bannerbanner
Sanşiro
Sanşiro

Полная версия

Sanşiro

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

Gece yeni yeni çöktüğü halde, buralar daha şimdiden çok sessizdi. Bahçeden böceklerin sesleri geliyordu. Tek başına oturunca, güz başının hüznü insanın üstüne çöküyordu. O sırada uzak bir yerden birisi, “Aaaah, birazdan olacak!” diye seslendi. Ses galiba evin arka cephesinin baktığı yönden geliyordu, ama çok uzaktan duyulduğu için Sanşiro emin olamadı. Ses hemen kesilmiş, Sanşiro’nun kulak kabartıp sesin hangi taraftan geldiğini kestirme şansı olmamıştı. Fakat Sanşiro’nun kulağına bu tek cümlecik, her şeyi terk etmiş, hiç kimseden cevap beklentisi kalmamış birinin kendi kendine konuşması gibi gelmişti. Sanşiro ürperdi. O sırada, yine bir buharlı trenin gürültüsü uzaklarda yankılandı. Bu ses perde perde yaklaşıp bambuluğun oradan geçerken, önceki trenden bir kat daha yüksek gürültü çıkartıp gitti. Odanın sallanması bitene kadar donakalan Sanşiro, ansızın şimşek gibi bir ilhamla, deminki haykırışla şimdiki tren sesi arasında bir sebep sonuç ilişkisi kurdu. Derhal ayağa fırladı. Farkına vardığı sebep sonuç ilişkisi, onu öylesine sarsmıştı.

Sanşiro, o an kımıldamadan oturup bekleyemeyeceğini anladı. Rahatsızlıktan kıvranmaya başlamıştı. Kalkıp tuvalete gitti. Pencereden dışarı göz attı; yıldızlı göğün altında, toprak bayırın üstünde uzanan demiryolu ölüm sessizliğine bürünmüştü. Yine de pencerenin bambu parmaklıklarının arasından burnunu uzatıp karanlığa dikkatle baktı.

İstasyon tarafından, ellerinde Çin feneriyle42 yürüyen birkaç adam, rayların üstünden ilerleyerek bu tarafa doğru geliyordu. Seslerine bakılırsa üç dört kişiydiler. Raylar boyunca yürüdüklerinde, toprak şev43 fenerlerinin ışığını gizledi; bambuluğun yanından geçerken Sanşiro onların sadece konuşmalarını işitiyordu. En azından söyledikleri bir şeyi, sanki yanı başında konuşuluyormuşçasına net duyabildi: “Biraz ileride.”

Ayak sesleri uzaklaştı. Sanşiro bahçeye gidip takunyalarını ayağına geçirdi, adamların peşinden koşturdu; bambuları geçti, bir adam boyundaki toprak şevden indi ve Çin fenerinin peşinden gitti.



Daha beş altı adım gitmemişti ki, başka birisi daha şevkli koşarak indi ve yanına gelerek, “Birini tren mi çiğnedi?” diye sordu.

Sanşiro cevap vermeyi denedi, ama ağzından ses çıkmadı. Karaltı adam çok beklemedi, yanından geçip gitti. Sanşiro onun peşinden giderken, Nonomiya’nın komşularından biriydi herhalde, diye düşündü. Elli metre kadar yürümüştü ki, Çin fenerlerinin durduğunu gördü. İnsanlar da durmuştu. Adamlar, fenerlerini uzatmış sessizce duruyordu. Sanşiro, sessizce fenerlerin aydınlattığı yere baktı. Işığın altında yarım bir ceset vardı. Tren, sağ omuzundan başlayıp memelerinin altından kalçasının üstüne kadar jilet gibi ikiye ayırmıştı cesedi; çaprazlamasına böldüğü gövdenin alt kısmını alıp götürmüştü. Yüzünde sıyrık bile yoktu. Genç bir kadındı.

