
Полная версия
Kırgız Konar Göçerleri
Manap olan kimse, genelde bir veya birkaç çocuğa sahip olduğu için, manaplık bir başka kimsenin üzerine pek geçmezdi. Bunun en önemli sebebi, manapların genelde çok evli olması ve bunun sonucunda bir hanımdan değil, birkaç hanımdan çocuk sahibi olmalarıydı. Bu gibi durumlarda, manapın ilk eşi olan ve “baybiçe”102 adıyla bilinen hanımın en büyük çocuğu manaplık makamına gelirdi. Bunun yerleşmiş bir gelenek olduğunu belirtmek lazımdır. Manapın “tokol” adıyla bilinen ikinci veya üçüncü hanımlarının çocukları, baybiçenin çocukları kadar sevilmeleri, sayılmaları ve baba mirasından mallarını almalarına rağmen, ilk hanımın çocukları gibi yönetici olma hakkına sahip değillerdi. Bir başka ifadeyle Kırgızlar arasında “Tokoldun baldarı” (Tokol’un çocukları) olanlar, yönetimde ikinci sırada yer alırlardı. Ancak bazı durumlarda buna itiraz eden tokol çocukları çıkabilirdi. Bu durumda onlar, uruu içinde kendilerine yakın olan küçük gruplar veya kendi urukuyla birlikte asıl uruudan ayrılabilirlerdi. Ancak manaplık için kardeş kavgasına pek girmezlerdi. Manapın vefatı durumunda ise yerine hangi oğlunun geleceği konusu daha önceden aile içinde belirlenmiş olur ve durum ona göre düzenlenirdi.
Manaplardan başka “aksakal” (ak sakallı yaşlı) adıyla bilinen diğer bir yönetici sınıfı mevcuttu103. Narın’daki Sayaklarda olduğu gibi, aksakallara büyük saygı gösterilirdi. Bu saygının ve güvenin ifadesi olarak onlara “Ayıl aksakaldarı” (Köy aksakallıları) veya “Sakalduular” (Saygılı yaşlılar) diye de hitap edilirdi. Bu bakımdan halk arasında “Karının kebin kapka sal” (yaşlı sözünü dinle) deyimi yaygın olarak kullanılmaktadır. Sadece sıradan kişiler değil, idareci manaplar ile biyler dahi, sakalduulara danışarak iş yapar ve onların sözlerine göre karar alırlardı. Genelde aksakal kişiler, sıradan veya halk arasından çıkarlardı. Bir başka ifadeyle aksakallar, halkın içinden liyakatı, bilgisi, ileri görüşlülüğü ve birikimi ile ön plana çıkan kimselerdi. Aksakallar, uruu veya halkın meselesi ortaya çıktığında, gerek manaplarla gerekse kendi aralarında meselenin çözümüne yardımcı olacak kararlar alırlardı.
“Baatır” (kahraman) unvanı ile bilinen kişilerin de uruu idaresinde büyük rol oynadıkları bilinmektedir. Sayaklar arasında baatır yerine bazen “er ciğit”, “er azamat” “er uul” ve ”coo çabar” adları da kullanılırdı. Bu adların hepsi erlik eden, kahramanlığı ile tanınan, düşmanı yok eden ve halkı düşmandan koruyan anlamına gelirdi. Hatta baatırlar, özelliklerine ve yeteneklerine göre “adamdın şeri”; “karakök baatır” veya “kökcal baatır”; “ilekor baatır”; “eerçime baatır”, “ceke baatır” ve “opsuz baatır” olarak altıya ayrılıyordu104. Bunların arasından adamdın şeri olarak nitelendirilen baatır, alp, kahraman ve cesur özelliklere sahipti. Bu gibi özellik taşıyan kahramanlar hiç korkmaz ve kahramanlığı ile cesurluğu sınır tanımazdı. Karakök baatır veya kökcal baatır olarak bilinen kahraman kimseler ise savaş esnasında yaralansalar da, geriye çekilmeyen, kurt gibi sonuna kadar savaşanlardı. Kırgızlarda kurta “karışkır” ve “börü” adları ile birlikte “kökcal” da denilmektedir. Burada bahis konusu olan kökcal baatır, şüphesiz kurt özelliklerine sahip kimse demekti. “ilekor baatır”, özellikle düşmanı kurnazlık, taktik ve strateji ile yenen bir kimse idi. “Eerçime baatır”, diğerleri gibi pek cesur olmayan, kendi başına kahramanlık gösteremeyen ve genelde mensuplarıyla birlikte kahraman olan kimseler idi. “Ceke baatır” da gerek sefere, gerekse düşmana karşı tek başına saldıran ve aşırı derecede cesur olan biriydi. “Opsuz baatır” adıyla bilinenler, kahramanlık ruhuna sahip olmasına rağmen, fizikî bakımdan güçlü olmayan ve gücü sınırlı olduğu için çoğu zaman esir düşen kimselerdi.
