
Полная версия
Mısır mitolojisi

40. şekil: Tefênet
Kimi zaman “Okyanus” (tam olarak Yüce Yeşil) da bereket getirirmişçesine Nil gibi çok şişman tasvir edilir ve aynı şekilde bir zamanlar eşi Mu(u)t veya Mu(i)t’tur. Bununla birlikte genellikle abis tanrısı Nuu (veya Nûn) ile özdeşleştirilir. Aslında ikincisi yalnızca siyah, yeraltının derinlerine akan ve güneyde başka bir deyişle Nil’in kaynağında kendisine erişilebilen akıl sır erdirilemez suyu temsil etmez; bunun yanı sıra bu suların, tamamen kuşatıcı okyanus olarak dünyanın etrafını saran uzantısını da temsil eder. Okyanusun dipleri karanlıkta ve sonsuz uzayda kaybolarak yeraltı sularına dönüş yolu olur. Bu çok derin denizler bütün ilahların meydana geldiği kadim maddeyi temsil eder. Böylece bunların kişileştirmesi olan Nuu “gökyüzü ve yeryüzü henüz mevcut değilken” var olan en yaşlı ve en bilge tanrı diye bilinir. Nuu bütün sırların sahibi, tüm tanrıların ve dünyanın babasıdır. Evrenin doğuşuyla ilgili bu düşünce, güneşin günlük batışı ve okyanustan tekrar doğuşuyla benzerlik taşır. Mısır’da okyanusun temsili Nil’di. Bu nedenle Nil genellikle Nuu ile özdeşleştirilmekteydi. Bir süre sonra daha mistik düşünceler yeraltı sularının kaynağı olarak Osiris’i Nuu ile özdeşleştirdi ve böylece onu okyanusla bağlantılı hale getirdiler. Daha sonra Ptah (Tatunen) da kuvvetle muhtemel Osiris’le özdeşleştirilmesinden sonra abisle doğrudan eşit kabul edildi.

41. şekil: Nil, Karısı Nekhbet ve Okyanus

42. şekil: Öküz Kafalı Nuu
Nuu geleneksel olarak insan şeklinde tasvir edilir. Ancak nadiren de olsa bir kurbağa kafasıyla ve bir kez de öküz kafasıyla temsil edildiği olmuştur. Kafasında iki deve kuşu tüyüyle tasvir edildiğinde bilge Ptah-Tatunen ile daha sonraki özdeşliği ima edilmektedir. Bahsetmeye değer bir mitolojik resim “Nuu’yu mistik tanrıların babası” olarak tasvir etmektedir. Nuu bu resimde bütün suların iki veya dört kaynağını ağzından fışkırtırken diğer iki tanrı, muhtemelen güney ve kuzey Nil, bu suları alıp tekrardan tükürmektedir. Daire haline gelmiş insan formundaki okyanus için 46. şekle bakabilirsiniz.

43. şekil: Gizemli tanrıların babası Nuu pınarını “gizemli iki tanrıya” gönderiyor
Bu ilişki, bu kozmik yapının ve dört unsurunun asıl parçalarının dizilimi meselesi, genel kabul görecek şekilde hiçbir zaman açıklığa kavuşmadı. Başlangıçta dünyanın yaratılış miti birkaç yerel varyantta var olmuş olabilir. Bununla birlikte okyanus derinliğini temsil eden Nuu’nun asıl unsur olması en eski teologların ilk uzlaşmalarından biriydi ve sonraki adımın güneşin yaratılmasıyla ilgili olması evrenin kökeniyle ilgili süreçte en önemli aşamaydı. Yeni Krallık döneminde yaratılıştan önce dünyanın durumuyla ilgili kurgular dört çift tanrı (bir ogdoad) tarafından bu kaotik durumu sembolize etti. Erkekler su mahlûkları olarak kurbağaların başlarıyla temsil edilirken kadınlar yılan başlarıyla temsil edilmektedir. İsimleri şöyleydi: Derin güçler olan Nuu ve Nut; Heh(u) ve Hehet (veya Hehut, Sonsuz Boşluk); Kek(u) (veya Kekui) ve Keket (veya Kekut, Karanlık); Ni(u) ve Nit (Rutubetli Hava). Sayılarından dolayı güneş tanrısının bu sekiz anne babası veya atası Orta Mısır’da Khmun(u) (Sekizin Şehri) ile ilişkilendirildi ve bazı din adamları bunları yaratılışın başlangıcı olarak kabul etti.

