bannerbanner
Rus masalları
Rus masalları

Полная версия

Rus masalları

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

Ama İvan bu sözleri karşılıksız bırakmadı: “Haydi uçup git de ağabeylerime haber ver. Buraya gelsinler de şu Yılan’ı birlikte öldürelim, sonra da etini yiyesin diye sana verelim.”

İvan’ın söylediklerini işiten Kuzgun, hemen İvan’ın ağabeylerinin yanına gidip başlarının üzerinde ciyak ciyak bağırmaya başladı. Kardeşler uyanıp Kuzgun’un sözlerini işitince İvan’ın yardımına koştular. Birlikte Yılan’ı öldürdüler ve başlarını alıp kulübeye götürerek burada imha ettiler. Bu olayın hemen ardından bütün ülke parlak bir ışıkla aydınlandı.

Yılan’ı öldürdükten sonra İvan Popyalof ve ağabeyleri evlerinin yolunu tuttular. Ama İvan, eldivenlerini unutmuştu. Hemen koşturup kulübeye geri döndü ve eldivenlerini buldu ama o sırada Yılan’ın karısı ve kızlarının kendi aralarında konuştuklarını duydu. Bunun üzerine kendini bir kediye dönüştürüp kapının dışında miyavlamaya başladı. Kediyi içeri aldılar ve o da söyledikleri şeyleri dikkatle dinledi. Sonra İvan, eldivenlerini alıp koşturdu. Ağabeylerinin bulunduğu yere varınca atına bindi ve hep birlikte yola koyuldular. Az gittiler uz gittiler, dere tepe düz gittiler. Karşılarına yemyeşil bir çayır çıktı. Çayırın üzerinde ise ipek minderler vardı. Ağabeyleri dedi ki “Haydi, atlarımızı burada otlatalım. Hem biz de biraz dinleniriz.”

Ama İvan itiraz etti: “Durun bir dakika, ağabeyler!” Hemen gürzünü eline alıp minderlere vurdu. Bir anda minderlerden kan fışkırmaya başladı.

Bu olayın ardından yola devam ettiler. Epey at bindikten sonra dalları altın ve gümüş elmalarla dolu bir elma ağacına rastladılar. Ağabeyleri dedi ki: “Haydi birer elma koparıp yiyelim.” Ama İvan durumdan şüphelenmişti: “Bir dakika ağabeylerim. Ben bir tatlarına bakayım önce.”

Sonra gürzünü alıp elma ağacına fırlattı. Ağaçtan oluk oluk kan akmaya başladı.

Bu olayın üzerine oradan ayrılıp yola devam ettiler ve epey yol aldıktan sonra bir çeşme çıktı karşılarına. Ağabeyleri dedi ki: “Haydi, biraz su içelim.” Ama İvan Popyalof buna karşı çıktı: “Durun, ağabeylerim!”

Gürzünü bir kez daha kaldırıp çeşmeye vurdu ve çeşmeden kanlar akmaya başladı.

Çünkü çayırdaki minderler, elma ağacı ve çeşme, hepsi ama hepsi Yılan’ın kızlarıydı.

Yılan’ın kızlarını öldürdükten sonra İvan ve ağabeyleri evlerine döndü. Tam o sırada Yılan’ın karısı uçarak peşlerinden geldi ve gökyüzünden yere doğru çenesini kocaman açarak İvan’ı yutmayı denedi. Ama İvan ve ağabeyleri, Yılan’ın karısının ağzına üç yüz kilo tuz atarak karşılık verdi. Canavar, İvan Popyalof olduğunu sandığı tuzu yuttu. Ancak tuzun tadını alınca bunun İvan olmadığını anlayabildi ve hemen İvan’ı kovalamaya devam etti.

Tehlikenin çok yakın olduğunu anlayan İvan, atını bırakıp Kuzma ve Demian’ın14 demir ocağının on iki kapısı ardına saklandı. Yılan’ın karısı uçarak geldi ve Kuzma ve Demian’a seslendi: “İvan Popyalof’u bana verin.”

