bannerbanner
Monte Kristo Kontu
Monte Kristo Kontu

Полная версия

Monte Kristo Kontu

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
6 из 10

Ateş alır almaz sanki sihirli bir el değmiş gibi kâğıtta sarı harflerin belirdiğini gördüm. Dehşet içinde kaldım. Kâğıdı avcumda sıkarak alevi söndürdüm. Mumu doğrudan doğruya ocaktaki kordan yaktım ve anlatılmaz bir heyecan içinde kâğıdı düzelttim. Kâğıdın üstündeki yazının sıcak görünce meydana çıkan görünmez mürekkeple yazıldığını anladım. Mektubun üçte birinden fazlası yanmıştı. Sabahleyin sana gösterdiğim kâğıt o idi. Al şimdi oku onu. Bitirince kâğıttaki boş yerleri tamamlayacağım sana.”

Faria kâğıdı Dantés’ye verdi. Bu sefer Dantés, kâğıtta yazılı olanları büyük bir ilgi ile okudu.

Mukaddes Peder VI. Alexander’a akşam...........................

1498 yılı nisanının 25. günü olan bugün, mukad......................

karşılığında beni ödemeye mecbur ettiği meb.........................

mirasıma da sahip olmak istemesinden ve bana da ze.............

öldürülen Kardinal Crapara ile Kardinal Ben...........................

layık görmesinden korkarak tek vârisim, ye.............................

bildiririm ki külçe, altın, para ve mü.........................................

her şeyi Guido Spada’nın da benimle zi..................................

Kristo Adası mağaralarına gömdüm. Gui..............................

körfezden doğuya doğru düz bir hat üzer...................................

yirminci kayanın altında bulacağı bu ha.................................

bilmemektedir. Bu mağaralarda iki oyuk açıl...........................

ikinci oyuğun sonundadır. Bu hazineyi tek vâ...........................

miras olarak bırakıyorum.

25 Nisan 1498

CA.............................

Faria, Dantés’ye, üstünde yine bazı yazılar bulunan başka bir kâğıt verdi.

“Şimdi de bunu oku.” dedi. Dantés kâğıdı alıp okudu.

....................................................yemeğine davetli olduğum.............................................................des pederin kardinallik .........................................................lağdan tatmin olmayarak ................................................................hirlenmek suretiyle ...........................................................tivoglio’nun akıbetlerini .............................................................ğenim Guido Spada’ya .............................................cevher olarak sahibi bulunduğum ...........................................................yaret ettiği küçük Monte ..................................................do Spada’nın, adadaki küçük .................................................................inde gidildiği zaman .......................................................zineyi benden başka kimse ..........................................................................mıştır. Hazine .................................................................risim olan yeğenimeESAR SPADA

Dantés okumasını bitirince Faria, “Şimdi parçaları yan yana koy ve hükmünü ver.” dedi. Dantés, Faria’nın dediğini yaptı. Yan yana getirilmiş iki parçadan şu bütün meydana çıktı:

Mukaddes Peder VI. Alexander’a akşam yemeğine davetli olduğum 1498 yılı nisanının 25. günü olan bugün, mukaddes pederin kardinallik karşılığında beni ödemeye mecbur ettiği meblağdan tatmin olmayarak mirasıma da sahip olmak istemesinden ve bana da zehirlenmek suretiyle öldürülen Kardinal Crapara ve Kardinal Bentivoglio’nun akıbetlerini layık görmesinden korkarak tek vârisim yeğenim Guido Spada’ya bildiririm ki külçe, altın, para ve mücevher olarak sahibi bulunduğum her şeyi Guido Spada’nın da benimle ziyaret ettiği küçük Monte Kristo Adası mağaralarına gömdüm. Guido Spada’nın, adadaki küçük körfezden doğuya doğru düz bir hat üzerinde gidildiği zaman yirminci kayanın altında bulacağı bu hazineyi benden başka kimse bilmemektedir. Bu mağaralarda iki oyuk açılmıştır. Hazine, ikinci oyuğun sonundadır. Bu hazineyi tek vârisim olan yeğenime miras olarak bırakıyorum.

