bannerbanner
Manas Destanı
Manas Destanı

Полная версия

Manas Destanı

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 6

Manas, karargahta aşık oynuyordu; o sırada kalabalık bir kervan geldi. Kervanın mahiyetinde Çinli, Kalmuk, Tırgot ve Şart vardı. Kervanbaşı olan Çinli ile Kalmuk, Şart ile Tırgot Manas’ı hiç umursamadan karargâha girdiler.

“Hey, çek deveni!” dediler kenarda duranlar, bağırarak. Eğlenmekte olanlar da bağırdılar.

Altı Çin muhafızı, boynuna ipek sarılı, altın takılı devesini yedeğe almışlardı. Han’ın devesini sadece Kalmuk ve Çinliler değil herkes biliyordu. Onun olduğu yerde kimse ona çıt diyemezdi. Han’ın adamı ile Han’ın devesine karşı gelenler ölümle cezalandırılırdı.

Arada Han’ın adamları yoktu. Onlar develerinin dizginini tutup, söz dinlemeden Çince bir şeyler söyleyerek karargâhı geçtiler.

Bu esnada aslan Manas elindeki aşıkla bir kenardaki aşığa vurdu. Aşık sıçrayıp uçarak, önündeki devenin ayağına ok gibi isabet etti, deve olduğu yerde düştü. İkinci aşık öndeki eşeğin ayağına saplandı ve o da yıkıldı.

“Han’ın devesini yıktı. Bu Kırgız’ı yakalayın.” diye bağırdı kervanbaşı. Altı kişi Manas’a yapıştı.

Onlara Manas’ın yiğitleri engel oldular. İki taraf dövüşmeye başladı.

Er Manas, Çinlilerin küstah kervanbaşını altın kemerinden tutarak kaldırıp yere attı; göğsüne basarak başını kopardı. Efendisinin öldüğünü gören Çinli, Kalmuk ve Şartlar uslu uslu bakıp durdular.

“Bize dokunan bu muhafızların cezası ölüm olsun. Öldürün!” dedi Manas. Bunu duyan otuz çocuk, Çinli Kalmukları öldürdüler. Kervandan on Şart sağ kaldı.

“Bize kıymayın! Biz Türk soyundan, üçümüz Uygur’dan. Malımızı alın! Bizde kabahat yok. Canımızı bağışlayın…” dediler. Şartlar yalvararak ağızlarından bal akıttılar.

“Eğer Türk soyundan iseniz, sırrınızı söyleyin. Yoksa Çinli ve Kalmuklar gibi başınızı koparırım.” dedi Manas kılıcını kınından çıkarıp.

Deveciye hizmet eden Şartlar ellerini kavuşturarak sırlarını söylediler.

Çinliler ticaret yapmak için Türk illerinin dilini bilen pek çok Uygur’u, Kaşgâr’dan Terez’e, mahsus getirmişlerdi. Onlara yıllardır Türk, Kırgız, Kazak ve Nogoy ülkesine giden kervanların develerini güttürmüşler, tercümana ihtiyaçları olduğu zamanlar tercüman olarak kullanmışlardı.

Altı ay önce Kalmuk Hanı Alevke “Altay’daki Kırgızlardan Manas adında bir belâ çıktı. Altı ayda dört yüz Kalmuk askerinin başını yedi. İhmal edersek, Çin Hakanlığına saldırıp bizi ejder gibi yutabilir. Asker toplayıp onu küçükken yok edelim. Asker ver!” diyerek Çin Hanından talepte bulundu.

Esen Han, Alevke’ye: “Bu kurnaz Kalmuk’un, komşusu olan bir avuç Kırgız’a gücü yetmiyor yahut bize durumu tam olarak anlatmıyor. Kırgızların malına, altınına kondu herhalde. Alevke’ye güven olmaz.” diyerek kızdı.

“Pis Kırgızlardan Manas diye başka bir oğlanı getirdiniz. Beni kandırdınız.” diyen Esen Han titreyerek, Çong Eşen’in Car Manas denen oğlunu yakalayıp getiren açıkgözleri, sihirbazları ve komutanları öldürdü. Bağırmasından gök inledi. Alevke, mahsus bir kervan kurup dünyayı gezen tüccarlar gibi giyinen muhafızlarını Kırgızların durumunu, gücünü öğrenmeye gönderdi. Onlara eğer gücünüz yeterse Manas’ı öldürün diye emretti. Kervan, yol bilen Şartların kılavuzluğunda hiç durmadan beş ay yürüyüp Altay’a varınca, tam da Manas’ın kendisine rastladı.

