Полная версия
Repressiya
Mezkur inceleme-araştırma ve belge derlemeleri konusunda yayımlanmış eserlerin yanı sıra Arşiv belgeleri çalışmanın asıl kaynaklarını oluşturmuştur. Çalışmanın ana kaynaklarından en önemlilerini Kırgızistan Cumhuriyeti Merkezi Devlet Arşivi ve Merkezi Devlet Siyasi Dokümanlar Arşiv belgeleri oluşturmaktadır. Çalışmada kullanılan arşiv belgelerine iki arşivde yaptığımız detaylı inceleme sonucunda ulaşılmıştır. Arşivde bulunan belgelerin ve katalogların dijital ortama aktarılmamış olması, araştırmayı zorlaştıran unsurlardan olmuştur. Diğer taraftan kızıl terör kurbanı Kırgız milli aydınlarının her biri hakkında oluşturulmuş ve bilgiler bu dosyalarda toplanmıştır. Bu durum Siyasi Dokümanlar Arşivindeki taramaları kolaylaştırmıştır. Ayrıca aydınlar adına düzenlenmiş dosyalardaki bilgiler sadece resmi belgeler değil, aynı zamanda onunla ilgili devlet adamlarının şahsi görüşleri, SSCB döneminde araştırmacıların yaptığı suçlayıcı makalelere de yer verilmiştir. Kullanılan arşiv belgeleri genellikle KRBMSDA’da 10 numaralı fonda bulunmaktadır. Bu Fonda çoğunlukla Sovyet döneminin kuruluş dönemindeki siyasi dokümanlar katolaglanmıştır. Bu sebeple çalışma kaynaklarının büyük bir çoğunluğu fon 10’da bulunan dosyalardan oluşmuştur.
Kırgızların son iki yüzyıllık dönemlerinde Ruslar etkin rol oynamışlardır. Ancak Türk – Rus ilişkileri çok daha eskilere dayanmaktadır. Rusların, tarih sahnesine siyasi güç olarak çıkmaya başladıkları IX. yüzyıldan itibaren, Türk – Rus tarihi ilişkileri başlamıştır. İlişkilerin miladi I. yüzyıl ve kavimler göçüne kadar gittiği, ihtimal dahilinde olsa da kesin bilgi mevcut değildir. IX – XVI. yüzyıllar arasında Türk – Rus ilişkileri, Türklerin üstünlüğü ve Rusların tabiiyeti üzerine şekillenmiştir. XVI. yüzyılın ortaları, yani 1552 Kazan şehrinin Ruslar tarafından işgali, ilişkilerin Türklerin aleyhine dönüştüğü ve günümüze kadar süregeldiği dönemin başlangıcı olmuştur. Kazan ile başlayan Türkler aleyhine Rus ilerleyişi, Türkistan’ın tamamen işgal edildiği XIX. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Buhara Hanlığı ve Doğu Türkistan Uygurları dışında, İdil – Ural, Sibirya ve Türkistan Türk halkı tamamen Rus hakimiyetine girmiştir. Dolayısıyla XX. yüzyıl Türk tarihinin büyük bir kısmı, Ruslar ile yakından ilişkilidir. Ruslar, Anadolu ve Balkan Türk tarihi konusunda önemli etkenlerden birisi olmakla birlikte, Türkistan Türk tarihi kadar belirleyici bir özelliğe sahip değildir. Bu açıdan XIX. ve XX. yüzyıl Türkistan Türk tarihi, Rusya tarihinde meydana gelen olay ve olgulardan direkt olarak etkilenmiştir. Bu etkilenmede I. Dünya savaşı sırasında, Rusya’da meydana gelen 1917 Şubat ve Ekim devrimleri ve sonrası süreç, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen Türk – Rus etki derinliğine sahiptir.
