bannerbanner
Manas Destanı
Manas Destanı

Полная версия

Manas Destanı

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 6

Manas ile Çege Bay geri dönüp koyun kuzularını saydılar, eksik çıkmadı. Manas bu gördüklerini iyiliğe yordu. Deminki beyaz kuzuyu Çege Bay’la kesip kızartarak yediler.

Gündüz dağdaki koyunlara saldıran kurtları gören çobanlar, akşamüstü deredeki koyunlarını sayıp kontrol ettiler. Ağıldaki koyunların ve otlaktaki atların hiçbiri eksilmemişti. Oşpur’un koyunlarına da bir şey olmamıştı. Ağılda deminki aksak ak kuzu da vardı.

Oşpur, koyunlarını güderek tepe boyunca gelirken deredeki çukurda Manas başta olmak üzere kırk çocuğun eğlenmekte olduğunu gördü. Çocukların eğlenmesini seyretmek için attan inerek bir söğüdün altında oturdu.

Çocuklar artık büyümüşlerdi. Onlar durmadan ordo11 oyunu oynuyorlardı. Sonra kazandaki etleri alıp yediler. Çocukların arasında Manas Opol dağı gibi gözüküyordu, o bu görünüşüyle diğerlerinden farklı idi.

“Bahadıra itaat edelim!” Kırk çocuk Manas’ın etrafında dönerek ona saygı gösterdi. Manas bununla yetinmeyerek, adetlerde olduğu gibi somurtkan davrandı. Çocukların kendisine beyim demelerini sağladı.

Eti yedikten sonra Manas söğüdün gölgesinde uykuya daldı. Bir zaman sonra üst taraftan Kara Kalmuk’un seyi si Kancarkol, yolundan şaşmış köpek gibi koşturup geliyordu. Bu kâfirin işini Oşpur biliyordu. Bu adam Kalmuk ve Çin’de, Sibirya parsı gibi emir dinleyen, insanın başını eliyle kesebilen, elini göğse saplasa hançer gibi giren, bu yüzden Kancarkol diye adlandırılan belâlı biriydi. Oşpur, içinden fırsat bulsam da Kancarkol ile yerde teketek dövüşsem diye düşünüyordu.

Kancarkol, yol boyundaki çocukları görünce köpek gibi fırlayıp gelerek kamçısıyla onları kamçılamaya başladı. Çocuklar Tarançı12 gibi sağa sola dağıldılar, bazıları korktu. At üzerinde dövüşemeyen Kalmuk attan inip kuşattığı çocuklardan dördünü eliyle vurarak öldürdü. Sonra onları toplayıp üzerlerine oturdu.

Manas, çocukların gürültüsünden uyandı. O Kancarkol’a doğru heybetle, aslan gibi kükreyerek geldi. Onun gücünü fark eden Kancarkol da önceden tedbirini aldı. Oşpur:

“Ne yazık, Manas belki o tecrübeli kâfire yenik düşebilir, keşke onun yerinde ben olsam! Kancarkol, Manas’ı parçalarsa, Cakıp’a ne söyleyeceğim.” diye düşündü.

Manas ile Kancarkol meydanda dönerek birbirini korkutmaya çalıştılar. Bir ara, Kancarkol eliyle Manas’a göz açıp kapayıncaya kadar vurmak istedi. Yiğit Manas, kendini bir yana attığından, Kalmuk’un eli söğüde saplanmıştı. Bir anda Manas ayağıyla onun böbreğine vurup, kaldırdı ve kucaklayarak yere fırlattı. Kancarkol yere serildi.

Oşpur, Manas’tan emin olarak; çocuk, göreceğini görmüş, öğreneceğini öğrenmiş, olgunlaşmıştır. Sağ salimken Cakıp’ın eline teslim edeyim diye yola koyuldu.

Oşpur’u gören Çıyırdı, sevincinden bağırdı. Heyecandan Oşpur’a verebilecek hediye, giydirebilecek elbise bulamadı.

“Sana kurban olayım Oşpurcuğum! Manas kuzum aman mı? İki yıldır onu görmedim. On çocuğu varmış gibi ihtiyar onu görmeye gitmedi. Manas adından Kalmukların, Çinlilerin haberi var mı? Almak istersen işte hayvan! Para istiyorsan onu da senden esirgemem. Beslediğim oğul adam olacak mı?”