Sanşiro o an hissettiklerini ömür boyu hatırlayacaktı. Hemen gideyim buradan, diye düşünüp topukları üstünde dönmeyi denedi ama ayaklarına kramp girmişti adeta, onları kımıldatamıyordu. Toprak şevi tırmanıp eve dönebildiğinde, kalbi göğsünde çırpınmaya başladı. Su almak için hizmetçiye seslendi, hizmetçi -ne talihli ki- hiçbir şeyin farkında değildi. Bir süre sonra, komşu evlerden telaşlı gürültüler geldi. Sanşiro, demin rastladığı adamın evine döndüğünü anladı. Sonra şevin altından mırıl mırıl konuşmalar duyuldu. Bu konuşmalar kesilince etraf sessizleşti. Neredeyse dayanılmaz bir sessizlikti bu.

Az önce gördüğü kadının çehresi, Sanşiro’nun gözünün önünden gitmiyordu. İnsan o yüzü, “Aaaah!” diyen o zayıf sesi ve bu iki şeyin arasında bir yerlerde saklı zalim kaderi peş peşe düşününce, hayat denen ve sağlam sanılan şu geçici varoluşun farkına bile varılmaksızın çözünebileceğini, her an karanlığa gömülüp gidebileceğini düşünüyordu. Sanşiro öyle korkmuştu ki, tüm arzular ve istekler aklından silinmişti. Sadece, trenin düdüğünü öttürdüğü bir tek an… O ana kadar kesinlikle yaşıyordu.

Sanşiro birden, trende kendisine beyaz şeftali veren adamın, “Ürkütücü, ürkütücü. Dikkat etmezsen başına her şey gelebilir,” dediğini anımsadı. Ürkütücü dediği halde, adam son derece sakindi. Demek ki Sanşiro da ağzıyla “ürkütücü, ürkütücü” derken, ayağıyla güvenli bir zemine basmaya gayret ederse, günün birinde öyle bir adama dönüşebilirdi. Belki de dünyanın üzerinde duran ve dünyayı gözlemleyen insanlar, bu noktada kendilerine bir eğlence buluyordu. O adamın beyaz şeftali yiyişinden, Aokido’da çay içişinden, sigarasını tüttürüp, çayını içip, dümdüz boşluğa bakan halinden, böylesi bir şahsiyet olduğu belliydi. O bir eleştirmendi. Sanşiro, bunu düşünürken “eleştirmen” sözcüğünü farklı bir anlamda kullanmıştı. Ama sözcüğün çok uygun düştüğünü hissetti. Ayrıca, “Acaba gelecekte ben de eleştirmen olarak yaşasam mı?” diye düşündü. O korkunç ölü çehreyi görünce, içinde böyle bir istek doğmuştu.

Sanşiro gözlerini odanın köşesindeki masada, masanın önündeki sandalyede, sandalyenin yanındaki kitaplıkta, kitaplığa özenle dizilmiş Batılı kitaplarda gezdirdi ve bu sakin çalışma odasının sahibinin, tıpkı o eleştirmen gibi, ne kadar tehlikesiz ve mutlu bir hayat sürdüğünü düşündü. Işığın basıncını ölçmek, hiçbir kadının trenin önüne atlamasına yol açmazdı. Bu evin sahibinin kız kardeşi hastaydı. Ama bu hastalığı ona ağabeyi vermemişti. Kız, hastalığa kendi başına tutulmuştu. Sanşiro, aklından böyle düşünceler geçire geçire saati on bir etti. Nakano hattındaki tramvaylar bu saatten sonra işlemezdi. “Yoksa kızın hastalığı kötüleşti de, Nonomiya o yüzden mi dönmedi?” diye endişelendi Sanşiro. Tam bu sırada Nonomiya’dan bir telgraf geldi: “Kız kardeşim iyi. Yarın sabah dönerim.”