Çarlığın Türkleri hakimiyetine alması ile başlayan bağımsızlık mücadeleleri, Türkistan’da çağdaş dünyayı yakından takip etmeyi beraberinde getirmiştir. Çünkü Rus hakimiyetine giren siyasi otoriteler, mücadele konusunda başarısız olmuşlardır. Türkistan işgali ise, Rusların dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmeleri ile yakından ilişkili bir özellik taşımıştır. Dolayısıyla Türk mücahitler arasında, çağın gerektirdiği donanımlara sahip Ruslar ile ancak bu şekilde mücadele edilebilir düşüncesi, genel kabul görmüştür. Bu arayışlar, Cedidizm denen ve kaynağını mücadele ihtiyacından; milliyet, milli kültür, din, demokrasi, yeni ve çağdaşlaşmadan alan hareket, XIX. yüzyılın sonunda şekillenmiştir. Kaynağında mücadele bulunan ve zamanın aydın kişiliklerinden oluşmuş Ceditçilik, Türkistan halklarının meşru temsilcisi haline dönüşmüştür. Böylelikle Ruslara karşı mücadele, silah ve savaş alanından, fikri ve demokratik gelişme alanına kaymıştır. Bu sebeple çağdaş okullar, medreseler, gazeteler, dergiler, kongreler ve komiteler yeni mücadele araçları olarak belirlenmiştir.
Çarlık döneminde başlayan kültürel mücadele, 1905 ihtilali ile birlikte toplanan Müslüman kongreleri sonucu, siyasi mahiyete evirilmeye başlamıştır. Ancak, siyasi hareketin, birlik ve bütünlükten yoksun oluşu, mücadelenin zayıf ve etkisiz olmasını beraberinde getirmiştir. Eksik ve zayıflıklara rağmen bütünlük sağlanamasa da bölgesel siyasi mücadele başlatılmıştır. Türkistan aydınlarının organize ettiği ilk silahlı başkaldırı, 1916 yılında gerçekleşmiştir. Kırgız ve Kazakların etkin olarak katıldıkları bu bağımsızlık başkaldırısı, Rus Hükûmeti tarafından acımasızca bastırılmıştır. Binlerce Kırgız ve Kazak, çarlık cezalandırma birliklerinden kaçarak, Doğu Türkistan’a sığınmıştır. Dolayısıyla hareket başarısızlık ile sonuçlanmıştır. Bu olaydan çok kısa süre sonra, Çarlık rejiminin Şubat 1917’de yıkılması, Türkistan aydınlarını, tekrardan umutlandırmıştır. Siyasi çalışma alanı buldukları için de çeşitli birlikler kurmak suretiyle bağımsızlık tartışmalarını başlatmışlardır. Ancak güç ve tecrübelerinin yetersizliği düşüncesi, onların daha fazla bölünmelerine ve zayıflamalarına sebep olmuştur. Bu düşüncelerinde haksız değillerdir. Çünkü Çarlık döneminde devlet memurluklarına alınmadıkları için tecrübesizdirler. Ayrıca ekonomik yokluk, silahsızlık, askeri örgütsüzlük ve dış desteğin bulunmayışı, tam bağımsızlık için hareket edilmesini engellemiştir.
Yoğun siyasi tartışmaların yaşandığı sırada, kimilerine göre dünya mazlumlarının üzerine doğan güneş, kimilerine göre ise haksız, hukuksuz diktatör rejimi olarak görülen SSCB iktidarı, Ekim devrimi ile kurulmuştur. Mart 1898’de 9 kişi tarafından kurulan hareketin bir sonucu olan Bolşevik devrimi, kurucu ve taraftarlarının dahi hayal edemediği kadar kısa sürede, bütün bir Rusya’nın hakimiyeti ile sonuçlanmıştır. İşçilere, köylülere, askerlere, milletlere ve ezilmişlere özgürlük sloganı ile hem Rusya halklarını, hem de dünya mazlumlarını umutlandırmışlardır. Umutlananlar arasında şüphesiz, yıllarca Çarlık sömürüsüne maruz kalan Türkler, en ön saflarda yer almışlardır. Ancak ilk dönemlerden itibaren hakimiyet sınırları olarak belirledikleri, Rus milli çevresi değil de, Çarlık Rusya coğrafyası mefhumu, Türklerin Ruslara karşı yürüttükleri bağımsızlık mücadelesinin gözünden kaçmıştır. Bu sebeple mücahitlerin bir kısmı Bolşevikler ile hareket ederken, aldatmacanın fakına baştan beri varmış olanlar, mücadeleyi vatan toprakları dışında dahi olsa devam ettirmişlerdir.
