bannerbanner
100 büyük romancı
100 büyük romancı

Полная версия

100 büyük romancı

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

Romanları: Siyah Kehribar (1955), Küçük Ağa (1964), Küçük Ağa Ankara’da (1966), İbişin Rüyası (1970), Firavun İmanı (1976), Gençliğim Eyvah (1979), Dönemeçte (1980), Yalnızlar (1981), Yağmur Beklerken (1981), Osmancık (1983)

16

Vedat TÜRKALİ

(1919 – )

Vedat Türkali, bir ömür boyunca inandığı idealler uğruna yaşadı ve romanlarında da senaryolarında da insanca bir hayata olan özlemini dile getirdi. Türk romanının klasikleri arasında olan “Bir Gün Tek Başına”da 1960’lı yılların toplumsal durumunu ve dönemin siyasal eylemlerini konu edinen yazar, sonraki romanı “Mavi Karanlık”ta da 12 Eylül darbesinin öncesindeki siyasal ve toplumsal gelişmelerin arka planını anlattı.

Türk edebiyatına yazar, romancı ve senarist olarak ismini yazdıran Vedat Türkali, 13 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’da dünyaya geldi. Asıl adı Abdülkadir Demirkan olan Türkali 1950’li yıllarda soyadını Pirhasan olarak değiştirdi, ama yazılarında “Vedat Türkali” imzasını kullanmaya devam etti. Samsun Lisesi’ni bitirdikten sonra askeri öğrenci olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan’la evlendi. Askeri liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Yasa dışı eylemlerde bulunduğunu gerekçesiyle 1951’de yedi yıl hapis cezasına çarptırıldı.

“Gar Yayınları”nı Rıfat Ilgaz ile kurduktan sonra, 1960’da Dolandırıcılar Şahı ile senaristliğe başladı. 1964 yılında Türk sinemasında yepyeni bir anlayışın ürünü olan Karanlıkta Uyananlar (1964) adlı Ertem Göreç filminin senaryosunu yazan ve bu senaryoyla 1965 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan Türkali, aynı yıl yönetmenliği de denedi. Gerek kendi adıyla gerek takma adlarla Yeşilçam’a birçok filmler yazan Türkali, o günlerini Yeşilçam Dedikleri Türkiye adlı romanında anlattı.

Toplumsal sorunlara değinen ve gerçekçi bakış açısı içeren birçok senaryo yazan Vedat Türkali, bu ürünlerin bir bölümünü daha sonra kitap haline getirdi. Yazar asıl ününü Bir Gün Tek Başına adlı romanıyla duyurdu. Adı geçen romanla 1974’te Milliyet Yayınları Roman Yarışması Birincilik Ödülü’nü, 1976’da ise Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı. 1960’lı yılların toplumsal durumunu ve dönemin siyasal eylemlerini konu edinen Bir Gün Tek Başına; çalkantılı yıllar içinde küçük burjuva aydının yaşamını, içinde bulunduğu durumu, çelişkilerini ve ruhsal bunalımını yansıtır. Bu kitabı izleyen Mavi Karanlık romanı ise 12 Eylül darbesinin öncesinde siyasal ve toplumsal gelişmelerin arka planını anlatır. Toplumun değişik kesimlerinden seçtiği karakterlerin, aydın ve küçük burjuvaların durumunu anlattığı bu kitapta olaylar Bodrum’da geçer.