İçi rahatlayarak döşeğine uzansa da, Sanşiro’yu berbat rüyalar bekliyordu. Rüyasında, tren tarafından ezilerek ölmeyi tasarlamış o kadın, Nonomiya’yla ilişkisi olan bir kadındı ve Nonomiya bunu bildiği için eve dönmemişti. Sırf Sanşiro’yu rahatlatmak için telgraf göndermişti. “Kız kardeşim iyi,” demesi de yalandı. Bu gece kadının çiğnenip öldüğü saatlerde, Nonomiya’nın kardeşi de ölmüştü. Üstelik o kız kardeş, Sanşiro’nun gölet kıyısında gördüğü kızdı.

Sanşiro, ertesi sabah hayatında hiç uyanmadığı kadar erken bir saatte uyandı.



Rahatsızca uyuduğu yere bakarak bir sigara içti, geceki olaylar ona rüya gibi geliyordu. Verandaya çıkıp çatının kenarından göğe baktı, bugün hava iyi olacağa benziyordu. Gök, şafağın yeni söktüğünü gösterir renkteydi. Kahvaltısını bitirip çayını içti, verandaya bir sandalye çıkarıp gazetesini okumaya başladığında Nonomiya, söz verdiği üzere, çıkageldi.

“Dün buralarda birini tren ezmiş,” dedi. İstasyonda bir şeyler duymuştu anlaşılan. Sanşiro, yaşadığı deneyimi hiçbir detayı atlamadan anlattı.

“Nadir bir vaka. İnsanın başına pek gelmez böyle şeyler. Keşke ben de evde olsaymışım. Artık cesedi kaldırmışlardır herhalde. Gitsem de göremem.”

Sanşiro, “Tabii ki göremezsiniz,” diye karşılık verdi, ama Nonomiya’nın aldırmazlığına şaşmıştı. Sanşiro, bu duygusuzluğun geceyle gündüz arasındaki farktan öte geldiğine hükmetti. Işık basıncını ölçen bir adamın huyunun, bu tür durumlarda tavrına aynen yansıyacağı hiç aklına gelmedi. Herhalde gençliği yüzünden.

Sanşiro, mevzuyu değiştirip hastanın durumunu sordu. Nonomiya’nın verdiği cevaba göre, önceden tahmin ettiği gibi, hastada hiçbir değişiklik yoktu. Sadece beş altı gündür onu görmeye gitmediği için, kardeşi ihmal edildiğini düşünmüş ve can sıkıntısından kurtulmak için abisine olta atmaya karar vermişti. “Günlerden pazar olduğu halde gelmemesi çok zalimce,” diye düşünüp öfkelenmişti. Nonomiya, “Benim kız kardeşim salaktır,” dedi. Galiba kardeşini sahiden salak buluyordu. “Ben bu kadar meşgulken zamanımı boşa harcaması aptallık,” diye düşünüyordu. Ama Sanşiro, adamın kız kardeşine neden “salak” dediğini anlamadı. Kız kardeşi ağabeyini telgraf gönderecek kadar özlemişse, bir iki pazar gecesini onunla geçirmek neden kötü olsundu ki? Böyle bir kardeşle beraber geçirilen zaman, gerçekten yaşamaya ayrılmış zamandı; o zamana kıyasla, bir bodrumda ışık deneyleri yaparak geçirilen günler boşa harcanmış sayılırdı. Sanşiro, Nonomiya’nın yerinde olsaydı, çalışmalarını kız kardeşi için aksatmayı dert etmez, hatta bundan mutlu olurdu. Duyguları halen dünkü intiharın etkisi altında olsa da, o esnada trenin ezdiği kadın aklından çıkmıştı.