Siyasi birlikten yoksun Türkistan bağımsızlık mücadelesi, Bolşevik iktidarı ile daha da zayıflamıştır. Sonuçta güçsüz kalan bağımsızlık taraftarları, kızıl ordu baskınlarına dayanamayarak, özellikle önde gelen liderler ülke dışına kaçmak zorunda kalmışlardır. Böylelikle Bolşevikler, Türkistan’ın tartışmasız hakimi olmuşlardır. Bolşevik iktidarından sonra mücadele bitmiş midir? Neden bitmiştir? Bitmedi ise, Bolşevik dönemindeki mücadelenin çerçevesi nasıldır? Hangi özellikleri, onların mücadeleyi devam ettirmelerini sağlamıştır? Gibi sorulara cevap verebilmek için Kırgız milli aydınların yetiştikleri ortam, genel özellikleri, ruh dünyaları, halkın siyasi, ekonomik ve kültürel durumu konusunun açıklığa kavuşturulması gereklidir. Bu sebeple birinci bölümde, Bolşevik yönetiminden önce Kırgız halkının genel durumu, Kırgız aydınları yetiştiren eğitim kurumları, onların halka mensubiyetleri üzerinde durulmuştur.
SSCB dışına çıkmak zorunda kalan Türkistan aydınları, milli mücadeleyi nasıl devam ettirdiler ise, vatanda kalanlar kutlu gördükleri davaları için yoğun faaliyette bulunmuşlardır. Sovyet organları içerisinde, demokratik ve meşru mücadele sürdüren aydınlarından ayrı olarak, silahlı mücadeleyi devam ettirenler de olmuştur. Bunlara Sovyet idaresi, propaganda amaçlı Basmacılar (haydutlar) adını vermiştir. Ancak onlar, kızıl ordu gücü ile ellerinden alınan toprakların ve baskıya maruz kalan halklarının müdafaası için mücadele etmişlerdir. Basmacılık yeni ortaya çıkan belgeler ışığında ayrıca değerlendirilmesi gereken bir çalışmaya ihtiyaç duymaktadır. Elinizdeki çalışma, Sovyet organları içerisinde vatanda kalarak, meşru – demokratik mücadele yürütenler ve onlara karşı uygulanan Sovyet baskısı üzerine kurgulanmıştır. Bu sebeple Türklerin bir grubu olan Kırgız aydınlarının, sürgünle, kanla, Ana-baba-evlat-eş-kardeş acısı ile yoğrulduğu düşünülen hürriyet mücadelesini ele almaktadır. Onların karşısına, Lenin ve Stalin şahsiyetleriyle dünyada eşi benzeri görülmemiş baskı, sürgün ve yok ediş politikalarının Bolşevik kadroları çıkmıştır. Yok olmuşlar mıdır? Büyük bir kısmı için söylenecek tek kelime “evet” olacaktır. Ancak başarısız mı olmuşlardır? Kesinlikle hayır. Yok edilenlerin, kendilerini yetiştirenlerden aldıkları bağımsızlık ve mücadele ruhunu, sonrakilere aktarma görevlerini yerine getirmişlerdir. Eğer bugün Türkistan’da bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin bayrakları özgürce dalgalanıyorsa bu, Sovyet katliamlarında bir mermi çekirdeğinin açtığı delikten akan kanların sayesindedir. Türk Cumhuriyetleri, onca baskılara, zulümlere, yasaklara, nesiller üzerine uygulanan beyin yıkama politikalarına rağmen, ilk fırsatta bağımsızlık diye haykıran gençlere bıraktıkları, ruhun üzerine inşa edilmişlerdir.