25 Nisan 1498 CESAR SPADA

Faria, “Şimdi anlıyor musun?” diye sordu.

Dantés hâlâ tereddüt ediyordu.

“Bu, kardinalin kendi ifadesi ve gerçek vasiyetnamesi mi?” diye sordu.

“Evet.”

“Bu şekilde kim tamamladı noksan olan tarafları?”

“Ben. Kâğıda göre satırların uzunluğunu ölçtüm ve eldeki kısma göre de noksan olan kelimelerin anlamlarının ne olabileceğini tahmin ettim.”

“Peki bu sırrı keşfettikten sonra ne yaptınız?”

“İtalya’nın bir krallık hâlinde birleşmesi hakkındaki büyük eserimi yanıma alarak hemen Roma’dan ayrıldım. Fakat o günlerde İtalya’nın birleşmesine son derece karşıt olan imparatorluk polisi uzun zamandan beri beni takip ediyordu. Benim Roma’dan aniden ayrılışım, onları şüphelendirdi ve tam Piombino’da gemiye bineceğim sırada tutuklandım.”

Faria, babacan bir ifade ile Dantés’ye bakarak “Dostum…” dedi. “Bu mesele hakkında sen de benim kadar bilgi sahibi oldun. Eğer kaçabilirsek hazinenin yarısı senindir. Fakat ben burada ölürsem ve sen yalnız kaçarsan hepsi seninolsun.”

Dantés tereddütle, “İyi ama hiçbir yerde hazinenin sizden daha meşru bir sahibi yok mu?” diye sordu.

“Hayır. Bu bakımdan için rahat olsun. Bütün aile öldü. Zaten Kont Spada o sembolik dua kitabını, içindeki her şeyle bana bırakmak suretiyle beni vâris yapmıştı. Eğer bu hazineye sahip olabilirsek kesinlikle vicdan azabı duymadan kullanabiliriz.”

Dantés rüya gördüğünü sanıyor, şüphe ve mutluluk arasında bocalıyordu.

Faria sözlerine devam etti: “Senin hakkında tam bir kanaate varmak ve sana bir sürpriz yapmak için bu sırrı uzun zaman senden sakladım.”

“Hazine sizindir dostum. Benim hiçbir hakkım yok bu hazinede. Sizle akraba bile değiliz.”

Yaşlı adam “Sen benim oğlumsun!” diye haykırdı. “Sen benim hapislik günlerimin çocuğusun. Mesleğim, beni bekâr kalmaya mahkûm etti. Fakat Tanrı seni, beni -hem baba olamamış bir adamı hem de hürriyetine kavuşamayacak bir mahkûmu- teselli etmek için gönderdi.”

Faria elini uzattı. Dantés onun boynuna sarılarak ağlamaya başladı.

12

Bu kadar zamandan beri bütün düşüncelerinin merkezi olan hazinenin bir evlat gibi sevdiği genç adamın gelecekteki mutluluğunu temin edeceği ihtimali, onun, Faria’nın, gözlerindeki kıymetini bir kat daha arttırmıştı. Bir insanın böyle bir servetle arkadaşlarına sağlayabileceği faydaları Dantés’ye anlatarak her gün hazinenin büyüklüğünden bahsediyordu. O zamanlarda yaptığı intikam yeminini hatırlayan Dantés’nin yüzü kararıyor, bir insanın böyle bir servetle düşmanlarına yapabileceği kötülükleri düşünüyordu.

Faria, Monte Kristo Adası’nı bilmiyordu. Fakat Dantés biliyordu. Korsika ile Elba arasındaki Pianosa’dan yirmi beş mil mesafedeki bu küçük adanın önünden birçok defa geçmiş, bir defasında karaya da çıkmıştı. Bir püskürmeyle denizin dibinden fırlamış hissini veren huni biçimindeki kayalık ada tamamıyla boştu.