Sözde hasis, derin düşünceli olan Oşpur şöyle dedi:

“Oğlumuz amandır, kimseye yenilmez, güreşte, kimseye boyun eğmez biri oldu, kıvamına geldi. Söyleyeceğimi söyledim, vereceğimi verdim. Artık Kalmuklardan, Çinlilerden korkmaz oldu. Çocuğa ihtiyacınız varsa alabilirsiniz.”

Ertesi gün Cakıp Bay Manas’ı alıp gelmek için Oşpur’la beraber gitti. Cakıp oğlunun olgunlaştığını görüp sevindi. “Ya kurban olayım kuzum, beri gel, konuşalım. İhtiyar Kalmuk’u dövmüşsün. Çakmağıyla bıçağını almışsın. Şimdi Kalmuklar bize felaket yağdırmaz mı? Başımıza belâ olmayacaklar mı?” diye Cakıp ağladı.

“Ben onu ganimet aldım. Ganimeti vermeyeceğim.” dedi Manas dudaklarını bükerek. “Ey baba! Ne zamana kadar böyle saklanıp yaşayacağız? Artık kaçmayacağım Kalmuk’tan, ölümden öte yol yok!” dedi.

“Ya, yavrum, arkadaşlarına hayvan kesip yedirip israf etmişsin.” dedi Cakıp.

“Ey baba kızma. İnsana, dünya ile hayvan bulunur. Bunca sahipsiz hayvanı güdüp ne bulacaksın. İnsana birazcık servet yetmiyor mu?”

Cakıp, çocuğunun söylediklerine karşılık bulamadı. Manas’ın akıl bulduğunu, büyüdüğünü gören Cakıp, içten memnun oldu.

Oşpur, elini Manas’ın omzuna koyup vedalaşırken sordu:

“Manas, olgunluk çağına geldin. Şimdi seni babana teslim ediyorum. Söyle bakayım, benden ne öğrendin?” dedi Oşpur.

“Nasıl bahadır olunacağını, nasıl savaşılacağını!” dedi Manas.

“Hoşlanmadığın herkesle savaşır mısın?” dedi Oşpur.

“Saldırırsa, evet!”

“Manas sağ kulağınla da, sol kulağınla da dinle. Önce halkına saldıran düşmanla savaşacaksın. Her zaman halkını düşüneceksin, sonra kendini. Bu, her yiğidin parolasıdır. Benim sana verecek vasiyetim budur.”

Manas nasihatini bitiren Oşpur’un önünde diz çöktü.

***

Cakıp Bay’la Manas sabahın köründe yola koyuldular. Doğuda güneş ışınları bulutlara aksederken Batıda ay henüz kaybolmamıştı. Tepeleri beyaz karla örtülen dağlar, kül rengine bürünmüştü. Kuş sürüleri dizi halinde göç etmeye başlamış, yerde otlar sararmış, şafak süzülmüştü.

Cakıp Bay da, gök yavrularını yetiştiren kuş gibi, boyu uzayan, at üzerinde mağrur oturan yiğit oğlunu, dikkatle süzüp, daha önce “Keşke yanımda bir oğlum olsaydı, hasretim kalmazdı.” şeklindeki dileğinin sonunda gerçekleştiğine şükrederek, hanımına çabuk ulaşmak için atın dizginini silkti.

Tör-Su nehrini geçip Ak-Ötek’e geldiğinde uzaktan buram buram yükselen toz duman içinde, ürkmüş at sürüsü göründü. Cakıp ürkmüş atların önünü kesip, damgalarına bakarak onların kendi atları olduğunu gördü.

Cakıp bu sıcakta temiz atları korkutarak süregelen yabancı Kalmuk’a sordu:

“Hey, atları nereye götürüyorsunuz?”

Yer kapan Kalmuk, Cakıp’ın sözünü anlamadan atları, sövüp sayarak sürüp gitti.

Atların ardından koşan lyman adlı at çobanı, Cakıp’ı görüp acı acı ağladı.

“Kalmuklar bizi dövüp, yurdumuzu alarak, atları sürüp götürüyorlar, bayım.”

O sırada Manas yetişip geldi, ağlayan at çobanını görüp babasına sordu:

“Bu at çobanını kim dövmüş, baba?” Cakıp doğruyu söyledi.