“On iki kapının ardından dilini sok da kendin al,” dediler. Bunun üzerine Yılan’ın karısı kapıları yalamaya başladı. Bu arada demirciler, bütün kerpetenleri ateşte ısıtmıştı. Yılan’ın karısı, dilini demirci dükkânından içeri sokar sokmaz, kerpetenlerin gazabına uğradı. Sonra çekiçlerle öldürdükleri Yılan’ın karısını yakıp küllerini rüzgâra savurdular. Ardından evlerine döndüler. Bol bol yiyip içerek ziyafet çektiler, dans ederek gönüllerince eğlendiler.

Ben de oradaydım ve ufak bir içki de ben içtim. Ama içki boğazıma değmeden sakalımdan aşağı akıp gitti.



İvan Buikoviç’in (Boğa’nın oğlu) skazkalarında bu masalın bir varyantı var; ama burada Slav Aziz George’un öldürdüğü canavar bir yılan değil, Chudo-Yudo’dur 15 . Bir gece İvan, ağabeyleri uyurken nöbet tutmaktadır. O sırada “altı kafalı bir Chudo-Yudo” gelir. İvan kolayca hakkından gelir canavarın. Ertesi gece, aynı aileden dokuz başlı bir canavarı katleder ama bu defa biraz zorlanmıştır. Üçüncü gece “on iki başlı Chudo-Yudo”, “on iki kanatlı, postu gümüşten, yelesi ve kuyruğu altından” bir at üzerinde görünür. İvan, canavarın üç başını kopartır ama Lernæan Hydra’nın başları gibi, sahiplerinin “öfkeli parmağı”nın tek dokunuşuyla yerlerine tekrar yenisi çıkar. Düşmanı tarafından dizlerine kadar toprağa gömülen İvan, eldivenlerinden birini ağabeylerinin uyumakta olduğu kulübeye doğru fırlatır. Eldiven pencereleri tuz buz eder ama uykucular oralı bile olmazlar. Bu arada İvan, düşmanının altı kafasını uçurmuştur ama daha önce olduğu gibi canavarın başları yeniden çıkar. Canavarın var gücüyle itip neredeyse yere gömdüğü İvan, diğer eldiveni de kulübeye atar. Bu kez eldiven çatıyı delip geçmiştir. Ama ağabeyleri hâlâ mışıl mışıl uyumaktadır. Nihayet, Chudo-Yudo’nun dokuz başını boş yere uçurduktan ve koltuk altlarına kadar kara toprağa gömdükten sonra İvan, başlığını kulübeye fırlatır. Darbenin etkisiyle kulübe sallanır, kirişleri kopar. Bunun üzerine ağabeyleri uyanır ve yardımına koşarlar. Hep birlikte Chudo-Yudo’yu yok etmeyi başarırlar. Üç canavarın dul eşleri olan “Chudo-Yudo hanımları”, “İvan Popyalof” masalında Yılan’ın kızlarına verilen rolü oynamak üzere ortaya çıkar. “Altın ve gümüş meyveli bir elma ağacı olacağım,” der birincisi, “Kim bir elma koparırsa hemen patlayacaktır.” İkincisi der ki: “Ben bir çay olacağım. Suyun üzerinde biri altın, diğeri gümüşten iki bardak olacak. Bardaklara dokunanı boğacağım.” Sıra üçüncü eşe gelir: “Altın bir yatak olacağım. O yatağa uzanan ateşlerde yanacak.” Serçe kılığına bürünmüş İvan bütün bunları işitir ve önceki masaldaki gibi hareket eder. Üç dul ölür ama “yaşlı bir cadı” olan anneleri intikam almaya karar verir. Dilenci kadın kılığına girerek geri çekilmekte olan kardeşlerden sadaka ister. İvan ona bir duka verir. Kadın, parayı değil İvan’ın uzattığı eli kavrar ve apar topar yer altına götürür. Kocası burada yaşamaktadır ve Sırpların Vy adını verdiği mitsel bir varlık olan İhtiyar Adam görünümündedir. “Demir bir kanepede yatar ve gözleri hiçbir şey görmez. Uzun kirpikleri ve kalın kaşları, gözlerini saklamaktadır,” ama “on iki cesur kahraman”ı çağırarak demir çatallar alıp gözlerini örten kılları kaldırmalarını emreder. Sonra ailesini yok eden adama bakar. Vy’nin bakışı, Medusa bakışı gibi öldürücü bir etkiye sahiptir fakat Rus masalının anlatıcı babası, tutsağının canını incitmez. Onu şu an ilgilenmeyeceğimiz yeni maceralara göndermekle yetinir.