Faria’nın tahmin ettiği gibi el ve ayağındaki felç geçmedi ve Faria, kendisinin hazineye ulaşabilmesi ümidini hemen hemen kaybetti. Fakat genç arkadaşı için kaçış planları düşünmekten vazgeçmedi. Elindeki kâğıdın kaybolması ihtimaline karşı orada yazılı olanları kelimesi kelimesine Dantés’ye ezberletti.

O sıralarda bir gece Dantés çağrılıyormuş gibi bir hisle uyandı. Gözlerini açarak kendini karanlığa alıştırmaya çalıştı. Kulağına adını söylemeye çalışan hafif bir ses geldi. Yataktan fırlayarak dinledi. Ses, Faria’nın hücresinden geliyordu.

Dantés, “Tanrı’m yoksa…” diye mırıldanarak yatağını beriye çekti. Hemen yer altı geçidine girip geçidin öbür başına ulaştı. Ağızdaki döşeme taşı kaldırılmıştı. Dantés, daha önce bahsini ettiğimiz lambanın ışığında, yüzü ölü gibi sararmış ve ilkinde kendisini müthiş korkutmuş olan o dehşetli belirtilerle gerilmiş ihtiyar adamı gördü.

Faria her şeyi kabullenmiş olarak “Anlıyorsun değil mi dostum?” dedi. “Sana açıklama yapmaya lüzum yok. Bundan sonra yalnız kendini düşün. Mahkûmluğunu tahammül edilebilir bir hâle sok. Kaçma imkânlarını zorlamaya gayret et. Artık bundan sonra sana bağlı olarak bütün hareketlerini köstekleyen yarı ölü bir vücut yok. Tanrı nihayet senin için iyi bir şey yapıyor. Benim ölüm saatim geldi.”

Dantés ellerini birleştirerek “Dostum dostum!..” diye inledi.

Sonra biraz cesaretini toplayarak “Sizi bir defa kurtarmıştım, yine kurtaracağım.” dedi. Yatağın ayağını kaldırarak üçte biri hâlâ o kırmızı sıvı ile dolu olan küçük şişeyi çıkardı.

Faria başını salladı.

“Artık ümit yok. Ama istersen bir defa daha dene. Her yanım buz gibi. Kanın beynime hücum ettiğini ve o korkunç titremenin bütün bedenimi sarsmaya başladığını hissediyorum. Beş dakika sonra kriz başlayacak, on beş dakika sonra da benden sadece bir ceset kalacak.”

Dantés’nin kalbi parça parça oluyordu. Faria devam etti:

“Daha önce yaptığın gibi yap. Fakat bu sefer o kadar bekleme.

Ağzıma on iki damla akıttıktan sonra kendime gelmediğimi görürsen geri kalanı da boşalt. Şimdi beni yatağıma götür. Ayağa kalkamıyorum.”

Dantés yaşlı adamı kaldırarak yatağına yatırdı.

Faria, “Dostum.” dedi. “Tanrı’nın bana biraz geç gönderdiği -fakat her şeye rağmen yine de gönderdiği-zavallı hayatımın tek tesellisinden sonsuza kadar ayrılmak üzere olduğum şu anda sana, layık olduğun bütün mutluluk ve refaha kavuşmanı dilerim. Tanrı yardımcın olsun oğlum!”

Dantés diz çökerek başını yatağa dayadı.

Yaşlı adam şiddetle sarsıldı. Titreyen eliyle Dantés’nin elini tutarak “Hoşça kal!” dedi. “Hoşça kal!..”

Kriz korkunç oldu. Az önceki insandan sadece çarpılmış uzuvlar, şişmiş göz kapakları, kanlı bir köpük ve hareketsiz bir beden kaldı. Vaktin geldiğine hükmeden Dantés bıçakla Faria’nın kenetlenmiş dişlerini araladı ve sıvıdan on iki damla ağzına akıttı. On dakika, on beş dakika, yarım saat geçti. Faria’da hiçbir hareket yoktu. Alnı soğuk bir ter tabakası ile örtülmüş olarak titreyen Dantés son çareye başvurma vaktinin geldiğine kanaat getirerek şişedeki geri kalan sıvıyı da Faria’nın ağzına boşalttı.