Vedat Türkali, 90’lı yılların başından itibaren sessiz bir sürece girmiştir. Bunun en büyük nedeni de Türkali’nin; “Bir Gün Tek Başına, bu kitabı yazmak için kullandığım bir müsveddeydi,” dediği Güven’i yazmak için on yılı aşkın süre Londra’da yaşamasıdır. Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) tarihçesi niteliğinde kaleme alınan Güven’in ilk adımları, 1956 yılında Türkali cezaevindeyken atılmıştır. Türkali bu kitabı kaleme alırken ilk tepki yıllarca çalıştığı yayınevinden gelmiş ve yayınevi böyle ‘tehlikeli’ bir kitabı basmak istememiştir. Gendaş Yayınevi ile anlaşan Türkali’nin kitabı çıkar çıkmaz farklı kesimlerden sesler yükselmiştir. Kimileri bu kitabın Türkiye sosyalist hareketinde önemli bir rol üstlenen TKP tarihini çarpıttığını söylerken kimileri de kitabı edebi açıdan ele alarak değerlendirmiş ve ‘Güven’deki çelişkili noktalara dikkat çekmiştir.

12 Eylül darbesinden sonra Türk Yazarlar Sendikası (TYS), Aydınlar Dilekçesi ve Barış Derneği’nin davalarından yargılanan Vedat Türkali Yeşilçam Dedikleri Türkiye adını taşıyan romanında Türkiye ile sinemamızın merkezi olan Yeşilçam arasında bağlantı kurarak aydınların toplumsal sorunlarını ve sorumluluklarını incelemiştir.

Romanları: Bir Gün Tek Başına (1974), Mavi Karanlık (1983), Yeşilçam Dedikleri Türkiye (2001), Tek Kişilik Ölüm (1989), Güven (2 Cilt / 1999), Yalancı Tanıklar Kahvesi (2009)

17

Yusuf ATILGAN

(1921 – 1989)

Önce “Aylak Adam”ın dünyasını anlattı bize, sonra da “Anayurt Oteli”nden içeri itiverdi bizi. Anayurt Oteli’ne girdiğimiz gibi dışarı çıkabilmek hiç de kolay değildi oysa…

Yusuf Atılgan, 27 Haziran (nüfus kaydına göre: 25 Ağustos) 1921’de Manisa’da doğdu. 9 Ekim 1989’da İstanbul’da yaşamını yitirdi. Asıl adı Yusuf Ziya Atılgan’dır. Yazılarında “Nevzat Çorum” ve “Ziya Atılgan” imzalarını da kullandı. 1936’da Manisa Ortaokulu’nu, 1939’da parasız yatılı olarak okuduğu Balıkesir Lisesi’ni ve 1944 yılında da ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. A. N. Tarlan yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin başlığı “Tokatlı Kâni: Sanat, Şahsiyet ve Psikoloji” idi. O dönemde Akşehir’de bulunan Maltepe Askeri Lisesi’nde 1945 yılında, bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. Üniversite öğrenciliği sırasında Türkiye Komünist Partisi’ne katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak hapse mahkum edildi. Altı ay işkenceleriyle ünlü Sansaryan Hanı’nda, dört ay da Tophane Cezaevi’nde olmak üzere on ay hapis yattı. Ocak 1946’da tahliye olduktan sonra doğduğu yer olan Manisa’nın Hacırahmanlı Köyü’ne yerleşti. Burada evlenerek uzun süre çiftçilik yaptı. 1976’da tiyatro oyuncusu Serpil Gence ile ikinci evliliğini yapıp İstanbul’a yerleşti ve bir çocuğu oldu. 1980’den sonra, Milliyet Yayınları’nda danışmanlık ve çevirmenlik, kısa bir süre de Can Yayınları’nda redaktörlük yaptı. Üzerinde çalıştığı Canistan adlı romanını tamamlayamadan geçirdiği kalp krizi sonucu Moda’daki evinde vefat etti ve İstanbul Üsküdar’daki Bülbülderesi Mezarlığı’nda toprağa verildi. 1990’da Hacırahmanlı Belediyesi sanatçının anısına “Yusuf Atılgan Halk Kitaplığı”nı kurdu. Hakkında yazılan yazı ve röportajlarla kendisine adanan yazılar, ölümünün ardından bazı “Perşembeci Dostları” tarafından Yusuf Atılgan’a Armağan adlı kitapta derlendi.