Kırgızistan’da Sovyet iktidarının hayata geçirdiği ve genel olarak Kızıl Terör olarak nitelendirilen dönem, Bolşevik yönetimi ile başlamıştır. Bu sebeple Kırgızların 1917’yılından itibaren meydana gelen siyasi olaylar ve Bolşevik politikaları, kırgının başlangıcını oluşturmaktadır. Dolayısıyla Kırgız Cumhuriyetinin kurulması ve gelişen olaylarla kırgın, paralel bir gelişim seyri izlemiştir. Kırgızistan’da toplumsal baskı dönemi olarak 1937 –1938 yılları kabul edilmektedir. Ancak Sovyet devletinin kuruluşu başlı başına toplumsal baskı politikası üzerine şekillenmiştir. Komünizm ideolojisi çerçevesinde eşitlik söylemi, yönetme aracından başka bir işlev görmemiştir. Çarlık rejimi ve siyasi güç dengelerinin bir anda yıkılarak, iktidarın tamamen Sovyetlere geçmesi Lenin tarafından “Dünyada ilk defa devlet yönetimi Rusya’da, üzerinde ezen bir sınıf olmadan işçi ve emekçi köylüler aracılığı ile kurulmuştur. Sovyetler kuruldu ve bu Sovyetlere bütün devlet yönetimi verilecektir.” cümleleri ile ilan edilmiştir. Yani artık, Çarlığın dayandığı aristokratların, üretim araçlarını elinde bulunduran monarhların, XIX. yüzyılda Avrupa ve Rusya’da ortaya çıkan burjuvazinin ve toprak sahiplerinin yerine işçi, köylü ve askerler devletin dayanağı olacaklardır. Çalışma ideolojiler üzerine şekillendirilmediği için, Rus toplumsal yapısı üzerine düşünülen komünizmin, Türk toplum yapısına uygunluğu tartışılmayacaktır.
Komünizmin reddettiği Rus milliyetçiliği temelinde, diğer milletlerde devlet hiyerarşisindeki yerlerini yine işçi, köylü ve askerlere devredeceklerdir. Bolşevikler, Komünizmin Rusya’daki kurucuları tarafından, yine komünizmin temel ilkelerini belirleyen Marks ve Engels’in “Devlet mahiyeti icabı sınıf karakterini taşımaktadır; devlet, toplumun sömüren ve sömürülen olmak üzere ikiye ayrıldığı yerde görülür.” ilkesine aykırı olarak işçi, köylü ve askerlerin hakim olacağı bir devlet kurmuşlardır. Dolayısıyla Lenin ve Stalin daha Sovyet devletini ilan eder etmez, toplumsal baskı politikasını başlatmışlardır. SSCB genelinde uygulanan ve Stalin döneminde yoğunlaşan kitlesel baskı politikaları, o dönemde Sovyetlerin bir parçası olarak Kırgız Türklerini de derinden etkilemiştir. Çalışmanın ana konusu Sovyet iktidarının kuruluşunu tamamladığı 1917 – 1938 yılları arası zaman dilimi ile sınırlandırılmıştır. Bu dönem SSCB ekonomi, siyaset ve kültürel politikaların şekillendirildiği dönemdir. Yeni bir düzeni getirdiklerini iddia eden Bolşevikler, hayata geçirilen uygulamaları baskı yöntemi ile halka dikte etmişlerdir. Dolayısıyla Lenin ve Stalin iktidarlarını kapsayan bu dönem, SSCB’de baskı ve kızıl terör doruk noktasına ulaştırmıştır. Coğrafi alan olarak ise şimdiki Kırgızistan sınırları çalışmanın alanını oluşturmaktadır. Bu sebeple temel problemimiz, Kırgızistan’da toplumsal baskı, ne zaman başlamıştır? Bolşeviklerin, Şubat hükümetini ve Çarlığı yıkarak, Moskova’da başardıkları kansız devrim, Kırgızistan’da nasıl bir mahiyet kazanmıştır? Gibi soruların cevapları ikinci bölümde tartışılmıştır.