Manas, ölen Çinli ve Kalmukların silahlarını ganimet alıp yiğitlerine verdi. “Kırk beş deveye yüklenen malı babam Cakıp, bilgiç Akbalta gelip hemen Kırgızlara katılan Mançu Kalmuklarına eşit derecede paylaştırıp versin.” diye her tarafa sekiz haberci gönderdi. Ertesi sabah halk gelmeye başladı. Öğleden hemen sonra Cakıp ve Akbalta geldi.

Bu olup bitenler Cakıp’ı korkutmuştu.

“Eyvah, Manas yine mi kötü bir iş yaptı. Bu çocuk beni yaşatmayacak! Çocuğun sesini duyduktan sonra ölseydim keşke. Dertli başım gene dertten kurtulamadı. Şimdi başımı yedin, Çin Hakanının hazinesini gasp eden sağ kalmayacaktır. Han’a dokunan iyilik görmez. Başımız derde girdi. Otuz yıl önce Esen Han’ın kılıcıyla Altay’a sürüldüğümüzü nasıl böyle çabuk unuttuk. Beni dinlersen oğlum, Şartları yükleriyle birlikte yoluna bırak.”

Bunu işiten Akbalta şöyle dedi:

“Oğul olsa er olsun! Er olmasa yok olsun! Olan oldu. Öleni hayata döndüremezsin, Cakıp. Pekin denen beş aylık yol. Çinliler gelinceye kadar bir çaresini görürüz. Öfkelenme, Cakıp’ım, ganimeti yoksul halka paylaştır.” İhtiyar Akbalta cesaret verdikten sonra, Manas babasına ilk defa karşı geldi.

“Yazıklar olsun babacığım, aklınız nerede kaldı! Seni ecelden servet kurtarmaz. Servetin kurusun senin. Üzülme. Boşuna korkma! Korktuğun için hor olmuşsun. Esen Han sıkıştırırsa beni tutup ver. Çinli ile Kalmuk’tan korkup titreyerek yaşamaktansa at üzerinde ölürüm daha iyi.”

Manas’ın sözünü işiten Cakıp, kan çekilmiş gibi birdenbire durdu.

“Akbalta ağa, develeri herkese eşit paylaştırıver.” dedi Manas.

Akbalta kırk beş deveyi kırk baba oğullu Kırgız’a, Türklere, yeni akraba olmuş iki yüz doksan haneli Mançu Kalmuğuna eşit olarak paylaştırdı. En sonra kemiği kırılan deve Cakıp’a düştü. Cakıp deveyi kesti, yüklerini çözdü. Gördü ki, içinde zümrüt, mücevher, beyaz inci ve ipek var. Diğer kırk devede çelik kılıç, lamba, buulum kumaşı, ipek, Çin ipeği, patiska vardı. Bunları paylaşan halk evlerine uyumaya gittiler.

Manas kimsenin üzerine gitmedi, bir kuruş bile almadı.

“Bize katılmak isterseniz, biz yadırgamayız. Suçunuzu affettik” dedi. Akbalta on tüccara ev yaptırdı. Binmesi için tüccarlara at verdi, onları evlendirip yerleştirdiler.

Ay dolmadan tüccarlardan hastalıklı olan biri gece bir at çalarak Kalmuklara kaçtı.

Çin Hanı Esen Han tarafından öldürülen Nogoy Han’ın Orozdu ve Bay adlı iki oğlu, Opal dağına yerleşip günlerini gün ettiler.

Orozdu’nun on çocuğu arasında birlik yoktu. Birbirlerine düşman kesilmiş, birbirleriyle çekişiyorlardı. Hayvanları yağmalama kavgası bitmemişti. Yine araları bozuktu. Seksen yaşındaki Orozdu çocuklarının kavgasından dolayı çok üzgündü.

Bay’ın Bakay ve Taylak adında iki çocuğu vardı. İki kardeş akıllı davrandıkları ve birbiriyle iyi geçindikleri için servete gark olmuşlardı. Orozdu’nun oğlu onların hayvanlarını ellerinden aldı. Onlara hakaret etti, fakat geri vermediğinden dolayı, Bay çocuklarıyla beraber Kaşgâr’dan kaçıp, Yarkend’in ortasındaki şehre geldi.