44. şekil: Kadim ogdoad tanrılarının iki üyesi

45. şekil: Heh ve Hehet genç güneşi (Khepri olarak) doğu ufkunun üzerine kaldırıyorlar
Gerçekte, az önce izah edilen öğretiye göre yalnızca ilk çift yani Nuu ve Nut, güneş tanrısının ebeveynleriydi. Ancak ogdoad tanrılarının evrensel özellikleri, bebek güneşi her sabah kaldırarak Şu’nun ve Tefênet’in görevini yaparken Heh ve Hehet’i temsil eden 45. şekildeki gibi kolayca güneşin günlük doğumuna aktarıldı. Bununla birlikte ogdoad tanrılarından Nut’un, her gün güneşi doğuran göksel tanrıça Nut’la aynı ilah olup olmadığı veya onun yalnızca kadim gökyüzü ya da sadece suyla ilgili kaosun bir görünüşü olup olmadığı hakkında belirsizlik var gibi gözükmektedir. Ancak şahsiyetleri muhtemelen özdeşti. Öyleyse Nut’un sel veya eski su tanrıçası olarak kabul edildiği teoriye göre güneş tanrısını meydana getiren, tanrıların babası Mu(u)t veya Mu(i)t, Nuu idi. Günlük bir hadise olarak bu yaratma eylemi bir defasında, dairesel konumuyla düz bir şekilde yatarken resmedilen (bkz. 46. şekil) yeryüzü tanrısından kendisini ayırt ediyor gözüken Nut’u, okyanus üzerinde uzanan gökyüzü olarak temsil etmektedir.
Sonraki dönemlerde Mısırlılar güneşi batıdan doğuya geçen bu erkek figürün ne olduğunu anlamamış gibi gözükmektedir ve aynı durum göğün üstünü ve altını erkek özelliğiyle örtüşmeyen kişilikler olarak temsil etmek amacıyla yapılmış Philae tapınağındaki bu figüre çok benzer temsil için de geçerlidir. Kısa sürede bu inanç güncel hale gelmiştir: Tüm evrensel güçlerin en yücesi güneş, onun müsebbibi veya onu şekillendiren abisten tamamen kendi başına çıkmıştır ve sonra gökyüzüyle yeryüzü arasındaki havayı (Şu ve Tefênet) yaratmıştır. Daha sonra gökyüzü ve yeryüzü (Keb ve Nut) kendilerini meydana getirmişlerdir. Osiris sıfatıyla yeni güneş de dahil yaratılışın devamını bu tanrılar meydana getirmiştir veya güneş tanrısı tanrıları yaratmaya devam edip nihayetinde gözünden veya başka bir şekilde insanları meydana getirmiştir. Bu, Heliopolis’e ait eski bir yaratılış öğretisidir. Heliopolis dokuzlusunun düzenlenmesini yansıtmaktadır. Dolayısıyla ogdoad öğretisinde havanın güneşten üstün olduğunu; gökyüzünü (Nut) ve yaratılışta güneşin doğduğu yer olan abisini (Nuu) (ki aslında her gün de buradan doğmaktadır) birbirinden ayırdığıyla ilgili farklı bir inanca dayandığı anlamını çıkarabiliriz. Heliopolis öğretisinde güneşin Atum-Ra ve Osiris olarak bu çifte ortaya çıkışı ve Şu’nun dünyanın başlıca iki esas parçasını ayırıcı kadim bir görevi olması, güneş tanrısının yaratılışta daha sonradan yer almasıyla ilgili varyantın mevcut olduğunu yeniden düşünmemize sebep olmaktadır. Benzer bir şekilde bazı metinlerde, okyanusta veya okyanusu simgeleyen mavi nilüfer çiçeğinin içinde geliştikten sonra güneş tanrısının doğruca kutsal ineğin sırtına (bkz. 27. şekil, s. 41) tırmandığını ve böylece gökyüzünün, havanın ve diğer unsurların ve ayrıca yeryüzünün kendisinden önce var olduğunun ima edildiğini okumaktayız.

