine inanmalıyız. Kısa sürede Kazak halkının sayısının artmasında bir takım ilerlemeler elde ettik. Buna bir de dili, dini, geleneği ve kaderi yakın Özbek, Kırgız, Başkır, Türk, Tatar, Uygur, Azeri, Nogay, Kumıkları eklersek Türk dilliler sayısı artacaktır. Kazakların milli şuuru kemale erdikçe Türk dilli kardeşlerle olan irtibatının da genişleyeceğine inanıyoruz.

Ülke içinde Kazakları “Kazaklaştırmak” ne kadar önemli ise, başka ülkede yaşayan kardeşlerimizin milli dil, kültür ve geleneğini unutmaması için zemin hazırlamak ta bekletilmesi zor bir iştir. Devlet tüm ilgisini piyasa ekonomisine geçme sürecine yönlendirirken milli gelişme problemlerini unut bırakırsa bu büyük bir trajediyle sonuçlanır. Bu yüzden de ben bu meseleyi üçüncü felaket olarak görüyorum. Ekonomik durumları düzeltmeye çalışırken, dillerini kaybeden uluslar vardır. Allah bizi böylesinden korusun. Zülümlerin sayısız baskısına dayanan, eski cesur kişiliğini yitiren, ama eğer gerçekten arzu ederse istediğini almadan durmayan yetenekli halkım, kendi bağımsızlığı için yüzlerce sene mücadele etti. bağımsızlık bayrağını elimize aldıktan sonra kulluk

1997

İyi Niyet Büyük Düşünce

Şu anda eski sömürgecilik, totolitar sistemin zorla verdiği ülke adlarından arınma, gündemdeki önemli meselelerden biridir. Bir çok su, köy, ilçe, kolhoz ve sovhoz adları değiştirildi, eski isimleri tekrar verildi. Bu halkın şuurunun uyandığını, öz toprağının ve yerinin tarihini, geleneği koruma arzusunu gösterir. Yer, mekan adlarını değiştirmenin altında derin ve zalimce bir amacın olduğunu halk yeni anlamaya başladı. Bir halkı eritmek için tarihini unutturmak, sömürücü siyasetin eskiden kullanıla gelen denenmiş bir metodudur. Başka halkı sömürmeyi ata babasından kalan miras gibi görenler, önce yer su adlarını değiştirir, sonra da tarihi kendi işlerine göre yeniden yazar ve coğrafi haritaları istediği gibi çizerler. “Elli yılda memleket yeni, yüz yılda tamam.” bir asır sonra geçmişten habersiz bir nesil fayda olur, onlar tarihi nerden baksın, gördüğü ve duyduklarına inanır, eskilere yapıln haksızlıklardan habersiz yaşar gider. Mesela Simferopol’un eski adının Akmeşit olduğunu tarihçilerden başka bilen yok. Odessa’nın da eskiden Türkçe adı vardı. Şimdiki Sevastopol şehrinin eski adının Tatarca Akjar olduğunu “Literaturnaya Gazeta” gazetesinde Rus yazarı V. Mojaev ispatlamıştı. Tarih kitaplarına dikkatlice bakarsak bugünkü Rusya topraklarındaki bir çok yer adlarının(toponymy), su adları (hydronym), dağ adlarının (oronymy) eskiden Tatarca, Noğayca, Başkurca, Kazakça olduğunu çok kolay görebiliriz. Ama biz bağımsız, egemen Rusya’nın iç meselelerine karışmıyalım. Kendi ülkemizdeki yer-su adlarını yerine koyalım da, o da bize yeter.

Bu çalışmada karşılaşacağımız zorluklardan bir tanesi bir kaç kuşağın kulağına sinen mekanların eski adını aramaktır. Kazakistan’daki yer-suyun eski adlarını ancak arşiv belgeleri ve kitaplardan bulabiliriz. Cumhuriyetimiz’in kuzey bölgelerinin Kazakça adları S. Mukanov’un “Ömir mektebi” adlı romanında çok güzel dizilmiş.