Bir gün Bay, Bakay adındaki akıllı oğluna danıştı:

“Oğlum dinle. Akrabalarının hali budur. Atlanıp baltayı belime takıp Altay’ı aramaya çıkacağım. Cakıp adlı akraba mızdan, o tarafa sürülen Kırgızların yaşayıp yaşamadığını öğreneceğim. Kendisi ulaşmasa, sözü ulaşır, ya öyle ya böyle haberi gelir. Kırgızlar haysiyetli halktır. Tanrı yardım etmişse bir araya gelmişlerdir, yurt kurmuşlardır diye düşünüyorum. Gidip dolaşayım. Yalnız olsam da gideceğim.”

On sekiz yaşında olmasına rağmen akılda olgunlaşan Bakay, babasının sözünü doğru buldu.

“Yakında bir rüya gördüm, baba. Aksakallı derviş koşarak gelip bana: “Sana yoldaş olacak Manas aslanın var. Arkadaşını bul. Senin dayanacağın adam odur, dedi ve gözden kayboldu”

“Rüya düzelmeden, işler yürümez. Rüyan rüya olarak kalmasın, gerçekleşsin” diye Bakay Tanrı’ya sığındı.

“Altay’dan birini bulursan, haber gönderirsin baba. Ölmezsem arkandan gelirim!” Bakay, babasının sözünü doğru buldu, yetmiş yaşına dayanan Bay, hanımı vefat ettikten sora evlenmemişti. Gençliğim geride kaldı, artık beni ölüm bekliyor, sinek kadar kalan canın neyini esirgeyeyim. Karabaşım eğerin terkisindedir diye belini bağlayıp yola koyuldu. Üç günde vahşi çölde ark kazıp, köprü yapmakta olan, karınca gibi kaynaşan altı bin kişiye rastladı; yağmaya çıkan askerler gibiydiler. Nehri başka yöne çevirip; ark, köprü yaparak yolu ele geçirmişlerdi. Neskara adlı dev onların reisiydi.

Zavallı Bay, arkın yapımını yöneten Basankul adlı adamın yanına gitti. Basankul onun atını kesti, eline kazma verip ark kazdırdı. İki gün hiçbir şey yemeden çalıştığı için bayılıp düştü. Adamlar ihtiyarı öldü sanarak onu arkın kenarındaki söğüdün altına çekip, toprakla adamın üzerini gelişi güzel örttüler. Bay’ın şansı varmış ki çukurda yarım gün kaldıktan sonra kendine geldi. Etrafına bakıp küçücük delikten dışarıdakileri gördü. Müthiş yayını kuşanan Neskara dev, kimseye gözükmeden, kimseyi kuşkulandırmadan ark kenarına Bay’ın yattığı yere gelip Çabdar atıyla konuştu. Çabdar atın insan gibi konuşan, sahibine akıl öğreten sihirli hayvan olduğunu gördü.

Bu konuşmada Çabdar’ın insanın bilmediği bir hileden de bahsettiğini Bay duydu:

“Bu yarı yolda padişahın köprüsünü boşu boşuna ele geçirdin. Şimdi Esen Han’ın emrini yerine getirmeye bak. Senin yakalayıp geleceğin Manas adlı çocuk gün geçtikçe güçlenmektedir. Seni yok edecek olan odur. Onu küçükken yakalayıp yok et. Arkı kazmakta olan altı bin kişiyi doyurup, onları altı bin ata bindir. Ellerine silah ver. Senin altı bin atlı, güçlü askerin olur. Sana kimse karşı koyamaz. Oraya gecikmeden var!” Neskara dev altı bin kişiyi sürüp Altay’daki Cakıp Bay’ın atlarını ele geçirmek, oğlunu yakalamak için harekete geçti. Çölde tozu dumana katarak yola koyuldu.

Bay topraktan sıyrılıp çıktı. Örtüdeki katıra binerek gidenleri peşlerinden takip etti.

Bay altı gün yol gitti, insan yüzü görür müyüm, ya da açlıktan ıssız dağ geçidinde, ıssız dağlarda ölür müyüm diye yürürken Uludağın kenarına geldiğinde beklenmedik bir yerden kıratını çekerek bir kişi çıkageldi. Yaşlı Bay atlının selamına Kalmukça cevap verdi.