İlaç, galvanik bir etki yaptı. Yaşlı adamın her uzvu sarsılmaya başladı. Gözleri açıldı. Ağzından, feryadı andıran bir ses çıktı. Titreyen bedeni ağır ağır tekrar katılaştı. Kalbinin son çarpıntıları dindi. Yüzü morardı. Açık kalan gözlerindeki ışık tamamıyla söndü.

Sabahın altısı idi. Günün ilk ışıkları, cesedin yüzünde, zaman zaman sanki o yüzde hayat varmış gibi büyülü akisler yaparak hücreye girdi. Gece ile gündüz arasındaki mücadele devam ettiği müddetçe Dantés durumdan şüphe etti. Fakat gün iyice ışıyınca bir cesetle baş başa olduğunu anladı. Müthiş bir korkuya kapıldı. Ne yatağın kenarından sarkan ele bir defa daha dokunmaya ne de kapatmak için birçok defa uğraştığı hâlde her seferinde tekrar açılan ve boş boş bakan gözlere bakabildi. Lambayı söndürerek dikkatle sakladı. Döşeme taşını mümkün olduğu kadar iyi yerleştirmeye çalışarak geçitte kayboldu.

Dantés hücresine tam zamanında dönmüştü. Çünkü zindancı geliyordu. Bu sefer Dantés’nin hücresinden başlamıştı. Zavallı dostunun hücresinde neler olacağını anlayabilmek için kıvranan Dantés, zindancı gider gitmez yer altı geçidine girdi.

Zindancı, diğer zindancıları da yardıma çağırdı. Hepsi geldiler. Daha sonra ağır, ölçülü adımlarla askerler, en son da hapishane müdürü geldi.

Dantés, ölü adamı kaldırmak istedikleri zaman yatağın gıcırdadığını duydu. Müdür, Faria’nın yüzüne su serpilmesini emretti. Bunun bir netice vermediğini görünce doktoru çağırttı. Sonra da hücreden çıktı. Dantés’nin kulağına, kaba ve kahkahalarla söylenen karışık sözler geldi.

Bir ses, “İhtiyar deli hazineyi bulmaya gitti.” dedi. “Haydi uğurlar olsun!”

“Milyonlarına rağmen bir kefen parası yoktu.”

“İf Kalesi’nin kefenleri pahalı değildir yahu!”

“Bu, papaz olduğu için belki biraz fazla masraf ederler.”

“Doğru. Cenaze daha şerefli kalksın diye belki çuvala koyarlar.”

Dantés her söyleneni dikkatle dinledi fakat yine pek bir şey anlamadı. Az sonra sesler kesildi. Hücrede kimse kalmamış gibiydi. Gelgelelim Dantés hücreye girmekten korkuyordu. Cesedi beklemek üzere bir zindancıyı hücrede bırakmış olabilirlerdi.

Aradan bir yahut bir saatten fazla bir zaman geçmişti ki gittikçe kuvvetlenen sesler duyuldu. Peşinde doktor ve hapishanenin başka yetkilileri olduğu hâlde müdür geldi.

Kısa bir sessizlik oldu. Herhâlde doktor cesedi muayene ediyordu. Doktor mahkûmun ölmüş olduğunu söyleyerek ölüm sebebini bildirdi.

Müdür, “Sakın aklına uzmanlığından şüphe ettiğim gelmesin ama doktor bu gibi hâllerde böyle üstünkörü bir muayene ile yetinemeyiz. Kanun ne emrediyorsa onu yerine getirin.” dedi.

Doktor, “Pekâlâ.” dedi. “Isıtın demirleri.”

Bu emir, Dantés’yi ürpertti. Telaşlı ayak sesleri ve açılan bir kapının gürültüsünü duydu. Bir müddet sonra hücreye bir zindancı girdi. Dantés’nin hücrede olup bitenleri dinlediği duvardan mide bulandırıcı yanmış bir et kokusu yayıldı. Dantés, alnında ter damlacıkları belirdi ve bayılacağını sandı.

