bannerbanner
100 büyük romancı
100 büyük romancı

Полная версия

100 büyük romancı

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 5

Çeşitli baskıları olan eserleri Dergah Yayınları’nda toplandı. Enis Batur 1992 yılında Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Seçmeler adlı bir kitap hazırladı. Yazar ile ilgili yayımlanmış en son eser, 2007 yılının sonunda çıkan Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Baş Başa’dır. Eser, Tanpınar’ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlardan oluşmaktadır.

Hayatı boyunca sağlığından şikayetçi olan Tanpınar, 23 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp krizi nedeniyle Haseki Hastanesi’ne kaldırıldı. Ertesi sabah, ikinci bir krizle hayata veda etti. Ahmet Hamdi Tanpınar, Rumeli Hisarı Kabristanı’nda, hocası ve dostu Yahya Kemal’in yanı başında toprağa verildi.

Romanları: Mahur Beste (tefrika: 1944 – basım: 1975), Huzur (t: 1949- b: 1983), Sahnenin Dışındakiler (t:1950- b:1973), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (t: 1961- b:1977), Aydaki Kadın (ölümünden sonra basımı: 1987)

11

Sabahattin ALİ

(1907 – 1948)

Şair ve yazar Sabahattin Ali, kendi zamanında baskıyla ve zulümle yaşamış olsa da ölümünden yıllar sonra bir sanatçı olarak hak ettiği üne kavuştu. Bugün radyolarda, televizyonlarda çalan en sevilen şarkıların sözlerini bu büyük şairimizin yazdığını kaçımız biliyoruz?

Türk romanının ve şiirinin ölümsüz adlarından Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de Gümülcine’de doğdu. Babası Cihangirli Selahattin Ali Bey piyade yüzbaşısıydı, bu yüzden görev yeri sık sık değişiyordu. Ali çocukluk yıllarında çeşitli şehirlerde yaşadı, çeşitli okullarda okudu. Ortaokulu önce Balıkesir Öğretmen Okulu’nda sonra İstanbul İlköğretmen Okulu’nda okudu ve 1926’da bu okuldan mezun oldu. İlk yazıları 1925’te Balıkesir’de yayınlanan Irmak adlı dergide çıktı. Ali bir süre ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Almanya’ya gönderildi. Potsdam ve Berlin’de öğrenim gördü. 1930’da Türkiye’ye geri döndü ve Ankara, Aydın ve Konya’daki ortaokullarda Almanca öğretmenliği yaptı. İlk öyküsü Bir Orman Hikayesi, 30 Eylül 1930’da Resimli Ay dergisinde yayımlandı.

1932 yılında, bir arkadaş ortamında okuduğu bir şiirde Atatürk’e hakaret ettiği iddiasıyla tutuklandı. 1933’te çıkan afla bir yıl yattığı cezaevinden çıktı. O dönemde bakan olan Hikmet Bayur yazardan fikrinin değiştiğini ispatlamasını isteyince Sabahattin Ali 15 Ocak 1934’te Varlık Dergisi’nde Benim Aşkım adlı şiirini yayımlayarak Atatürk’e olan bağlılığını göstermeye çalıştı. Yine 1934’te, Milli Eğitim Bakanlığı Yayın Müdürlüğü’nde işe girdi. 16 Mayıs 1935’te Aliye Hanım’la evlendi. 1936’da askere gitti. Eylül 1937’de kızı Filiz Ali dünyaya geldi. 1938’de Musiki Muallim Mektebi’nde Türkçe öğretmenliğine başladı, ancak bu göreve 1940 yılında tekrar askere alınıncaya kadar devam edebildi. 1941 yılında askerden dönünce Ankara Devlet Konservatuarı’nda Almanca öğretmenliği yapmaya başladı.

Yazar 1937’de Kuyucaklı Yusuf, 1940’ta İçimizdeki Şeytan ve 1943’te Kürk Mantolu Madonna olmak üzere üç roman yazdı. “İçimizdeki Şeytan”, Ali’nin Nihal Atsız ve milliyetçi kesimle büyük bir çatışmaya girmesine yol açtı. Nihal Atsız’a açtığı davayı kazandığı hâlde tepkiler hiç dinmedi ve 1945 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’ndaki görevinden alındı. Bu sırada yazı yazdığı gazeteler, dönemin siyasi olayları sonucunda kapandı.