Nonomiya, “Dün gece pek dinlenemedim ama uykusuzluğun beni etkilemesine izin vermemeliyim,” dedi. “Neyse ki bugün, öğleden sonra Vaseda’daki okula gittiğim gün, üniversitedeki boş günüm. Okula gidene kadar uyuyayım bari,” diyordu. Sanşiro, “Epey geç saate kadar ayakta mı kaldınız?” diye sorunca, “Aslında bakarsan, eskiden öğretmenim olan Hirota adlı kişi, kız kardeşimi ziyarete gelmişti, ona rastladım. Üçümüz sohbete daldık ve o arada son tramvayın saatini kaçırdım, mecburen geceyi hastanede geçirdim. Aslında Hirota’nın evinde kalmam daha uygun olurdu ama kız kardeşim, yine mızmızlık edip ille de hastanede kal diye inatlaştı; çaresiz daracık bir yerde yattım ama o kadar konforsuzdu ki, uyuyamadım. Kardeşimin ahmaklıkları işte,” diye yine kız kardeşine saldırdı. Sanşiro eğlenmişti. Kızın avukatlığını yapmaya niyetlendi, ama söze nereden gireceğini bilemedi ve vazgeçti.

Onun yerine, Hirota hakkında sorular sordu. Sanşiro, bugüne kadar Bay Hirota’nın ismini üç dört defa duymuştu. Ve “Beyaz Şeftali” hocaya, Aokido’da gördüğü hocaya, içinden Hirota’nın ismini yakıştırmıştı. Sonrasında, kampüs kapısının orada yaramaz atın azizliğine uğrayıp Kitadoko denen dükkânın çalışanlarınca gülünen adamı da, Hirota Hoca olarak düşünmüştü. Şimdi Nonomiya’nın anlattıklarını dinlerken, o at vakasındaki hocanın sahiden Hirota olduğunu keşfetti. Bu yüzden, beyaz şeftali yiyen adamın da kesinlikle aynı hoca olduğuna karar verdi. Düşünürseniz, bunun biraz zorlama bir teori olduğunu anlarsınız.

Ayrılacağı sırada, “Hazır gitmişken, öğleye kadar şunu da hastaneye bırakır mısın?” diye eline ince bir kimono tutuşturuldu. Sanşiro çok mutlu olmuştu.



Sanşiro o gün, dört köşeli yeni bir şapka takıyordu. Bu şapkayı takarak hastaneye gidebileceği için kendini biraz özel hissetti. Aydınlık bir yüzle Nonomiya’nın evinden çıktı.

Oçanomizu’da tramvaydan inip, hemen bir çekçek arabasına bindi. Bu, normalde Sanşiro’dan hiç beklenmeyecek bir hareketti. Güle oynaya Kızıl Kapı’ya yaklaştığı sırada, hukuk ve edebiyat fakültesinin zili çaldı. Başka zaman olsa, Sanşiro şimdi elinde defterle ve mürekkep hokkasıyla sekizinci sınıfa giriyor olurdu. Bir iki dersi kaçırsam bile önemli değil diye düşünerek, çekçeği dosdoğru Aoyama dahiliye kliniğinin kapısına götürdü.

“Kapıdan girince ikinci köşeden sağa dönüp koridorun sonundan sola sapınca doğu tarafında kalan oda,” tarifine göre yürüyerek hedefine vardı. Kapıya siyaha boyalı bir tabela tutturulmuştu, üzerine kana44 ile “Yoşiko Nonomiya” diye yazılmıştı. Sanşiro bu ismi gördüğü halde, bir süre kapının önünde oyalandı. Köylü olduğu için, kapıyı çalmak gibi medeni bir şeyi yapmadı.

“Bu odadaki kişi Nonomiya’nın kız kardeşi, Yoşiko diye bir kız.” Sanşiro böyle düşünerek dikildi. Kapıyı açıp onun yüzünü görmek istiyor ama aynı zamanda görüp de düş kırıklığına uğramaktan korkuyordu. Korkuyordu; çünkü kafasının içinde dolaşan kızın suratı, Bay Sohaçi Nonomiya’ya hiç mi hiç benzemiyordu.

Arkasından bir hemşirenin sandalet sesleri yaklaşıyordu. Sanşiro pat diye kapıyı yarısına kadar açtı ve içerideki kızla göz göze geldi. (Kıza bakarken, tek eli halen kapı kolunun üstündeydi.)