İlk romanı Aylak Adam’la modern Türk edebiyatı içinde çok önemli bir yere sahip olan Yusuf Atılgan, özellikle yabancılaşma ve bunun zorunlu sonucu olan yalnızlık temalarını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı. Geçimini ailesinden kalan mirasla, herhangi bir işte çalışmak ihtiyacı duymadan sağlayan; kendi tanımıyla “zengin değil, ama paralı” bir adam olarak hemen hemen hiçbir sorumluluk üstlenmeden bohem bir hayat yaşayan ve “gerçek sevgiyi” arayan C. adlı genç bir adamın anlatıldığı Aylak Adam adlı ilk romanı, Türk edebiyatında çağdaş bireyi olanca trajedisiyle yansıtabilen bir roman olarak öne çıktı.

İkinci romanı olan Anayurt Oteli ise, Aylak Adam’ın C. karakteriyle iletmeye çalıştığı kentli bireyin yalnızlığını, Zebercet karakteriyle kasabaya daha da önemlisi yalnızlığın kimsesizlik olarak biçimlendiği bir çaresizliğe, bunalıma ve giderek, cinayet ve intiharla sonuçlanan bir trajediye taşır. Aylak Adam’ın C.’si gibi Anayurt Oteli’nin Zebercet’i de esas olarak sevgiyi aramaktadır, ancak Zebercet’in yaşadığı sevgi açlığı C.’nin yaşadığıyla kıyaslandığında katıksızdır ve bir dizi cinsel problemle de bütünlenerek bunalım düzlemine taşınır.

Yusuf Atılgan’ın ölümünden sonra yayımlanan “bitmemiş” romanı Canistan ise olayların geçtiği zaman dilimi ve coğrafya göz önünde bulundurulduğunda “birey”den, dolayısıyla da birey bazında yaşanan çelişki ve açmazdan bağımsızdır. Atılgan Canistan’da, insan gerçekliğine daha dolaysız hatta güdüsel bir düzlemde yaklaşmaya çalışır. Bu çerçeveden bakıldığında, Aylak Adam’ı kentin, Anayurt Oteli’ni kasabanın ve Canistan’ı da köyün romanı saymak gibi bir değerlendirme yapılabilir. Böylesi bir bakış, Yusuf Atılgan’ın yazı serüvenine olduğu kadar Türk romanının serüvenine de farklı bir perspektif getirir. Canistan “köy romanı”na daha önce benzerine rastlanmayan biçimde şiddet öğesini ve cinselliğin şiirsel katkısını getirir. Bu çerçeveden bakıldığında Canistan, aynı zamanda “can”a yani insana (hayata) yazılmış bir destan niteliğindedir.

Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli romanı 1987’de yönetmen Ömer Kavur tarafından aynı adla sinemaya aktarılmış ve büyük beğeni toplayan film birçok ulusal ve uluslararası festivalde önemli ödüller almıştır.

Romanları: Aylak Adam (1959), Anayurt Oteli (1973), Canistan (tamamlanamamış – 2000)

18

Yaşar KEMAL

(1923 – )

Hayatı boyunca Nobel Edebiyat Ödülü’ne en fazla aday gösterilen yazarlardan biri olan ve romanlarıyla Türkiye’yi ve Türk insanını tüm dünyaya tanıtan Yaşar Kemal, yaşamını destansı bir yazar ve onurlu bir aydın olarak sürdürmektedir.

Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, 1923 yılında Adana’nın Göğceli köyünde, Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü’ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Günseli) köyünden olan ailesi I. Dünya Savaşı’ndaki işgal yüzünden uzun bir göç süreci sonunda Adana’nın Osmaniye ilçesine (bugün il) bağlı Hemite (bugün Gökçedam) Köyü’ne yerleşmişti. Küçük yaşta geçirdiği bir kaza nedeniyle bir gözünü kaybeden Yaşar Kemal, beş yaşındayken babasının Hemite Camii’nde namaz kılarken öldürülmesine tanık oldu. Burhanlı Köyü ilkokulunda başladığı ilköğrenimini Kadirli Cumhuriyet İlkokulu’nda tamamladı. Adana’da ortaokula devam ederken bir yandan da çırçır fabrikasında işçilik yaptı. Ortaokulu son sınıfta terk ettikten sonra çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği’nde ırgat katipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu Kitaplığı’nda memurluk (1942), Zirai Mücadele’de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli’nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Yirmiye yakın işte çalıştığı bu yıllarda en uzun işi beş yıl üst üste yaptığı çeltik tarlalarında kontrolörlük oldu. Bu arada 17 yaşındayken siyasi nedenlerle ilk tutukluluk deneyimini yaşadı. Askerlikten sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalıştı. 1948’de Kadirli’ye döndü, bir süre yine çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptıktan sonra arzuhalcilik yapmaya başladı, çeşitli güçlüklerle karşılaştığı için bu işi de sürdüremedi. 1950’de Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı eylemde bulunmak savıyla tutuklandı ve bir süre Kozan Cezaevi’nde yattı. 1951’de serbest bırakılınca İstanbul’a gitti.

Kısa bir işsizlik döneminin ardından Cumhuriyet gazetesinde röportaj yazarlığı ile başladığı gazeteciliği, fıkra yazarlığı ve kurduğu yurt haberleri serisinin yönetimi ile sürdürdü (1951-63). 1962’de girdiği Türkiye İşçi Partisi’nde Genel Yönetim Kurulu üyeliği, Propaganda Komitesi başkanlığı ve Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yaptı. 1963’te ayrıldığı gazetecilikten sonra kendini bütünüyle roman yazma uğraşına verdi. 1967’de haftalık dergi Ant’ın kurucuları arasında yer aldı. Sorumlusu olduğu bu derginin yayınları arasında çıkan Marksizmin Temel Kitabı adlı yapıttan dolayı 18 ay hüküm giydi. Bu karar Yargıtay tarafından bozuldu. Ant dergisindeki yazılarından dolayı çeşitli kovuşturmalara uğradı. 1973’te Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna katıldı ve 1974-75 yıllarında ilk genel başkanlığını üstlendi. 1995’te Der Spiegel’de çıkan bir yazısı dolayısıyla İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı, 20 ay hapis cezasına çarptırıldı ve cezası ertelendi.

Yazar, küçük yaşlarda halk edebiyatına ilgi duydu; saz çalmaya, türkü söylemeye ve destanlar anlatmaya başladı. Yöredeki halk ozanlarıyla karşılıklı atışmalar yaptı. İlkokulda okurken şiir yazmaya başladı. Köy köy dolaşarak folklor ürünleri derledi. Bu yıllarda şiirlerini, Kemal Sadık Göğceli adı ile Türksözü (1939), Yeni Adana (1939) ve Vakit (1940) gazetelerinde ve Varlık, Kovan, Ülkü, Millet, Beşpınar dergilerinde yayımladı. 1940’lı yıllarda Adana’da çıkan Çığ dergisi çevresindeki yazar ve aydınlarla ilişki kurdu ve şiirleri o dergide de yayımlanmaya başladı. Abidin Dino ve ağabeyi Arif Dino ile kurduğu yakınlık, onun düşünce ve edebiyat dünyasının gelişimini etkiledi. Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde çalıştığı dönemde eski Yunan klasiklerinden Çukurova tarihine kadar pek çok kitapla tanışma olanağı buldu. Bu sıralarda Orhan Kemal’le de tanıştı. İlk öyküleri Bebek, Dükkancı, Memet ile Memet 1950’lerde yayımlandı. İlk öyküsü Pis Hikaye’yi ise 1944’te, Kayseri’de askerliğini yaparken yazdı. Gözleme dayanan bu ilk öyküleri, konularını Çukurova’dan ve Çukurova insanından aldı; bu yöre insanının ekonomik sıkıntılar ve güç doğa koşulları karşısındaki savaşını insan-doğa-çevre ilişkisi içerisinde ele aldı. Daha sonra giderek uzun öykülere yöneldi.