“Deminki Kalmukların işi yavrum. Altı grup Kalmuk yer değiştirmiş. Kısa zaman önce otuz kısrakla, beş atı otlak ücreti olarak vermiştim. Bunu az görüp atları otlaktan kovmuşlar.”

Atların ardındaki al donlu ata binen Kalmuk reisi Kor-tuk, Cakıp’ı tanıyıp kaba sesle bağırdı:

“Pis, vahşi Kırgız! Otlağın sahibini bilmiyor musun? Hayvanlarına bir yer bulsaydın? Şimdi sana göstereceğim! Tohumunu göstereceğim.” diye Kalmukça sövüp, Cakıp’ı atından indirip, kovaladı.

“Ya baba, bunlar ne diyorlar?” diyen Manas hâlâ hiçbir şey anlayamamıştı.

“Ey yavrum, çocuklar böyle sözleri anlamaz.” dedi Ca-kıp telaşlanarak.

Bu sırada kenarda duran Kalmuk, Cakıp’ı kamçıladı. Bayın zardava kalpağı yere düşüp çenesinden kan aktı. On Kalmuk Cakıp’a saldırdı onu fena dövdüler.

Bunu gören Manas tahammül edemedi. At çobanı lyman’ın elindeki huş ağacından yapılmış sırığı (kement) kapıp kükreyen Kortuk’un üzerine fırlattı. Kalmuk’un başı parçalanarak beyni sırığa takılı kaldı. Bunu göre Kalmuklar atlarının dizginlerini çektiler, şaşırdılar. Atlarının üzerine yerleşerek Manas’ı yakalamaya yeltendiler. Mızrak ve kılıçla saldıran Kalmuklar, Manas’ı her taraftan kuşattılar. Manas atıyla bir yana kaçarak sırıkla onları birer birer yere düşürdü. Kalmukların yedisi yere düştü. Manas gök kır atının yorgun düşmesine rağmen ayaklarıyla onun böğürlerine vurarak kaçan Kalmukları inatla takip etti. Cakıp Manas’ın arkasından bağırarak gök kır atın dizginini tutmaya çalışsa da ulaşamıyordu.

“Hey, yapma yavrum, dur!” diye ağlıyordu Cakıp. “Kendine gel! Arkana bak, vay-vay! Bu yaptığın nedir? Köklü kabilen mi var senin? Keşke kırk yoldaşını bekleseydin? Tek başına Kalmukları öldürüp bitirebilir misin? Bırak yavrum, dur!”

Manas babasına acıyıp gök kır atının dizginini çekti.

“Kurban olayım sana yavrum. Bu Kalmuklar bundan sonra seni boş bırakmazlar. Bakarsın yarın Kortuk’u öldürdün diye, intikam almak isterler. Onlar “Kun” isterler. Manas atın dizginini sıkı tutup uslu duruyordu.

“Kun ne demek baba?”

“Oğlum birisini öldürdüğün zaman, zarar gören taraf kun ister. Kuna bakarak (at, koyun, deve, inek) altın ve benzeri dünya kıymetlerini alır. Onu ödemezsek baş alır veya ailemizden birisinin öldürülmesini isterler.” “Kalmuklar Kortuk’un Kun’u için bizi esir alıp malımızı yağma ederler mi?” Avula ulaşmaya az kaldığında, Manas düşünceye dalmıştı, sonra Cakıp’ın yanına yaklaşarak:

“Ya baba sen beni çocuk mu sanıyorsun?”

“Büyüdün, akıllandın. Daha nereye büyüyeceksin? Dev gibi boyun var.”

“Bana güveniyor musun?”

“Güveniyorum.”

“Ben sana bir şey soracağım, saklamadan doğruyu söyler misin?”

“O soracağın soruya bağlı, yavrum.”

“Soru oğlunun babasına sorabileceği bir sorudur. Cevap ise akıllı bir babanın büyümüş oğluna vermesi gereken doğrulukta olmalıdır, baba.”

“O zaman sor oğlum. Bundan sonra sana gerçekleri söyleyeceğim, senden hiçbir şey gizlemeyeceğim.”

“Baba soyunu sopunu bilmeyen adam olmaz. Bana yedi göbek soyumu anlat. Ala-Too’dan Altay’a gelişimizden başlayarak hepsini anlat.”