Bu masalın üçüncü varyantında kahramanımız İvan Koshkin’in (Kedi oğlu) öldürdüğü yılanlar söz konusudur. Ayrıca yılanların, yılanın karıları ve kızlarının ölümünün intikamını almayı üstlenen kişi bir Baba Yaga yani Acuze’dir. Aldığı karara uygun olarak üç kardeşin peşine düşer ve ikisini yutmayı başarır. Üçüncü kardeş yani İvan Koshkin, bir demirci ocağına sığınır ve yine canavarı dilinden yakalayıp avını ağzından çıkarana dek çekiçlerle döverler. Böylece kardeşlerin geçici tutsaklığı son bulur.

Chudo-Yudo hikâyesinde gördüğümüz gibi Yılan’ın ikamet ettiği yerde kimi zaman başka sihirli yaratıklar da vardır. Üç kardeşin, izinsiz evlerine giren birini yakalamak ya da gizemli bir şekilde ortadan kaybolmuş bir anne ya da kız kardeşi bulmak için yola koyulduğu masallarda bu durum sıkça yaşanır. Genelde yeraltında bir dünyaya veya ulaşılmaz tepenin altına varırlar. En küçük kardeşleri duruma göre aşağı iner ya da yukarı çıkar ve onu bakır, gümüş ve altın krallıklarına götüren pek çok maceradan sonra ağabeylerinin onu beklemekte oldukları yere muzaffer bir şekilde döner. Neredeyse tüm hikâyelerde ağabeyler, ona eşlik eden güzel prensesleri ele geçirdikten sonra kardeşlerini kaderine terk ederler. Sıradaki Güney Rusya masalında bu olay örneklendiriliyor.

Norka

Evvel zaman içinde bir Kral ve Kraliçe yaşardı. Üç oğulları vardı. Bunlardan ikisi aklı başında gençlerdi; ama üçüncüsü budalanın tekiydi. Bu Kral’ın her türden hayvanı barındıran bir hayvanat bahçesi vardı. Bahçenin müdavimlerinden biri de Norka adlı dev hayvandı. Buraya gelip herkesi korkutan fenalıklar yapar, her gece birkaç hayvanı mideye indirirdi. Kral, ne yaptıysa bu canavarı yok etmeyi başaramadı. Sonunda oğullarını çağırıp dedi ki: “Norka’yı kim yok ederse krallığımın yarısı onundur.”

Bu zorlu görevi, en büyük oğul üstlendi. Gece olur olmaz silahlarını kuşanıp yola çıktı. Ama bahçeye ulaşmadan önce bir traktir yani tavernaya gitti ve bütün gece vur patlasın çal oynasın eğlendi. Kendine geldiğinde artık çok geçti, gün çoktan aydınlanmıştı. Artık elinden bir şey gelmezdi, zira babasının gözünden çoktan düşmüştü. Ertesi gün, ikinci oğlu aynı görevi yerine getirmek için gitti ve aynı şeyi yaptı. Kral, iki oğlunu sert sözlerle azarladı.

Derken üçüncü güne gelindi ve en küçük oğul bu görevi üstlendi. Ama bunu duyan herkes onunla dalga geçiyordu; çünkü bu delikanlı öyle aptaldı ki, elinden hiçbir iş gelmeyeceğinden herkes emindi. Ama o kimseyi dinlemeden silahlarını kuşandı ve doğruca bahçenin yolunu tuttu. Çimenlerin üzerine öyle bir konumda oturdu ki, uykuya dalacak olsa silahları sırtına batıp onu uyandırıyordu.