46. şekil: Gökyüzü tanrıçasının kocasının olağandışı bir temsili

47. şekil: Çifte formda gökyüzü tanrıçası ve onun eşi

48. şekil: Nilüfer çiçeğinin içinde genç güneş
Dünyanın abisten yaratılışıyla ilgili hikâyenin eski bir varyantı Elefantin’in koç başlı tanrısı Khnûm(u) ve onun kurbağa başlı karısını “yaratılışın başlangıcında yer alan insanları ve tanrıları yaratan ilk tanrılar” konumuna getiren gelenekte korunmuş gibi gözükmektedir. Bunun altında yatan düşünce okyanus dahil bütün suların kaynağını, İlk Büyük Çağlayan kayaları arasındaki Nil’in mitolojik kaynağında bulma çabasıdır. Dolayısıyla “asıl tanrı” olarak Khnûm yalnızca, Nuu’nun yerel bir varyantıymış gibi muamele görmektedir. Kadim Krallık’ta bile Khnûm ve Heqet, Osiris mitinin yaygınlaşması için Abidos’a nakledilmiştir. Burada Osiris’in mezarı olmasının yanında hayat pınarı, abisin girişi ve kaynağı vb. de bulunmaktadır.
Khnûm ve Heqet “Abidos’un beşiğine (kelimesi kelimesine doğum yerine, meskhenet) yerleştirildikten sonra Büyük Çağlayan bölgesinin tanrıları olarak bu tanrıların asıl anlamlarını daha ne kadar doğru bir şekilde korudukları belli değildir. Her halükârda daha sonraki teolojik anlayışta Khnûm’un derin doğası onun yaratıcılığı hakkındaki geleneğin, “çömlek gibi şekillendirmek” anlamındaki köküyle (khonem) etimolojik bir izah yapılmaya çalışıldığında artık yer bulmamıştır. Böylece artık Khnûm, bir zamanlar çömlek çarkının üzerinde tanrılardan hayvanlara tüm varlıkları meydana getiren ve halen gökyüzünde çocuğun doğumundan önce, anlaşıldığı kadarıyla yaratma sırasında, yeni doğan her çocuğun veya en azından onun “çiftinin” şeklini belirleyen “çömlekçi tanrı” haline gelmiştir. Bu gelişmeye uygun olarak Khnûm’un sonraki eşi Heqet doğum tanrıçası haline gelmiştir.
Böylelikle Heqet bazen, “Beşiğin Tanrıçası” (veya daha doğrusu Doğum Koltuğunun Tanrıçası) olarak bilinen tanrıça Meskhenet’le benzerlik gösterir. Meskhenet, yeryüzündeki doğumların yanı sıra Osiris’le yeni bir hayat için ölülerin yeniden doğmalarını da idare eden bir ilahtır. Sembol olarak kafasında kıvrımlı iki böcek antenine benzeyen bir süsü bulunmaktadır. Aynı zamanda bir veya iki tane tuğlayla da sembolize edilebilir. Burada, Mısır’dan Çıkış’ta tarif edildiği gibi Mısır kadınının üzerinde çocuk doğurduğu tuğlalara gönderme yapılmaktadır. Güneşin ve Osiris’in dört farklı Meskhenet’i ya da doğum tanrıçası vardır. Bu, farklı yorumları da beraberinde getiren bir sembolizmdir. Meskhenet adı “tesadüf, olay, kehanet” olarak izah edilebilir. Başka bir deyişle kehanetlerin rast gelmesi doğuma eşlik edip bu suretle kaderi tayin ettikçe bu ilahe, kader tanrıçası haline gelmiştir. Bu etimolojik izahın özgün olması ve doğum tanrıçasının işlevinin yalnızca buradan geliyor olması mümkündür. İlerleyen sayfalarda göreceğimiz üzere Renenutet de doğum ve eğitimle ilişkilidir.

49. şekil: Khnûm çocukları meydana getiriyor ve Heqet de onları canlandırıyor
Sıradan insanlar için erkek bir öz, Shay (kader) Yeni Krallık döneminde doğum tanrıçasının erkek bir muadili ve refakatçisi olarak ortaya çıkmaktadır. Shay, insan şeklinde tasvir edilir ve sonradan Greklerin Agathodaimon’uyla özdeşleştirilmiştir. Kimi zaman insan kafalı bir yılan şeklini alır.

