bannerbanner
İş Hayatında 99 Ölümcül Hata
İş Hayatında 99 Ölümcül Hata

Полная версия

İş Hayatında 99 Ölümcül Hata

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 4

Bu dediklerimden “Sermayen yoksa iş yapma!” gibi bir sonuç çıkarılmamalı. Türkiye’de bazı şeyler başlangıç noktasında daha kolay. Devletin pek çok kurumu ve bakanlıklar, hibe programları veriyor. Mesela KOSGEB iki ay süreli girişimci kursları açıyor. O kursu bitiriyorsunuz, devlet size 50 bin lira para hibe ediyor. Üniversite mezunu istihdam etmek isterseniz, devlet maaşının yarısını veriyor. Vasıfsız eleman istihdam edeceğim derseniz, İŞKUR 6 ay maaşını ödüyor. Yurt dışı fuara katılmak isterseniz, birtakım masraflarınızı KOSGEB karşılıyor. Bu tür hibe programlarını harekete geçirmek, ilk başta şirket kaynağı edinmede daha kolay bir yoldur. Yani şirket kurduğunda, krediye gelene kadar bilmeniz gereken bir sürü fırsat var. Bunları bilmiyorsanız işinizde zaten batarsınız. Kredi büyük bir tehlike. Krediden önce fırsatlar var. Tarım Bakanlığı şu anda genç tarımcı istihdamı yapıyor. Yapacağınız işi söylüyorsunuz, size 30 bin lira kredi veriyor. TÜBİTAK’ın teşvik kredileri; kalkınma ajansları var. Bu ajanslara projelerinizi verebilirsiniz. Aynı şekilde Tanıtma Fonu var; buraya da projenizi verebilirsiniz. Bu imkânlar sizin hiçbir zaman geri ödemeyeceğiniz hibe programlarında mevcut. Avrupa Birliği fonları var. Bunları kullanabilirsiniz. Tarımla ilgili, çevre ile ilgili, sanayi ile ilgili hibe programları mevcut. Mesela Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu var. 3 milyon avroya kadar size hibe veriyor. Mesela siz Çankırı’ya tematik bir otel yaptım diyorsunuz. Kurum size yüzde 60’ını hibe olarak veriyor. Organik tarım için solucan tesisi kurdum diyorsunuz, yüzde 70’ini vereyim diyor.

Kredi ile başladığınız bir iş, sürdürülebilir bir iş değildir. Kredinin ve faizin olduğu şirketten Allah da bereketi alıyor. Sizi ticaretin acımasız gerçekleriyle baş başa bırakıyor. Ben kredi kullanarak başarılı oldum diyen orta sınıf bir esnaf ve iş adamı tanımıyorum. Bugün değilse yarın, yarın değilse altı ay sonra batıyor. Çünkü krediyi kredi ile ödeme alışkanlığına duçar oluyorsunuz. Bu sizi bir ömür boyu karşılayamayacağınız borçlarla baş başa bırakıyor.

Kredinin bir başka sakıncası da zihninizi kolaycılığa alıştırması oluyor. Kredi aldığınızda zihninizi iş yapmak yerine bankalardan kredi alarak işi döndürmeye çalışmaya yoğunlaştırıyorsunuz. A bankasından aldığınız krediyi, B bankasından kredi alarak kapatmaya alışıyorsunuz, zihninizi hantallaştırıyorsunuz, gerçeklerden uzaklaşıyorsunuz. Türkiye’de çoğu insan kredi kartının borcunu, bir başka kredi kartından çektiği para ile ödüyor. Bu durum sürdürülemez. Hiçbir banka alacağını kimsede bırakmaz. Zaten banka baştan, sizi sadece şirketinizin varlığı ile değil, şahsi varlığınızla da sorumlu kılıyor. En küçük bir banka krizinde hem şirketinizi hem şahsi varlığınızı kaybetme riskiyle karşı karşıyasınız. Bu da sizi sorunlu bir zihne sahip kılar. Krediyi aldığınız andan itibaren, zihninizin arkasında sürekli bir denizanası duracaktır. Eş, dost, akraba, anne, baba borçlanmalarıyla bile bir işi yapmak tehlikeliyken kredi ile iş kurmak, uçurumdan atlayıp sağ kalıp kalmayacağını merak etmek gibi bir şeydir. O yüzden faizi, bütün dinler ve ideolojiler lanetler. Ama faiz, hayatımızda her zamankinden daha fazla hükümran. O yüzden kredi ve faiz bir işletmede asla tavsiye edilebilir bir şey değildir.