Tüm bu olaylar üstüne İstanbul’da gazetecilik yapmaya karar veren Sabahattin Ali, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’la birlikte 1945 yılında Marko Paşa adlı bir mizah dergisi çıkarmaya başladı. Bu dergi kapatılınca Malum Paşa, Öküz Paşa ve Merhum Paşa adlı siyasi mizah dergilerini de 1946 ve 1947 yıllarında çıkardılar. 1948’de Sabahattin Ali bu dergilerdeki yazılarından biri yüzünden tutuklandı ve üç ay hapis yattı.

Sabahattin Ali 1934’te halk şiirinden esinlenerek yazdığı şiirlerini Dağlar ve Rüzgar adlı kitabında topladı, bu kitap 1943’te derlenerek tekrar piyasaya sürüldü.

Sabahattin Ali yaşadığı onca zorluktan ve sürekli olarak izlenmesinden dolayı yurtdışına kaçmak istedi, ancak kendisine yardım etmesi için anlaştığı Milli Emniyet’le bağlantılı bir kaçakçı olan Ali Ertekin tarafından 2 Nisan 1948’de Bulgaristan sınırında öldürüldü. Bu olayın üzerindeki sır perdesi hâlâ tam olarak aydınlanmamıştır ve verdiği çelişkili açıklamalar nedeniyle suçu üstlenen kişinin gerçek fail olmadığı yönünde kuvvetli şüpheler bulunmaktadır.

Sabahattin Ali, romanlarında insan ruhunu çok iyi bir şekilde irdeledi. Gerçekçi ve yepyeni öykü anlayışıyla tarifi zor hisleri başarıyla dile getirdi. İnsanın zayıflıklarını yansıtmaktan çekinmedi ve yanıtlanması zor sorular sordu. Tutkuyu anlatışındaki ustalıkla Sabahattin Ali döneminin yazarları arasında çok önemli bir yere sahiptir. Talihsizliklerle dolu yaşamı, ölümü, insan ruhunun derinliklerine inen incelemeleri ile günümüzde hâlâ araştırılan, incelenen bir yazardır. “Leylim Ley”, “Aldırma Gönül” ve “Benim Meskenim Dağlardır Dağlar” gibi şarkılar başta olmak üzere, Sabahattin Ali’nin birçok şiiri sonraki yıllarda bestelenmiştir ve bugün hâlâ söylenmektedir.

Romanları: Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940), Kürk Mantolu Madonna (1942)

12

Kemal TAHİR

(1910 – 1973)

Türkiye’nin siyasal, toplumsal ve kültürel yapısı üzerine en çok kafa yoran, yazdığı romanlarda sürekli yeni tezler ileri süren Kemal Tahir, gerek romanları gerekse büyük tartışmalar yaratan düşünce yazılarıyla Türk edebiyatının üzerinde en çok konuşulan yazarlarından biri olmuştur.

Asıl adı “İsmail Kemalettin Demir” olan Kemal Tahir, 15 Nisan 1910’da İstanbul’da Abdülhamit’in yaverlerinden Yüzbaşı Tahir Bey’in oğlu olarak doğdu. Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimini yarım bırakıp avukat katipliği ve Zonguldak’taki kömür işletmelerinde ambar memurluğu yaptı. 1930’da İstanbul’a döndü.

1938’de, siyasi görüşleri nedeniyle “Bahriye Olayı” diye bilinen davanın sanıklarından biri olarak Donanma Komutanlığı Mahkemesi’nde yargılandı; askeri isyana teşvik etmekle suçlanıp on beş yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Sonra Göl İnsanları’na alacağı iki öyküsünü hapisteyken “Cemalettin Mahir” takma adıyla Tan’da yayımladı. Çıktıktan sonra da çeşitli adlar kullanarak serüven romanları yazmayı sürdürdü. “F.M. İkinci” imzasıyla yayımladığı Mayk Hammer dedektiflik romanlarından bazılarını kendisi yazdı.