Evrensel ilahlar arasında görünüşe göre aslen yıldızlarla ilgili bir varlık olarak “yazı tanrıçası” veya kader tanrıçası Sek-ha(u)it’i (veya muhtemelen Sekha(u)tet) de hesaba katabiliriz. Oldukça ilginç bir ilah olan Sekha(u)it, kalemiyle tüm dünyanın rotasını yönlendirmektedir. Ona “kitapların ilahi yerinden önce var olan”, başka bir deyişle “tanrıların kitaplık görevlisi” denmektedir. Bir pasajda “güneyin kütüphanesinden önce var olan” unvanıyla anılmaktadır. Burasıyla eski Nekhbet merkezinde bir yerleşim yeri işaret ediliyor veya daha ziyade burası, dünyanın derinliklerindeki, yani güneydeki, evi için bir ipucu olabilir. Gökyüzünün altıyla bağlantısı semavi doğası işaret edilerek baş aşağı duran iki boynuzla gösterilmekteyken, makamı, bir din adamı kostümü (yani leopar derisi), kalem ve hokka (veya omzundan aşağı sarkan birbirine bağlı iki hokka) ile sembolize edilmektedir. Boynuzlar arasındaki yıldız bu doğaya işaret etmektedir; ancak bütün yıldızların beş ışınlı çizildiği resim geleneğine zıt bir şekilde bu özel yıldız yedi ışınlıdır. Bu, henüz anlamadığımız veya Asya’dan gelmiş olması muhtemel bir sembolizmin özenli bir göstergesidir. Bir kader tanrıçası olarak Sekhait, kozmik ağacın dibinde, başka bir deyişle gökyüzünün en derinliklerinde (güney) veya gökyüzünün yukarısı ve aşağısının buluştuğu noktada oturur. Burada, ağacın veya yapraklarının üstünde yalnızca yaşam süresi gibi (en azından krallar için) bütün gelecek hadiseleri yazmaz; aynı zamanda gelecek nesillerin bilmesi için büyük olayları da kayda geçirir. Zira gelmiş ve gelecek olan her şey daha önce gördüğümüz üzere yıldızlarda yazılıdır. Dolayısıyla o kimi zaman Heliopolis’in kutsal Persea’sına yerleştirilir. Aynı zamanda gökyüzü, İsis gibi, gündüzleri gökkubbe veya Neftis gibi gökyüzünün daha uzak ve daha az bilinen bir simgesiyle özdeşleştirilir. Ancak tahmin edebileceğimiz üzere Nut’la özdeşleştirilmez. Nispeten erken bir tarihte sıradan halk bütün bu sembolizmin değerini kaybederek Sekha(u)it’e Sefkhet ‘Abui (Boynuzlarından [başka bir deyişle kafasından] Vazgeçen) gibi anlamsız bir isim vermiştir.

50. şekil: Meskhenet
Her ne kadar Mısırlı din adamlarının çok iyi astronomlar oldukları iddia edilse de Mısır inancında gezegenler (asla dinlenmeyen yıldızlar) Babil’de sahip oldukları gibi bir değere sahip olmamıştır. Hiçbir yerde özel bir put olmamışlardır ve bunlardan üçü (veya aslında dördü) gökyüzünün hükümdarı sıfatıyla aynı tanrının, yani Horus’un tezahürü olarak adlandırılıyorsa erken dönemlerde bunların birbirinden ayrılmasına çok fazla özen gösterilip gösterilmediği oldukça şüphelidir. Sabahyıldızının (muhtemelen bir zamanlar akşamyıldızından farklı olan) her zaman gezegenlerin en önemlisi olduğuna şüphe yoktur. “Yükselen Tanrı” (Nuter Dua) olarak isimlendirilen bu yıldız erkek olarak kabul ediliyordu. Gizli güneş tanrısının geceye ait temsili olarak kabul edilerek Osiris’i veya onun ruhunu, Feniks’i (benu, bin) veya Horus Ra olarak yeniden doğan Osiris’i sembolize ediyordu. Akşam güneşine daha sonraları “Osiris’i Taşıyan” veya “Feniks’i Taşıyan” da denmiştir. En eski metinlerde sabahyıldızı ve Orion, gökyüzünün hükümdarları olarak genellikle birbirleriyle kıyaslanmaktadır. Açık bir şekilde dişi bir öz olarak görülen Venüs-İsis’e Mısır’da yalnızca en geç dönemlerde rastlamaktayız (Venüs’ün Gökyüzünün Kraliçesi olduğu düşüncesinin erkek bir tanrı ‘Athtar veya Lucifer gibi daha eski bir yoruma önceden ağır bastığı, Asya’da yaygın olan bir düşüncedir). Daha erken dönemlerde Sothis’in ve Venüs’ün güneş tanrısının kızı ve eşine benzerliğinin yanı sıra Osiris-Horus’un annesine benzerliği de belirsizdir ve bu benzerlik yalnızca muğlak bir şekilde gerçekleşmiş olabilir. Diğer gezegenlerin önemi ise daha azdır. Jüpiter’in ismi daha sonraları “Horus, Sırları İfşa Eden” (Up-shetau) şeklinde yanlış okunmuştur. Doğrusu Upesh (Parlak Yıldız) veya “Parlak Horus” ve ayrıca “Güneyin Yıldızı” şeklindeydi. Satürn “Boğa Horus”, Mars ise “Kızıl Horus” veya “Ufkun Horus’u” (Har-akhti) idi. Sebg(u)-Merkür’ün bilge Thout ile hiçbir şekilde bağlantılı olmaması Asyalı ve Avrupalı benzerlerinden beklentimizden dolayı kısmen şaşırtıcıdır. Aslında kimi zaman bu yıldız şeytani tanrı Set’e ithaf edilir.