Siz işinizi doğru yaparsanız, o işin büyümemesi mümkün değildir. İyi bir restoran açan bir insanın, o restoranı nerede açtığının önemi yok. Farklı bir lezzet, farklı bir hizmet ortaya koyuyorsanız, en mezbele yerde bile insanlar yemeğinizi yemek için kuyruk oluştururlar. İşi doğru düzgün, nitelikli yaparsanız, ürününüzün alıcısı sizi hiç ummadığınız bir yerde bulur. O yüzden acele etmeye gerek yok. Hormonlu büyümeye gerek yok. Nasıl 45 günlük tavuk, hormonlu ve zararlı ise faiz de hormonlu ve zararlıdır.

Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir.” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabb’inden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır (Allah onu affeder.). Kim tekrar (faize) dönerse işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır. Allah, faiz malını mahveder, sadakaları ise artırır (bereketlendirir). Allah hiçbir günahkâr nankörü sevmez. (Bakara Suresi, 275-276)

HATA 09

Çek Kullanmanız

Soyut olan bir şeyi somuta, mücerret olan bir şeyi müşahhasa döndürmek manalı değil. Çek, bir tacirin en son her türlü teşebbüsü yaptıktan sonra ele alacağı bir enstrüman olmalı. Yoksa karpuz keser gibi çek kesmek, onu bir marifet addetmek, ilk başta çok lezzetli gelebilir ama acısı sonra çıkar.

Senet, çeke göre daha az mahzurlu bir değişim aracıdır. Vadesi itibarıyla, senette size üç gün opsiyon verilir. Protesto olduğunda 10-15 gün içinde ödeme yapma zemininiz oluşur. Bunun sarsıcı sonuçları olmaz.


Çek kullanma meselesi, kredi kadar tehlikeli bir mevzudur. Diyelim ki benden 100 bin lira alacağınız var. “Fazla sorun etme.” diyerek çalışma masamın çekmecesini açtım ve fiyakalı bir şekilde çıkardığım çeki, çok ileride bir tarihe imzalayıp önüne koydum. Senin için soyut bir alacak, somut bir alacağa dönüştü. Benim için soyut bir borç, somut bir borca dönüştü. Aradan günler geçti ve çekin ödeme günü geldi. Benim 90 bin liram var. 10 bin lirayı bulamıyorum. Sizi aradım, 90 bin lirayı hemen ödeyeyim, 10 bin lirayı da birkaç gün içerisinde dedim. “Ben o çeke güvenerek kredi kullandım.” diyerek kabul etmediniz. Bankaya götürdünüz ve çekin arkasını yazdırdınız. Çekiniz yazıldığı an, diyelim ki o anda piyasada tedavülde olan 30 çekiniz var; o çek karşılıksız çıktığı an, geri kalan 29 çek, 1 saat içinde o hesaplardan çıkar. Çünkü bütün çekler, bir hesaba kote edilmiştir. Çekiniz karşılıksız çıktığı an, bir sinyalizasyon sistemiyle 29 yere mesaj gider. Farklı bankalar olsa bile Takasbank bu çek karşılıksız diye mesaj gönderir. 29 çek aynı anda sistem dışına çıkar. Aynı gün ilgili ilgisiz herkes sizi arayıp “Bu çek yazılmış, bunu al, bana müşteri çeki ver.” der. Bu küçük çaplı bir iflasın başlangıcıdır. Artık alarm zili çalmıştır.