1955’te kendi adını kullanarak yayımladığı tek öykü kitabı Göl İnsanları, ilgiyle karşılandı. Bu kitabı, konularını köy ve kasaba yaşamından alan Anadolu romanları ve yakın tarihi olayları işleyen kent romanları izledi. Körduman, Bedri Eser, Samim Aşkın, F. M. İkinci, Nurettin Demir, Ali Gıcırlı gibi takma isimlerle gazetelere tefrika aşk ve macera romanları yazdı, Fransızcadan çeviriler yaptı. Yaklaşık on dört ay boyunca, Aziz Nesin ile birlikte kurdukları Düşün Yayınevi’ni yönetti. Metin Erksan, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz gibi yönetmenlerle senaryo çalışmaları yaptı.

Romanın acı çeken insanları anlattığını söyleyen Kemal Tahir, tarih ve toplum yorumuyla örtüşen, kendine özgü bir roman anlayışı geliştirmeye çalıştı. Ona göre Türk toplumu, Batı toplumlarına benzemiyordu. Çünkü tarih içindeki gelişimi, Batı’nın klasik gelişim çizgisinden farklıydı. Osmanlı toplumu Batı’nın sınıflı toplumlarına benzemiyordu, o hâlde Türk romanı kendi toplumsal yapısının gerçekliğini yansıtmalıydı. Köy romanlarının ilki Sağırdere (1955) ve onun devamı olan Körduman’da (1957) Çorum’un Yamören köyünden Kamil’in serüvenini merkez alarak köylünün sorunlarını, etik değerlerini, köyün ekonomik yapısını, tarih içindeki bağlarından koparmadan sergiledi. Rahmet Yolları Kesti’de (1957) eşkıyalık olgusuna eğildi. Yedi Çınar Yaylası (1958), Köyün Kamburu (1959), Büyük Mal (1970) üçlemesinde köylünün günlük hayatını, ağa, eşraf sömürüsünü mütareke döneminden cumhuriyete uzanan tarihsel fonda ele aldı. Özellikle Büyük Mal’da köylünün cinsel yaşamına ilişkin ayrıntıların altını çizdi.

Yakın tarihin olaylarını konu edindiği kent romanlarında toplumumuzun batılılaşma sürecine ilişkin yorum ve eleştirileriyle tartışma yarattı. Esir Şehrin İnsanları (1956) ve Esir Şehrin Mahpusu’nda (1962) Mütareke dönemini, Kurtuluş Savaşı’nın bir Osmanlı paşazadesi üzerindeki değiştirici etkisini; Yorgun Savaşçı’da (1965) İttihatçılarla milli mücadele yanlısı güçler arasındaki çatışmayı; Kurt Kanunu’nda (1969) İzmir Suikasti’ni; Yol Ayrımı’nda (1971) Serbest Fırka olayını anlattı.

Kemal Tahir, sadece edebiyatın kendine özgü anlatım aracını değil toplumsal bilimlerin anlatım aracını da kullandı. Asya Tipi Üretim Tarzı’na ilişkin düşüncelerini ortaya koyduğu Devlet Ana (1967), üzerinde en çok konuşulan, en fazla tartışma yaratan kitabı oldu. Yorgun Savaşçı’yla “Yunus Nadi Ödülü”nü, Devlet Ana’yla “Türk Dil Kurumu Ödülü”nü alan Kemal Tahir’in hapishane anılarından yola çıkarak yazdığı Namusçular, Karılar Koğuşu, Dam Ağası, Bir Mülkiyet Kalesi ve Hür Şehrin İnsanları gibi roman taslakları ölümünden sonra basıldı. 1968’de SSCB’ye giden Kemal Tahir, Anadolu’ya uygun bir sol düşünce oluşturmaya çalıştı. Romanlarının ana damarını oluşturan toplum ve tarih tezleri nedeniyle uzunca bir dönem tartışmaların odağında yer alan Kemal Tahir, 21 Nisan 1973’te geçirdiği kalp krizi sonucu İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.

Romanları: Sağırdere (1955), Esir Şehrin İnsanları (1956), Körduman (1957), Rahmet Yolları Kesti (1957), Yedi Çınar Yaylası (1958), Köyün Kamburu (1959), Esir Şehrin Mahpusu (1961), Bozkırdaki Çekirdek (1962), Kelleci Memet (1962), Yorgun Savaşçı (1965), Devlet Ana (1967), Kurt Kanunu (1969), Büyük Mal (1970), Yol Ayrımı (1971), Namusçular (1974), Karılar Koğuşu (1974), Hür Şehrin İnsanları (1976), Dam Ağası (1977), Bir Mülkiyet Kalesi (1977)

13

Orhan KEMAL

(1914 – 1970)

Roman ve öyküleriyle çağdaş Türk edebiyatında özgün bir yeri olan Orhan Kemal, toplumsal yaşamımızın değişim dönemlerini gerçekçi bir biçimde yapıtlarında dile getirmiş; aydınlık ve gerçekçi bakışıyla insan-toplum ilişkilerini ustalıkla yansıtmıştır.

Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası 1920-1923 döneminde birinci TBMM’de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920’de kurulan Bakanlar Kurulu’nda Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930’da Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Abdülkadir Kemalî Bey’dir.

Partisinin kapatılması üzerine 1931’de Suriye’ye kaçan babasının yanına gidince yazar, orta son sınıftaki öğrenimini yarım bıraktı. Daha sonra burada bir basımevinde çalıştı. Bir yıl kadar Suriye ve Lübnan’da kaldı. 1932’de Türkiye’ye dönünce Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar memurluğu yaptı. 5 Mayıs 1937’de evlendi. Nisan 1938’de kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde’de askerlik görevine başladı. Burada “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana tahrik etmek” suçundan yargılanarak 27 Ocak 1939’da beş yıl hüküm giydi. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı. Bu tanışma, onun sanat yaşamında dönüm noktası oldu. 26 Eylül 1943’te tahliye olunca Adana’ya döndü. Karataş’ta toprak taşıma işinde bir ay çalıştı. 14 Nisan 1944’te Devlet Demiryolları’nda mevsimlik hamal olarak çalıştı. Aynı yılın haziran ayında Güzel İzmir Nakliyat Ambarı’nda iş buldu. Bir süre sonra bu işten çıkarıldı. 13 Temmuz 1944’te oğlu Nazım doğdu.

1945 yılı yazında Kilis’e giderek kalan otuz beş günlük askerlik görevini tamamladı. Ardından Çorum’a sürgüne gönderildi. Babasının dönemin başbakanı Recep Peker’e telgraf çekmesi üzerine, 26 Ekim 1946’da bırakıldı. Adana’ya dönünce sebze taşımacılığı ve Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaptı. Bir süre sonra işsiz kaldı. Aralık 1949’da üçüncü çocuğu Kemali doğdu. 17 Nisan 1950’de ailece İstanbul’a yerleştiler. Hayatının bu dönemi artık iyice zor olmaya başlamıştı. Evli, üç çocuklu ve işsiz bir adam olarak zaten içinde olan yazarlık hevesine dört elle sarılmaya başladı. İstanbul’da geçimini artık yazarlıkla sağlıyordu. Kasım 1957’de dördüncü çocuğu Işık doğdu. 7 Mart 1966’da bir ihbar üzerine iki arkadaşıyla birlikte tutuklandı. “Hücre çalışması ve komünizm propagandası” yaptıkları gerekçesiyle tevkif edilerek Sultanahmet Cezaevi’ne gönderildi. 7 Nisan’da Türk Edebiyatçılar Birliği, Gen-Ar Tiyatrosu’nda Orhan Kemal’in 30. sanat yılı nedeniyle bir jübile düzenledi. Toplantıda Melih Cevdet Anday, Yaşar Kemal ve James Baldwin birer konuşma yaptı. Bilirkişice verilen “suç teşkil eden bir cihet bulunmadığı hususundaki” rapor üzerine 13 Nisan 1966’da serbest bırakıldı. 17 Temmuz 1968’de bu davadan beraat etti. Bulgar Yazarlar Birliği’nin çağrısı üzerine gittiği Sofya’da, tedavi edilmekte olduğu hastanede 2 Haziran 1970’te öldü.

Edebiyatımızın en önemli romancılarından olan Orhan Kemal yazın yaşamına askerdeyken şiirle başladı. Romanlarında konuşma ağırlıklı, görsel yönü zengin bir anlatım dili kullandığı için Orhan Kemal’in romanları her zaman sinemaya uyarlanmaya en yatkın romanlar olarak bilindi ve zaten yazdığı romanların büyük bölümü çeşitli yönetmenler tarafından sinemaya ve televizyona uyarlandı.