Baatırlar, hem aristokrat hem de normal aileler içinden çıkabilirdi. Sayaklar arasında “tıñ çıkma” (cesaretli) olan veya kahramanlığı ile tanınmaya başlayan kimselere, uruu başçısı “attap tondop” (at ve giyim-kuşam) verir ve böylece o kişi artık uruunun baatırı olarak algılanmaya başlardı. Bir uruunun veya urukun içinden bir veya birkaç baatırın çıkması, o uruu veya uruk için hem şeref, hem de namus sayılırdı. Ancak baatır olmak, şahsın fizikî yapısına ve kahramanlıklarına bağlı olduğundan, her urukdan baatır çıkmaya bilirdi. Sayaklar, baatırları “Namıska caraar uul” (namusu vermeyen oğul) diye sayar ve saygı gösterirlerdi. Bu sebeplerden dolayı XIX. yüzyılın başında ve ortalarında yaşamış olan Dörbölcün’deki Sayak gruplarının Taylak ile Atantay; Kurtka’daki Sayak gruplarının Camanak, Karalaköz, Cakaş, Caraş ve Moldo105; Cumgal’daki Sayakların Bayzak, Kaçıke ve onun oğlu Eraalı; Narın’daki Sayakların Canbolot; Ket-men Töbö’deki Sayakların Kocoberdi ile Karaşana ve Koç-kor’daki Sayakların da Alıbek adlı baatırları efsaneleştirdikleri dikkati çekmektedir106.
Cesurluğu ve kahramanlığı ile itibar kazanan ve yaptığı akınlar dolayısıyla zengin olan baatırlar arasında çok evlilik yaygındı. Özellikle uruular veya kavimler arasında olan büyük “cortuul”(sefer)larda baatırlar büyük rol oynarladı. Baatırlar, yapılan seferlerden ganimet elde ederler ve zenginleşirlerdi. Zenginleşince de çok evliliğe giderlerdi. Belki de bundan dolayı halk arasında “Sart107 bayısa tam salat/Kırgız bayısa katın alat” (Sart zenginleşirse ev yapar, Kırgız zenginleşirse kadın alır) ifadesi yaygın olarak kullanılırdı. Hatta bu baatırlar seferler esnasında tutsaklar da ele geçirirler ve bunlar arasında güzel kızlar varsa evlenirlerdi. Bazan bu kızlar uruu başçısına da hediye edilirdi. Güzel olmayan kızlar ise uruu yiğitlerine hediye edilir veya “küñ” (kadın köle) olarak kullanılırdı. Bu şekildeki evlenmeler sonunda Cumgal’daki Sayakların Balbak adlı baatırının altı hanımının olduğu bilinmektedir108.
XIX. yüzyılın ortalarından sonra Kırgızların Rus nüfuzu altına girmeye başlaması sonucunda diğer Kırgız uruuları ile birlikte Sayaklar da Rus hakimiyetine girmişlerdi. Rus Çarlığı döneminde idarî sistemin tesirinden dolayı bu hakimiyet sürecinde Sayakların idaresinde “boluş” unvanına sahip kimselerin yer almaya başladığı ve bu unvanın halk arasında hızla yayıldığı görülmektedir109. Bu bağlamda XIX. yüzyılın sonlarında Cumgal’daki Sayak grupları arasında Saken uulu Sarala, Dörbölcün’deki Sayak gruplarında Keldibek ve Kurtka’daki Sayak gruplarında ise Aalı adlı boluşlar vardı110. Uruu halkına mensup olan ve Ruslar tarafından tayin edilen bu kimseler, genellikle Ruslar ile iyi ilişki içinde bulunan ve daha önceden idarî tecrübesi olan manap ve biy gibi ailelerin içinden seçilirlerdi. Bunun sonucunda boluş unvanının halk arasında iyice yaygınlaşmasıyla manap, bek ve biy gibi Kırgız sosyal yapısı ve idarî sistemindeki unvanlar ikinci sıraya düşmeye ve hatta unutulmaya yüz tutmuştur. Ancak 1917’den sonra Sovyet sisteminin iyice oturmaya başlamasından sonra boluş unvanının yavaş yavaş terkedilmeye ve bunun yerine Rus “muhtarlık” sisteminin yerleşmeye başladığı görülmektedir.
