bannerbanner
Mısır mitolojisi
Mısır mitolojisi

Полная версия

Mısır mitolojisi

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 5

13. şekil: Güneşi selamlayan şebekler. (a) kutsal sütunun üzerinde, (b) kutsal ağaçta


14. şekil: Şebekler sabah güneşini selamlıyorlar. Güneş, Osiris’çi ülkenin ve hayatın sembollerinden olan doğu dağlarında doğuyor.


Üçüncü Bölüm

Doğayla İlişkili Diğer Tanrılar

Özellikle Babil’de çok büyük önem verilen ayın, Mısır’da hiçbir zaman güneşin rakibi olarak ortaya çıkmaması dikkate değerdir. Oldukça erken bir zamanda güneş, Khmun(u)-Hermopolis’in yerel ilahı beyaz yılancıl tanrı Thout(i) ile özdeşleştirilmiştir. Thout bu sayede hesabın ve yazının ilahı olmuştur ve tanrılar birliğinin yardımcısı olarak kabiliyetiyle ilahların ve insanların hâkimi olarak davranmıştır. Bunun sebebi açıktır: İlkel insanlar için ay, zamanın kolayca düzenlenmesini sağlayan bir aracıydı. Aynı şekilde Thout güneşin yaralı gözünün bakımını üstlenip gözü iyileştirdiğinde veya yenisiyle değiştirdiğinde buradaki asıl fikir anlaşıldığı kadarıyla ayın tutulmalar gibi rahatsız durumların düzenleyicisi olmasıdır. Bununla birlikte burada ayın, kutsal güneşin ikinci gözü olarak, geceleri güneşin daha zayıf bir yeniden görünümü olduğu da aynı şekilde ima ediliyor olabilir.


15. şekil: Thout


Bazı bilim insanları önceleri kuşun hilal şeklindeki yılancıl formuna gerekçe aradılar. Ancak bu gibi açıklamalar aynı bilgelik tanrısının bir diğer simgesi olarak görülen köpek kafasına rastladığımızda boşa çıktı. Şebeğin bu türleri yalnızca güneş tanrısının özel bir arkadaşı olarak değil, aynı zamanda bilgelik tanrısı, kâtiplerin ve âlimlerin efendisi olarak ortaya çıkmaktadır. Thout kimi zaman güneş gibi bir gemide, kutsal okyanusta yol alırken tasvir edilir. Aslında şahin tanrıları olan Ra ve Horus gibi Thout’un da yaşlı kuş formunda beyaz bir yılancıl olarak gökyüzünde uçtuğu düşünülmekteydi.


16. şekil: Kâtip Thout


Güneş sıfatıyla Amon-Ra’nın, gökyüzü sıfatıyla Mut ile birleşimi, ayın onların çocukları olduğu görüşünün doğmasına sebep olduğu için Orta Krallık dönemi boyunca Teb üçlüsünün en önemsiz üyesi Khons, ay tanrısının özelliklerini de üstlendi. Khons gençliği temsil etmek için genellikle zülüflü bir insan şeklinde tasvir edilir. Ancak daha sonraları kimi zaman, Horus gibi şahin kafasıyla tasvir edilir ve genellikle Thout’la denk olsa da Ptah’a çok benzer bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla kimi zaman Khons’la özdeşleştirilen sembol hiçbir şekilde anlaşılmamıştır. Ayrıca tek vücuda sahip iki boğa olarak tasvir edilip edilmediği oldukça şüphelidir (2. şekil, s. 24). İsmi “gezgin, göçebe” anlamlarına geliyor gibi gözükmektedir ve belki de Grekler onu bu sebepten Herkül’le özdeşleştirmişlerdir.


17. şekil: Ay tanrısı ve tanrıların kâtibi olarak şebek şeklindeki Thout


18. şekil: Ay tanrısı olarak Khons


Gökyüzünün su olduğu ve üzerinde güneş filikasının yolunu izlediği Nil Nehri’nin veya okyanusun bir uzantısını şekillendirdiği düşüncesinden bahsetmiştim. Bunun, nadiren de olsa gökyüzünün metal bir çatı olduğu gibi paralel bir düşünceyle ki bu göktaşlarının gözlemlenmesinden türeyen bir inanç olabilir, nasıl uyumlu hale getirildiği belli değildir. Bazen, yalnızca efendinin tahtı olan gökyüzünün merkezinin metal olduğu düşünülür. Diğer metinler, sanki bu kutsal suların altındaymış gibi “güneş gemisinin metalin üzerinde yüzdüğünden” bahseder.