Bundan 5 sene evvel, bir çekin karşılıksız çıktığının Merkez Bankası kayıtlarına girmesi aylar sürerdi. Banka size bir düzeltme hakkı tanırdı. Siz o düzeltme hakkını yılda iki kere kullanırdınız. Ondan sonra çekiniz ödendi olarak Merkez Bankası kayıtlarına girer ve daha az sorun yaşardınız. Siciliniz bozulmazdı. Şimdiki dijital sistem çok farklı, çok hızlı. Diyelim toplam borcunuz 500 bin lira, 30 çek için bir anda 500 bin lirayı tedarik etmeniz veya birkaç gün içinde 500 bin liralık müşteri çeki bulmanız gerekir.

Her sektör kendi dinamikleriyle döndüğü için sizin çekinizin bulunduğu kişilerin yaşadığınız olumsuzluktan haberdar olması uzun sürmez.

Soyut olan bir şeyi somuta, mücerret olan bir şeyi müşahhasa döndürmek manalı değil. Çek, bir tacirin en son her türlü teşebbüsü yaptıktan sonra ele alacağı bir enstrüman olmalı. Yoksa karpuz keser gibi çek kesmek, onu bir marifet addetmek, ilk başta çok lezzetli gelebilir ama acısı sonra çıkar.

Senet, çeke göre daha az mahzurlu bir değişim aracıdır. Vadesi itibarıyla, senette size üç gün opsiyon verilir. Protesto olduğunda 10-15 gün içinde ödeme yapma zemininiz oluşur. Bunun sarsıcı sonuçları olmaz. Sizi hapis cezasıyla tecziye edecek bir değişim aracı değildir senet. Bir de çekin hapis cezası gibi bir yaptırımı vardır. İki defa karşılıksız çıkan çekteki miktar kadar adli cezanın ödenmesinden sonra, bu üçüncü kez tekrarlandığında hapis cezası söz konusu olur. Bu da sizin işlerinizi tümüyle yürümez hâle getirir. Onun için burada çek de kredi kullanmanın, hatta para basmanın farklı bir biçimidir. Siz kendi paranızı basmış olursunuz. Çok tehlikeli bir iş yaptığınızın farkında olmalısınız.

Hele bir adam hem kredi hem çek kullanıyorsa onun nerede ne zaman yalpalayacağı hiç belli olmaz; kendisini dramatik bir son beklemektedir. Zaten çekinizin karşılıksız çıktığı sistemde görüldüğü anda, ilk olarak kredi hesaplarınız tehlikeye düşer. Hemen kredi geri çağırmalar başlar. Kredide planınızı dönem faizi üzerine kurmuş iken adam pat diye bir ihtarname ile sizden kredisini bir hafta içinde ister. Ne yapacaksınız? Ki öyle bir hakkı da var. Sadece taksitli kredileri çağıramaz. Geri kalan her türlü ticari krediyi isteyebilir. Hükûmet edenlerin bankaları “Kredileri geri çağırdığınızı duyuyoruz.” diyerek tedip etmeleri bu sebepledir. Bir ihtarnameye bakar. Size ve şirketin ortaklarına verdiğim krediyi 7 gün içinde kapatın kardeşim der. Senin “Niye istiyorsun?” deme hakkın yok.

Konuya girerken de ifade ettiğim gibi çek, kredi kadar tehlikelidir. Kredide, iktisadi olarak her şeyini kaybetme ihtimaliniz var, çekte buna ilave olarak hapisle cezalandırılabilirsiniz. 10 adetli üç koçan çek, sizi bir ömür hapiste yatırmaya yeter. Karşılıksız çıkan çekinizle hapis cezasıyla karşılaşmanız; işinizi, ailenizi, her şeyinizi kaybetmeniz anlamına da gelir. Çek kullanmak hormonlu büyümenin, inorganik büyümenin bir şeklidir.