Aksakallıyı gören Cakıp, atını çekerek bu yabancıya tek gözüyle baktı.

“Var ol bahadır!” dedi aksakal katırını çekerek.

“Var olan aksakal.” dedi. Cakıp sakalını sıvazlayarak.

“Oğlum! Adın sanın kimdir?” dedi ihtiyar.

“Adımı sanımı sordunuz: İlk atam Buygur, devlet yöneten kişidir. İkincisi Babir Han, üçüncüsü Tüböy, dördüncüsü Kögöy. Kögöy’den Nogoy, Nogoy’dan ben oldum… Otuz yıldan beri Altay’ın dağlarında yaşadım. Adım Cakıp…

“Ah, aman Tanrım! Cakıp’ım sen misin? Ciğerim sağ mısın?” diye Bay çığlık attı. “Ben Bay, ağabeyinim.”

Cakıp attan kendini atarak katır üzerindeki ihtiyarı kucaklayıp indirdi. Gözlerinden yaş döktü; ağladı, ağladı. Yıllardır birbirinden ayrı olan iki kardeş çölde ağlayıp dertleştiler. Birbirine kavuştuklarına sevinen zavallılar gözlerinden yaş akıtıp bir süre oturdular.

“Cakıp’ım, seni araya araya atım kuş kirazı gibi, bitim Torgay gibi oldu” dedi Bay.

Cakıp “Ah, tövbe!” diye Tanrı’ya sığındı. “O günleri Tanrı haber verdiği ya da ruhlardan işaret geldiği zaman uykum kaçıp, oturacak yer bulamadım. Kalbim yerinden oynadı, perişan oldum, ağabey hep seni düşündüm, rüyama girdin. Beklediğime değdi, şimdi işte rüyam gerçekleşti.”

Güngörmüş iki ihtiyar birbirine sarılıp başlarından geçenleri anlattılar. Sevindiler, bezdiğimizde dağılsak da, ölmediğimiz sürece görüşecekmişiz diye Tanrının takdirine şaşırıp, söylemeye söz bulamadılar.

“Kaç çocuğun var Cakıp’ım?” diye sordu Bay.

“Bir tane.”

“Çocuğunun adı nedir?” dedi Bay.

“Adı Manas. On üç yaşında”.

“Ad veren bilerek vermiş, adı kutsal bir addır. Atalarımızın ruhu yardımcı olsun!” diye Bay Tanrı’ya sığındı. “Şimdi aklımdayken söyleyeyim. “Manas’ı yakalayıp getirin!” diye Esen Han’ın gönderdiği Neskara adlı dev altı bin askerle geliyor. Bunu gözümle gördüm, kulağımla duydum.”

“O zaman yola çıkalım, Bay ağabey.” Cakıp’ın kalbi sızlayıp kayası titredi, çabucak avul yolunu tuttu.

Cakıp avula haber verdi. Neskara’nın askerlerinin binlerce olduğundan korkmaya başladı.

“Bu Çinli ve Kalmukların askeri çokmuş. Bize saldıracaklarmış. Neskara gördüğünü diri yutan bir devmiş. Bunlara at, kız hediye edelim, hayvan ve altın hazırlayalım.” dedi Cakıp.

“Ey baba, düşmanı gördüğün zaman böyle korkup duruyorsun. Yüreğin sökülüp alınmış gibi. Artık korkma! Canını sıkma. Yaşadığım hâlde halkımı tutup nasıl onlara vereyim. Kaderimde varsa oktan öleyim. Kara canı esirgemeden mücadele edeyim. Bu kudurmuş Kalmukların yiğitliğini deneyeyim. Cezasını vereyim.” dedi Manas.

Manas’ın fikrini Akbalta destekledi. Komşu Türk kabilelerine, altı günlük mesafedeki Kazaklara haber gönderdi.

Neskara’nın aç kalan altı bin askeri yolunu şaşırıp Cakıp’ın kışlağı olan Keng-Aral’a geçerek yoldaki Moğolların yurdunu basıp, on bin at ele geçirmişlerdi. Sayıları beş yüze varmayan Moğollar “Nereden çıktı bu haydutlar! Ya savaşmanın yolunu bilmiyorlar ya da küstahlık ediyorlar!” diye onların peşine düştüler.

“Hey, siz kimsiniz? Düşmanınız olan kim?” diyerek hayvanlarını çaldıran Moğol beyi Caysangbay at üzerinden bağırdı.