Gözleri iri, burnu ufak, dudakları ince, alnı tas gibi geniş, çenesi sivrice bir kızdı. Yüz hatları bundan ibaretti. Ama Sanşiro, bu yüzde o esnada beliren, bir anlık ifadeyi hayatında ilk defa görüyordu. Solgun alnından başlayan ve serbestçe dökülen simsiyah saçları omuzlarının ardında kayboluyordu. Bu saçlara, doğuya bakan pencereden içeri giren sabah güneşi arkadan aksediyor; saçlarla ışığın teması ettiği çizgi, mora çalan bir ışıltıyla parlıyordu. Sanki kızın başına nur inmiş gibiydi. Buna karşın, kızın yüzü de alnı da karanlıktaydı. Hem karanlıktı, hem de solgun. Ve bu yüzde, uzaklara dalıp gitmiş gözler vardı. Hani gökte hareketsiz bir bulut vardır. Ama kımıldamadan da duramaz ve usul usul sürüklenir. Kız Sanşiro’nun yüzüne bakarken gözlerinde işte böyle bir bakış vardı.

Sanşiro bu yüzde, hem yorgun bir melankoliyi hem hastalığın örtemediği bir enerjiyi birlikte görmüştü. Gördüğü bu birliktelik Sanşiro’ya göre, insanlığın asaletinden bir parçaydı. Sanşiro, çok önemli bir şeyi keşfettiğini hissediyordu. Eli kapı kolunu tutar vaziyette, kafasını kapı aralığından odanın içine uzattığı o anda hissettiği bu duyguya kapılıp gitmişti.

“Giriniz.”

Kız, sanki Sanşiro’nun geleceğini biliyormuş gibi konuşmuştu. Sesinde yeni tanışılan bir kadından umulmayacak sakin bir ton vardı. Böylesi bir ses, ya tertemiz bir kız çocuğundan ya da genci yaşlısıyla, pek çok erkeği tanıyan olgun bir kadından çıkabilirdi. Yılışık bir konuşma tarzı değildi. Sanki eski bir dostu selamlar gibiydi. Kız, zarif yanaklarını kımıldatarak gülümsedi. Solgun tenine tatlı, sıcak bir renk yayıldı. Sanşiro’nun ayakları, kendiliğinden odanın içine doğru hareket etti. O an genç adamın kafasından, uzak memleketindeki anasının hayali gelip geçti.



Kapıyı örtüp yüzünü odaya döndüğünde elli yaşlarında bir kadın Sanşiro’ya selam verdi. Bu kadın, Sanşiro’nun gövdesi henüz eşiğin öbür yanındayken oturduğu yerden kalkmış ve onun içeri girmesini beklemişti. Kadın, “Siz Bay Ogawa mısınız?” diye sorarak Sanşiro’yu kendini tanıtmak zahmetinden kurtardı. Yüzü Nonomiya’nın yüzüne benziyordu. Kızının yüzüne de benziyordu. Lakin benzerlik sadece yüzlerdeydi. Sanşiro kendine emanet edilen paketi uzatınca, kadın verilen şeyi alıp teşekkür etti, “Buyrun,” diyerek sandalyeyi gösterdi. Kendisi de yatağın diğer ucuna geçti.

Yatağın üstüne serili şilte bembeyazdı. Şilteye serili örtü de bembeyazdı. Kız bu örtünün yarısını çaprazlama katladı, örtünün kalın görünen yerinden kaçınır gibi, sırtını pencereye vererek oturdu. Ayakları zemine ulaşmıyordu. Elinde örgü şişleri tutuyordu. Bir yün yumağı, yatağın üstünden yere yuvarlandı. Kızın elinden kırmızı bir iplik uzanıyordu. Sanşiro, yatağın altından yumağı alsam mı diye düşündü; ama kız yumağı umursarmış gibi görünmediği için bunu yapmaya çekindi.