HATA 10

Ortaklık Yapmanız

Ortaklık; paylaşmak, müsamaha göstermek gibi bir sürü şey gerektirir. Ortağının her davranışı senin gözüne batarsa, onunla ülfet edemezsen ortaklığın devamı mümkün değil. Türkiye’de sağlıklı ortaklıklar olmuyor. Burjuvazi bile ortaklıkları devam ettiremiyor.


Beş kişi bir araya gelip bir şirket kurdunuz diyelim, buna anonim şirket denir; ama Türkiye’de ortak iş yapma, anonim davranma kültürü yok. Türkiye’de ortaklıklar asla ve kat’a uzun ömürlü olamıyor. Dünyada da çok ortaklılık fazla görülmüyor.

Batılılar, finansman sağlamak için güçlü borsalar kurmuşlar. Örneğin bizde her şirket kendini borsaya kote ettiremez. Şartları daha ağırdır. Amerika’da da her şirket kendini bir anda borsaya kote ettiremez; ama orada “melek yatırımcı”, “beyaz yatırımcı” gibi yatırımcı seçenekleri var. Kaynak daha fazla olduğu için onlarda finansman bulmak biraz daha rahat. Türkiye’de bir şirket üç yıl üst üste zarar etse Borsa İstanbul’da işlem görmesi mümkün değil. Ama gerek Londra’da gerek Pekin’de gerek Paris’te bu işler bizden daha kolay yürüyor. Ortaklık üzerinden kaynak bulma işi onlarda daha kolay.

Amerika’da birkaç şirket dışında, büyük şirketlerin çoğu ailelerindir. Bazıları ortaklık kurmuş aileler elindedir. Bizde böyle bir şey yok.

Ortaklık, paylaşmak, müsamaha göstermek gibi bir sürü şey gerektirir. Ortağının her davranışı senin gözüne batarsa, onunla ülfet edemezsen ortaklığın devamı mümkün değil. Türkiye’de sağlıklı ortaklıklar olmuyor. Burjuvazi bile ortaklıkları devam ettiremiyor. İlk kuşak şirketi kuruyor, ikinci kuşak büyütüyor, üçüncü kuşak ortaklığı bozuyor. Sabancı ailesi örneği ortadadır. Şimdilerde Sabancı Grubu üçe dörde bölünmüş durumda. Ailenin her ferdi kendi müstakil işine yoğunlaştı. Bu, taşrada daha seri ve daha hızlı bir şekilde meydana geldi. Ortaklık yapıp buradan iyi sonuçlar elde eden STFA Grubu’ndan başka kaç iyi örnek daha gösterilebilir? Küçük şirketlerde paylaşım daha da zordur.

Bizim insanımızın “Ben patron ve baş olmalıyım.” hayali vardır. Sokaktaki vatandaşın bile başbakanlıkla ilgili bir düşüncesi vardır.

Kolektif davranmak zor bir iştir. Ortağının seni mütemadiyen dengelediği hâller, “Ben bu işi daha kolay yaparım.” psikolojisine sürükler. Bu sebeple ortaklıklar uzun ömürlü olmuyor. Herkes bunu etrafında görür. Her yanlışı biz tecrübe etmeyelim.

HATA 11

Uzun Vadeli Mal Almamanız, Uzun Vadeli Mal Satmanız

24 ay vadeli mal aldıysanız 12 ay vadeli satmanız lazım. Eğer aldığınız vadeyle mal satarsanız kısa sürede teklersiniz. Kâr marjınız düşer, finansman maliyetiniz artar. İşi döndüremeyebilirsiniz. Tahsilatta sorunlarla karşılaşabilirsiniz.

Güvene dayalı bir ticaret yapılmış olsa maliyetlerin üzerine faiz binmemiş olur. O zaman da malı daha makul bir kâr haddi ile satmak mümkün hâle gelir. Bu durumda ortalama maliyet yüzde 25 düşer. Bu da sizi sektörünüzde daha rekabetçi hâle getirir.