Dil bilen Şart Basangkul seslendi:

“Hey, Cakıp Bay’ın avulu nerede? Onu arıyoruz.”

“Hey, o Kulan yaylasında. Onlar için mi bizim hayvanlarımızı soyup götürüyorsunuz? Onlar çöpünü yedirtmeyen kötü insanlardır. Öç alacaksanız onlardan alınız, hayvanlarımızı geri verin.”

Neskara “Atları çok olan kurnaz ihtiyar Cakıp, oğlunu saklayıp yolumuzu sapıttı; hile yaptı, bunun atlarını geri verip, Cakıp’ı yakalayalım.” diye düşündü.

Basangkul “Hey, hayvanlarına dokunmayacağız. Buraya gel. Bize Cakıp’ın oğlu Manas’ı bul.” diyerek Caysang’ı çağırdı.

“Bunca insan arasında yol bilen biri yok muydu? Yol bilmeden ordu yönetilir mi? Hey, at ve avulumu yağmalasan bile Manas bahadıra dokunmam.”

Basangkul, Caysang’ı yakalamak için onu kovalamıştı. Moğol’un okçusu yay ile Şart’ı düşürdü. Sanagkul’un öldüğünü gören Neskara, Moğollara saldırdı. Çinlilerin askeri kalabalık olduğu için Caysang dayanamadan avuldan kaçtı.

Neskara, Moğolların avulunu yağmaladı. Erkeklerin başlarını kesti, on beş yaşındaki kızlardan yüz otuzunu, karakaşlı güzel gelinlerden iki yüzünü seçip, ganimet olarak aldı. Develerini bağırtarak, eşeklerini anırtarak yola koyuldular.

* * *

Cakıp haber verdikten sonra davul çalındı, Kırgızlar toplu olarak ayağa kalktı. Cakıp’ın avuluna sığınan Altaylı Türklerden, katılan her kabileden ordu kuruldu, Akbalta asker başı oldu.

Manas’ın yönettiği altı yüz kişilik ordu dağ geçidinin ağzında Neskara’nın önünü kesti. Birden bire çıkan toplu haldeki ordu, Neskara’nın altı bin dörtyüz askerini şaşkına çevirdi, onlar arkalarına bile dönemeden kuşatıldı.

Manas’ın ordusu Kalmuk için Çin’in arasındaki hudutta Neskara’yı yarım gün tuttu, sonra Altaylı Türkler; Kazak, Nayman, Moğol, Uyşunlardan oluşan büyük bir ordu ile Manas’a yardım etmek için geldiler. “Ya ölürüm, ya görürüm… Manas’ın başını Esen Han’a ulaştırayım.” diyen Neskara sinirlendi.

Kök Çologunu mahmuzlayıp ortaya çıkan beyaz sakallı Akbalta “Ey, Neskara dev! Kanlı gazanın laneti, andı vardır. Oyunu kuralına göre oynayalım. Teke tek çıkalım!” dedi.

Çinlilerden Dang-Dang adlı pehlivan Ularboz atını oynatıp, ucu pulat mızrağını uzatıp, kazan kadar olan gürzünü eline alıp ortaya çıktı.

Kırgız tarafından, Moğol’un yaman bahadırı olan Künös pehlivan gürzünü sürükleyip böğürerek ortaya çıktı. İki bahadır mızrak oynatıp birbirlerine uzaktan saldırdılar. Taraflar birbirlerine üstün gelemeden dayanıştılar, mızraklardan kendilerini çekemediler. Gürzlerini düzeltip kükreyerek vuruştular. Gürzleri ellerinden çıktıktan sonra onu almak için eğildiler. Dang-Dang pehlivan atının ayağı yere saplanan zavallı Künös’ü kuşatıp yere vurup düşürdü. Künös öldü. Dang-Dang ensesindeki saçları düğümleyip atını ortada oynattı. “Kuvvetli devinizi öldürdüm. Şimdi eceli gelen çıksın!”

Bunu gören yiğit oğlan Kökçö Bahadır bağırarak meydana doğru fırladı.

“Oğlum bir dakika, dur!” diye Aydar Han oğlunun atının dizginini tuttu. “Sen daha küçüksün, pehlivan gücüne ermedin, on altı yaşındasın. Vazgeç oğlum bu işten! Onu bana bırak, kâfire ben saldırayım.”