Bu arada saat gece yarısını vurmuştu. Toprak titremeye başladı ve Norka koştura koştura bahçe çitlerinden içeri girdi. Gerçekten devasa bir hayvandı. Prens, kendini toparlayıp ayağa kalktı, istavroz çıkardı ve doğruca hayvana saldırdı. Dövüşmeye başladılar. Canavar kaçtı; ama Prens peşinden gitti. Çok geçmeden bu canavarı yayan olarak yakalamasının imkânsız olduğunu gördü ve ahıra koşturup oradaki en iyi atı seçtikten sonra Norka’nın peşine düştü. Kısa sürede Canavar’a yetişti ve yeniden dövüşe tutuştular. Epey dalaştılar. Prens, Canavar’ı üç yerinden yaraladı. Nihayet her ikisi de bitap düşmüştü. Bu yüzden biraz mola verdiler. Ama Prens gözlerini kapar kapamaz Canavar, ayağa fırlayıp kaçmaya koyuldu. Atı Prens’i uyandırdı. Delikanlı hemen yerinden fırlayıp atına bindi ve Canavar’ın peşinden dörtnala koşturup ona yetişti. Bir kez daha kavgaya tutuştular. Prens, yine Canavar’ı üç yerinden yaraladı ve ardından yine çok yoruldukları için dinlenmeye karar verdiler. Bunun üzerine Canavar tekrar kaçtı. Prens onu yakaladı ve yine üç yerinden yaraladı. Ama tam Prens dördüncü defa Canavar’ın peşinden koştururken Canavar bir anda kocaman beyaz bir taşa atıldı, taşı kaldırdı ve Prens’e şöyle seslenerek yeraltına, yani diğer dünyaya kaçtı: “Ancak buraya girdiğinde beni alt edersin.”

Prens, eve gidip bütün olanları babasına anlattı ve ondan diğer dünyaya ulaşacak uzunlukta derin bir ip ördürmesini istedi. Babası ipin yapılması emrini verdi. İp hazır olunca Prens, iki ağabeyini çağırdı ve hizmetçileriyle bir sene boyunca onlara yetecek erzakı yanlarına alıp hep birlikte Canavar’ın kaybolduğu yere doğru yola çıktılar. Tam o noktaya bir saray yaptılar ve bir süre burada yaşadılar. Fakat her şey hazır olduğunda en küçük kardeş diğerlerine döndü: “Pekâlâ, ağabeylerim, bu taşı kim kaldıracak?”

Ağabeyleri taşı yerinden bile oynatamadı; ama İvan dokunduğu an, dağ gibi kocaman taş bir anda uçuverdi. Taşı kenara fırlatınca ağabeylerine döndü:

“Norka’yı alt etmek için öteki dünyaya kim gidecek?”

Hiçbiri bu işi üstlenmeyi teklif dahi etmedi. Bunun üzerine Prens, böyle korkak oldukları için ağabeylerine gülüp dedi ki:

“Pekâlâ, ağabeylerim, elveda! Şimdi beni öteki dünyaya indirin ve sakın buradan bir yere ayrılmayın. İpi salladığımda hemen yukarı çekin beni.”

Ağabeyleri, Prens’i aşağı indirdi ve delikanlı böylece diğer dünyaya ulaştı. Yeraltındaki bu yerde epeyce yürüdükten sonra süslü koşum takımlarıyla donatılmış bir at gördü. At seslendi: “Merhaba Prens! Uzun zamandır seni bekliyordum!”



Prens hemen ata bindi ve bakırdan bir saraya varana dek ilerledi. Sarayın bahçesine girdi, atını bağladı ve içeri girdi. Odalardan birinde akşam yemeği sunulmaktaydı. Oturup karnını doyurdu. Sonra da yatak odalarından birine gidip dinlenmek için biraz uzandı. Bu sırada ancak masallarda görülecek güzellikte bir kız gelip dedi ki:

“Evimdeki kişi, ismini söyle! Eğer yaşlı bir adamsan, babam olasın; orta yaşlı bir adamsan ağabeyim kabul ederim seni. Fakat genç bir adamsan, kocam olasın. Kadınsan ve yaşlıysan, o hâlde büyükanne derim sana; orta yaşlıysan annem, genç bir kızsan kız kardeşim sayarım seni.”

Bunun üzerine Prens, kendini gösterdi. Onu gören kız, mutluluktan havaya uçtu:

“Ey Prens İvan, sen benim kocam olacaksın! Söylesene nereden geldin buraya?”