“Oo, oğlum, sen sormaz olsaydın; ben de söz vermiş olmasaydım. Babanın da çocuğuna söyleyebileceği söz var, söyleyemeyeceği söz var. Ama sen atalarının geçmişini bilmek zorundasın. Bunları sen biraz daha büyüyünce söylemeyi düşünüyordum. Sorman, büyüdüğünün işaretidir. Atalarımızın geçmişi nesilden nesile emanettir. Senin övünebileceğin, gurur uyabileceğin bir halkın var. Soyun Kırgız, sözünden dönmeyen, savaş denince durmayan, cesur, akıllı ve inatçıdır. Dostunu düşmanını bilen, namuslu, cesur, savaşçı ve kırk kabileli, cennetlik bir halkın vardı. Cakıp Bay, oğluna, yedi göbek atasını onların kahramanlıklarını masal gibi anlatarak büyük dedesi Nogoy Han’ın tarihine geldi.

“Büyük deden Nogoy’un yedi göbek atası hep handı. Onların hepsi aslan gibi güçlüydüler. Nogoy Han da onlardan eksik değildi. Rızkını hiç kimse ile paylaşmadı. Tacını kimseye giydirmedi. Komşularıyla iyi geçindi. Düşmana hakkını yedirmedi. Nogoy Han, ilkbaharda babalarının eskiden izlediği büyük yolu takip ederek Ala-Too’dan göç etti. Otlak arayıp Enesay, Altay, Ming-Suu (nehir) ya kadar giderek serinledi. Oraya eskiden yerleşmiş bulunan kırk Kırgız kabilesiyle, oniki Türk soylu kabile yaylayı paylaştılar, hayvan alış verişinde bulundular, dünürleştiler, adetleri beraber muhafaza ettiler, düşmana karşı beraber savaştılar, güz gelince yüklerini, hayvanlarını alıp göç ettiler. Ancak altı ay sonra Ala Too (Aladağ), Andican, Alay gibi ılık yerlere gelip kışladılar. Dürüst deden Nogoy, Esen Han’la yapılan savaşta yüreğine mızrak saplandığı için can çekişirken, oğullarına, halkına acı acı ağlayarak şöyle vasiyette bulunmuştu: “İyi niyetli yiğitlerim, köklü halkım, bizim düşmana yenik düşmemizin sebebini şimdi anladınız mı? Düşmana askerimiz az olduğu için boyun eğmedik. Halk birleşmedi. İçimizden çürüdük. Birlik ve beraberliğimiz bozuldu. Töreden uzaklaştık. Arzu ve hevesimiz kalmadı, bilgelerin sözünü ciddiye almadık. Töreleri bıraktık, kötülere kandık. Küçükler büyüklere hürmet etmediler, çocuklar, atalarını bilmediler, kadınlar kocalarını düşünmediler. Tanrıyı tanımadık. Böylece yurdumuzdan gayret, iman, haysiyet kuvvet gitti. Gerçekte akıllı önderlerinize ve memleketinize karşı olan sizsiniz. Düşmana kucak açan sizsiniz. Bundan ibret alınız! Bunu sonraki nesillere, çocuklarınıza anlatınız…”