Eski yer adlarını değiştirme meselesi çok ciddi yaklaşım talep eder. Acele kararlarla yola çıkılmamalı, bunun maddi tarafını da düşünmeliyiz. Çünkü yer adı değiştirmek masraf demektir. Yanlışlıklar şu anda sık sık yer almaya başladı. Bu yüzden bu konuda fikir bildirmek istiyorum.

Bizim kanaatimizce yer adlarını değiştirme sırasında iki türlü yanlışlık yapılmakta. Bunlardan ilki, bir zamanlar zorla verilen mekan adlarını değiştirirken bu mekanın eski tarihî adını değil de, kişi adlarını vermeye çalışmaktır. İkincisi ise aynı kişi adının her eyalette, ilçede tekrarlanmasıdır. Bu acele iş böyle devam ederse Kazakistan toponomisi tamamen değişir ve tarihe yeni bir haksızlık yapılır. Bu yüzden kişi adlarını vermeyi olduğu kadar azaltmamız icap eder. O yerlerin eski, tarihî adları vardır, onlarin geri verilmesi doğru olur. İlla da yeni ad vermek istiyorsak o bölgenin tabiyatına uygun isimler verilmeli.

Her hangi bir köye veya şehire ulusal tarihte özel önemi olan kişilerin isimlerini verme konusunda çok dikkatli davranlamıyız. Kazakistan’ın Onomastik kurumunun şartları ve kaidelerini göz ardı ederek, büyük ilçelere kişi adını vermeye çalışanların çok olduğunu “Egemen Kazakistan” gazetesinde yayınlanan listenin uzunluğunu gördüğümde anlamış oldum. Eğer ünlü şahısların ismini ilçelere vermek istiyorsak o zaman bütün ilçe ismini değiştirmek lazım olur. Çünkü Kazaklarda ne kadar boy varsa, boyların bir o kadar da liderleri olmuştur. Tabii ki onların vatan önündeki emeklerini unutmamak borcumuzdur, ama toprak kutsaldır. Her kahramanın anısı için yer adını değiştirmenin bir anlamı yoktur. Ama illa ki geçmişteki ünlü kişilerin adını koymak istersek, o kişilerin doğduğu, büyüdüğü, sülalesinin yaşadığı köylere verelim.

Yine de at verme boy ve soy büyükleri değil de Kazak halkına emek geçen, ulusal tarihte özel önemi olan meşhur kişileri anma prenseplerine dayalı olmalı. Bizim zamanınımızda ilçelerin coğrafik konumunun sık sık değiştiğini hesaba alırsak, onlara kişi adını vermenin iyi fikir olmadığını anlarız. Bunun ikinci bir tarafı var. Çeşitli boyların yaşadığı bölgeye, belli bir boya ait şecere zincirinin başı sayılan şahısın ismini verme hala unutulmayan “ruşıldık” (boy üstünlüğü) tartışmasının tekrar tutuşmasına sebep olabilir. “Mahallenin delisi” her yerde bulunur, “Bizim atamızın adıyla anılan topraklarda başkaların ne işi var” diyebilir. Bu düşünce sadece köy delisinin değil, yüksek lisanslı okumuş insanlar arasında ruşıldık duygusuna kapılanların da aklına gelebilir. Halk arasında böyle bir sorunun olduğunu unutmamalıyız. Bizim amacımız, tamam ata-baba ruhuna değer verelim, ama onların isminin ruşıldık ve toprak meselesini tutuşturmaya sebep olmasına önceden engel olmaktır.

Tarihimizin bütün devirleri ve dönemleri, tarihteki ayaklanmalar ve mücadeleler, sömürü hayatın gerçekleri ğzerinde hala doğru düzgün araştırmalar yapılmadığını herkes biliyor. Bunun sebebi, 70 sene boyunca halk şuurunu dogmatik fikirlerle uyuşturan totalitar sistemdir. Bununla beraber, maalesef tarihçilerimiz tarafından kapsamlı araştırmalar çok az yapıldı. Bu eksiklikler, bizim zamanımıza kadarki Kazak tarihinin gerçeklerini açıkça söylememize engel oldu.