Cumhuriyet gazetesine girdikten sonra Yaşar Kemal imzası ile yazmaya başladı. Bu dönemde Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını dile getirdiği dizi röportajları ile tanınmaya başladı. 1952’de yayımlanan ilk öykü kitabı Sarı Sıcak’ta da yer alan Bebek öyküsünün Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmeye başlandığı dönemde yazara duyulan ilgi giderek artmaya başladı. 1953-54’te Cumhuriyet’te tefrika edilen ilk romanı İnce Memed ise büyük ilgi uyandırdı. Yayımlandığı dönemde büyük yankı yaratmış olan İnce Memed’de yazarın geleneksel masal ve efsane motiflerinden yararlanarak çağdaş düzeyde romantik bir öykü kurduğu gözlenir. Teneke (1967), Çukurova yöresindeki çeltik ağalarına karşı mücadele eden ve köylünün yanında yer alan genç ve idealist bir kaymakamın trajik öyküsünü işler; “aydının mücadele gücü”nü dile getirir. Daha sonra bu romanı iki perdelik oyun biçiminde sahneye uyarlamıştır.

Yaşar Kemal, pek çok yapıtında Anadolu’nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. Halk öykücülüğünden yola çıkarak sözlü gelenekte yaşayan Köroğlu, Karacaoğlan, Alageyik öykülerini Üç Anadolu Efsanesi (1967) adıyla yeniden kaleme almıştır. Ağrıdağı Efsanesi’nde (1970) bir aşk olayından yola çıkarak ve bu simgesel tema çerçevesinde baskı karşısında halkın dayanışma gücünü; Binboğalar Efsanesi’nde (1971) ise Toros eteklerindeki Türkmen göçebelerin yerleşik düzene geçmeleriyle ortaya çıkan güçlükleri, düş kırıklıklarını ve geçmiş yaşamlarına duydukları özlemi anlatır. Osmanlı’nın son dönemlerinde haksızlıklara karşı dağa çıkmış bir eşkıyanın yaşamını Çakırcalı Efe’de (1972) ele alır. Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca’da ise yine bir halk öyküsünden yola çıkar; alegorik bir üslupla sömürenlerle sömürülenler arasındaki ilişkileri anlatır.

Yaşar Kemal, ‘70’li yılların ortalarından itibaren yazarlığında yeni bir yönelimin ürünleri olarak nitelenebilecek eserler kaleme almaya başlar. Al Gözüm Seyreyle Salih (1976), Kuşlar da Gitti (1978) ve Deniz Küstü (1978) romanlarında yazar, ilk kez Çukurova dışına çıkarak kenti ve deniz insanını konu edinir. Deniz Küstü’de büyük kentin karmaşasını, yozluğunu işler. Deniz insanının kentteki yaşam serüveninden yola çıkarak kente yabancılaşmasını, deniz doğasının yok oluşunu yansıtır. Aynı olguyu Kuşlar da Gitti’de çocukların bakış açısından ele alır. Bir sahil kasabasındaki insanların sorunlarını, uğraşılarını, birbirleriyle ilişkilerini Al Gözüm Seyreyle Salih’te dile getirir.

Yazarın İnce Memed adlı romanı yaklaşık 40 dile çevrilerek yayımlanmıştır. Diğer romanları da çok sayıda yabancı dile çevrilmiştir; kitaplarının yurtdışındaki baskısı 140’tan fazladır. Bu bağlamda uluslararası bir üne sahip olan Yaşar Kemal ilgili kurum ve kişilerce Nobel Edebiyat Ödülü’ne de aday gösterilmiştir. PEN Yazarlar Derneği üyesi olan ve halen İstanbul’da yaşamını yazarlık ile sürdürmekte olan Yaşar Kemal bir çocuk babasıdır.