Prens, başından geçenleri kıza anlattı. Bunun üzerine kız dedi ki:

“Alt etmek istediğin o canavar, benim ağabeyimdir. Şu an ablamın yanında kalıyor. Ablam, buradan çok uzakta olmayan gümüş bir sarayda yaşar. Ağabeyimin vücudunda açtığın üç yarayı bizzat ben sardım.”

Neyse, bu sözlerin ardından yiyip içtiler, eğlendiler, tatlı tatlı muhabbet ettiler. Sonra Prens, güzel kıza veda edip gümüş sarayda yaşayan ikinci kız kardeşin yanına gitti. Burada da bir süre misafir oldu. Kız, ağabeyi Norka’nın altın bir sarayda yaşayan en küçük kız kardeşlerinin yanında olduğunu söyledi. Bunun üzerine Prens, altın saraya gitti. Burada yaşayan kız, Norka’nın mavi denizde uyumakta olduğunu söyleyip Prens’e çelikten bir kılıç ve Güç Suyu’ndan bir yudum verdi; ağabeyinin başını tek vuruşta uçurmasını istedi. Bütün bunları dikkatle dinledikten sonra Prens yola çıktı.

Nihayet Prens mavi denize vardı; etrafına bakınca Norka’nın denizin ortasında bir taşın üzerinde uyumakta olduğunu gördü. Norka her horladığında koca deniz sallanıyordu. Prens, istavroz çıkarıp kılıcını Canavar’ın başına indirdi. Havaya fırlayan baş, “Şimdilik işim bitti!” diye bağırıp denize yuvarlandı.



Canavar’ı öldürdükten sonra Prens, geri dönüp üç kız kardeşi yanına aldı; niyeti hepsini yerin üstüne çıkarmaktı. Zira kızların hepsi Prens’i çok sevmişti ve ondan ayrılmak istemiyorlardı. Aynı zamanda büyü yapabilen bu kızların her biri kendi sarayını bir yumurtaya çevirdi. Sonra yumurtaları nasıl saraya ve ardından yine yumurtaya çevireceğini Prens’e öğretip yumurtaları ona teslim ettiler. Ardından yerin üstüne çıkarılacakları noktaya geldiler. Prens ipi buldu ve sıkıca kavrayıp kızları ipe bağladı. Sonra ipi salladı. Ağabeyleri ipi çekmeye başladı. Yukarı çıkmakta olan muhteşem güzellikteki kızları görünce bir kenara çekilip kendi aralarında konuştular: “İpi biraz indirelim ve kardeşimizin olduğu kısmı keselim. Belki ölecektir ama sağ kalırsa bu güzelleri eş olarak vermeyecektir bize.” Bu plan üzerinde anlaşıp ipi indirdiler. Ama Prens sandıkları kadar aptal değildi, neyin peşinde olduklarını anlamıştı. Bu yüzden ipi bir taşa bağlayıp çekti. Ağabeyleri taşı epey yükseğe çekip ipi kestiler. Taş bir anda aşağı düşüp paramparça oldu. Prens, ağabeylerini denemiş ve kötü niyetlerini ispatlamıştı. Gözyaşları içinde oradan uzaklaştı. Az gitti uz gitti. Sonunda bir fırtına çıktı, şimşek çaktı, gök gürledi, seller aktı. Prens bir ağacın altına saklandı. Ağacın üzerinde yağmurdan sırılsıklam olmuş minik kuşlar vardı. Prens kaftanını çıkarıp kuşların üzerine örttü ve kendisi de ağacın altına oturdu. Bu sırada dev bir kuş kanat çırparak geldi. Öyle büyük bir kuştu ki, gün ışığını bile gölgelemişti. Hava zaten kararmıştı ama kuşun gelmesiyle beraber iyice karardı. Bu, Prens’in örttüğü yavru kuşların annesiydi. Gökyüzünde kanat çırparken yavrularının biri tarafından örtüldüğünü hissedip “Yavrularımı kim sarıp sarmaladı?” diye sormuştu. Sonra Prens’i görünce dedi ki: “Sen mi örttün çocuklarımı? Minnettarım sana! Bu iyiliğinin karşılığında ne dilersen dile benden. Ne istersen yaparım.”