XX. yüzyıl dünya tarihi açısından büyük bir etkiye sahip, Sovyetler Birliğinde yaşanan baskı politikalarına, eski SSCB bölgelerinde Repressiya (Репрессия) denilmektedir. Repressiya ifadesi bütün Türk Cumhuriyetlerinde, Stalin döneminde yaşanan 1937 – 1938 olaylarını anlatmak için kullanılmaktadır. Ancak, yeni yüzyıl, bu terimin tarihte karşıladığı dönemi de genişlemiştir. Araştırmacıların bir kısmı, baskının başlangıcını Sovyetlerdeki kollektivleştime ile başlatırken, bazıları Ekim devrimine kadar gerilere götürmektedir. Başlangıcı konusunda olan tartışmalar bitişi için de geçerlidir. Bir kısım araştırmacılar II. Dünya savaşı ile repressiyanın bittiğini savunurken, bazıları SSCB’nin yıkılışına kadar getirmektedir. Repress dilimize tercüme edildiğinde “baskı” anlamına gelmektedir.25 Sovyet tarihinde bu kelimenin kullanımı, genellikle siyasi baskı ve kitlesel baskı şeklindedir. Kırgızca’da ise, Rusça aslının yanı sıra sürgün ve takibat anlamına gelen “kuuğun”26 kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime, Rusça aslında olduğu gibi siyasi ve koomduk (toplumsal) kuuğun olarak Kırgız tarihi araştırmalarında yer almaktadır. Ayrıca ülkemizde ve Türk Cumhuriyetlerinde daraltılmış şekli ile 1937 – 1938 olayları, “Kızıl Terör – Kırgın” şeklinde adlandırılmaktadır. Bu anlamı ile Kızıl Terör, Stalin’in SSCB’de kendisine karşı olan muhalifleri, asılsız suçlamalar sonucu sürgüne gönderme ve kurşuna dizme şeklinde gelişen olayları tanımlamak için kullanılmaktadır. Evet, Ruslar için belki kızıl terör yalnız bu iki yılda yaşanan olaylar için kullanılabilir. Ancak Bolşevikler tarafından kendilerinden görülmeyen, milletler meselesi çerçevesinde tartışılan Türkistan halkı için de aynı durum geçerli midir? Kızıl terör ne tür uygulamaları kullanmıştır? Baskılara rağmen Kırgız milli aydınları bu ruhu nasıl sonraki nesillere taşımışlardır? Kırgız halkının çıkarlarını hangi yöntemler ile korumuşlardır? Mücadelelerin sonunda nasıl yok edilmişlerdir? Sorularına üçüncü bölümde cevap aranmıştır.
I. BÖLÜM
BOLŞEVİK İKTİDARINDAN ÖNCE KIRGIZLAR
I. BÖLÜM
BOLŞEVİK İKTİDARINDAN ÖNCE KIRGIZLAR
Kırgızistan’da 1917 yılından, Stalin’in ölümüne kadar yaşanan baskının anlaşılabilmesinde XIX. ve XX. yüzyıldaki Kırgız siyasi ve toplumsal düzenini meydana getiren özellikler büyük önem taşımaktadır. Çünkü Lenin ve Stalin’in kurucu Sovyet politikaları, sınıflar üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu sebeple Sovyet döneminde, Kırgızların yaşadığı coğrafyanın tarihi, kültürü ve ekonomisine savaş açılmıştır. Hokand Hanlığı, Kırgız uruğ yapılanması, kültür taşıyıcıları, beyler Sovyet dönemi araştırmalarının hedefinde yer almıştır. Dolayısıyla Bolşeviklerin eski ile yaptıkları bu mücadele yersiz değildir. Ne kadar eski ile bağlantı koparılmaya çalışılsa da Kırgız toplumunun köklerinden gelen düşünce, Sovyet dönemindeki mücadeleleri şekillendirmiştir. Bolşevik siyasi ve toplumsal politikası, Çarlık döneminden kalan sınıf ve etnosların bertaraf edilmesi ve eskilerin yerine işçi, köylü ve asker adı verilen sınıfların ikame edilmesi üzerine şekillenmiştir.
Sovyetlerin Kırgızistan’daki kuruluş sürecinde toplumsal düzen büyük oranda XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın ilk yarısındaki siyasi olaylara bağlı olarak şekillenmiştir. Türklerin bilinen en eski boylarından birisi olan Kırgızlar için XIX. yüzyıl, hemen her alanda önemli değişimlerin yaşandığı bir dönem özelliği taşımaktadır. Bu süreç içerisinde siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda dönüm noktaları meydana getiren olaylar yaşanmıştır. Tarihler XIX. yüzyıla başladığı sıralarda siyasi olarak dağınık bir durumda yaşamaktadırlar. XVII ve XVIII. yüzyıllarda bölgede yaşanan siyasi olaylarla bağlantılı olarak, boy esasından başka Kırgızlar, Güney ve Kuzey olarak ayrılmış durumdadırlar. Güney ve kuzey olarak ayrışmanın temel nedeni siyasi veya toplumsal olmayıp, coğrafi şartlardan ileri gelmiştir. Çünkü Kırgızistan’ın coğrafi yeknesaklığını Tanrı dağlarının uzantısı Ala dağlar bozmaktadır.