Kökçö babasının sözünü kıramadı, atının başını çevirip üzüntülü halde yerine döndü.

Soylu Aydar Han, Altay Kazak halkının hakiki bahadırı idi. Eline mızrağını alıp atını kamçılayarak Dang-Dang’a bütün gücüyle saldırdı. Aydar Han, Dang-Dang’ın uzattığı mızrağına vurarak, bu Çinli deve mızrağını sapladı.

Bu esnada Çinlilerden Küdöng adlı pehlivan Aydar Han’a saldırdı. Baktı ki, o canını avucuna almış, hırsa kapılmış; Aydarhan, Küdöng pehlivandan kaçtı.

Bunu gören Manas, tahammül edemedi, elindeki bayrağı Akbalta’ya verip Akkula atını doludizgin koşturarak Küdöng’e yöneldi. Yetiştiği yerde Küdöng’ü kalpak gibi uçurup ezerek geçti.

Onların Irangsoo adlı pehlivanı Manas’a doğru mızrak fırlattı. Manas onu bir vuruşta devirdi. Yere düşen, uçuruma başı saplanan Irangsoo’ya mızrağıyla vurduğunda, onun kanları fışkırdı. Çinlilerin attığını vuran nişancısı Manas’a ok attı. Bunu gören Er Manas ikinci yayı çekinceye kadar kılıçla Şangmusar’ın kellesini uçurdu. Yaralanan atını bir kenara çekerek amcası Bay’a verdi. Bay dua etti.

Manas Manas olduktan, Manas adını aldıktan beri yaşı on üçe gelinceye kadar bunca düşmanı yenmemişti. Bu kadar kan dökmemişti, bu kadar öfkelenmemişti, bu kadar düşmanın hakkından gelmemişti.

Er Manas geleceğim yere geldim, beklemediğim şeylere ulaştım diyerek şimdi gelmesini arz ettiği Neskara’yı bekledi.

O zaman karşısına çıkanı sağ bırakmayan, yaşı on dokuzda olan Neskara, Türk oğluna düşman idi. Saçları dağınık, çakır gözlü, yassı burunluydu. Burnun her deliği on iki Şibe, Kırk Moğol girip oba kurabilecek kadar büyüktü. Dev Neskara, Çabdar’ı kamçıladı.

“Sen Kırgız oğlu isen, ben de Çinli oğluyum, benim neyim eksikmiş, canına okurum, kanını içerim!” diye Neskara dağ geçidini sarsacak şekilde bağırıp hakaret yağdırarak hü cum etti. “Sen önce Maceslerle savaşıp şımarmışsın. Şimdi Neskara’nın yiğitliğini bir gör.”

Er Manas “Piç kâfir. Seni cehenneme göndereceğim, Kırgızları yok etmek mi istiyorsun yok edecek bahadır sen misin? Oyacağım gözünü, sökeceğim ödünü.” diye Akkula’sını kamçıladı. Manas’ı gizli kötülüklerden koruyan gökte bulutları açarak uçan Alp Kara Kuş idi. Ejder gibi büyüyen, aslan gibi heybetli Er Manas dövüşmeyi öğrenmişti, gittikçe kuvvetleniyordu. Manas’ın heybetinden korkan elli dev kaçıp giderken, Neskara sinek kadar canından umudunu kesip, atını kamçılayarak askerlerinin etrafında dolaştıktan sonra kaçtı.

Gök yeleli Manas “Kaçanı kadınlar bile yener, halin bu muydu Neskara? Sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim” diyerek beyaz mızrağını sıkıca tutup Neskara’nın ardından fırlattı.

Çabdar şeytan gibi uçan hayvan idi, altı bin askeri altı defa dolaştıktan sonra kaçtı.

Manas, Ak-kula’yı seke seke koşturup kaçan Neskara’yı yakalamak için peşinden gitti.

Kaçan Neskara, kendi kendine söyleniyordu:

“Dünya kurusun. Esen Han’ın beni kandırıp ölüme gönderdiğini niye anlamadım? Çinlilerin kutsal kitabındaki “Manas hiçbir düşmana yenilmez!” sözüne niye inanmadım? Muhatabımla dövüşmedim, yediğim aş oldu mu?”