Yönetimleri
Kırgız uruularının yönetimlerinde bek, biy ve manap gibi idarecilerin önemli bir yeri vardı. Bu bağlamda XIX. yüzyılın başlarına kadar olan devrede, uruuların sosyal düzeninin sağlanması ve hukukî meselelerinin halledilmesinde, biy unvanıyla bilinen idareciler önemli bir fonksiyona sahiptiler. Diğer bir ifadeyle biyler, uruunun hem iç işlerinde hem de dış ilişkilerinde yegane temsilci durumundaydılar111. Bu durum Sayaklar için de geçerli idi. Ancak özellikle XIX. yüzyılda manap unvanıyla bilinen idarecilerin yaygınlaşmaya başlamasıyla biylerin idaredeki yetkilerinin azalmaya başladığı görülmektedir. Bu idarî yetkilerin azalması çerçevesinde biyler, manaplara bağlı olarak daha çok “ayıl” (ağıl, köy, mahalle) şeklinde yaşayan küçük urukların yöneticisi durumuna gelmişlerdir. Bunun yanında her hangi bir ayılda uruk yöneticisi olmayan bazı biyler de vardı. Bu biyler, daha çok çoñ manap ve orto manap olarak bilinen manapların yanında, onların yardımcısı gibi halkın bazı hukukî ve toplumsal meselelerine bakmakta idiler112. Bu bağlamda manapların idaresi altında bulunan biylerin daha ziyade “er öltürüü” (insan öldürme), “ata murası” (veraset), “üy-bülö maseleleri” (ailevî sorunlar) ve “uuruluk” (hırsızlık) gibi toplumda sık sık görülen hukukî ve sosyal meselelerin halledilmesi ile uğraştıkları belirtilmelidir.
Kırgız uruuları arasında eskiden er öltürüü olayı en sık görülen ve yaygın olan hukukî sorunlardan biri idi. Türkçede genelde “adam” veya “kişi” manasında kullanılan “er” kelimesi, Kırgız uruularında baatır veya saygın olan kimseler için kullanılan bir tabirdi. Er öltürüü ise uruu içindeki büyüklerin öldürülmesi anlamına geliyordu. Sıradan kimselerin öldürülmesine pek er öltürüü denmezdi. Er öltürüü adıyla bilinen meseleler, daha çok “cılkı tiyüü”113 denen at hırsızlığı esnasında vuku bulurdu. Bu gibi olaylar ortaya çıktığında, biyler hemen bu işin hallolması için bir girişimde bulunmazlardı. Önce ölen kimsenin tarafı durumu değerlendirirdi. Biylerden başka manapların veya uruu içindeki itibarlı kimselerin de katıldığı bu değerlendirmeler sonucunda, ya “kanga kan” (kana kan) diye intikam alma yoluna gidilir ya da “kara-payım el kırılbasın” (fakir fukara kırılmasın) anlayışıyla, er kişiyi öldüren taraf affedilebilirdi. Ancak bu af karşılığında öldüren kimsenin tarafı, ceza olarak maddî bir bedel ödemek mecburiyetinde kalırdı. Bu bedelin ödenmesi esnasında sanki hukukçu gibi iki tarafın biyleri devreye girer ve ölen kimsenin kan bedelini tespit ederlerdi. Ölen kimsenin değeri anlamındaki bu bedele “kun” denirdi. Bedeli ödeyen taraf için ise buna “ayıp” adı verilirdi. İki taraf arasındaki kun bedelinin ne kadar olacağı, ölen kimsenin nüfuzuna ve itibarına göre değişirdi. Bu bedel, genel olarak 100-500 at arasında olabilirdi.