Roman ve öykülerinden yapılan uyarlamalarla çağdaş Türk tiyatrosuna da katkıları olmuştur; Yer Demir Gök Bakır, “Uzundere” adıyla 1965’te, Teneke yazarın oyunlaştırması ile Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu tarafından 1965’te ve Ağrı Dağı Efsanesi 1974’te çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelenmiştir. Birçok yapıtı da sinemaya uyarlanmıştır. Bunlardan “Beyaz Mendil”i 1955’te Lütfü Akad; “Namus Düşmanı”nı 1957’de Ziya Metin; “Alageyik”i 1959’da, “Karacaoğlan’ın Sevdası”nı 1959’da ve “Ölüm Tarlası”nı 1966’da Atıf Yılmaz; “Ağrı Dağı Efsanesi”ni 1974’te Memduh Ün; “Yılanı Öldürseler”i 1981’de Türkan Şoray; “İnce Memed”i 1984’te Peter Ustinov ve “Yer Demir Gök Bakır”ı 1987’de Zülfü Livaneli yönetmiştir.

Seçme Romanları: İnce Memed, I. Cilt (1955), Teneke (1955), Orta Direk (1960), Yer Demir Gök Bakır (1963), Ölmez Otu (1968), İnce Memed II. Cilt (1969), Ağrıdağı Efsanesi (1970), Akçasazın Ağaları / Demirciler Çarşısı Cinayeti (1974), Akçasazın Ağaları / Yusufcuk Yusuf (1975), Yılanı Öldürseler (1976), Deniz Küstü (1978), Yağmurcuk Kuşu / Kimsecik I (1980), İnce Memed, III. Cilt (1984), Kale Kapısı / Kimsecik II (1985), İnce Memed, IV. Cilt (1987), Kanın Sesi / Kimsecik III (1991), Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana / Bir Ada Hikayesi I (1997), Karıncanın Su İçtiği / Bir Ada Hikayesi II (2002), Tanyeri Horozları / Bir Ada Hikayesi III (2002)

19

Attila İLHAN

(1925 – 2005)

Her biri birbirinden güzel şiirleri ve ulusal bağımsızlık alanında ödün tanımaz düşünce yazılarıyla ülkemizin ufkunu genişleten yazarlardan olan Attila İlhan yazdığı romanlarla da Türk edebiyatına çok şey kattı. Gerek biçim gerek içerik açısından hayli farklı olan romanları bize kendi tarihimizi “aynanın içinden” gösterme çabasındaydı.

Şiirleri, düşünce yazıları ve romanlarıyla ülkemizin en tanınan ve sevilen yazarlarından biri olan Attila İlhan, 15 Haziran 1925’te İzmir’de, Menemen’de dünyaya geldi. Tam adı Attila Hamdi İlhan’dır. İlk ve orta öğretiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle “yakalandığı” için 1941 Şubat’ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı, iki ay hapiste yattı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Okuma hakkını 1944 yılında danıştay kararıyla tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne kaydını yaptırdı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz biçimde CHP Şiir Yarışması’na gönderdiği Cabbaroğlu Me-hemmed şiiriyle o dönemin pek çok ünlü şairini geride bırakarak ikincilik ödülünü kazandı. 1946’da liseden mezun oldu, İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi imkanlarıyla yayımladı.

1949 yılında, üniversite ikinci sınıftayken şair Nazım Hikmet’i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris’e gitti. Bu harekette aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri, daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye’ye geri dönüşünde sıklıkla başı polisle derde girdi, birkaç kez gözaltına alındı. Sansaryan Han’daki sorgulamalar; ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır.