Vade miktarı sektöre göre değişir. Bazı sektörlerde itimat telkin ederek, bazı sektörlerde bir yıl vadeli mal alarak bunu günlük nakit akışına çevirebilirsiniz. Mesela oyuncak, kırtasiye, bijuteri, kozmetik, mobilya ve bir kısım tekstil ürünleri gibi… Kozmetikte 18 aya, mobilyada 12 aya, bazen 24 aya uzanan vadeler var.

Adam size 24 ay vadeli mobilya veriyor. Basiretli bir tüccar olarak bu vadeyi 12 aya indirmeniz gerekmiyor. Vadeli mal alman, satıcının finans dengesini kurma stiliyle ilgilidir. Dolayısıyla benim hem sermayeye ihtiyacım var hem kaynak üreterek para kazanmam gerek. Böylece basiretli bir tüccar olarak borcumu ödemem lazım. Borcumu vermezsem mal alamam. Borcumu ne kadar düzenli ödersem piyasa kredim o kadar artar. Piyasa kredisinde de razı olunan şartlar ne ise iş ilişkisi o minval üzere yürütülür.

24 ay vadeli mal aldıysanız, 12 ay vadeli satmanız lazım. Eğer aldığınız vadeyle mal satarsanız kısa sürede teklersiniz. Kâr marjınız düşer, finansman maliyetiniz artar. İşi döndüremeyebilirsiniz. Tahsilatta sorunlarla karşılaşabilirsiniz. Ürün satışında karşılaşacağınız sorun, karşı tarafa ödeyeceğiniz borçta sıkıntı yaşamanıza yol açar. Dolayısıyla basiretli bir adam, kısa vadeli mal satar, mümkünse peşin satar, ama alabileceği en fazla vade ile ürün alır. Siz 24 ay vadeli mal alırken yıllık maliyetlerinizden bir yıllık enflasyonu düşüyorsunuz. Amme yararına ticaret yapmadığınız için aldığınız malın üzerine bir kâr marjı koyup sattığınızda aynı zamanda bir sermaye elde ediyorsunuz. Bu sistemi doğru kullandığınızda başka hiçbir kredi aparatına ihtiyaç duymazsınız.

Doğru borçlanma modelleriyle sermaye temin etmeniz mümkün. Karşınızda malını satmak isteyen bir üretici var. Ama pazar bulamıyor. Siz o üreticinin malını satmak üzere bir şirket kuruyorsunuz. Sermayeyi de üretici tedarik ediyor. Bursa’da, Kayseri’de, Gaziantep’te bir mobilya firmasına gidip “Ben senin filan şehirde bayiniz olmak istiyorum. Beni tanımıyorsun. Ben sana ipotek vereyim. Sen bana bu ilin bayiliğini ver. Ben de seninle ticaretimi devam ettireyim.” diyebilirsiniz. Ortaya koyduğunuz bu modelde, ipotek edeceğiniz malınızın değeri 100 bin lira ise karşı taraf da size 200 bin liralık kredi açar. Karşı tarafa gayrimenkul ipoteği göstermeniz itimat verir. Açılmayacağını zannettiğiniz bütün kapılar açılır. Yani bankayla yapacağın işi, doğrudan işi yapan kişiyle yap. Böylece sermayeyi, malınızı satmak istediğiniz kişiden almış olursunuz. Bu meşru ve maliyetleri düşüren bir yöntemdir. Kredi faizi, üretim maliyetine bindiği için bizim imalat maliyetimiz yüksek olmak durumundadır. Tarlada bir lira olan domates, markette neden 8 lira? Çünkü her aracı, kendi kârını ve maliyetini aldığı fiyatın üstüne bindiriyor.