“O hâlde beni diğer dünyaya götür,” diye cevap verdi Prens.

“Bana ortasından ikiye ayrılmış büyük bir zasyek16 yap,” dedi anne kuş. “Her türden av hayvanını yakalayıp yarısına bunları koy, diğer yarısına su dök. Böylece yiyeceğim et, içeceğim su hazır olsun.”

Prens bütün bunları yaptı. Sonra Prens’in ortasına oturduğu zasyeki sırtına alan anne kuş havalandı. Bir süre uçtuktan sonra yolculuk sona erdi ve Prens’e veda edip yuvasına döndü. Prens ise bir terzinin evine gidip onun hizmetine girdi. Öyle kötü giyiniyordu ki dış görünümü bütünüyle değişmişti; onun aslında bir prens olduğu hiç kimsenin aklına bile gelmezdi.

Ustasının hizmetine gittikten sonra Prens, o ülkede neler olduğunu sordu. Ustası cevap verdi: “İki prensimiz -zira üçüncü prens ortalıktan kayboluverdi- diğer dünyadan güzel kızlar getirip onlarla evlenmek istediler; ancak kızlar razı gelmiyor. Gelinliklerinin, tıpkı diğer dünyada giydikleri elbiseler gibi yapılmasını istiyorlarmış. Üstelik ölçü alınmasına karşı çıkıyorlarmış! Kral, ülkede eli dikiş tutan herkesi topladı ama hiçbiri bu işin üstesinden gelemedi.”

Bunları duyan Prens dedi ki: “Usta, şimdi Kral’a git ve elinden geleni yapacağını söyle.”

“İyi ama ben o türden elbiseleri nasıl yapayım? Ben sıradan halk için giysi dikiyorum,” dedi ustası.

“Haydi usta! Dediğimi yap, gerisini bana bırak,” dedi Prens.

Terzi saraya gitti. Kral en azından bir kişinin bu işi üstlendiğini görünce çok sevindi ve adama dilediği kadar para verdi. Terzi her şeyi halledince eve döndü. Prens dedi ki:

“Şimdi Tanrı’ya dua et ve yatıp uyu. Yarın her şey hazır olacak.” Terzi, delikanlının tavsiyesini dinleyip yatağına yattı.

Gece yarısı olunca Prens uyanıp şehirden çıktı, tarlalara gitti. Burada kızların verdiği yumurtaları cebinden çıkarıp onlardan öğrendiği büyüyü kullanarak bunları üç saraya çevirdi. Bu sarayların her birine girip kızların giysilerini aldı. Ardından sarayları yeniden yumurtaya çevirdi ve evin yolunu tuttu. Sonra elbiseleri duvara asıp uyudu.

Sabah erken saatlerde ustası uyanınca bir de ne görsün! Ömründe görmediği türden altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslü harika elbiseler asılıydı duvarda. Adamcağız bu işe çok sevindi, elbiseleri kaptığı gibi Kral’a götürdü. Prensesler, diğer dünyada giydikleri elbiseleri karşılarında görünce Prens İvan’ın bu dünyaya gelmiş olduğunu anladılar. Birbirleriyle bakıştılar ama durumu belli etmediler. Elbiseleri teslim eden terzi ise evine döndü fakat sevgili çırağı ortalıkta yoktu. Çünkü Prens ayakkabıcıya gitmiş ve onu da Kral’a göndermişti. Aynı şekilde havai fişekçileri de saraya yolladı. Hepsi delikanlıya şükranlarını sundu; onun sayesinde Kral tarafından mükâfatlandırılmışlardı. Prens, tüm bu işleri hallettiğinde prenseslerin tüm arzuları yerine getirilmişti. Elbiseleri, tıpkı diğer dünyada giydikleri türdendi. Ama kızlar durmadan ağlıyordu çünkü Prens hâlâ gelmemişti. Daha fazla direnmeleri mümkün değildi, evlendirilmek üzereydiler. Tam düğün için hazırlandıkları sırada en küçük kız Kral’a dedi ki:

“Babacığım, lütfen dilencilere sadaka vermeme müsaade edin.”