Son zamanlarda bilim adamları ve alimlerin işi olan şecere derleme ve tetkiki, halk arasından çıkan gönüllü kişilerin büyük bir arzuyla yaptığına tanık oluyoruz. Bunların arasında ilçe okur-yazarlarının yanısıra ülke çapında tanılan yazarlar, gazeteciler de vardır. Onlar kendilerinin mensup olduğu soyların şeceresini, ata-babalarnın tarihini tanıtmak istiyorlar. Şecere derleme ve tanıtma konusunda “Ana Tili” gazetesi çok faydalı hizmetlerde bulunmakta.

Halk ağzından veya bugüne kadar bilinmeyen kaynaklardan derlenen şecerelerin, sorunlu ve şüpheli yanlarının da olacağını unutmayalım. Bu çalışmalar, ilmi dergilerde veya özel basınlarda ilmi açıklamaları ve gerekli notlarla birlikte yayınlanmalı. Eğer isteyen herkese çeşitli gazetelerde şecereleri yayınlamaya izin verirsek, bilim ve hayalin bir birine karışmasına sebep olur. En tehlikeli yanı da bu, şecereler tarihin inceliğinden habersiz sıradan okurların kafasını karıştırabilir. Şecere derleme işleri hızla ilerlediği bu sıralarda metodolojik kılavuzlara ihtiyaç vardır. Bu kılavuzlar, Kazakistan Bilim Akademisi Tarih Enstitüsü tarafından hazırlanmalı. Gazetede yayınlanan şecereler uzmanların ilmi açıklamalarıyla beraber basılması lazım. O zaman okurlar verilen bilgileri daha kolay anlar. Hatta şecere meselesi üzerine ilmi toplantı veya konferans düzenlenebilir. Şecereler tarihi, bugünkü durumu, gelecekteki vazifeleri üzerine ilmi monografilerin yayınlanması şarttır. Ama şecere kaderini amatör ellere bırakmak doğru değildir. Şecerelerin en kutsal görevi, her bir insanın soyunu unutturmamaktan ibarettir. Ama boylar ve kabilelerin olağanüstü efsanelerini tarihin son gerçeği gibi göstermek, bilim prenseplerine karşıdır. Şecereleri kullanarak bir boy ve soyun geçmişini medhetme, onu başkalarından üstün gösterme hiç hoş olmayan şeylerdir. Öyle sonuçlara derin araştırmalar ve karşılaştırmlar neticesinde varılır. 70 yıl boyunca hiç el sürülmemiş karışık şecereleri bir kaç yazarın çözemeyeceği bellidir. Şecere derleme ve yayınlama işini kendi çıkarları için faydalanmak çok yanlıştır. Bu iş Kazak tarihini sistemleştirmede önemli rol oynar. Hatta ilmi denetimden geçmeyen şecereleri basında yayınlama çok hata olur. Bu mesele hakkında uzmanlar da kendi fikirlerini bildireceğini umuyoruz.

Bu konuda kafamıza takılan başka fikirleri de söylemek istiyoruz. Halkın tarihi şuur devamlılığını muhafaza etme, ölenlere saygı gibi iyi niyetini hayırlı işlere yönlendirmek lazımdır. Ata baba ruhuna saygıyı, özel maksat için değil, geleceği parlak, eğitici özelliğe sahip görevlerle birlikte bakma ihtiyacı duyulur. Toplum onlarca yıl iman eğitiminden ırak kaldı, gelenek, örf-adetlerimiz yıprandı. Ahlaki değerleri geri döndürmek, etik terbiyeyi düzenli yürütme, iyi kalpli yeni kuşak büyütmekten önemli bir maksat yoktur diye düşünüyoruz. Bu terbiyenin güvenilir ocağı camiler ve medreselerdir. Öyleyse babalar adına türbeler inşa etmekle yarışan kişiler, böyle faydalı işlere para harcasa çok iyi olurdu. Camilerde kuranlar okutulup, atalar ruhu anılsa bundan daha önemli sevap olur mu? Medrese inşa ederek, şakirtler okutmanın sevabı büyüktür. O şakirtler, halkımıza müslümanlık şartlarını öğreten, ahlak öğreticileri olur. Cami ve medreseler sadece namaz okunan veya dersler verilen değil de yoksullara, yetimlere, çaresiz özürlü insanlara yardım edecek bir kuruluşa dönüşürdü.