Neskara askerlerinden uzaklaşarak kara yola girdi, o Pekin’e doğru kaçarken gözleri ateş gibi kızardı, tüyleri ördek gibi uzadı. Ak-kula ile koşmakta olan Manas adlı er yiğit arkasından yetişip altın kemerin kenarına, omzuna sırlı mızrağını vurdu. Sırlı mızrak devin omzuna saplanmış olduğu halde sallanarak gidiyordu.

Neskara atını yukarıya çekti, yorgun düşen Ak-kula yokuşta Manas’ı kaldıramadan yığıldı.

Çok değişik olan yürük Çabdar ak bulutlu göğün altında biten otların üzerinde uçuyordu.

Manas yerin dibine de girsen de sonunda sana ulaşacağım diyerek Neskara’yı inatla kovalıyordu. Manas dağ sırtına geldiğinde, babası Cakıp, Tuuçunak’ı koşturup, uçan kuş gibi hızla ona yetişti.

“Dur oğlum, dur!” diye Cakıp yalvararak arkasından koştu. “Önderleri ölüp, Neskara kaçtıktan sonra Çin askeri yenilgiyi kabul etti. Boşuna çabalama!”

Manas nefes aldı ve ordusunun yanına döndü. Neskara’nın ordusu, Manas’ın hükmü altına girdi; bayrakları indirildi. Moğolların Neskara’nın askerinin içindeki 400 civarındaki Sart’ın malını mülkünü zapt ettiklerini duyan Manas çok kızdı.

“Ey Moğollar! Sizi teke mi çarptı? Ya da aklınızı mı kaybettiniz? Paragöz mü oldunuz? Esirlerin malını alarak durumunuzun düzeleceğini mi sanıyorsunuz? Bunu görenler ne diyecekler? Mallarını mülklerini geri veriniz.”

“Biz almıştık!” diye suçlanarak utandı yiğit Umöt.

“Kinin varsa, mertçe, yiğitçe savaşarak yenin. Mala mülke aldanmayın. Dünyaperest olmayın. Mal toplamak er işi değil!” Kızgınlığı yatışmamış Manas bağırdı. “Mal lazımsa benden alın. İstediğiniz kadar alabilirsiniz.” dedi.

Moğol önderleri görüştükten sonra Cakıp’ın yanına geldiler.

– Manas, mertlik edip, bizi ölümden kurtardı. Ona tabi oluyoruz. Bizi aklıyla yendi. Doğru söz söyledi ve hatamızı yüzümüze vurdu. Moğol yiğitleri ak gönüllüdür. Düşmanlardan çok çektik. Dost kim, düşman kim, akraba kimmiş öğrendik; gözümüz açıldı. Siz atalarında töresi, geleneği olan milletsiniz. Altay’da yolunu şaşıran bir avuç Moğol’u, kanatlarınızın altına alınız. Elinizin altında, hizmetinizde olalım.

“Kendiniz iyi niyetle isteyerek gelirseniz sizi yadırgamayız. Akraba olmaktan kaçmayız.” dedi Manas liyakatiyle. “Yediğimiz tuğ aynı, içtiğimiz su aynı olacaktır. Göğün altındaki toprakları dağıtmayalım, genişletelim. Bir halk olalım.”

Cakıp, Tanrı’ya sığınıp, ak boz kısrağı kestirdi.

Neskara’dan kalan ganimeti Manas ne yapacak acaba diye kalabalık halk akşama kadar merakla beklediler.

Manas, Neskara’nın askerleri arasında; kızlara, kadınlara, ihtiyar ve koca karılara, çoluk çocuğa dokunan, mal mülkü yağmalayanları kalabalık halkın önünde idam ettirdi. Onların atlarını, eşyalarını yağma edilen halka eşit olarak bölüştürüp verdi. Altı bin üç yüz Çinli askerin silahlarını, atlarını ganimet olarak alıp onları serbest bıraktı.

“ Hanınız başını alıp kaçtı. Sizin canınıza zarar gelmeyecektir, gideceğim derseniz işte yol, kalacağım derseniz işte yurt. Sizi dövmeyiz, size sövmeyiz. Bize katılıp tebaamız olursunuz.” dedi.

Askerlerin yarısı “Kendi yerimize döneceğiz.” dediler.

Manas onlara şöyle dedi:

“Esen Han’a söyleyin. Göğün altında yaşıyorsak bir gün görüşürüz. O zaman bahadırlar gibi konuşuruz.”