Kızın annesi, odanın diğer yanından birkaç kez, geçen geceki yardımı için Sanşiro’ya teşekkür etti. “Onca işinizin arasında…” falan diyordu. Sanşiro, “Sorun değil, zaten boş vaktim vardı,” dedi. İkisi konuşurken Yoşiko susuyordu. Konuşmaya ara verdiklerinde aniden, “Geceki intihar olayını görmüşsünüzdür,” dedi. Sanşiro, odanın köşesinde duran gazeteyi fark etti.

“Evet,” dedi.

Kız, “Çok korkmuşsunuzdur, değil mi?” diyerek boynunu biraz yana eğdi ve Sanşiro’yu süzdü. Kızın boynu, ağabeyininki gibi uzundu. Sanşiro, korkup korkmadığını söylemeden kızın boynunu bükmüş halini seyretti. Sessizliğinin bir sebebi, sorunun çok safça, bu yüzden de cevaplaması zor oluşundandı. Sessizliğinin diğer nedeni, cevap vermeyi unutmasıydı. Kız onun bakışlarını fark etmişti, hemen boynunu düzleştirdi. Ve solgun yanakları biraz kızardı. Sanşiro, “Artık gitsem iyi olur herhalde,” diye düşündü.

Selam vererek odadan çıktı, ön kapının karşısına gelip ileriye baktığında, koridorun ucundaki aydınlık ve kenarları ışıkla çizilmiş dörtgen şeklindeki çıkışın önünde, göletten tanıdığı kadını gördü. Sanşiro afallamıştı, yürürken tökezledi. O an, saydam havadan bir tuvale gölgelerle çizilmiş kadın, ona doğru bir adım attı. Sanşiro da davet edilmişçesine ilerledi. İkisi, düz koridorun bir yerinde karşılaşmalarını buyuran kaderin buyruğuyla, birbirlerine yaklaştılar. Ama kadın birden döndü. O, sadece, dışarıdan gelen ışığın içinde, yeni başlamış güz mevsiminin yeşilliklerini görüyordu. Dönüp giden kadının gözlerinden bakınca, koridorun dörtgen çerçevesinde beliren hiçbir şey yoktu; kadının bakışını karşılayacak kimse de yoktu. Sanşiro, o saniyelerde kadının siluetini ve kıyafetini aklına kazıdı.

Kadının kimonosunun rengine ne diyeceğini bilemedi. Üniversitedeki göletin suyuna, her dem yeşil bir ağacın bulanık aksi düştüğünde nasıl görünürse, işte öyle bir renkti. Kimonoda, en yukarıdan başlayıp ta aşağıya kadar inen parlak şeritler vardı. Bu şeritler dalgalanıyor, birbirine yaklaşıp uzaklaşıyor, yan yana gelip kalınlaşıyor, tekrar ayrılıp iki şerit oluyordu. Şeritler gelişigüzel hareket ediyordu ama hareketlerinde yine de bir düzen vardı. Kimono, üst yarısının ortasından geçen geniş bir kuşakla ikiye ayrılmıştı. Kuşağın sıcak bir görüntüsü vardı. Herhalde, sarı renk içerdiği içindi.

Kadın döndükten sonra, sağ omuzunu geriye atıp sol elini kalçasına yaslayarak yürüdü. Elinde mendil vardı. Mendilin parmaklarının arasından taşan kısmı çiçek gibi açılmıştı. İpektendi herhalde. Kadının belden aşağısının duruşu düzgündü ve edepli olduğu izlenimi uyandırıyordu.



Kadın tekrar Sanşiro’ya doğru döndü. Yere bakarak Sanşiro’ya doğru iki adım yürümüştü ki, birden başını geri attı ve karşısındaki erkeği gördü. Gözleri geniş, göz kapakları kıvrımlıydı.45 Bakışları sakindi. Çarpıcı kara kaşlarının altında, gözleri ışıl ışıldı. Ağzını araladığında, güzel dişleri meydana çıktı. O dişler ve o ten rengi, Sanşiro’da unutulmaz bir izlenim bırakmıştı.