Orhan Kemal Kardeş Payı ile 1958, Önce Ekmek’le de 1969 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı; yine Önce Ekmek kitabıyla 1969 Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü’nü kazandı. Öykü ve romanlarının yanı sıra film senaryoları da yazdı. 72. Koğuş, Murtaza, Eskici Dükkanı, Kardeş Payı adlı yapıtlarını oyunlaştırdı. İspinozlar oyununu yazdı. Bu oyunları çeşitli tiyatrolar tarafından sahnelendi. 72. Koğuş oyunuyla 1967’de Ankara Sanat Severler Derneği’nce “en iyi oyun yazarı” seçildi. Ailesi tarafından ölümünden sonra her yıl yazarın ölüm yıldönümünde verilmek üzere konulan “Orhan Kemal Roman Armağanı”, ülkemizin en önemli roman ödülleri arasındadır.

Romanları: Baba Evi (1949), Avare Yıllar (1950), Murtaza (1952), Cemile (1952), Bereketli Topraklar Üzerinde (1954), Suçlu (1957), Devlet Kuşu (1958), Vukuat Var (1958), Gavurun Kızı (1959), Küçücük (1960), Dünya Evi (1960), El Kızı (1960), Hanımın Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulları (1962) (Eskici Dükkanı adıyla: 1970), Gurbet Kuşları (1962), Sokakların Çocuğu (1963), Kanlı Topraklar (1963), Bir Filiz Vardı (1965), Müfettişler Müfettişi (1966), Yalancı Dünya (1966), Evlerden Biri (1966), Arkadaş Islıkları (1968), Sokaklardan Bir Kız (1968), Üç Kağıtçı (1969), Kötü Yol (1969), Kaçak (ö.s.-1970), Tersine Dünya (ö.s.-1986)

14

Aziz NESİN

(1915 – 1995)

Aziz Nesin, sadece Türkiye’nin değil dünyanın en önde gelen gülmece yazarlarından biridir. Yazdığı kitaplar daha Türk edebiyatı dünyaya açılmadan önce birçok dilde yayımlanmış, yazara uluslararası bir ün ve bol sayıda ödül kazandırmıştır.

Türk edebiyatının en yaratıcı ve özgün kalemlerinden biri olan Aziz Nesin 20 Aralık 1915’te, İstanbul Heybeliada’da doğdu. 1925’te İstanbul Süleymaniye’de bulunan Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi’nin üçüncü sınıfına girdi. 1935’te Kuleli Askeri Lisesi’ni bitirip Harp Okulu’na geçti. 1937’de Ankara’da Harp Okulu’nu bitirip asteğmen oldu. II. Dünya Savaşı yıllarında iki yıl Trakya’da çadırlı ordugahta görev yapan Nesin 1942’de Erzurum Müstahkem Mevkii İstihkam Taburu Bölük Komutanlığı’na atandı. Bir bomba kazasında yaralandı. Erzincan’da depremde yıkılmış olan ordu cephaneliğinin boşaltılmasıyla görevlendirildi. Nesin 1944’te Ankara’da Harp Okulu’nda açılan ilk tank kursuna katıldı. 1944’te Zonguldak’ta uçaksavar top mevzileri yaptırmakla görevlendirildi.

Aziz Nesin, 1945’te askerlikten ayrıldıktan sonra Karagöz gazetesinde ve Yedigün dergisinde redaktörlük ve yazarlık yaptı; profesyonel olarak yazarlığa başladı. Aynı yıl Tan gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Aynı yıl ilk bağımsız yapıtı olan Parti Kurmak Parti Vurmak adlı on altı sayfalık broşürü yayımlandı.

1946 yılında yazar Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa ve devamı olan gülmece gazetelerini çıkaran Nesin, 1947’de Bursa’ya sürgün edilerek gözaltında tutuldu. 1948’de ikinci kitabı olan “Azizname” adlı taşlama kitabını çıkardı. Bu kitap için İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde kendisine dava açıldı. Dört ay tutuklu olarak süren dava sonunda aklandı.