Doktor, “Görüyorsunuz ya sahiden ölmüş.” dedi. “Topuktaki bu yanık kesinlikle bunu gösteriyor. Zavallı! Deliliğinden ve mahkûmiyetinden kurtuldu.” dedi.

Dantés kumaş hışırtısı gibi bir ses duydu. Yatak gıcırdadı. Bir adamın sırtında yük varmış gibi ağır ayak sesleri duyuldu. Yatak, üstüne konan bir şeyin ağırlığıyla tekrar gıcırdadı.

Adamlardan bir tanesi “Ayin yapılacak mı acaba?” diye sordu.

Müdür, “Hayır.” dedi. “Hapishane papazı dün benden bir hafta izin istedi ve gitti. Eğer zavallı rahip ölmekte bu kadar acele etmeseydi gerekli dinî tören yapılırdı.”

Doktor, kendi mesleğindekilerin dinsizliği ile “Zararı yok.” dedi. “Tanrı, şeytanı, bir rahibi karşılamak zevkinden mahrum edecek.”

Kahkahalar yükseldi.

Müdür, “Bu gece.” dedi.

Zindancılardan biri “Saat kaçta?” diye sordu.

“Her zamanki gibi saat on on bir civarında.”

“Ölünün yanında biri kalsın mı?”

“Hayır, ne lüzumu var? Sağmış gibi kapıyı kilitleyin yeter.”

Konuşmalar sona erdi ve ayak sesleri kesildi. Yalnızlıktan daha hüzün verici bir sessizlik -ölümün sessizliği- her yeri işgal ederek Dantés’nin kalbinin derinliklerini ürpertti. Dantés, geçidin ağzını örten döşeme taşını başı ile ağır ağır yeriden oynattı. Hücreye bir göz attı. İçerisi tamamıyla boştu. Girdi. Pencereden giren soluk ışığın aydınlığında, içindeki uzun, sert şekli belli eden bir çuval gördü. Bu, Faria’nın, zindancılara göre çok ucuz olan kefeni idi. Dantés dostundan sonsuza kadar ayrılmıştı. İyi bir insan ve iyi bir dost olan Faria artık sadece hafızasında yaşayacaktı. Korkunç yatağın kenarına oturarak acı acı düşünmeye başladı.

Yapayalnızdı… Tekrar yapayalnız kalmıştı… Arkadaşının varlığı ile uzaklaşmış olan kendini öldürme fikri, onun cesedi yanında bir hayalet gibi tekrar görünmüştü. “Ah bir ölebilsem!” diye söylendi. “Ölebilsem ben de onun gittiği yere gider, tekrar onunla beraber olurdum. Kendimi nasıl öldürsem?Bir an düşündü. Sonra gülümseyerek “Çok kolay.” dedi. “Burada durur ve içeriye ilk girene saldırırım. Onu boğarım. Onlar da benim başımı keserler.”

Sonra böyle çirkin bir ölüm şeklinden kendini sıyırdı. Ümitsizlikten hayat ve hürriyet için susamış bir ruh hâline geçti. “Ölmek mi? Hayır hayır!” diye söylendi. “Eğer kendimi öldüreceksem neden bugüne kadar yaşadım ve bu kadar ızdırap çektim? Hayır, yaşamak, sonuna kadar mücadele etmek istiyorum. Elimden alınan mutluluğu tekrar elde etmek istiyorum. Ölmeden önce düşmanlarımı cezalandırmalı, dostlarımı mükâfatlandırmalıyım… Fakat onlar beni burada unutacaklar ve ben buradan yalnız Faria gibi kurtulabileceğim!”

Bu sözleri mırıldanırken aklına korkunç bir fikir gelmiş insanların hâliyle dimdik dikeldi, boşluğa baktı. Sonra başı dönüyormuş gibi elleriyle kafasını tutarak ayağa kalktı. “Bu fikir nereden aklıma geldi? Sen mi gönderdin Tanrı’m? Buradan yalnız ölüler çıktığına göre, ben de bir cesedin yerini alacağım.” diye mırıldandı.