Üç bin altı yüz Çinli asker diz çökerek yalvardı:

“Manas bahadır, sen Alevke ile Esen Han’ın korktuğu kadar bir yiğitmişsin. Biz seni takdir ettik. Bizi kabul et, kabilene girelim.”

“İstediğiniz kabul olsun! Kabilemize girmek isteyenlere kapımız açıktır! Halka yardımcı, Manas’a yoldaş olunuz. Size kin beslemeyeceğiz.” dedi Akbalta.

Avul reisi Akbalta Kırgızlara katılan Çinlilere başını sokabileceği yer, binebileceği at, yiyebileceği yemek verdi.

Moğollar başlarından pek çok kötülük geçmiş, görmüş geçirmiş ama ruhunu kaybetmemiş, çileli bir halk idi. Onların Kuldur adlı reisi Manas’ın önüne geldi.

“Bundan sonra kökümüz bir, parolamız aynı oldu Manas. Genç olsan da kahramanlığına diyeceğimiz yok, yetişmişsin. Sen yalnız Cakıp’a ya da Kırgızlara değil; Altay’daki bizim gibi ufak, dağınık halklara da gereklisin. Erkeğin yanında disiplinli bir ordunun bulunması lazım… Yalnız ağaç, göze çarpmaz. Uygun görürsen her kabile reisi kırk aileden kırk oğlu çıkarıp sana can yoldaşı olarak verelim. Sen kendine yakışan uşakları hizmetine al. Onlar her işte senin yanında olsun, ölümde beraber iman bir olsun. Onlar senin kölelerindir. Onlar kuvvetli olursa sen çınar gibi olursun! Ağabeyim Künös pehlivanın intikamını Neskara’dan aldın. Sadece Çegambay adında bir şımarık oğlum var. O senin yoldaşlarından, uşaklarından biri olsun. Yanına al!”

Cakıp’ın avuluna katılan Altay Türkleri, Kangaylıklar, Moğol, Alçın, Uysun Argın, Kazak, Noygut kabilelerinin reisleri Kuldur’un sözünü haklı bulup, Manas’a can yoldaşı vermek istediler. Büyük küçük bir araya gelip antlaştılar.

Manas olgunlaşıp yaşı on dörde ulaştığında; köpeğini koyuverdi, kuşunu salıverdi. Sabahtan akşama kadar Altay’ı dolaştı. Öte tarafta Opol dağı, Kangay’a kadar tepeleri aşıp, nehirlerden geçip, ormanları dolaştı. Avcılığa kendini verip yoldaşlarıyla on, on beş gün kaybolurdu.

Bir keresinde Manas’ın yedi yoldaşıyla beraber kayboluşunun üzerinden on bir gün geçmişken Cakıp’ın gönlü dayanamayarak “Onların haberini duyan kimse yok, bu oğla ne oldu, yaramazlık edip Kalmuklarla tutuşup başı derde mi girdi acaba? Niye böyle gecikti?” diye yollara baktı.

Kuru geçide geldiğinde karşısına gökdemirden zırh giyinmiş elinde mızrak tutan, beline kılıç kuşanmış, omzuna tüfek asmış bir sürü asker çıkıp Cakıp’ı ortaya aldılar.

“Cakıp’ın oğlu Manas’ı biliyor musun? Bizi onun avuluna götür.” dediler.

Bunların dost olmadığını sezen Cakıp şaşalamadan onlara sordu:

“Âdetimize göre büyüklere selam verilir, adı, sanı söylenir. Bu âdeti bilmiyorsunuz, nerelisiniz?”

“Konuşma, ihtiyar. Önce sen kendini anlat?” diye askerler onu kuşattılar.

“Adım Berdike. Babam Türk’tür. Atalarımızdan beri Altaylıyız. Cakıp’la düşmanız. O Manas’ı yakalayıp görürseniz bizim için de iyi olurdu. O bize gün göstermiyor, kendiniz hangi tebaadansınız?” dedi Cakıp.

Anladı ki, Esen Han on bir askeri seçerek göndermişti. Kalmuklar, Çinliler bu Kırgızlarla dövüşsek dağa, bir de çöle kaçıp gidiyorlar, bir şey yapamıyoruz, başka çare bulalım demişler. Hakan; Çin’in, Çin-Maçin’in her yerinden becerikli pehlivanlardan on bir yiğidi deneyip seçmiş. Esen Han şöyle demiş:

На страницу:
4 из 6