Beyaz pudrayla hafif bir makyaj yapmıştı. Ama yüzünün rengini örten, zevksiz bir makyaj değildi bu. Narin tenine güzel bir renk katacak şekilde, çok hafifçe sürmüştü pudrayı. Yüzünü beyaza boyamış değildi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Japoncada önce kişinin soyadı yazılır. Natsume yazarın soyadı, Sōseki ise adıdır.

2

Geleneksel bir Japon şiir türü. Masaoka Shiki, en ünlü haiku şairlerindendir.

3

Anadolu’da da uygulanan bardak çekme, Uzakdoğu kökenli bir tedavi yöntemidir. (ç.n.)

4

Japonya’nın güney ucundaki Kyuşu adasının iklimi çok güneşli ve bronzlaşmaya müsaittir. (ç.n.)

5

Japonya’nın doğu sahil şeridini takip eden demiryolu hattı. (ç.n.)

6

Kyoto’da, sağlık için ziyaret edilen bir Budist tapınağı. (ç.n.)

7

Çin’de liman. Batı dünyasında daha ziyade Port Arthur olarak biliniyordu. 1904-1905 Japon-Rus savaşı sırasında en çetin çatışmalar, bu şehrin civarında yaşanmıştır. (ç.n.)

8

Doğu Çin’de liman. Bir Rus kolonisiyken, Japon-Rus harbinden sonra Japon denetimine girdi. (ç.n.)

9

Kelime anlamıyla “Yeniköprü”, o yıllarda Tokyo’nun kalbi sayılan mahalle. (ç.n.)

10

Japon konukevlerinde birinci sınıf odalara Çam, ikinci sınıf odalara Bambu, üçüncü sınıf odalara Erik denirdi. (ç.n.)

11

Aslında 21 veya 22 yaşında. Eski Japon hesabına göre insan yeni yaşına doğum gününde değil, yılbaşında girerdi. Yaşlar sıfırdan değil, birden başlanarak sayılırdı. Aralık’ta doğmuş bebek, Ocak’ta iki yaşına basmış sayılıyordu. Lise eğitimi 5 yıldı ve 21, üniversiteye girmek için olağan yaştı. (ç.n.)

12

Japonca “çiçek”. Sanşiro, Japonya’daki en yaygın ve klişe kız ismini yazıyor. (ç.n.)

13

Büyük banyo havluları kastediliyor. (ç.n.)

14

Şeker içeren bir tür baklagil yemeği. (ç.n.)

15

O yıllarda pek çok Japon, geleneksel tahta takunyaları Batı tarzı kunduraya tercih ediyordu. (ç.n.)

16

Orijinal metinde Sennin: Çin / Japon mitolojisinde ölümsüzlüğün sırrını bulmuş bilgelere verilen ad. Bazı efsanelere göre, bilgelerin ölümsüzlük kaynağı sihirli bir şeftalidir. (ç.n.)

17

Japon şair Noboru Masaoka (1867-1902), “Şiki” (Guguk) mahlasıyla yazardı. (ç.n.)

18

O yıllarda Japonya’da sadece birkaç üniversite vardı ve bunların çoğu Tokyo’daydı. Taşralı Sanşiro, üniversiteli olmayı büyük bir başarı sayıyor ve karşısındakinin kayıtsızlığına şaşıyor. (ç.n.)

19

Soseki nükte yapıyor. Japon yazısıyla “Kamasu” (baraküda) diye yazarken kullanılan karakter, “misyoner” sözcüğü yazılırken kullanılan karaktere benzer. Ve balık, Hıristiyanlıkta Mesih’i simgeler. (ç.n.)

20

Japonların zaferiyle biten savaş, ekonomik anlamda önemli bir kazanç getirmese de Japonya’ya dünya çapında büyük prestij sağlamış ve Japonlara özgüven vermişti. (ç.n.)

21

Kelime manasıyla “Halka İçi”. O dönemin önemli bir alışveriş bölgesi. (ç.n.)