Bu ümitsiz kararı tekrar düşünmek gereğini hissetmeden çuvala eğildi. Faria’nın yaptığı bıçakla çuvalı açtı. Cesedi çıkarıp kendi hücresine taşıdı, yatağına yatırdı. Başına, her zaman kendi başına sardığı eski bez parçasını sardı. Üstüne battaniyeyi çekti. Faria’nın buz gibi olmuş alnını son defa öptü. Açık kalmakta inat eden göz kapaklarını kapatmak için bir defa daha uğraştı. Cesedin başını o şekilde duvara doğru çevirdi ki böylece zindancı akşam yemeğini getirdiği zaman, onu her zamanki gibi uyumuş zannedecekti. Sonra Faria’nın hücresine döndü. Zindancıların onun giyinik olduğunu hissetmemeleri için elbiselerini çıkardı. Eline iğne ve iplik aldı. Çuvala girdi. Faria’yı yatırmış oldukları şekilde çuvalın içine uzandı, ağzını içeriden dikti. Eğer zindancılar o sırada hücreye girselerdi onun kalp atışlarını muhakkak duyarlardı.

Planını gayet iyi hazırlamıştı. Eğer mezarcılar bir ceset yerine canlı bir insan taşıdıklarını anlarlarsa elindeki bıçakla hemen çuvalı kesecek, bu durumdan dehşete düşecek olan adamların tereddüdünden istifade ederek kaçacaktı. Engel olmaya kalkıştıkları takdirde de bıçağını kullanacaktı. Bir şey fark etmezlerse mezara konmasını ve üstünün örtülmesini bekleyecek, onlar gittikten sonra da etraf karanlık olduğu için, yumuşak toprağı üstünden atarak kurtulmaya çalışacaktı. Üstüne örtülecek toprağın çok sert olmamasını temenni ediyordu. Aksi takdirde havasızlıktan ölürdü. Bu ihtimal bile onu korkutmuyordu.

Akşam saat yediye doğru heyecanı adamakıllı arttı. Bütün uzuvları titriyor, kalbi bir mengene ile sıkıştırılmış gibi oluyordu. Hapishanede hiçbir hareket olmadan saatler geçti. Şu ana kadar hilesi meydana çıkmamıştı. Nihayet merdivende ayak sesleri duyuldu. Vakit gelmişti. Bütün cesaretini topladı, nefesini tuttu, kalp çarpıntısını bastırmaya gayret etti.

Kapı açıldı. Dantés’nin gözlerine hafif bir ışık geldi. Çuval bezinin gözeneklerinden, iki gölgenin yaklaştığını gördü, üçüncüsü kapıda durmuş, ışık tutuyordu. Adamlar çuvalın iki ucundan tuttular. Dantés vücudunu sertleştirdi.

Adamlardan biri, “Amma da ağırmış ihtiyar.” dedi.

“İnsan ölünce ağırlaşır, derler bilmez misin?”

Çuvalı bir sedyeye koydular. Önde lambalı adamın olduğu cenaze alayı merdiveni çıktı. Dantés birdenbire soğuk, taze gece havasını ve denizden esen sert rüzgârı hissetti.

Adamlar onu on metre kadar daha taşıdıktan sonra durdular. Sedyeyi yere bıraktılar. Dantés adamlardan birinin ayrıldığını duydu. Acaba neredeyim?diye düşündü.

Aklına ilk gelen, hemen kaçmak oldu. Fakat bu fikirden çabuk caydı. Birkaç dakika sonra adamlardan birinin kendisine doğru geldiğini ve yere ağır bir şey bıraktığını duydu. Aynı zamanda da ayaklarının, canını acıtacak şekilde bir iple bağlandığını hissetti.

Boşta olan adam “İlmiği iyi attın mı?” diye sordu?

“Hem de nasıl…”

“Haydi öyleyse gidelim!”

Sedye tekrar kaldırıldı, kafile yine yola düştü. Üstünde İf Kalesi’nin bulunduğu kayalara çarpan dalgaların sesi, Dantés’ye her adımda daha da net olarak geliyordu.