Oğlum; Nogoy deden vefat ettiği zaman hansız kalan halk şaşırdı, han hazinesi tüketildi, sayısız hayvanları talan edildi. Yiğit erkekler köle oldular; narin belli, nazlı gelinler, küçük kızlar, cariye oldular. Böyle zilleti Tanrım kimseye göstermesin. Zamanında güçlü olan göçmen halkın başına felaket ve dert geldi. Ay batmış gibi ocağı söndü, başı derde girdi. Pis Esen Han “Bu Kırgızlara yardım edenin kim olduğunu anlayamadım. Pek çok kez onları soyup soğana çevirdiysem de yine başını kaldırıyor. Başları bir araya gelirse tekrar dirilip kavga çıkaracak.” diyen danışmanının sözünü dinleyerek, yok edemediklerini dağ derelerine, kuru yataklara kum gibi dağıttı. Kırgız çocuklarını Çinlilerin, Kalmukların atlarına bakıcı yaptı. Karşılık gösteren Kırgızların dilini kestiler, eline çivi çaktılar. Usta okçuların gözlerini oydular, söz dinlemeyenin kulağına kurşun döktüler. Ata binip kuş gibi özgür dolaşan halk şimdi güneşin doğuşunu batışını görememekte. Onlar tutsak oldular, dertlerini kimseye söyleyemediler, kuma akan su gibi tutunacak yer bulamadan, şaşırdılar. Çin Hanı Esen Han eline geçirdiği göçmen Türk ve Kırgız yiğitleriyle “vahşiler” diye alay etti. Kalmuk, Moğol ve Tırgotlardan muhafız koyup dağa ve ata alışmış halkı, gasp ettikleri hayvanlara bakıcı yaptılar. Onları hududa yakın yerleştirip, Çin Şeddi’nin önünde saldıran düşmanına karşı mızrak kalkanı olarak kullandılar. Zavallı halk bir deri bir kemik kalmıştı. Kabahat halkımızdaydı. Onlar, yıllar sonra Altay’da ancak birleşebildiler. İşte şimdi sen doğdun. Demin de söylediğim gibi aklını buldun, kuvvetle doldun. Yavrum, ataların, halkı gözbebeği gibi koruyup, muska gibi onlara tünek olup, saklayıp korudular. Atalığın gereğini yerine getirdiler. Ben onlar kadar olamadım. Ahvalim iyi gitmedi. Aklım, kuvvetim kâfi gelmedi. Şimdi senin zamanın, senin yerine getirmen gereken şeyler var. Umudum sendedir. Halkın senden beklediklerini gerçekleştir. Şerefini koru. Korktuğum şey şudur; artık sırtını dayayabileceğin ataların, o kuvvetli Kırgızlar yok. Etrafında toplanan arkadaşların yok. Yalnızsın, yavrum…” Gönlündekini söylediği için rahatlayan Cakıp, derin bir iç çekti. Manas düşündü.

Manas’ın aklına sözleştiği kırklar geldi. O anda karşısında hoş bir ata binen, kara bir elbise giyen, görünüşü muazzam, gök bayraklı, gaza için var olan Kırklar peyda oldu. Onlar Manas’tan başka kimseye görünmeden, sözleri duyulmadan değişik bir kılıkla çıkageldiler. Manas onlarla şakalaşarak onlara Kortuk’u öldürdüğünü söyledi.

Cakıp Bay, oğlu sapasağlam iken birdenbire hiç bir şey yokken onun ileri geri konuştuğunu, boşu boşuna kahkaha atıp çırpındığını görünce, çok korktu. Oğluma cin çarptı diye ne yapacağını şaşırdı. O bu korkulu anda hanımı Cıyırdı’yı hatırladı.” Hanıma çabuk ulaşayım, ıssız yerlerde dolaştığı için Manas’ın delirdiğini anlatayım. Baksın, yüreği sızlasın.” diye atını kamçıladı.

Cakıp Bay, atını bağlamadan, kimseye bakmadan, kamçısını sallayarak yürüdü. Gözlerinden yaş dökülüyordu. Başını eğdi. Dalgın dalgın yürüyordu. Çıyırdı’nın çadırına felaket haberi getirdi.

“Ey Hanım, bunu kimse bilmesin, tamam mı? Bizim ışığımız söndü. Gözümüz oyuldu. Hayatımızı karanlık bastı. Felâket geldi.” diye Cakıp dizlerine vurdu.

“Ne diyorsun, dilin yansın senin ihtiyar! Ağzındaki sözlerini köpeğe söyle. Yavrumun hâlini çabuk anlat! Ölüyorum, çabuk söyle…”

Cakıp Manas’ın sararmış sahrada dolaşıp delirdiğini anlattı.

“Gözbebeğim, bir tanemi sahrada niye yalnız bıraktın? Hey deli ihtiyar, ben Baykuş Ana oldum, çocuğa doyan sen oldun. Senin Manas’tan başka kimin var? Atalarınla beraber soyun kurusun, onları niye böyle esirgiyorsun? Bana yavrumu göster. Yavrum, kuzum ne olursa olsun, atını yedekleyerek onu eve getir, hadi! Oğlum sahraya bırakılır mı, baş belası, ihtiyar!” diye bağırdı Cıyırdı gözlerinden yaş dökerek.

Cıyırdı’nın dünyası karardı, o ateşe düşen sinek gibi kıvranıyordu. Bu aciz kullar arasında Cıyırdı gibi yaşlandığında sahip olduğu biricik oğlundan kötü haber alıp da üzülmeyen kadın var mıdır? Bu kadınlar dünyasında, yavrusuna yardım elini uzatmadan yuvasını yılan basan turgay gibi kıvranan bir başka zavallı var mıdır?