Kral izin verdi. Kız, her bir dilenciyi dikkatle inceliyordu. İçlerinden birine para vermek üzereyken diğer dünyada Prens’e verdiği yüzüğü fark etti, ablalarının verdiği yüzükler de dilencinin parmaklarındaydı. İşte Prens’i bulmuştu. Onu elinden tutup saraya götürdü ve Kral’a döndü:

“İşte, bizi yeraltından çıkaran oğlunuz burada. Ağabeyleri, onun hayatta olduğunu söylemekten men etti bizi. Aksi hâlde öldürmekle tehdit ettiler.”

Bu sözleri işiten Kral öfkeden deliye döndü ve iki oğlunu en ağır şekilde cezalandırdı. Sonra üç düğün yapıldı.



Bu masalın sonu biraz belirsiz. Varyantların çoğunda Prens, ağabeylerini affeder ve üç prensesten ikisiyle evlenmelerine izin verir. Ama bu versiyon, Prens’in hiç şüphesiz üç kızla birden evlendiği orijinal hikâyeye daha yakın gözükmektedir.

Kardeşlerin en küçüğü olan prensin maceraları pek çok hikâyenin ana temasıdır ki bunların bir kısmı da Norka masalının varyantlarıdır. Bu masallarda Prens ya yeraltı dünyasına indirilmiş ya da göklerdeki sihirli bir diyara gönderilmiştir. Prens, yeraltından yukarı çıkmak ya da tepelerden aşağı inmek üzereyken ağabeyleri neredeyse her defasında onu öldürmeye kalkar. Bir masalda ağabeyler, davranışlarını şu bahaneyle açıklar: Masalın baş kahramanı, yeraltında bir Yılan’ı öldürmüştür ve başını bir mızrakta taşımaktadır. Bu sırada ağabeyleri onu yukarı çekmeye başlamıştır. “Ağabeyleri, yılan başını görünce korkuya kapılıp Yılan’ın geldiğini sanmış ve İvan’ın tekrar çukura düşmesine neden olmuştur.” Ama bu bahane, hikâye anlatıcısının hayal gücünden kaynaklanıyor gibi gözükmektedir. Ağabeylerin kardeşliğe yaraşmayan bu davranışları bazı durumlarda şu şekilde açıklanabilir: Doğu masallarında kahraman genelde kralın en genç karısının oğludur. Dolayısıyla, yaşlı kraliçenin oğulları olan ağabeylerin, prensten nefret etmesi tamamen sebepsiz değildir. Ağabeyler, prensten kurtulmak için ellerinden geleni yaparlar. Mesela, Norka ile benzerlik gösteren Hint masallarından birinde kahramanın saraydaki başarısı “ağabeylerinin (şüphesiz üvey ağabeyleridir bunlar) kıskançlık ve haset duymasına sebep olmuş ve onu ortadan kaldırmak ümidiyle bir plan hazırlayana dek tatmin olmamışlardır.” Ayrıca biliyoruz ki “Israel, bütün çocukları içinde en çok Joseph’i sevmiştir,” çünkü o, “ihtiyarlık” döneminde kendisine bağışlanan çocuktur ve bunun sonucunda “ağabeyleri (farklı annelerden olma ağabeyleri), babalarının hepsinden çok onu sevdiğini görünce Joseph’ten nefret etmişlerdir.” Bu tür masallar Hıristiyan isimleriyle Batı dünyasına ulaştığında çokeşlilikle ilgili göndermeler sürekli olarak bastırılmış ve kardeşler ile anneleri farklı kardeşler arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Aynı şekilde orijinal masallarda rakibinin çocuklarına zulmeden yaşça daha büyük ve kıskanç kadının yerini, Hırıstiyanlığın etkisiyle, kocasının önceki evliliğinden olan çocuklarından nefret eden üvey anne almıştır.