Adamlardan biri “Ne berbat hava!” dedi. “Dünyada bu havada suda olmak istemem.”

“Bir de rahibe sormalı!”

Güldüler.

Dantés bu konuşmalardan bir şey anlamadı ama saçları diken diken oldu.

İlk konuşan adam bir müddet sonra “Geldik.” dedi.

“Hayır hayır, biraz daha gidelim. Biliyorsun bundan önceki, kayalara düşerek parçalandı. Müdürün küfürlerini unutmadım daha.”

Birkaç adım daha attılar. Sonra Dantés baş ve ayaklarından, kaldırıldığını, ileri geri sallandırıldığını hissetti.

“Bir, iki, üç…”

Üç der denmez de Dantés kendini boşlukta buldu. Yaralı bir kuş gibi aşağı düşerken kalbini müthiş bir korku sardı. Sonsuz gibi gelen bir zamandan sonra sular fışkırdı ve Dantés buz gibi denize gömüldü. Bağırmak için açılan ağzına sular doldu. Ayaklarına bağlı top güllesi yüzünden hızla batıyordu.

İf Kalesi’nin mezarlığı denizdi!

Dantés şaşırmış ve havasızlıktan bunalmış olmakla beraber sağ elinde tuttuğu bıçak ile hemen çuvalı yırttı. Sonra kıvrılıp ayaklarına bağlı top güllesinin ipini kesti. Ayaklarını birbirine vurdu. Nefessizlikten boğulacak hâle geldiği bir sırada da suyun üstüne çıktı. Derin bir nefes alacak kadar suyun üstünde kaldıktan sonra, görülmekten korkarak tekrar daldı.

İkinci defa suyun üstüne çıktığı zaman denize düştüğü yerden yirmi beş metre ötede idi. Başının üstünde siyah, fırtınalı bir gök; önünde, yaklaşmakta olan fırtınanın tesiri ile çalkalanan simsiyah bir deniz; arkasında ise gökten de denizden de siyah korkunç bir hayalet gibi yükselen dev kayalık vardı. Dantés, en yakın boş ada olan beş mil ötedeki Tiboulen Adası’na yüzmeyi düşündü fakat etrafını saran koyu karanlık içinde adayı nasıl bulacaktı. Ansızın, bir yıldız gibi ışıldayan Planier deniz fenerini gördü. Eğer fenere doğru yüzerse Tiboulen Adası solunda kalırdı. Fenere değil de biraz sola doğru yüzmesi gerekiyordu. Hapishanede geçen yılların ne kuvvetine ne de enerjisine tesir etmemiş olduğunu sevinçle gördü. İstediği gibi yüzebiliyordu.

Tasarladığı yöne doğru bir saat kadar devamlı yüzdü. Eğer yanılmamışsam Tiboulen Adası’ndan uzak olmamam lazım, diye düşündü. Fakat ya yanılmışsam? Titredi ve dinlenmek için bir müddet kendini suyun üstüne bıraktı. Fakat hava öyle sertleşmişti ki fazla kalamadı. “Sonuna kadar, kollarımı kaldıramayacak, kımıldayamayacak hâle gelinceye kadar giderim sonra da boğulurum.” dedi. Ümitsizliğin verdiği bir kuvvet ve gayretle tekrar yüzmeye başladı.

Karanlık gök, birdenbire sanki daha kararmış ve yağmur yüklü ağır bir bulut üstüne çöküyormuş gibi geldi. Aynı zamanda dizinde keskin bir acı duydu. Bir mermi ile yaralandığını sandı ve silah sesini bekledi. Fakat beklediği sesi duymadı. O sırada eline sert bir cisim değdi. Karada idi. O zaman, bulut sandığı şeyin on metre ötesinde sönmüş kömür gibi garip şekilli kayalardan meydana gelmiş Tiboulen Adası olduğunu anladı.