1.1. SİYASİ VE TOPLUMSAL DURUM
Bolşevik yönetimi Türkistan’daki hakimiyeti ele geçirdiği sırada, kendilerine has siyasi ve toplumsal özellik taşımaktaydılar. XVI. Yüzyıldan itibaren bölgede merkezi otoritenin sağlanamamış olması, Kırgız boylarının kendi siyasi, ekonomik ve kültürel örgütlenmelerini oluşturmalarına fırsat vermiştir. Bu durum, kısmen Hokand hanlığı ve Çarlık Rusya’sının hakimiyeti sonucu çeşitli değişimlere uğramasına sebep olmuştur. Ancak, Kırgızların bu merkeziyetçi otoritelerden önceki durumlarını devam ettirmelerini engelleyememiştir. Siyasi olarak bey merkezli, toplumsal açıdan ise akrabalık hukukuna dayalı uruğ yapılanması etkisini devam ettirmiştir. Ekonomi konusunda ise, Kuzeydekiler daha çok hayvancılık, güneydekiler ise (Fergana), çiftçilik ve hayvancılığa dayalı bir düzen mevcuttur. Eğitim konusunda sözlü kültürün etkili olduğu, ancak çeşitli beylerin başka bölgelerden getirttikleri mollalar aracılığı ile İslami bir zemin oluşmuştur. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren bölgeyi etkilemeye başlayan Ceditçilik hareketi, Kırgızların Türk dünyası kültür çevresi ile bağlarını güçlendirmesini sağlamıştır. Ayrıca çağdaş eğitim, siyaset ve kültürün Kırgızlar arasında yaygınlaşmasında ön ayak olmuştur. Dolayısıyla Sovyet iktidarının Kırgızistan’da kurulduğu sırada, Kırgız siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısı XIX. yüzyılda yaşanan gelişmelerin şekillendirdiği bir yapıya sahiptir. Sovyet Yönetiminin mücadele ettiği milli kadroları, düşünce, mücadele, yöntem, tecrübe ve dayanaklar açısında 1917 öncesi ile bağlantılıdırlar.
Güney Kırgız uruğlarının siyasi örgütlenme ve güçlerini Fergana merkezli kurulan Hokand hanlığı (1709 – 1876) derinden etkilemiştir. Fergana’da Hokand Hanlığı’nın kurulmasına bazı Kırgız beyleri de destek vermişlerdir. XVIII. yüzyılın başında Fergana vadisinde kurulan Hokand Hanlığının yöneticileri, aynı yüzyılın 60’lı yıllarından itibaren güney Kırgızlarının tamamını hakimiyet altına almaya çalışmışlardır. Kaşgar’a giden ticaret yolunun geçtiği ve Kırgızların yoğun olarak yaşadıkları Oş şehri o dönemde Fergana vadisinde Siyasi ve stratejik öneme sahiptir.27 Güney Kırgız boylarının arasındaki anlaşmazlıklardan faydalanan Hokand hanı İrdana-biy 1762 yılında Oş ve Özgön şehirlerini ele geçirmiştir.28 Hokand hanlığının bölgedeki bu hakimiyeti, güney Kırgızları,29 Bazı dönemlerde idareye karşı Kırgız isyanları yaşansa da Rus işgaline kadar sürmüştür.30 Bu süreç içerisinde Fergana Kırgızları başlarındaki Datka ünvanlı beyler aracılığıyla Hokand idaresine bağlı yaşamışlardır.31 Güney Kırgızları, Hokand Hanlığının Rus hakimiyetine girmesi sonucu, Türkistan Askeri Valiliği idaresi altında Yedi-su eyaleti aracılığıyla merkeze bağlanmıştır.32
Güney Kırgızları Hokand hakimiyetine girdikten sonra, Hanlık orduları Kırgızistan’ın kuzeyine yönelmişlerdir. Ömer han döneminde (1809-1822) Hokand devletinin kuzey harekatı daha da yoğunlaşmıştır. 1821 yılı Seyitkul beyin komutasında Hokand ordusu Ketmen-Tepe Kırgızlarını hakimiyeti altına almıştır.33 Hokand Devletinin Kuzey Kırgızistan’ı işgal etmesi, Çüy bölgesindeki Kırgız köylerine girmesiyle başlamıştır. Sarıbagış, Solto, boylarının arasındaki anlaşmazlıklardan faydalanan Madali Han 4 bin askerden oluşan ordusunu kuzey Kırgızistan’a göndermiştir. Hokand askerleri 1825 yılında Çüy’ü ele geçirip, Alamidin çayı boyuna Bişkek karakolunu kurmuşlardır.34 Ordu daha ileriye gitmeyerek, Issık-göl ve çevresindeki Kırgız beylerinin hanlığa bağlanması talebiyle elçilik heyetleri göndermeyi tercih etmiştir.35 Ufak tefek karşı çıkmalar olsa da XIX. yüzyılın 30’lu yıllarında Kuzey Kırgızların yaşadığı bütün bölgeler Hokand hanlığının yönetimine girmişlerdir. Dolayısıyla XIX. yüzyılın birinci çeyreğinde Hanlığın sınırları Kuzey Kırgız boylarının yaşadığı bölgelere kadar ulaşmıştır.