Fakat iki ağabeyin davranışına mitolojik bir açıklama getirmek mümkündür. Profesör de Gubernatis’e göre, “Veda ilahilerinde üçüncü ve en becerikli kardeş Tritas, ağabeyleri tarafından zulüm görmüştür.” Bu ağabeyler, kardeşlerinin karanlık ülkesi, yani sarnıç ya da kuyudan beraberinde getirdiği güzel karısı ve bu kadının yeryüzüne taşıdığı ışık ve zenginlik nedeniyle kıskançlık krizine girerek kardeşlerini kuyuda bırakırlar.” Ayrıca Profesör de Gubarnatis, şu Hindu hikâyesinde aldığı efsane formuyla bu masalı karşılaştırır. “Üç kardeş, Eka-ta (birincisi), Dwita (ikinci) ve Trita (üçüncü) çölde ilerlemekteydi. Susuzluktan perişan hâle geldiler ve bir kuyu buldular. En küçük kardeş Trita, kuyudan su çekip ağabeylerine uzattı. Buna karşılık ağabeyleri, onu kuyuya itip eşyalarına el koydu, kuyunun üzerini bir araba tekeriyle kapayıp delikanlıyı kuyuda bıraktılar. Trita, bu müşkül durumdan onu kurtarmaları için tanrılara dua edip yalvardı ve onların ihsanıyla kuyudan kurtulmayı başardı.” Bu efsane, ağabeylerinin bir kuyuya ya da uçurumdan aşağıya attığı küçük kardeş hakkındaki halk masallarının çekirdeği olmuş olabilir.

Norka’nın üç kız kardeşinin, ağabeylerinin yıkımını istemesini açıklamak biraz daha zor gözükebilir. Tabii, bütün masalı mitolojik olarak sınıflandırırsak bu güçlüğü aşabiliriz ki Hint masallarındaki karşılıkları, hiç şüphesiz böyledir. Ama aynı masalın pek çok varyantlarında bu güçlük ortaya çıkmaz. Çoğu zaman bakır, gümüş ve altın diyarlarının prenseslerinin, kahramanın öldürmeye geldiği yılan ya da canavarla kan bağı yoktur. Örneğin, “Usuinya” masalında bu güzel kızlarla kralın bahçesinden altın elmaları çalan ve kralın en küçük oğlu İvan tarafından öldürülen “Usuinya Kuşu” arasında hiçbir akrabalık yoktur. Söz konusu canavar, kanatlı bir ejderhadır. “Bu Usuinya kuşu, on iki başlı bir yılandır,” der kızlardan biri. Tam o esnada upuzun kanatlarını çırpıp bıyıklarını yere değdiren (usui adını buradan alır) kuş çıkagelir17. Aynı hikâyenin bir başka koleksiyondaki versiyonunda Norka’nın rolünü beyaz bir kurt üstlenmiştir. İvan Suchenko masalında üç prensesi kaçıran üç yılan vardır. Zira yılan bu kaçırma işini çok sık yapmaktadır, bilhassa “Ölümsüz Koshchey” kılığına büründüğünde. Koshchey, ele aldığımız türdeki halk masallarında birçok korkunç kılığa bürünen, karanlık gücün vücut bulmuş hâllerinden yalnızca biridir. Bazen tamamen yılan şeklindedir, kimi zaman ise kısmen insan kısmen sürüngendir; ancak masalların bir kısmında insan şeklinde karşımıza çıkar. Kimi mitoloji uzmanlarına göre ismi, “kemik” anlamına gelen kost sözcüğünden gelir ve bu kelime, katılaşmak, taş kesilmek ve donmak hâllerine işaret eden bir fiilin de köküdür. Bunun nedeni, uzuvlarının kemikli olması ya da kurbanlarında donmak veya taş kesilmek benzeri bir etki yaratmasıdır.

Var olmanın sıradan kurallarına karşı üstünlüğü nedeniyle “Ölümsüz” adını almıştır. Bazen, mesela Baldur’un durumunda söz konusu olduğu gibi, onu öldürebilecek tek bir madde vardır. Ancak canavarın “ölüm”üne sebep olacak, yani hayatının ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğu nesne, bedeni içinde bulunmamaktadır. Ünlü İskandinav masalındaki “kalpsiz dev”in yaşam merkezi gibi, etkilediği varlığın dışında yer alabilir ve bu nesne yok edilinceye dek canavar, tüm saldırıların üstesinden gelebilir. Ama her zaman böyle olmaz. Bu tür canavarların başrolde olduğu skazkalara örnek olarak şu masalı verebiliriz:

На страницу:
5 из 6