Kazakistan’da anne babasız büyüyen öksüzler sayısı arttı. Onlar devlet tarafından açılan yetimhanelerde terbiye almakta. Devlet desteği azaldığında bu yükün birazını dini merkezler ve camiler de bölüşürse çok iyi olurdu. Kazakların yetim büyüyen çocuklarını, Rus poplarının vaftiz ettikleri de gerçektir. Genç kuşağı böyle halde bırakmamız namussuzluk olur. Camiler ve medreseler bütün insanoğlu terbiyesinin güvenilir merkezine dönüştüğünde işimiz yağver gider. Şehirdeki yetimhaneleri Kazakların çok yaşadığı ilçelere taşımak dilimizi, örf adetimizi bilen kuşak yetiştirmemiz için önemlidir.

Ataları hatırlamaya başlayan boylar ve soylar temsilcileri güçlerini biriktirirse, toplum için hayırlı işlere el atsa iyi olur. Her köy, her boy ayrı değil, beraber hareket ederse başarı da büyük olur. Camilerin bir odası kütüphane olur, bu bir gelenektir. Yeniden inşa edilecek camilerde de bu geleneği devam ettirmek lazım. İşte o kütüphanelerde sadece dini değil de o köyün, bölgenin halkın şeceresi, saygın şahısların hayatını anlatan belgeler toplanırsa, orası bir tarihî – kültürel merkeze dönüşür. Camiye tüm müslüman gelir namazını kılar, duasını eder. Böyle merkezler halkın birliğini sağlar. Küçük işletmeler ve ekonomik kurumlar medreseler ve camilere maddi destek sağlayabilirler. Kazakistan’da müslüman dininin gelişmesini destekleyen islam memleketleri de vardır. Türkiye binlerce çocuğu ücretsiz okutmaya hazır bulunmakta. Gençlerin birazi din okullarında bilim alırdı. İmkanlardan yararlanmak lazımdır. Yerli devlet kurumları, yeniden kurulan başkanlıklar halkın dini eğitime olan ilgisini destekleyeceğine inanıyoruz. Cami ve medreseler bir boyun veya köyün adına yapıldı demek, kötü bir şey değildir. Bunun adı bir boya ait olsa bile insanlığa yapılan hizmettir.

1992

Biyler Kurulu Hakkında Birer Söz

Eskiden kaya gibi güçlü geleneklerimiz ve tertiplerimiz bugünlerde yıpranmış, onun yerine ise yeni kuralların hükmettiği bir dönemin eşiğindeyiz. Parti ve sovyet kurumlarının kararıyla hareket etme eziyetinden kurtulduk, ama şimdi hangi yönde hareket edeceğimizi şaşırmış bir haldeyiz. “Eskiyi köküyle kazıp atmaya” alışık eski bolşevik kafayla sovhozlar ve kolhozları dağıtıverdik, şimdi özel çıftikler onların yerini dolduramıyor. Tabi ki halkımız sağ olsun, kendi alın teriyle ailesini doyuran, devlete de hizmet eden çiftçilerimiz çoğalacaktır, ekin ve hayvancılık da gelişecektir. Toplum hayatında yer alan bu karışık durumların sebebi ve sonuçlarını araştıran sosyal bilim uzmanlarının tetkikleri ve tekliflerine ihtiyacımız vardır.