Üretici Ziraat Bankasından aldığı kredi sebebiyle, 75 kuruşluk domatese 1 lira diyor. Kabzımalın gözü dönmüş, ihtikâr yapıyor. Nakliyeci arabayı kredi ile almış. Kredinin maliyetini navluna yüklüyor. Domates, İstanbul haline girdiğinde ihtikâr yapan bir kabzımal tarafından satılıyor. O da maliyetini mala yüklüyor. Halden mal tedarik eden market doğal olarak kredi kullanıyor. O kullandığı krediyi maliyet olarak senden çıkarması lazım. Böylece birçok yerde maliyete yüksek faiz oranı biniyor. Bunları düşündüğümüz zaman, bu maliyetlerin artması normal. Oysa güvene dayalı bir ticaret yapılmış olsa maliyetlerin üzerine faiz binmemiş olur. O zaman da malı daha makul bir kâr haddi ile satmak mümkün hâle gelir. Bu durumda ortalama maliyet yüzde 25 düşer. Bu da sizi sektörünüzde daha rekabetçi hâle getirir.

Nietzsche, “Uçuruma bakma. Uçurum da sana bakar.” der. Her sektörde kendi sermayeni tahkim edecek kadar fırsatlar var. Sen krediye bakarsan ticareti kredi gözüyle görürsün. Türkiye’de PETKİM gibi, TÜPRAŞ gibi peşin para ile alışveriş yapan, tekel olan işletmelerin hâkimiyet kurduğu sektörlerin dışında hâlâ birçok sektörde fırsat yoğunluğu çok fazla. Zaten basiretli tüccar da bu fırsatları gören kişi olmalı.

HATA 12

Çalışanlarınızın ve Çözüm Ortaklarınızın, Sizinle ve Şirketinizle İlgili Hukuki Delil Toplamasına Meydan Vermeniz

Dijital dünyada, olabildiği kadar az iz bırakacağınız bir şekilde ilişki kurun. Ne olur ne olmaz. Bugün dostun olan, yarın düşmanın olabilir. Bu tür yazışmaları önemsiz gibi telakki etmeyin. Çalışanlarınıza unvanlarını yazılı olarak verin. Sizi sorumluluk altına sokacak e-postayı reddedin. Söz konusu kişiyi çağırın ve uyarın.

Birine jest yapmak istiyorsanız bu jesti onun adını yazılı bir materyalde -örneğin kitapta- geçirerek değil, ona ikramiye vererek yapın; başka mükâfatlar verin. Söz uçar yazı kalır, yazılı olan her şey aleyhinize delil olabilir.


Her şey iyi gidiyorken insanları tanıyamazsınız. Sorunlar baş gösterince herkesin gerçek yüzü ortaya çıkar. İngiltere’de yayın sektöründe sudoku furyasının başladığı dönemde bu ülkeye gitmiştim. O zaman uçaklarda, trenlerde, parklarda, kafelerde herkes sudoku çözüyordu. Ben de Londra’da kitapçılardan birkaç sudoku kitabı temin ettim ve Türkiye’ye döndükten sonra bunların yayın haklarını satın aldım. Daha sonra da bu kitapları yayımladım. Hatta kitaplardan biri, o hafta en çok satan kitaplar arasına girdi. O arada bizde dizgicilik yapan bir çalışan, bir program keşfetmiş. “Ben bu sudoku kitaplarına benzer kitaplar yapabilirim.” dedi. Ben de “İyi yap, görelim.” dedim. Hatta hevesinin artması için ve daha üretken olmasını teşvik etmek gayesiyle kitaplara adını da koymasını söyledim. O hercümerç içerisinde biz o çalışanımızla yayın sözleşmesi yapmadık ve ben bunun faturasını çok ağır ödedim. O arkadaş şirketten ayrıldıktan kısa bir süre sonra bizim yayınevini mahkemeye verdi. Benim bir jest olsun diye yaptığım davranış, yayınevimize 24 bin liralık maliyet olarak geri döndü. Bunun bir nedeni benim ihmalim idi. Ben onun delil toplamasına izin verdim. Nasıl verdim? Kitaba adını koymayacakken koydum.