Cakıp, avuluna gelirken bir kötü haber daha ulaşmıştı. Kalmuklar Kortuk’un kan bedeli olarak yarın Cakıp’ın avulunu herkesin gözü önünde yok etmek istiyormuş. Her şey üst üste gelip Cakıp’ı sıkıştırdı. O, Akbalta’yı çağırtıp onu dinledikten sonra kendine geldi. Cesaret bulup, sırdaş ve komşu Kazak, Nayman, Konguratlardan yardım istemeye adam gönderdi.

Zavallı Cıyırdı, Kalmuklar gelmeden önce Manas’ı görmek istiyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı.

Cıyırdı başındaki büyük beyaz sarığını çıkarıp, yerine kara başörtüsünü örttü. Belini sıkı bağladı, ışık saçan yüzü sarardı. Her zaman nazik idi, bu kez kocasının hiç binmediği Boztaylak’ına binip, kocasının engellemesine rağmen “ölmüşse ben de öleyim, yaşıyorsa beraber geliriz.” diye çöle doğru yola koyuldu.

Biricik oğlum Manas’la birlikte ben de ıssız çölde delireyim, terk-i dünya edip dolaşayım. Biricik oğlumdan ayrılıp yaşamanın bir anlamı yoktur diye ağlıyordu Cıyırdı.

Issız çölde Cıyırdı’nın eteği rüzgârla savruluyor, atının kuyruğu ve yelesi dalgalanıyordu. O bir tepenin eteğinde Manas’ı arıyordu.

Atları otlatmakta olan Manas, annesi Çıyırdı’yı görünce karşısına çıktı.

“Anne, sana ne oldu?”

Cıyırdı bir söz söylemeden atın üzerinde Manas’a sarılarak gözlerini boşalttı, yalvardı, ağladı. “Kurban olayım bir tanem! Gökteki güneşim! Sağ mısın? Var mısın? Başın sağ mı?”

Çıyırdı oğlunun sağ salim olduğunu görünce, kalbi rahatladı, esenlik buldu, ağlaması kesildi, dünyaya yeniden gelmiş gibi sevinerek yola çıkmak için hazırlandı. Babasının söylediklerini öğrenen Manas “Allah iyiliğini versin senin baba!” diye kahkaha ile güldü, ona itibar etmedi.

Manas ile Çıyırdı’nın önüne birden bire atlarını yedeğe alan yedi Kalmuk çıkıverdi. Onların birisi Manas’ı tanımıştı, “Kortuk’u öldüren işte o!” diye bağırmaya başladı. Biri atlarına baktı, altısı Manas’a vurmak için ellerini kaldırarak yaklaştılar.

“Ne olur, biricik oğluma dokunmayın! Beni üzmeyin!” diye Manas’ın önüne geçerek bağırdı, Çıyırdı.

“Anneciğim, ne yapıyorsun?” dedi Manas önüne çıkarak. “Ee, bunlar altı kişi değil mi. Altmışı gelse de bir şey yapamaz, anneciğim.”

Bu sırada Kalmuklar Çıyırdı’nın atını dizgininden tutarak götürdüler.

“Hey çek elini dizginden! Gebereceksin!” dedi Manas hiddetlenerek.

Kalmuklar söz dinlemeden atı yedeğe aldılar.

Manas iki Kalmuk’u omuzlarından tutup birbirine öyle bir çarptı ki, onlar o anda can verdiler. Bunu gören Kalmuklar atlarını bırakıp kaçtılar.

Manas ile Çıyırdı avula geldiğinde Cakıp’ın bıyığı diken diken olmuş neredeyse korkudan ödü patlamıştı. Oğlunun sağ salim olduğunu görünce kalbi rahatladı, şükrederek beyaz tekeyi kesti, keyfi yerine geldi.

“Tanrının yazdığını görelim. Artık Kırgızlar epey güçlendiler. Kalmuklar mahvolsun. Oğlum Manas varken bir savaşıp görelim!..”

Manas, Kalmukların saldıracağı gün hiçbir şeye aldırmadan, güneş doğuncaya kadar uyudu.

“Kırgızlar yiğitlerimizi öldürdü. Kardeşimizseniz yardıma gelin, Kırgızları keselim.” diye haber gönderdi Mançular, Altay Kalmuklarına.