Burada bir hususa daha işaret etmek lazımdır. O da bu gibi olaylarda normal ve sıradan kimselerin de ölmesi idi. Bu kimseler öldüğünde, baatır veya itibarlı kimselerin öldürülmesi gibi bir bedel istenmesi yönüne gidilmezdi. Hatta bedel ödeme bakımından bunlara “Kedeydin ölgönü ittin ölgönü” (Fakirin ölümü köpeğin ölümü gibi) denerek bir değer dahi biçilmeyebilirdi.
Biyler, genelde manaplara bağlı oldukları için, her hangi bir olay karşısında verecekleri kararda ister istemez manapların tesiri altında kalırlardı. Bu durum zamanla bazı biylerin halka karşı adaletsiz olmalarına tesir etmiştir. Nitekim halk arasında “Tuura biyde tuugan cok / Tuugançıl biyde ıyman cok” (Doğru biyde akraba olmaz, doğru olmayanda da iman olmaz) sözü, biylerin bu davranışlar karşısında halk arasına yerleşmiş bir ifade olmalıdır.
Manap olan kimseler, biylerden farklı olarak genelde bir bölgede yaşayan bir büyük uruunun veya geniş bir bölgedeki birkaç uruunun en büyük idarecisi durumunda idiler. Sayak Uruu’nun manapları, yönetimleri altında bulunan halkın nüfus kesafetine ve şahsî varlıklarına göre “çoñ manap”, “orto manap”, “çala manap” ve “bala manap” olarak bilinmekteydiler.
Çoñ Manap’ın kendi bölgesindeki idarî yetkisi çok genişti. Bu cümleden olarak bulunduğu bölgede başta toprak olmak üzere av hayvanları vesaire onun özel malı gibiydi. Ayrıca halktan toplanan bazı vergiler de kendisi adına alınırdı. Bu vergiler arasında hayvanlara sahip oldukları için “çöp ooz” (ot ağız); hane anlamındaki “tütün”; “curtçuluk”; manaplara ait yerleri hayvanları için kullandıklarından “tuyak başı”(hayvan vergisi); manap ile bayların yemeği için “soyuş” (kesilecek hayvan) ve şölenlerin yapılması için “koşumça” adıyla bilinenleri özellikle belirtmek lazımdır.
Manaplar, aslında kendi halkı üzerinde oldukça otoriter bir yönetim kurmuşlardı. Bunlar, yeri geldiğinde halkın her bir üyesinin işine müdahil olabilirlerdi. Meselâ uruu veya uruk mensuplarından biri evinde bir koyun veya keçi kesmişse, etin bir parçasını oradaki çoñ manap’a veya orto manap’a “ooz tiygizüü” (ağız tadımlığı) için veya avcılar avdan döndükten sonra vurdukları hayvanın bir kısmını manaplarına hediye etmek mecburiyetinde idiler. Onların bu ikram ve hediyeleri hem bir saygıdan hem de onlara itaatten ileri geliyordu. Aksi takdirde manaplar arasında onların mallarına el koyabilenler ve “ençi”sine (kendi üzerine) geçirebilenler çıkabilirdi. Bunun yanında gelen misafirler halk ve aileler tarafından ağırlanmadığı takdirde, âdeti bozdukları düşüncesiyle manaplar tarafından hoş görülmeyebilirdi114.
Sayaklarda manaplardan sonra yönetimde etkili olanlar arasında “aksakal”ların mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Aksakallar, uruular arasındaki ve uruu içindeki büyük anlaşmazlıklara bakan ve aynı zamanda zor durumlarda idarecinin ilk başvurduğu kimseler veya danışmanlar olarak karşımıza çıkmaktadır115. Uruular arasında meydana gelen büyük anlaşmazlıklar ancak aksakalların araya girmesiyle çözülebilirdi. Bu gibi büyük olaylar meydana geldiğinde, biyin kararına pek uyulmayacağından, halk “Aksakaldar çeçsin” veya “Kalıstar söz kessin” (Âdil olanlar söz kessin) derlerdi. Zira, aksakal tabiri, yaşlı anlamından ziyade, doğruyu söyleyen, âdil ve saygılı olan kimse anlamına geliyordu. Bu bakımdan aksakalların resmî bir idarî yetkisi olmamasına rağmen, toplumdaki manevî değerleri, manaplardan daha büyüktü. Hatta uruularla ilgili en önemli konularda manapın ve biyin değil, aksakalların sözü daha tesirli olabilirdi.