Şu an Ticaret Kanunu, elan işten kendi ayrılan kişinin kıdem tazminatı alamayacağını öngörüyor. İşten çıkarttığınıza ise bunu ödemekle yükümlüsünüz. Ben çalışanlarımızdan kendi ayrılıp, bizi dava edip, organize şekilde aleyhimize kıdem tazminatı almaya dönük davranışlarda bulunanlara şahit oldum. Bir redaktörümüz, gönderdiği elektronik postalarda yardımcı editör unvanını kullanmıştı. Editör olmadığı hâlde insanlarla editör sıfatıyla yazışıyordu. Tabii editörün maaşının yüksek olması lazım; hâlbuki o redaktördü. Ama şirketimiz uzantılı e-posta hesabından editör olarak yazıştığı için delil üretmiş oldu. E-postalar da delil niteliğindedir.

Şu an Ticaret Kanunu, ticari defterleri en büyük delil sayıyor. Daha önceleri ticari defterlerin sadece açılışı için noter tasdiki isterken şimdi kapanış için de tasdik edilmesini istiyor. Eskiden deftere sonradan kayıt girilebiliyordu. Şimdi kapanış tasdiki de yapıldığı için defterdeki delilleri devletin mühürleriyle kabullenmiş oluyorsunuz. Onun için, elektronik yazışmalar dâhil, her türlü yazışmayı mahkemeler delil kabul ediyor. Mahkeme “Rızan olmasaydı bu delilleri kabul etmezdin.” diyor. Ticari deftere giren her türlü kayıt belge niteliğindedir. Şahsi elektronik hesabınızdan yaptığınız her türlü eylem bir delildir. Karşı tarafa koz veren bir materyaldir.

Dijital dünyada, olabildiği kadar az iz bırakacağınız bir şekilde ilişki kurun. Ne olur ne olmaz. Bugün dostun olan, yarın düşmanın olabilir. Bu tür yazışmaları önemsiz gibi telakki etmeyin. Çalışanlarınıza unvanlarını yazılı olarak verin. Sizi unvan konusunda sorumluluk ve talep altına sokacak e-postayı reddedin. Söz konusu kişiyi çağırın ve uyarın. Karşındaki kişinin planlı hareket ettiğini bilin ve size e-postayı hangi saatte attığına bile dikkat edin. Adam size saat 21.00’de mail atar, sonra mahkemede ben 21.00’e kadar mesai yaptım diye attığı maili delil olarak gösterir. Oysa o saate kadar şirketinizde karısını veya kocasını beklemiştir. Bunları ayrıntı diye atlamayın. Kimseye malzeme vermeyin.

Söylediğiniz her sözün, yaptığınız her yazışmanın, attığınız her adımın hukuki, adli ve mali sonuçları olduğunu hesaba katarak hareket edin. İşler iyi ve yolundayken göz ardı ettiğiniz her şey, işler ters gittiğinde sizi ciddi yaptırımlarla karşı karşıya bırakabilir. Bir elektronik postayı silebilirsiniz ama o, sunucuda duruyor. E-postayı Gmail, Hotmail gibi özel hesaplardan attıysanız onlar da o hesapların sunucusunda duruyor. Log kayıtları da silinmiyor.

Birine jest yapmak istiyorsanız bu jesti onun adını yazılı bir materyalde -örneğin kitapta- geçirerek değil, ona ikramiye vererek yapın; başka mükâfatlar verin. Söz uçar yazı kalır, yazılı olan her şey aleyhinize delil olabilir. Hem bankalar hem büyük şirketler karşı tarafa ihtar mahiyetinde bir şablon belirlediler. Artık elektronik posta atarken altına şunu yazıyorlar:

“Bu elektronik posta ilgilisine gönderilmiştir. İlgilisi değilseniz bu postayı reddedin. Bu e-posta hukuki bir delil olarak kullanılamaz.”

Elektronik posta artık meri hukukun da tanıdığı bir delil niteliğindedir.

HATA 13

Söz Vermeniz

Bir tacirden istenen söz ya bir ödeme ya bir teslim taahhüdü ya da bir yükümlülüğün ifası ile ilgilidir. Söz vermek zorunda kaldığınıza göre ya kasanızda para yoktur ya da elinizde mal.