Mançular ile Altay Kalmukları kardeş gözüktüğü hâlde birbirlerini çekemiyor, kıskanıyorlardı. Davet üzerine ancak dört yüz asker toplandı. Altay ve Mançu Kalmuklarından oluşan yedi yüz asker Kırgızlara saldırıp intikam almak için ellerine bayrak alarak yola çıkmıştı. Aç gözlü Altaylı Kalmuklar Cakıp’ın yolda otlamakta olan sekiz bin atını görünce “Suç işleyenin, kan güdenin.” diye sevinerek hiç bir şeyi umursamadan atları alıp götürdüler.

Yolun yarısında Mançu askerleriyle Kalmuk askerleri atları paylaşmak için dövüşmeye başladılar. Sayıca üstün olan Altaylılar “Mançuları keseceğiz, kadın ve kızlarını ganimet alacağız!” diye onların avullarına saldırdılar. Mançular kanımızın son damlasına kadar dövüşeceğiz diye çoluk çocuk, kadın kız ellerine hançer alıp üç yüz askere yardım ettiler, evlerini kale yaparak onların canını kurtardılar. Mançuların içinden genç olsa da akıllı olan, Manas’ın öldürdüğü Kortuk’un oğlu kurnaz Şakum bir çare buldu:

“Kendi horluğumu görmektense düşmanın horluğunu göreyim, boşuboşuna ölmektense bir şeyler yaparak öleyim.” diye Kırgızların üzerine yürüdü.

Kalmukların atlarını götürdüğünü öğrenip sabırsızlanan Cakıp altmış kişiyle birlikte yola çıkmıştı. Karşısına Şakum çıkıp ağladı ve derdini anlatıp Cakıp’ın ayağına kapandı.

“Kurban olayım Bahadır Cakıp, Altaylılar avulumu yağmalıyor. Otlaktaki hayvanlarını almasına engel olmuştum, Kırgızlara acıdın, diye benim avulumu yok etmek istiyorlar. Bizi kurtarın. Ağılında kalayım; komşun, akraban olayım. Ölen babamın kan bedelinden vazgeçtim!”

Bu sırada Kırgızların yardımına gelen Kızık, Nayman, Uysun, Alçın, Argın ve Türklerden oluşan askerler:

“Babası ölen oğlanın avulunu yağmalatmayalım!, kurtaralım!” diye savaşa giriştiler. Birinci kez her kabileden oluşan yedi yüz seksen asker göğü sarsarcasına “Manas” şeklindeki savaş parolasını haykırarak hücuma geçtiler.

Olgunlaşan Manas gök mızrağını eline alıp gök kır atına binip, mızrak vurup bağırıp düşmanının canına okudu. Kırkların koruduğu Manas yolundakileri temizleyip ilerliyordu. Altaylı Kalmuklar Manas’ın heybetine dayanamadılar. Altaylıların reisi ok ile gebertildikten sonra, geriye kalanlar atlarına kamçı vurarak kaçtılar.

Cakıp’ın iki gözü hep Manas’ta idi. Manas gazaba gelmiş nara atarak Kalmukların peşinden alana çıkmıştı. Cakıp, elindeki gök bayrağı Akbalta’ya verdi. Manas’ın arkasından yetişerek atının dizginini tuttu.

“Kurban olayım kuzum, yeter, dur! Kalmukların bayrağı indirildi.”

Zaferden sonra Cakıp ve Akbalta, baş belası Mançuların dediğini yapıp istediğimizi versinler diyerek avula geldiler.

Mançulu Kalmukların reisi Dögön isimli aksakal, itaatini bildirerek Cakıp ile Akbalta’nın önünde diz çöktü:

“Kırgız kardeşler, önce birbirimize düşman olmuştuk. Şimdi huyunuzu, savaşçı olduğunuzu, kahramanlığınızı gördük. Sizinle bir millet olalım. Bizi akrabalığa kabul ediniz.”

“İyi ise, yakındaki komşu uzaktaki akrabadan iyidir. Artık kimin kim olduğunu öğrendik.” dedi Cakıp. Akbalta:

“Aksakal haklıdır.” diyerek kabile reislerini, ileri gelenleri ak otağa davet ederek “Şimdi Mançular ve Kalmuklarla akraba olduk. Yurdumuz bir, ocağımız bir, yaylamız bir, törelerimiz bir, takdirimiz bir oldu.” dedi.