Uruuların yönetiminde “baatır olarak bilinen kişilerin önemli bir yeri vardı. Baatırlar, doğuştan pehlivan olan, kahraman ve cesareti ile tanınan kişilerdi. Hatta bazı baatırlar, uruuların bizzat yönetimine de bakarlardı. Nitekim XIX. yüzyılda Dörbölcün’deki Sayak grupları arasında Kasımbek ve Musakoco gibi uruu idarecileri olmasına rağmen, Taylak ve Atantay adlı iki büyük baatır kardeş, içinden çıktıkları urukların idarelerini kendi ellerine almışlardı116. Ayrıca Hokand Hanlığı ve Çin ile olan çetin mücadeleler esnasında bu iki baatır, idarî açıdan halkın en çok güvendiği şahsiyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Baatırların kahramanlığı, daha çok düşman baskınına uğranıldığı zamanlarda ve “cut” olarak bilinen kıtlık yıllarında ortaya çıkardı. Kıtlık yıllarında onlar, nerede ise âdet haline gelen “cılkı tiyüü” yani at hırsızlığına çıkarlar ve böylece zor durumda olan halkının geçimini sağlarlardı117. Bu âdete göre, bir uruunun baatırları, diğer uruuların veya kavimlerin “örüş” (otlak) dedikleri yerlerinde otlattıkları at sürülerini çalarlar ve getirip halka dağıtırlardı. Bazan çalınan atların sayısı 100-600 arasında olabilirdi. Bu âdet daha çok kıtlık zamanlarında yapılır ve halk nazarında bir hırsızlıktan ziyade, eskiden beri devam eden bir gelenek olarak görülürdü.
İKİNCİ BÖLÜM
SOSYAL YAPI VE EKONOMİK FAALİYETLERİ
A) SOSYAL YAPILARI
Aile Yapısı
Aile, toplum olma anlayışının başında gelen en küçük ve temel bir birimdir. Kırgızlarda anne, baba ve onların çocukları bir aileyi oluşturmaktadır (bk. Resim. 2). Akrabalığın belirlenmesinde baba tarafı ve babanın erkek nesilleri önemli bir rol oynamaktadır. Baba tarafından oluşan akrabalığa “uruk” adı verilirdi. Baba tarafındaki kız çocuklar ise evlenip gittikleri ailenin uruk mensupları olarak kabul edilirlerdi. Türkçede “sülale” diyebileceğimiz birimin karşılığı olan urukların meydana getirdiği birime ise “uruu” adı verilmektedir.

Resim 2: Bir Sayak ailesi ve komşuları (F. Fiyelstrup, XX. yüzyıl başı)
Kırgızlarda aileye “üy bülöö” denirdi. Buradaki “üy”ün “ev”, “bülöö”nün “aile üyesi” anlamına geldiği belirtilmelidir. Üy bülöö kurmak, aileyi oluşturmak sorumluluk gerektiren bir işti. Hatta halk nazarında ailenin ne kadar önemli olduğu “Üy bülöö kiçine bir mamleket” (Aile küçük bir devlettir) ifadesinden de anlaşılmaktadır.
Kırgız ailesinde evin sahibi veya reisi baba idi. Ailede otorite babanın elinde bulunmakta idi. Ayrıca ailenin geçiminin sağlanması, korunması, yetişmiş evlatların evlendirilmesi gibi ailevî büyük sorumluluklar baba üzerinde toplanmıştı. Baba, ailenin birlik ve dayanışma içinde yaşamasını sağlardı. “Atañ barda el taanı / atıñ barda cer taanı” (Baban varken halkı tanı / atın varken dünyayı tanı) veya “Atanın sözü ok” (Babanın bir dediği iki edilmez) gibi halk arasındaki sözler, babanın aile ve toplumda önemli bir yere sahip olduğunu gösteren ifadelerdir. Bunun yanında, babanın erkek çocukları üzerinde üç özel görevinin olduğu bilinmektedir. Bu görevleri şu şekilde sıralamak mümkündür: “Uulga at cana cakşı tarbiya berüü” (Oğula ad verme ve iyi terbiye etme), “Uuldu sünnötkö oturguzuu” (Oğulu sünnet ettirmek) ve “Uulga ayal alıp berüü” (Oğulu evlendirmek). Halk nazarında bu üç şart veya görev, her babanın oğulları üzerinde yapmak zorunda olduğu asıl görevlerdi. Bu üç görev arasında yer alan uulga ayal alıp berüüden sonra, baba oğluna “men atalık mildetimden kutuldum” (ben babalık vazifemi yaptım) derdi. Bu da evlenmiş oğulun bir hane sahibi olduğunu, artık babasından ziyade kendisinin bir aile geçiminden sorumlu bulunduğunu belirten bir ifadeydi.