Hanlık tarafından Doğu Türkistan ve Hindistan’a giden ticaret yolunun güvenliğinin sağlanması ve Kırgız beylerinin hakimiyet altında tutulması için bölgenin stratejik yerlerine askeri karakollar inşa edilmiştir. 36 Bunlar Issıkgöl ve çevresi için Alay’a Kızıl Korgon (Karakol), Sopu Korgon, Taş Korgon Daroot Korgon, Çuy nehri boylarının güvenliği için Bişkek, Tokmok, Merke, Talas ırmağı boyuna Evliya-Ata, Narın ırmağı boyuna Kurtka, Dokuz Toro, Ketmen-Tepe, Cumgal gibi karakollardır.37 Hanlık, Kırgız beylerinin iç işlerine karışmamış, kurduğu karakolların askeri baskısıyla vergi almakla yetinmiştir. Ancak Kırgız beyleri, Hokand hanlığında meydana gelen karışıklıklardan dolayı her fırsatta kendi başlarına hareket etmişlerdir.38 Hanlığın işgalinden öncesinde olduğu gibi boy teşkilatı esasına dayalı olarak, biyler (bey) idaresinde siyasi organizasyonlarına dönmüşlerdir. Ancak Rusların Kazaklar üzerinden güneye hareketleri sonucu, Çarlık Rusya hakimiyetine girmişlerdir. Böylelikle Kırgızların, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, 1917 Bolşevik ihtilaline kadar Rus Çarlığı hakimiyetinde idari olarak birleştikleri görülmektedir.39 Hokand ve Rus hakimiyeti gibi iki siyasi olayların, Kırgız toplumunda önemli değişimlere sebep olduğu kesin bir şekilde söylenebilir.
Hokad hanlığı Türkistan hanlıklarından birisi olarak, idari anlamda bir Türk – İslam Devleti özelliği taşımaktadır. Devletin idari örgütlenmesi eyalet ve vilayet yapısı çerçevesinde bölgeler olarak temel iki idareye ayrılmıştır. Eyalet ve vilayetler hem siyasi örgütlenmeyi hem de ekonomik teşkilatı oluşturmuş, bu idarelerin başında ser kerlerin bulunduğu küçük bölgelerden oluşmuştur.40 Çok büyük olmayan şehirlerin başında beyler bulunmuştur. Köydeki çiftçilik işlerini aksakallar yönetmişlerdir. Devletin memurları genelde asker olup bin başılar, emir-leşker, vezirler, kuşbeyi, pervaneci, atabey, beyler, datkalar gibi hiyerarşik olarak örgütlenmiştir. Bu unvan sahipleri büyük topraklara sahip olup, vilayetleri, ilçeleri, şehirleri sınır boylarının idaresinden sorumlu tutulmuşlardır.41 Merkezi örgütlenme ile Hokand hanlığı, Kırgızları kuzeyde fazla etki kuramasa da tek idare çatısı altında birleştirmiştir. Ancak beylerin iç işlerinde bağımsız olmaları ve kendi askeri – ekonomik güçlerini devam ettirmeleri bütünleşmenin yavaşlamasına sebebiyet vermiştir.