Savaşta ölen yüz kadar kişinin çoğu Mançulardan ve Kalmuklardan idi. Dögön reis:

“Bu ölenleri nasıl gömelim?” diye Akbalta’nın getirdiği yaşlılara sordu. Kimseden ses çıkmayınca Manas akıl verdi.

“Eğer uygun görürseniz, dediklerimi yaparsanız, şöyle bilin kardeşlerim. Altaylı Kalmuklarla olan savaşta her halktan yiğitler öldüler. Onların hepsini, yeni âdetlere göre, birlikte gömelim.”

“Akıl yaşta değil, baştadır, Manas doğru söyledi.” dedi ihtiyarlar.

Alanda büyük bir çukur kazıp, yiğitleri atı ve eyerleriyle birlikte gömdüler. Uzaktaki büyük taşları öküze çektirerek getirdiler, bunları kaldırarak diktiler. Kara taşın yüzüne:

“Altay’ın şahinleri, uçup gelip, bu ışıklı alana beraber kondular.” diye yazdırdılar.

Kırgız, Kazak, Noygut, Kıpçak, Türk, Argın, Mançu ve Karmuk reisleri toplandılar. Cakıp’ın kambarbozlarından ak boz kısrağını getirtip kurban kestiler. Sonra yaşayacaksak bir tepede yaşayalım, öleceksek bir çukura gömülelim diyerek and içtiler.

Akbalta’nın rehberlik ettiği kabile reisleri, bilgiçler; cenazenin çıktığı evlere girip taziyelerini bildirip çıktılar.

Cakıp Bay cömert davrandı. Para vererek kurtardığı atlarından dört yüzünü; Mançulardan babası ölen yetimlere ve cenaze çıkan evlere bölüştürüp verdi.

O yerde babası ölen Macik, Mançu Kalmuklarının beyi seçilerek babasının yerini aldı.

Düşmana karşı beraber savaşan, bayrağı beraber tutan halkları Cakıp, avuluna getirip ağırladı. Bir gece misafir ettikten sonra ertesi gün misafirlere, âdete göre at hediye etti üzerlerine güzel elbise giydirdi. “Yeni akraba bulduk, yetmiş aile idik, yedi yüz aile olduk, gerisini Tanrı’dan dileyelim.” dedi.

Cakıp’ın avulu kısa sürede şehire dönüştü. Mançu Kalmukları toprakla uğraşırdı, çadırlara alışamadılar. Toprağı hamur gibi yoğurup kerpiç yaptılar. Taş topladılar, otları kurutup duvar yaptılar ve oraya kara şehir adını verdiler. Dört bir yandan gelen kervanlar, bu şehirden eksilmiyordu. Yavaş yavaş halk ticarete alıştı.

Manas, henüz hayattayken kara toprağın altına girmeyeyim, babalarım gibi özgür yaşayayım diye kara şehirden bir parça uzakta dağa çıkarak Kırgızlarla çadırda yaşadı.

***

On bir yaşını doldurduğu zaman Manas, artık çocuklarla oynamayı bıraktı, bozkurt oyunu da oynamadı. Önceki yaramazlığını bırakıp büyüklerle ordo atışarak dokuz korgol13 oyununa başladı. Ondan beri dokuz korgol oyunu Manas’tan kalmıştır denilmektedir.

Çinlilerin, Kalmukların, Tırgotların arasına gözcü gönderip onların sırrını öğrenmeyi, orduyu nasıl kurmak gerektiğini, saklanmayı, avul içine bekçi koyup düşmana karşı silah yapmayı, silahları gizleyip saklamayı, Manas’a akıllı Akbalta öğretti.

Bir defasında Manas, canı sıkıldığı için yatıyordu. Atların doğum zamanı gelmişti. Manas atlara bir bakayım diye Aymanboz atına binerek dağ yolunu tuttu. Dev gibi muhteşem Aymanboz, daha sekiz yaşında olmasına rağmen Manas bindiğinde dimdik duruyordu. Dağda, taşkınlık etmekte olan çobanlara gidip, doğurmamış kısrağı kesti. Azemil suyunun kenarına, dokuz yolun kavşağına karargâh kurup can sıkıntılarını gidermek istedi.

На страницу:
3 из 6