51. şekil: Sekhait, Thout ve Atum kralı içine yerleştirerek bir kralın ismini kutsal ağacın üzerine yazıyorlar

52. şekil: Roma döneminden bir resimde Satürn gezegeni
Sabitlenmiş yıldızların hepsi ya tanrıdır ya da “ruh”tur ve “hiçbir zaman kaybolmayana”, yani yıl boyunca kuzeyde görünen yıldızlara özel bir kutsallık atfedilir. Bu yıldızların güneş tanrısının hizmetkârı olmak gibi bir işlevleri de vardır. Hizmetinde silah taşırlar ve kurye olarak görevlerini yaparlar. “Nut’un çocukları”, kutsal çiçekleri ve çeşitli bitki tarlalarını düşündüler ve bu alanların da kutsal ölülerin kaldıkları yerler olduğunu hayal ettiler. Bununla birlikte bu kutsal topraklara “tanrıları meydana getiren, tanrıların her yıl kendi günlerine göre üzerinde büyüdükleri toprak” gibi isimler verdiler. Ancak tanrıların yıldızların biçiminde ve izledikleri yolda vücuda geldiği Mısır inancında, bunlardan yalnızca en fazla dikkat çekenin önemli bir yeri vardır. İlki köpek yıldızı veya Mısırlıların Sopdet (Grekçesi Σωθις) dediği Sirius’tur. Köpek yıldızı sabit yıldızların ve gökyüzünün kraliçesi olduğu için Sothis-Sirius, önceleri Hat-hor veya İsis’le özdeşleştirilmekteydi. Bu nedenle genellikle gökkubbe üzerindeki hâkimiyetini sembolize etmek için bir geminin içine uzanmış bir inek olarak tasvir edilir. İnsan şeklinde resmedildiğinde genellikle onun gibi bir kolunu kaldırarak komşusu Orion’un (ve oğlunun veya erkek kardeşinin ve kocasının veya babasının) refakatçisi olarak gösterilir. Dikkate değer başka bir tasvirde sabah güneşi Horus ile ilişkili (veya daha doğrusu ona karşı) bir şekilde gösterilir ve dolayısıyla gezegenlerin bu önderi ve metinlerden henüz açıklayamadığımız gökyüzünün yöneticisiyle ilginç bir ilişki içerisindedir. Dahası aynı resim ok ve yay tuttuğu için onu bir takımyıldızı, okçu bir tanrıça ile harmanlamaktadır. Sabit yıldızların bu en parlak olanı yılın düzenlenmesinde kullanılır. Bundan dolayı Sothis’e “yıl (yıldız)” denilmektedir ve üç yüz altmış beş günden oluşan ve belirli bir takvim düzenine sokulmamış, bin dört yüz altmış yıllık astronomik döngü “Sothis döngüsü” olarak adlandırılır. Sopdet’in İsis’le özdeşleştirilmesi Osiris mitinde ona önemli bir rol vermektedir.