Dantés doğruldu. Birkaç adım attı. “Tanrı’ya şükürler olsun!” diye mırıldanarak kendisine, o anda, o güne dek yattığı yatakların en yumuşağı gelen sivri uçlu kayalara uzandı. Rüzgâra, fırtınaya ve yağmaya başlayan yağmura rağmen uyudu.

Bir saat sonra müthiş bir gök gürültüsü ile uyandı. Fırtına bütün şiddeti ile başlamadan önce çıkıntılı bir kayanın altına sığındı. Gökleri aydınlatan bir şimşeğin ışığında, bir bir buçuk mil ötede rüzgâr ve dalgalarla sürüklenen küçük bir balıkçı teknesi fark etti. Tekne iki dalga arasında kayboldu. Bir an sonra başka bir dalganın üstünde göründü. Dantés, korkunç bir hızla adaya doğru sürüklenen teknenin içindeki adamları yaklaşmakta oldukları felaketten haberdar etmek için bağırarak onlara sallamak üzere bir şey arandı. Fakat adamlar muhakkak ki durumun farkında idiler. İkinci bir şimşeğin aydınlığında teknedeki beş kişiden dördünün direklere tırmandığını gördü. Beşincisi de kırık dümen yekesini yakalamıştı. Bir an sonra müthiş bir çatırtı ve bağrışmalar duydu. Üçüncü bir şimşeğin aydınlığında kayalara çarpıp parçalanmış küçük tekneyi ve adamların enkaz arasında ümitsizce çırpındıklarını gördü. Her yer tekrar karanlıklara gömüldü. Dantés denize yuvarlanmak pahasına acele acele kaygan kayalardan indi. Etrafı araştırarak kulak kabarttı. Fakat ne bir şey gördü ne de bir ses duydu. Uğuldayan rüzgârları ve köpüren dalgaları ile ortada fırtınadan başka bir şey yoktu.

Rüzgâr ağır ağır dindi. Kül rengi büyük bulutlar batıya doğru uzaklaştı. Az sonra doğu ufkunda kırmızıya çalan uzun bir çizgi belirdi. Bu ışık aniden dalgaları ışıtarak onların köpüklü sırtlarını altın sorguçlar hâline soktu. Gün doğmuştu.

Dantés, İki üç saat sonra zindancı benim hücreme girerek zavallı dostumun cesedini bulacak ve durumu bildirecek,diye düşündü. Beni denize atanları sorguya çekecekler. Silahlı askerlerle dolu kayıklar denizde beni arayacak, top atarak durumdan kıyı muhafazasını haberdar edecekler, çıplak ve aç bir hapishane kaçkınının herhangi bir yere sığınmaması için gereken bütün tedbirleri alacaklar. Beni ele vererek yirmi frank kazanacak olan köylünün merhametine kalacağım. Tanrı’m, sen ne kadar acı çektiğimi biliyorsun, Tanrı’m bana yardım et. Artık ben kendime yardım edemeyeceğim.

Duasını henüz bitirmişti ki ufukta, Marsilya’dan gelen ve bir Ceneviz teknesine ait olduğunu anladığı bir Latin yelkeni gördü. “Ah…” dedi. “Bir hapishane kaçkını olduğum anlaşılıp tekrar Marsilya’ya götürülmekten korkmasam yüze yüze yarım saatte teknenin önüne çıkardım. Bu adamlar, hep kaçakçı ve yarı korsandır. Kârsız bir iş görmektense beni esir olarak satmayı tercih ederler. Ne uydurmalı acaba onları kandırmak için? Buldum. Dün gece kayalıklarda parçalanan teknenin tayfalarından olduğumu söylerim. Parçalanan teknedekilerin hiçbiri sağ kalmadı ki beni yalanlasın.” Böyle diyerek küçük teknenin parçalandığı yere baktı. Bir iki tahta parçası suyun üzerinde yüzüyordu. Bir kayanın üstünde de gemicilerden birinin kasketi vardı.

Dantés suya atlayarak o kayaya doğru yüzdü. Kasketi başına geçirdi. Tahtalardan birine sarılarak Ceneviz yelkenlisinin geçeceği yere doğru yüzmeye başladı.

На страницу:
6 из 10