Bazı ailelerde “çoñ ata” (dede) ile “çoñ ene” (nine) de bulunurdu. Çoñ ata ile çoñ enenin bulunduğu ailenin teşkilinde şöyle bir yol izlendiği görülmektedir. Bir baba ile annenin erkek çocukları “tun” olarak bilinen ilk çocuktan veya büyükten başlayarak evlendiklerinde ayrı bir evde otururlardı. “Kence”118 adı verilen en küçük çocuk ise evlendiğinde anne ve babasının evinde oturur ve böylece çoñ ata ile çoñ enenin oturduğu aile vücut bulurdu. “Karısı bardın ırısı bar” (Yaşlısı olan evin kısmeti yüksektir) veya “Karının kebin kapka sal” (Yaşlı sözüne değer ver) gibi atasözleri, yaşlısı olan evin toplum gözündeki değerini belirtmektedir. Bu gibi ailelerde gelinler, evde devamlı yaşlı kimseler bulunduğu için, daha sakin, hoşgörülü ve aile kurallarına bağlı olurlardı. Tabiî olarak bu arada çocuklar, evde çoñ ata ile çoñ ene sayesinde temel aile değerlerini alırlardı.
Ailede babanın yanında anneye büyük bir değer verilmekteydi. Nitekim toplum içinde söylenen “Ayal cakşı er cakşı, vazir cakşı kan cakşı”119 (İyi kadın kocasını iyi eder, iyi vezir ise hükümdarını iyi eder) ve “Ayal üydün kutu” (Kadın evin “kut”u, bereket getiricisi) gibi sözler, annenin aile içindeki değerini yansıtmaktadır.
Kırgız uruularında ve buna bağlı olarak Sayak uruusunda tek evlilik daha hakimdi. Ancak toplumda sayıca küçümsenmeyecek oranda çok evlilik de vardı. Genelde çok evlilik zengin ve itibarlı kimselerde görülürdü. Manap veya biy olan kimselerin çoğu defa birden fazla hanımı olurdu. Bu bağlamda XIX. yüzyılın başlarında Cumgal’daki Sayakların manapı olan Kaçıke’nin dört hanımı, XIX. yüzyılın ortalarına doğru Toguz Toro’daki Sayakların manapı Osmon’un beş hanımı ve aynı yüzyılda yaşamış olan Dörbölcün’deki Sayak grubu arasındaki Kalpa adlı zengin kimsenin beş hanımı vardı120. Ancak bu çok evlilik, bazen çocuğu olmayan sıradan kimseler arasında da görülebilirdi. Nitekim Kurtka’daki Sayaklar arasında pek de zengin olmayan Isak adlı kimsenin, çocuğu olmadığı için “tuyak kalsın”121 diyerek dört hanımla evlendiği bilinmektedir122.
Çok evliliğin hakim olduğu ailelerde, ilk hanıma, saygıyı ve büyüklüğü ifade etmek için baybiçe123 denirken, diğer hanımlara tokol adı verilmekteydi. Ekonomik durumu iyi olan ailelerde, her hanımın kendi ak örgööleri124 (süslü boz üy) bulunurdu. Baybiçe’nin bulunduğu ak örgöö, “çoñ üy” diye adlandırılır ve tokol olarak bilinen hanımların evlerinin ortasında yer alırdı. Bazan tokol hanımlar arasında evin erkeğinin en çok sevdiği hanımı olurdu. Evlenen kişi için, her yeni evlenilen hanım, onun gözdesi gibi görünürdü. Ancak her yeni evlenmede, ilk gözdelerin itibarı biraz düşerdi. Bununla birlikte hanımlar arasında erkeğin yine de en ön sırada yer alan bir gözdesi olurdu. Bu durumda olan hanıma “Baydın körör közü” (Kocanın sevgilisi) denirdi.