1952’de İstanbul’da yeni kurulmaya başlanan Levent’te bir dükkan kiralayarak Oluş Kitabevi’ni açan Nesin, sabahları Levent’teki evlere gazete dağıtıyordu. Ancak iki küçük çocuğuyla birlikte Levent’teki kitabevinden geçimini sağlayamayınca 1953’te, Beyoğlu’nda Bursa Sokağı’ndaki yeni yapılmış hanın bir odasında, “Paradi Fotoğraf Stüdyosu”nu bir ortağı ile birlikte kurdu. 1955’te Halil Lütfü Dördüncü’nün Yeni gazetesinde köşe yazarlığına başlayan Nesin 1956’da İtalya’da, Bordighera’da yapılan uluslararası gülmece yarışmasında birincilik ödülü olan Altın Palmiye’yi Kazan Töreni adlı öyküsüyle kazandı. Yazar 1957 yılında da aynı yarışmada, aynı ödülü Fil Hamdi adlı öyküsüyle ikinci kez kazandı. Kazandığı ilk Altın Palmiye’yi 1960 yılında devlet hazinesine bağışladı. Nesin 1961’de Tanin gazetesinde köşe yazarlığına başladı, aynı yıl Zübük adlı haftalık bir gülmece gazetesi çıkarmaya başladı. 1962’de sahibi bulunduğu Düşün Yayınevi, anlaşılamayan bir nedenle bir gece yandı.

Aziz Nesin 1966’da Bulgaristan’da yapılan bir başka uluslararası gülmece yarışmasında birincilik ödülü olan Altın Kirpi’yi Vatani Vazife adlı öyküsüyle kazandı. 1968’de Milliyet gazetesinin açtığı Karagöz oyunu yarışmasında Üç Karagöz oyunuyla birincilik ödülü aldı.

1969’da Moskova’da yapılan uluslararası gülmece yarışmasında İnsanlar Uyanıyor adlı öyküsüyle Krokodil birincilik ödülünü, 1970’te de Türk Dil Kurumu’nun oyun ödülünü “Çiçu” adlı tiyatro oyunuyla kazandı. 1972’de kimsesiz çocukları sahiplenmek ve onları meslek sahibi olana kadar yetiştirmek için Nesin Vakfı’nı kurdu. 1974’te Asya-Afrika Yazarlar Birliği’nin Lotus ödülünü kazanan Nesin, 1975 Lotus ödülünü almak için Filipinler’in başkenti Manila’da yapılan törene katıldı.

1977’de Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı seçilen Nesin 1978’de Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı romanıyla Madaralı Roman Ödülü’nü kazandı. Roman daha sonra TRT televizyonu tarafından dizi olarak çekildi, ayrıca sahneye uyarlanarak başta Devlet Tiyatroları olmak üzere birçok yerde sahneledi.

19 Mart 1990’da Ankara Sanat Kurumu’nda 75. yaşını kutlayan Nesin, 2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak üzere Sivas’a gitti. Buradaki bazı provokasyonlar sonucu kentte büyük olaylar çıktı ve Nesin, otuz beş aydının yaşamını yitirdiği Madımak Oteli katliamından sağ olarak kurtuldu. 5 Temmuz 1995’te Çeşme’deki bir imza günü sonrasında, gece saat 01.05’te hayata gözlerini yumdu.

Romanları: Kadın Olan Erkek (1955), Gol Kralı (1957), Erkek Sabahat (1957), Saçkıran (1959), Zübük (1961), Şimdiki Çocuklar Harika (1967), Tatlı Betüş (1974), Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (1977), Surnâme (1976), Tek Yol (1978)

15

Tarık BUĞRA

(1918 – 1994)

Romanlarıyla olduğu kadar tiyatro oyunlarıyla da Türk edebiyatının özgün adlarından biri olan Tarık Buğra, her yazdığında bireylerin birbirleriyle ve toplumla olan ilişkilerini irdeledi. Hem tarihsel romanlarıyla hem de bugünü anlatan romanlarıyla geleceğe ışık tutmaya çalıştı.

Tarık Buğra, 2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Akşehir’de tamamladı. Konya Lisesi’ni bitirdi (1936). Çeşitli zaman aralıklarıyla İstanbul Üniversitesi’nin Tıp, Hukuk ve Edebiyat fakültelerinde ikişer-üçer yıl okuyup vazgeçti.

Akşehir’de çıkardığı Nasrettin Hoca gazetesi ile gazeteciliğe başladı. İstanbul’a gelince Milliyet, Yeni İstanbul, Haber ve Tercüman gazetelerinde fıkralar yazdı, sanat sayfaları düzenledi. Haftalık Yol dergisini çıkardı.