53. şekil: Sothis-Sirius

55. şekil: Sothis ve Horus-Osiris birleşiyorlar

54. şekil: Sothis (“İsis” namlı)
Mısır inancında takımyıldızlar da Babil’de olduğunun aksine, dini düşüncenin temelinde fazla bir yer bulmamış gibi gözükmektedir. Bunların tasvirleri, Babillilerin takımyıldızlarınınkinden büyük ölçüde farklılaşmaktadır. Dolayısıyla 60. şekilde görülebileceği üzere Mısır Aslanı, aynı isme sahip Babil kümesiyle ilişkili değildir. “Devin” veya “Güçlü Adamın” (Nakht) Asya’da “Kahraman, Dev” denen Orion’la hiçbir ortak noktası yoktur. Zodyak’ın Asya’ya özgü on iki simgesi bile Grek dönemi öncesinde Mısır astronomisinde katiyen bulunmamaktadır. Daha yaygın bilinen mitolojide Pleiades’in boğasına yapılan atıflar veya Virgo mitinde Spica ve Hidra’nın bahsinin geçmesi gibi bunlara yapılan atıflar pek azdır ve henüz MÖ 2000’de ortaya çıkmış gibi gözükmemektedir. Mısırlılar yılı bölümlere ayırmak için Zodyak ile ilgili kıdemli yıldızlar gibi işaretler yerine gökyüzünde her biri on günlük otuz altı bölüm işaretliyorlardı. Beş artık gün, ayrı ayrı sayılıyordu. Bu yıldızlar kuşağı, köpek yıldızı Sopdet-Sothis yani “yılın hanımefendisi” ile başlamaktadır. Grekoromen dönemlerde Zodyak’a ait işaretler oldukça yaygın hale gelmiş olup epey gelişmiş temsillerde bunların betimlemelerine rastlamaktayız.

56. şekil: Dendera’dan yıldızlar
Bütün takımyıldızlarının en olağanüstü ve güzel olanı, “güney bölgesinin önünde süratli, geniş adımlı Orion”, tıpkı Asya mitolojisindeki gibi gökyüzünün kahramanını temsil eder. İlk zamanlar muzaffer güneş tanrısı Horus’la özdeşleştirilir. Bir kutu veya küçük bir tekne içindeki babası Osiris (başka bir deyişle Osiris’in dengi Horus’un ölü veya doğmamış formu) ise en çok doğrudan aşağıdaki takımyıldızı, yani Argo gemisi veya onun asıl yıldızı Canopus’la ilişkilendirilir. Bununla birlikte iki tanrı ve onların takımyıldızları sıklıkla aynı ilahın tezahürleri olarak serbestçe yer değiştirebilir. Koşarken arkasına bakan bir adam olarak Orion’un temsil edilmesinin tarihini MÖ 2000’den öncesine kadar takip edebiliyoruz. Çoğunlukla, sağ kolunu kaldırmış biçimde tasvir edilir. Kimi zaman elinde bir yıldız veya hayatı simgeleyen bir hiyeroglif tutuyor olsa da genellikle eli boştur. Daha sonraları, savaşçı Horus’la ilişkilendirilebilmek için elinde bir mızrak tutarken tasvir edilmeye başlanmıştır. Gördüğümüz üzere Orion genellikle Sothis’in bir refakatçisi olarak ortaya çıkmaktadır. Yeni Krallık döneminde ayrıca, bir yıl miti olarak evrensel bir mitolojinin içinde gelişen iki Orion düşüncesine de rastlamaktayız. Bu semavi ikizler 58. şekilde gösterildiği gibi birleşik veya ayrı bir şekilde gözükürler. Mısırlılar, bu düşüncenin evrensel mitolojinin pek çok versiyonunda bulunan Osiris-Set mitleriyle benzer olduğunun farkında değilmiş gibi gözüküyorlar. Aynı şekilde muhtemelen Orion’un (veya onun muadili veya çifti olan Argo? gemisinin dümencisi Canopus) “yüzü geriye dönük” veya “geriye bakan” aşağı dünyanın gemici adamıyla benzerliği daha erken bir tarihte bile unutulmuştur.