Zengin ailelerin dışında veya tek evlilik olan ailelerde eşlerin aile içindeki görevleri, hakları ve yetkileri daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. Meselâ eşler arasında iş bölümünde kadına doğal görevi olan ev işleri düşmekteydi. Daha doğrusu eşler, evde yemek yapma, çamaşır yıkama, çocuk bakımı ve evin temizliği gibi işlerden sorumluydu.
Ailede erkek evlatların yetişmesine verilen değer büyüktü. Onların “atanın er uulu” (babanın erlik eden oğlu) denen güzel sıfat ile anılması, babanın önemli bir arzusu idi. Bundan dolayı evlatlara ad verilirken, iyi ve güzel ad verilmesine çok dikkat edilirdi. Bu bağlamda çocuğun insanî değerlere sahip olacağı inancıyla sağlık, kuvvet, baht ve talih gibi sosyal ve manevî değerlerle ilgili isimler verilirdi. Ayrıca Kırgız ailesinde kızlara “Uulbolsun” (oğul olsun), “Uulkelsin” (oğul gelsin), “Burul”, “Burulay”, “Burulsun” ve “Cañıl” gibi isimler verilmesi, artık kızdan sonra erkek evlad olsun düşüncesini ve dileğini yansıtmaktaydı.
Kırgız uruularında ve Sayaklarda çocukların özellikleri genel olarak “Atadan üç uul tuulat” (Babadan üç oğul doğar) ibaresi ile ifade edilirdi. Bu ifade ile oğullar “Ataga teñ uul”(babaya denk oğul), “Atadan kem uul” (babaya denksiz oğul) ve “Atadan artık uul” (babadan iyi oğul) sıfatını taşırlardı. Bu bağlamda Cumgal’daki Sayaklar arasında Bayzak adlı saygın kimsenin, manap olan babası Tooke’den daha fazla sevilmesi, sayılması, âdil davranışları ile itibar kazanması ve böylece babası Tooke’den daha ünlü bir hale gelmesi, atadan artık uul sıfatını taşıdığının bir işaretidir.
Erkek çocuklar kadar olmasa da, halk arasında kız çocuklara büyük değer verilirdi. Kızlar genelde ev işlerinde “Ene”(ana)lerine yardımcı olurlardı. “Kızduu üydö kıl catpayt” (Kzı çok olan evde kıl yatmaz) ata sözünden anlaşılacağı gibi, kızların öncelikli işi, ailede temizlikten sorumlu olmalarıydı. “Kızdın kırk çaçı uluu” (Kız büyüktür) ata sözü ise kızın ailede ve toplumda saygın kimselerden biri olduğunu gösterir. Bir başka atasözünde “Kız bala başkanın bülösü” (Kız başka ailenin üyesidir) denilmesi ise kızın evlenip gitmesine kadar, evin bir misafiri durumunda olduğunu belirtir.
Aile ile İlgili Terimler
Sayaklarda, aile ve akrabalık ile ilgili geniş bir kelime ve terim hazinesi bulunmaktadır. Bu kelime veya terimler, genellikle diğer Kırgız uruularındakiler ile bir benzerlik göstermektedir. Ancak kültürlerarası iletişim veya lehçe farklılıkları dolayısıyla değişik terimlerin olduğunu da belirtmek lazımdır. Sayaklarda babaya “ata” ve anneye “ene” veya “apa” denirdi. Aynı baba ve aynı anne çocukları birbirlerine “bir tuugan”; baba aynı ve anne ayrı çocuklara “atalaş bir tuugan”; anne aynı ve baba ayrı çocuklara “eneleş bir tuugan” veya “catındaş (karındaş) bir tuugan” tabirleri kullanılırdı. Ağabeye “bayke”, “ake” veya “ava”; ablaya “ece”; küçük erkek kardeşe “ini”; küçük kız kardeşe “karındaş”; ablalar tarafından küçük kız kardeşlere “siñdi” diye hitap edilirdi. Çocukların dedesine “çoñ ata”; çocukların büyük annesine “çoñ ene” denirdi.