Şu anda toplumda cinayet, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet gibi insan ahlakini çökerten felaketler yaygınlaştı, özellikle de gençler arasında ahlaki çöküntü yaşanmakta, alkol düşkünlüğü tehlike yaratmaktadır. Gazete sayfasını bir açarsan hep hırsızlık yapanlar, birisinin malına mülküne hücmedenler, sarhoş olup kavga edenler, rüşvet alıp mahkemelik olanlar, kendini öldürenler, yaşlı ebeveyinlerini bırakıp gidenler, yeni döğmuş bebeğini sokakta bırakanlar hakkında sıkıntılı haberler listesine karşılaşırsın. Kötülüğü açığa çıkarmak çok iyi ama bunu durdurmak için çözüm yolu bulunmalı. Her gün bunca hırsız tutuklndı, bunca katil yakalandı gibisi haberlere alışmaya da başladık. Bu durumda şu halimize bakıp oturmamız mı gerekiyor, yoksa ahlaki çöküntünün önünü kesecek sert tedbirler almanın yolunu mu araştıracağız. Bunu düşünmeden de edemiyoruz.

Eskiden tertip bozanlara her türlü ceza kullanılagelmiştir. Tertip işini piyoner, komsomol, sendika kurumlarından parti, sovyet organlarına kadar sıkı kontrol altında tutuyordu. Şu anda o kurumlardan hiç biri kalmadı, eyaletten ilçeye, köye kadar idare, akimler ve valilik çalışanları huzurundadır. Ülkede çiftlik ve üretimin gelişmesi veya tam tersi geri gitmesi onların kabiliyeti ve çalışma tarzına bağlıdır. Her bölgenin tarih ve kültür geleneğini, üretim imkanlarını çok iyi bilen, ona göre hareket eden, bölge ahalisi ile birlikte her iş üzerinde derin incelemeler yapabilen akimlerin idaresindeki bölgeler, çok güzel başarılar elde ettiklerine şahid oluyoruz. Maalesef çiftlik işlerinden habersiz, organize etme metotlarını kullanamayan, hala yukarıdan emir ve yardım bekleyen akimlerimiz de az değil. Böyle durumlarda halkın maddi ve manevi açıdan kalkınması yolunda yapılan en küçük adımları bile topluma tanıtarak, güzel geleneğin kalıplaşmasına yardım etmek boynumuzun borcudur.

Ben son zamanlarda kendisini duyurmaya başlayan terbiye açısından çok önem taşıyan bir sosyal kuruluşa cemaatın dikkati çekmek istiyorum. O, bazı yerlerde halkın eski demokratik geleneği temelinde kurulan Biyler Heyeti’dir. (“Biy” kelimesi yargıç, kadı, hakim anlamına gelir. Sosyal düzen içerisindeki fonksyonu toplumda adaleti sağlamaktır.) Bu şimdilik ülke çapında değil, sadece bazı il ve köylerde kurulmuştur. “Bazı ilçelerde Biyler Heyeti kurulmuş, onlar yerli ahalinin gelenek ve örf adetlerini koruma için çalışmaya başlamış.” gibisi haberleri önceden de duymuştuk. Güney Kazakistan’ın Sozak iline gittiğimizde kendimiz de buna şahid olduk. Tek başına bir devletin toprağı kadar geniş toprağa sahip, ekoloji felaket adına ne varsa bir bir yaşayan Sozak ilinde dünyaya gelen yeni kurumun durumunu ilçe Valiliği iç siyaset bölümü başkanı T. A. Şaymerdenov böyle izah etti: “Sozak ilçesi 11 köy ve 2 kasabadan oluşmaktadır. 1994 yılının şubat ayında tayin edilen ilçe valisi Kuanış Aytahanov Beyin başkanlığıyla yukarıda belirttiğimiz 13 valilik içerisinde Biyler Heyeti kuruldu. Bu heyet gençlerin terbiyesinden sorumludur ve köydeki tüm hırsızlıkları, yolsuzlukları yargılama ve gereken önlemleri almakla görevlendirilmiştir. Biyler heyeti köyde hayvancılık ve ekin işlerinde çok etkili faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu kurumun en büyük görevi, kamu düzenini sağlama alma, yolsuzluğa karşı mücadele eden askerler grubu toplama ve onlara komutan seçme, onların yerli polis merkeziyle işbirliğini kontrol etme, desteklemektir.”

На страницу:
7 из 8