57. şekil: Orion’un erken döneme ait bir tasviri

58. şekil: Orion Çifti
Diğer kıdemliler arasında en göze çarpanı Shesmu (Grekçe yazımı Σεσμη) takımyıldızının asıl yıldızı, gecenin son saatlerinin efendisi olarak arada sırada karşımıza çıkan kısmen yaman bir özelliğe sahip eski bir ilah olan on altıncı yıldızdır. Adının işaretlendiği basma bir hiyerogliften hareketle daha sonraki teologlar onun bir yağ baskıcısı ve merhem yapan, “laboratuvarın efendisi” olduğu anlamını çıkarmışlardır. Ancak daha eski metinler onu daha çok bir kasap veya bir aşçı olarak tarif etmektedir. Shesmu, ya insan şeklinde ya da öküz veya aslan kafasıyla resmedilir. Görünen o ki aslan kafası daha özgündür. Başka bir deyişle Shesmu, benzer bir şekilde muhtemelen aslan başlı olan tanrıça Shesemtet’in refakatçisi gibi gözükmektedir. Bir zamanlar Shesemtet’in mensuplarının onuncu, on birinci, on ikinci ve on üçüncü yıldızlarıyla temsil edildikleri düşünülüyordu. Bu yüzden bir zamanlar Shesemtet kudretli bir ilahtı ve gökyüzünün hanımefendisi olarak adlandırılıyordu. Bununla birlikte, piramit çağında bile neredeyse unutulmuştu ve sonrasında tamamen gözden kayboldu. MÖ 2000’de ismi anlamından koparılmış bir şekilde kıdemli yıldızlar listesindeki yerini almıştı.

59. şekil: Ölü gemisinin kaptanı
Yedi yıldızlı Büyükayı takımyıldızı (Charles’s Wain, Amerika’da genellikle Büyük Kepçe olarak adlandırılır) daha sonradan Osiris’in düşmanı, habis tanrı Set-Tifon’la tamamen özdeşleştirilmiştir. Özellikle saygıdeğer “yok edilemez” yıldızların, yani kuzey kutbu yakınlarında gökyüzünün en gözde bölgesinde bütün yıl boyunca gözüken yıldızların mensubu olsa bile gene de eski namıyla, “Öküz Bacağı” veya “Vurucu Sopa” (Mesekhti) diye anılan uğursuz bir takımyıldızdı.
Kral I. Sethos (Setkhuy) tapınağından buraya aktarmış olduğumuz aşağıdaki tasvirle burada bir öküz biçimindeki büyük “Öküz Bacağı” yakınında birkaç takımyıldızı tespit edebiliriz. Bunlar arasında en önemli olanı tuhaf tanrıça Epet’tir. Üst kısmı insan alt kısmı aslan olan dişi bir suaygırı olarak tasvir edilir. Sırtında bir timsah taşır (daha sonra bazen pençelerinde taşır) ve bu ilişki, bir timsah kafası ve kuyruğunu veya yalnızca kuyruğu kazanmasını sağlamıştır. Bir aslan veya insan formundaki kutsal bir tanrıça kafası şekline de bürünebilmektedir.

60. şekil: Öküz bacağının etrafındaki takımyıldızları
Böylelikle semavi doğasını göstermektedir. Bir dönem kendisine çok yaygın bir biçimde tapınılmış olmalı. Epiphi onun kutsal ayıydı ve buna uygun olarak Uêret veya sonradan T-uêret (Grekçe Θονηριζ) yani “Yüce Olan” namını almıştı. Epet, aslında basit bir yerel tanrıymış gibi gözükmektedir; ancak Yeni Krallık dönemi öncesinde 60. şekilde gördüğümüz gibi şeytani “Öküz Bacağı”nın koruyucusu olarak Çoban takımyıldızıyla özdeşleştirilmekteydi. Korkunç görünümüne rağmen gerçekte hayırsever ve “uğurların hanımefendisidir”. Hastalığa karşı koruma sağlar ve çocuk doğumunda en üst seviyede yardımcı olur. Yalnızca güneşin her sabahki doğumunda ortaya çıkmaz; oldukça tuhaf bir şekilde akşamları güneşin batışında da ortaya çıkar. Bu yüzden ona daha sonraları “Güneşi Taşıyan” denmiştir ve böylelikle Nut’la özdeşleştirilir veya Hat-hor-İsis kafasına sahiptir.
Kutup yıldızlarının bu temsilinde ayrıca, tehlikeli yedi yıldız grubunun diğer koruyucuları olarak Nübye’li Tanrıça Selket’i ve “Horus’un dört oğlunu” keşfetme girişimini görmekteyiz. Aynı şekilde bu temsilde omuzlarının arkasında bir asa taşıyan ve yüce taşıyıcının bir diğer koruyucusu olarak yıldızlaştırılmış ‘An, ‘Anen namlı bir tanrıya rastlamaktayız. Dolayısıyla bu tanrı bazen, gökyüzünün kuzeyindeki canavarla savaşan Horus’un bir tezahürü haline bile gelmektedir.