22

İmparator Meiji’nin saltanat çağı (1868-1912) Japonya için hızlı bir modernleşme devri oldu. Nice Batılı fikir akımı ülkeye bir anda geldi ve bunlar özümsenene kadar tuhaf bir keşmekeş yaşandı. Örneğin Japon mimarisi barok, rokoko ve oryantalist tarzların her birini üç beş yıl deneyip terk etti. (ç.n.)

23

Tokyo oldukça sıcak bir iklime sahiptir. (ç.n.)

24

1884’te bu kapı yanında yapılan kazıda tarihi eserler bulundu. Eserler Japonların Asya anakarasından gelen atalarınca kurulmuş ilk uygarlıktan kalmaydı. Bu uygarlık halen “Yayoi Kültürü” diye anılır. (ç.n.)

25

Bu sözle kısmen at arabaları, ama daha ziyade el arabaları ve çekçekler kast ediliyor. (ç.n.)

26

Japoncada “Akamon“. Tokyo Üniversitesi’nin girişlerinden biri. (ç.n.)

27

Japoncada “çelişki, paradoks” manasında kullanılan Mujun, kelime anlamıyla “Mızrak ve Kalkan” demektir. Delici gücü sonsuz bir mızrak ve dayanıklılığı sonsuz bir kalkanın karşılaştığını hayal edin. (ç.n.)

28

Ömrünün çoğunu Japonya’da geçirmiş Alman hekim. Japonya Uyanıyor adında bir kitabı vardır. (ç.n.)

29

Üniversitenin yakınında bir semt, burada (Sanşiro’nun da kaldığı) bir öğrenci yurdu vardı. (ç.n.)

30

Ueno: Tokyo’da bir semt. Burada 540 dönümlük bir park bulunmaktadır. (ç.n.)

31

1638’dan 1854 yılına dek Japonya kendini dış dünyaya kapattı. Yabancıların ülkeye gelmesi yasaktı. 1854’te, Amerikan savaş gemilerinin Uraga limanına gelmesiyle bu izolasyon devri sona erdi. (ç.n.)

32

Japon takunyası, iki ahşap platform üstünde durur. Diş sözüyle bunlar kastediliyor. (ç.n.)

33

Fransa kralı (Egemenlik Dönemi 1853-1870) (ç.n.)

34

Köri, Japonya’da bir baharatın değil; bu baharatla yapılan et yemeğinin adıdır. (ç.n.)

35

Savunma disiplini Aikido ile alakası yoktur. Aokido, o yıllarda öğrencilerin sık uğradığı bir kafeydi. İsmi, “Mavi Ağaç Salonu” anlamına gelmektedir. (ç.n.)

36

Kelime anlamıyla “Japonya Köprüsü”. Eskiden Japonya’daki tüm yollar Tokyo’ya, Tokyo’daki tüm yollar bu köprüye bağlanırdı. Dolayısıyla Nihonbaşi, bir bakıma Japonya’nın kalbiydi. (ç.n.)

37

Geleneksel tarzda inşa edilmiş, komedyenlerin ve hikâye anlatıcılarının sahne aldığı salon. (ç.n.)

38

Meddahlığa benzer bir hikâye anlatma sanatı. Kosan, anlatıcının gerçek adı değil, sahne adıdır. (ç.n.)

39

Sıcak havalarda giyilen hafif kimono. (ç.n.)

40

Eski Tokyo’da bir akarsu ve bu akarsuyu geçen köprü. Oçanomizu, “Çay Suyu” demektir. (ç.n.)

41

Tatami: Japonya’ya özgü hasır kilim. Eskiden evlerin çoğu odası bu kilimlerle kaplanırdı ve evlerin genişliği döşemedeki kilim sayısıyla ölçülürdü. Sekiz kilim, on üç metrekareye eşittir. (ç.n.)

42

İçine mum konulan, kâğıttan yapılmış fener. (ç.n.)

43

Demiryolunun önüne alçak bir tepe çıktığında raylar, genellikle bu tepenin ortasına kazılan bir hendekten geçirilir. Bu hendeğin kenarlarına “şev” adı verilir. (ç.n.)

На страницу:
5 из 6