XVIII. yüzyıldan Bolşevik ihtilaline kadar Kırgız siyasi örgütlenmesinin başında (özellikle bozkır hayvan yetiştiriciliğine dayalı yaşayan bölgelerde) biyler, Manaplar (beyler), Datkalar ve Aksakallar bulunmuşlardır. Her bir uruğun toplumsal yaşamına bağlı olarak ortaya çıkan problemlerin çözülmesinde o uruğun başında bulunan Aksakal ünvanlı kişiler büyük öneme sahip olmuşlardır. Dolayısıyla Aksakallar, uruğa mensup, tecrübeli danışman olarak Kırgız toplumsal yaşamının temelinde yer almışlardır. Bu özellikleri ile Aksakallar, bozkır toplumunun tüm katmanlarında yer alan ve hayvan yetiştiriciliği konusunda tecrübeli kişiler arasından çıkmıştır. Sovyet döneminden önce genel olarak, Kırgız siyasi organizasyonunun başında Biyler (Bey) bulunmuşlardır. Biylere XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Manap denilmeye başlanmıştır.42 Ancak Biy, Manap ve Datka arasında hem idari hem de toplumsal açıdan herhangi bir fark bulunmamaktadır. Datka ünvanı, güney Kırgızlarında Manap’ın karşılığı niteliğindedir. Hokand hanlığına bağlanan güney Kırgız beyleri hanlık idari sistemi içerisinde askeri komutan olarak, Datka unvanını almışlardır. Kuzeyde ise, uruğ içerisinde yaşayan halkın sayısına ve hakimiyet alanına göre topluluğun başında bulunan kişinin ünvanı Çon Manap (Ulu Manap) Orto Ma-nap (Orta Manap) Çala Manap (Küçük Manap) şeklinde değişmiştir.43 Manaplar, Kırgız toplumunu oluşturan boy ve uruğların başında idareciler olarak görev yapmışlardır.
Rus Çarlık idaresi, Hokand hanlığında olduğu gibi Kırgızlardaki, Manap idari teşkilatına dokunmamıştır. Hokand Hanları ve Rus Çarları, Manapların kendilerine bağlı oldukları sürece, halk arasındaki gücünden de faydalanmışlardır.44 Ancak Rus Çarlığına bağlı Türkistan Askeri Valiliğinin merkezi otoritesinin varlığı, Manapların gücünü gün geçtikçe zayıflatmıştır. Yerel halk arasındaki adli işleri yine Manapların himayesinde olmak üzere, halk arasından Kazılar (Kadı) veya biyler yerine getirmişlerdir.45 Dolayısıyla Kırgızlar, gerek Ruslardan önce, gerekse Rus hakimiyeti sırasında idari, adli ve toplumsal düzene sahiptiler. Halkın bu ihtiyaçlarını karşılayan bir hiyerarşi olduğu gibi Kırgızlar arasında bunlar, önemli bir güce sahip durumdaydılar.
1.1.1. Kültürel ve Ekonomik Durum
Halkın kültürel ve ekonomik yaşamında hem Hokand Hanlığının hem de Rus hakimiyetinin önemli etkileri olmuştur. Hokand Hanlığı döneminde, dini anlayış gereği modern anlamda dışarıdan etkilenme sınırlı kalmıştır. Dolayısıyla Hokand hanlığı hakimiyetinde Kırgızlar, milli bilincinin gelişmesinden ziyade, dini olarak İslami bilinçlerini artırmışlardır. Aidiyet dini duygu ile şekillenmiştir. İslamlaşmaya ve hanlık politikasına bağlı olarak Hokand hanlığının, Kırgızların yerleşik hayata geçmelerinde ve siyasi gelişimlerinde önemli katkıları olmuştur. Hokand hanlığı içerisinde, Kırgız beylerinin idari olarak ön planda yer almaları sonucu, Kırgızların merkezi anlamda devlet tecrübesi kazanmalarını sağlamıştır. Hokand Hanlığı dahilinde yaşayan halkların kozmopolit yapısı46, farklı etnik gruplara sahip toplulukların47 birbirlerini olumlu yönde etkilemeleri sonucu, kültürel zenginliğin yaşandığı bir sosyal ortam ortaya çıkarmıştır.