Dünyanın en kolay işi söz vermektir. Ama onun gereğini yapmak çok zordur. Söz vermek, dışınızdaki şartlarla da ilgilidir. Ben bunu yaparım, öderim dediğiniz her şey o günün şartlarında söylenmiştir. Sözün gereğini yerine getirmeniz, o günün şartlarına bağlıdır. Şartlar müsait değilse sıkıntıya girmeniz kaçınılmazdır.

Her şeyin insanın aleyhine döndüğü ve döndürülebildiği zamanlardayız. Teorik olarak söz vermek, çok kolaydır. Müşkülatınız, verdiğiniz sözün gereğini yerine getirmediğiniz zaman başlar.

Ziya Paşa “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” diyor. Söz, gereği yerine getirildiğinde etkilidir. Söz vermek, o gün sizde olmayan bir şeyle ilgili bir taahhüt altına girmektir. Oysa geleceğin ne getireceğini bilmiyorsunuz. Türkiye, her an her şeyin olabildiği bir ülke. Dünyada dolar düşerken Türkiye’de yükselebilir. Petrol fiyatları da aynı şekilde. Bir sabah uyandığınızda darbe girişimi olduğunu öğrenebilirsiniz. Bunların hiçbiri sizin kontrol edebileceğiniz alanlar değildir.

Sözünüzün kıymetli olmasını istiyorsanız mümkün olduğunca söz vermemelisiniz. Çünkü siz unutsanız da söz verdikleriniz size hatırlatır. Sözünüzü tutabilmeniz, bütün şartlara hâkim olmanızla mümkündür. Bir tacirden istenen söz ya bir ödeme ya bir teslim taahhüdü ya da bir yükümlülüğün ifası ile ilgilidir. Söz vermek zorunda kaldığınıza göre ya kasanızda para yoktur ya da elinizde mal.

Matbaacısınız diyelim ve bir teslimatınız var. “Üç gün içinde teslim ederim.” diye söz veriyorsunuz. Üç günün iki gününde öngöremediğiniz bir şekilde elektrikler gidebilir. Veya araya başka bir iş girebilir. Diyelim ki Taksim’de bir iş yeriniz var ve işler yolunda gidiyor. Günlük cironuz çok yüksek. Pat diye bir olay meydana geldi. Dükkânınız bir hafta kapanmak zorunda kalabilir. Günlük hayatta mütemadiyen karşılaştığımız hâller… Yahut nakliyecisiniz. Malı teslim edeceğiniz yere 200 km kala aracınızın tekeri patladı. Beklemediğiniz bir anda motorunuz arızalandı. Sözünüzü çiğnemenizi zorunlu kılan hâller bunlar.

İnsanlar sizi verdiğiniz sözle yargılar ve muaheze ederler, bardağın boş tarafını görürler. Birine 1 milyon ödemişsinizdir, 100 bin lira bakiye kalmıştır. O aldığı bir milyonu görmez, alacağı 100 bin liraya bakar.

Hiç kimse var olan parayla ticaret yapmaz; bu durum, daha baştan ilişkilerin derme çatma kurulmasına yol açar.

İnsanların Türkiye’de babadan dededen kalma yüz milyonlarca değerinde paraları, gayrimenkulleri yok. Herkes kendi gayretleriyle ticaret yapmaya çalışıyor. Bu da başlangıçta işin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

Sözünüzü yerine getirmemeniz aleyhinize sonuçlar doğurur. Ticaret yapan sizsiniz. Yıllarca büyük gayretle oluşturduğunuz itibarınızı yitirirsiniz. Müşterinizi kaybedersiniz. O sebeple, mutlaka söz vermeniz gerekiyorsa ihtimalleri de hatırlatarak söz verin. Buna gri alanlar bırakmak denir. Hayatta da böyledir. Hayatın her cephesinde olduğu gibi bu hususta da temkini elden bırakmamak, her attığınızı vuramayacağınızı bilerek hareket etmek lazımdır.

На страницу:
3 из 4