1951 yılında Gerçek gazetesindeki bir yazısından dolayı kovuşturmaya uğrayınca tekrar Paris’e gitti. Burada Fransızca öğrendi Marksizm’le tanıştı. 1950’li yılları İstanbul – İzmir – Paris üçgeni içerisinde geçiren Attila İlhan, bu dönemde adını yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlayarak öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi yine bu dönemde, 1953’te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başladı.

1957’de gittiği Erzincan’da askerliğini yaptıktan sonra tekrar İstanbul’a dönen Attila İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. On beşe yakın senaryoya “Ali Kaptanoğlu” adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca 1960’ta Paris’e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönemin ardından, babasının ölmesiyle birlikte İzmir’de yaşamaya başladı. İzmir’de kaldığı sekiz yıl soyunca Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yaptı. Aynı yıllarda şiir kitabı Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler roman serisinden Bıçağın Ucu yayınlandı. 1968’de evlendi, on beş yıl evli kaldı.

1973’te Bilgi Yayınevi’nin danışmanlığını üstlenerek Ankara’ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak romanlarını Ankara’da yazdı. 1981’e kadar Ankara’da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşti. İstanbul’da gazetecilik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attila İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından itibaren köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü. 1970’lerde Türkiye’de televizyon yayınının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attila İlhan da tekrar senaryo yazmaya başladı. Senaryolarını yazdığı Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.

Attila İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan’ın 2004’ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005’te İstanbul’daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı. Şair ve yazar Attila İlhan’ın kabri İstanbul’da, Aşiyan Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

Romanları: Sokaktaki Adam (1953), Zenciler Birbirine Benzemez (1957), Kurtlar Sofrası (1963), Bıçağın Ucu (1973), Sırtlan Payı (1974) Yaraya Tuz Basmak (1978), Fena Halde Leman (1980), Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981), Haco Hanım Vay (1984), O Karanlıkta Biz (1988), Allah’ın Süngüleri: Reis Paşa (2002), Allah’ın Süngüleri: Gazi Paşa (2006), O Sarışın Kurt (2007)

20

Adalet AĞAOĞLU

(1929 – )

Siyasi kavgalarla birlikte en derin aşklar, çığlık çığlığa haykıran oyun kahramanlarının yanı sıra çıtını çıkarmadan da yaşayabilen kadın karakterler Adalet Ağaoğlu ile girdi Türk edebiyatına. Bir yandan tiyatro oyunlarıyla, bir yandan romanlarıyla tüm bir kuşağın kadınlarının sancılarını seslendirdi yazar Adalet Ağaoğlu…

1929’da Ankara’nın Nallıhan ilçesinde doğdu. Dört çocuklu bir ailenin tek kızı ve oyuncu Güner Sümer’in (1936 – 1977) ablasıdır. Ortaöğrenimini 1946’da Ankara Kız Lisesi’nde tamamladı. 1950’de Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Açılan bir sınavla Ankara Radyosu’na girdi. 1951-1971 yılları arasında TRT’de çeşitli görevlerde bulundu. Aynı dönemde oyuncu ve yönetmen dört arkadaşıyla birlikte (Kartal Tibet, Üner İlsever, Çetin Köroğlu, Nur Sabuncu) Ankara’nın ilk özel tiyatrosu olan Meydan Sahnesi’ni kurdu ve Meydan Sahne Dergisi’ni çıkardı. 12 Mart Darbesi’nin ardından, kurumun özerkliğine el konulması sonucu TRT Radyo Dairesi Başkanlığı’ndan istifa etti. Yazmaya 1946’da Ulus gazetesinde yayınlanan tiyatro eleştirileriyle başladı. 1948-1950 arasında Kaynak dergisinde şiirleri yayınlandı. Sevim Uzgören’le birlikte kaleme aldığı Bir Oyun Yazalım 1953’te Ankara Küçük Tiyatro’da sahnelendi. İlk romanının yayınladığı 1973’e kadar sadece tiyatro yazarlığıyla ilgilendi.

На страницу:
4 из 5