Yazar, edebiyat dünyasına küçük hikayelerle girdi. Cumhuriyet gazetesinin açtığı bir yarışmada Oğlumuz adlı öyküsü ile ikinci olması onun için bir dönüm noktası oldu. Daha sonra Çınaraltı ve İstanbul dergilerinde öyküler yazmaya devam etti. (Bu öyküler kronolojik bir sıra ile incelendiğinde ilk dikkati çeken şey yazarın bir acemilik dönemi olmayışıdır. Hemen her yazarda izlenebilen zaman içinde ustalaşma Tarık Buğra’da görülmemektedir. O daha ilk öyküsünde usta bir yazar olduğunu ortaya koymuştur sanki.)

Öykülerinde daha çok yakın çevre, aile hayatı, sevda ilişkileri, küçük kasaba izlenimleri gibi bireysel ve dar çerçeveli konular göze çarpar. Tarık Buğra “olay” değil “atmosfer” öykücüsüdür. Öykülerinden, onun hüznü yakından tanıyan bir yazar olduğu anlaşılmaktadır. Öykü ve romanlarında çocukluğun, ilk aşkın, vefasızlıkların, kırılmışlıkların ve yarıda kalmış şeylerin hüznü vardır. Yayımlanmış dört tiyatro eserinden İbiş’in Rüyası’nda ünlü komedyen Naşit’in hayatından bir bölümü, son derece duygulu, iki kişi arasında geçen fırtınalı bir aşk atmosferi içinde anlattı. İlk adı Dört Yumruk olan, daha sonra Akümülatörlü Radyo adıyla yayınlanan ve Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen eserinde ise yarıda kalmış mutlulukların öyküsünü anlattı. Ayakta Durmak İstiyorum ve Yüzlerce Çiçek Birden Açtı oyunları ise özgürlüğe ve bağımsızlığa hasret insanın dramını hikaye etmiştir.

1955’te yayınlanan Siyah Kehribar romanında, İtalya’da Mussolini devrinde geçen olayları anlattı, dikta rejimlerinin özgür ve zora gelmez mizaçlar üzerinde yarattığı olumsuz tesirleri betimledi. İbiş’in Rüyası adlı romanı, daha sonra oyun haline getirildi. Yalnızlar romanı ise, Akümülatörlü Radyo oyununun romanlaştırılmış halidir.

Roman dünyamızda Tarık Buğra’ya sağlam ve sarsılmaz bir yer sağlayan yapıtı, Küçük Ağa’dır. Bu romanda ve bunun devamı olan Küçük Ağa Ankara’da ve Firavun İmanı romanlarında, Kurtuluş Savaşı ilk defa değişik bir açıdan ele alınmıştır. Bu roman dizisi tarihsel açıdan “Milli Mücadele’de insanın ve milletin yeri nedir?” sorusunun cevaplarını araştırmıştır. Yazar, Yağmur Beklerken romanında ülkemizin Serbest Fırka denemesinin, Gençliğim Eyvah’ta ise 1970’li yıllarda Türkiye’nin bir numaralı sorunu haline gelen anarşi olaylarının değişik yönlerini ve perde arkasını betimlemiştir.

Tarık Buğra, Osmancık romanında da Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını anlatmıştır. Bu eserde cihan devletini kuran irade, bilinç ve karakterin tahlili vardır. Tarık Buğra roman kahramanlarını idealize etmez. Onun romanlarındaki bütün karakterler doğaldır. İnsanı en gerçek ve inkar edilemez yanı (yani mizacı) ve en soylu duygusu (yani hüzünleri) açısından ele almıştır. Ona göre roman, hatta sanat “evreni ve insanları bir mizaca göre yeniden yaratmak”tır. Bu açıdan bakılınca Tarık Buğra, bir tahlil ustası olarak göze çarpar. Onun bazı romanlarında insan, bazılarındaysa konu ön plandadır fakat ikisi de her zaman dengelidir. Tarık Buğra roman ve tiyatro gibi kalıcı eserlerin ancak en mükemmel kültür Türkçesi ile yazılabileceğini savunmuştur. Her türlü basmakalıbı reddeden bağımsız bir sanat anlayışını benimsemiş olan Tarık Buğra; güzel Türkçesi, canlı ve yoğun üslubu, derin karakterleri ile Türk öykü, tiyatro ve roman yazarlarının en önemlileri arasında yer almıştır.

Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

На страницу:
3 из 5