Metal bir kubbe hakkındaki bu algı, demir anlamına gelen be-ni-pet (gökyüzü metali) veya “gök gürültüsü” için kullanılan khru-bai (tam olarak, “metalin sesi” anlamında) kelimesi gibi daha sonraki zamanlardaki bazı ifadeleri açıklamaktadır. Başka bir deyişle gök gürültüsü açık bir şekilde, gökyüzünü oluşturan büyük metal levhaların çarpmasıyla açıklanmaktaydı. Bu kutsal çatıyı genellikle üst tarafı çatallı destekler olarak tasvir edilen dört devasa sütunun desteklediği düşünülüyordu. Daha nadiren bunlar dağlar veya (en son dönemde) gökyüzünü tutan dört kadın olarak yorumlanmaktaydı. Gökyüzü, güneşin gün içinde inip çıkması gereken büyük bir merdiven (çoğunlukla çiftli) olarak da açıklanabilir (9. şekille kıyaslayın, s. 29).

Erken tarihli bir diğer konsept gökyüzünü, yeryüzünü gölgede bırakan devasa bir ağaç olarak tasvir etmektedir. Yıldızlar, ağacın dallarından sarkan meyveler veya yapraklardır. “Tanrılar ağacın dallarına konduğunda” belli bir şekilde yıldızlarla özdeştirilir. Kutsal ağaç, sabahları gözden kaybolur ve güneş tanrısının yapraklarından doğar. Akşamları güneş kendisini tekrardan yeşilliklerin içinde gizler ve ağaç (veya güneşin akşamki dublörü) bir kez daha dünyaya yayılır. Böylelikle üç yüz altmış beş ağaç, bir yılı simgelemiş olur veya iki tanesi güneşin kırılma anlarını, başka bir deyişle gece ve gündüzü temsil eder. Pek çok toplumda görülen kutsal veya evrensel ağaç veya ağaçlar hakkındaki bu düşünce aynı zamanda hayat ağacı fikrini anımsatmaktadır.


19. şekil: Kişileştirilmiş bir gökyüzü sütunu


Bu ağacın meyvelerinin başka yerlerde olduğu gibi Mısır’da da tanrıları ve ölülerin seçilmiş ruhlarını sonsuza kadar genç ve bilge olarak koruduğuna inanılmaktadır. Yaprakları ve meyveleri, olayları veya insanların hayatlarını simgeleyen kader ağacı da benzer bir düşünceyi temsil eder: Gelecek gibi geçmiş de yıldızlara yazılmıştır. Gökyüzü tanrısı Osiris, sıklıkla kutsal ağaçla veya onun bazı önemli kısımlarıyla özdeşleştirilir ya da ağacın meyvesi veya çiçeğiyle ilişkili hale getirilir. Mısır teolojisi bu ağacın dünyevi muadilini belirlemeye çalışır. Dünyevi ağaç olarak bu muadil, en fazla dallanıp budaklanan Mısır ağacı firavuninciriyle mukayese edilir. Daha nadiren hurma ağacı veya ılgın ağacına da benzetilir. Bu, bazen cehennemden veya Osiris’e ait sulardan fışkıran kutsal ağaçla çok kolaylıkla ilişkilendirilebilen, suya çok yakın yerde büyüyen söğüt ağacıdır. Bununla birlikte Osiris mitiyle ilişkili kutsal ağaç çoğunlukla ya Persea (belki de daha sonraları) ya Asya’nın uzak dağlarında yetişen kokulu dağservisi ya da meyvesi aşk ve ölüm yoluyla dünyaya giren sarmaşıktır. Kader ağacı ise bir kez daha genellikle Osiris’in Persea’sıdır. Bu benzetmeler yeryüzündeki bu harika ağacın yerini saptamak veya sembolize etmek için girişilen zorunlu çabalara işaret ediyor olabilir. Bir ara bu ağaç gökyüzünün bir yerinde yerleşmiş biçimde tasvir edilir. Dolayısıyla hayat ağacı, “yüce tanrıların dinlendiği, yıldızların hiçbir zaman kaybolmadığı Fedakârlıklar Bölgesi’ndeki büyük bir adadadır. Burası besbelli ölülerin bir diyardan diğerine geçtiği okyanus ile gökyüzü, yer üstü ile yeraltı dünyası arasındadır. Önceden gördüğümüz gibi en ünlü dünyevi temsil, resimde ilahi ağaçla tamamen özdeşleştirilmiş olarak gördüğümüz Heliopolis’in kutsal Persea ağacıydı. Ancak her eyaletin merkez tapınağının bir kutsal ağacı vardı. Muhtemelen, bunların her zaman gökyüzünü simgelediği iddia ediliyordu. Hatta bitkisel türler bu dünyevi muadilleriyle, bahsetmiş olduklarımızın temsil edildiğinden daha fazla temsil edilmekteydiler.


20. şekil: Merdivenleri üzerinde güneş tanrısı


21. şekil: Ölü kutsal ağaç üzerinde güneşin doğumuna tanık oluyor


Pet (gökyüzü) kelimesi dişil olduğundan, gökyüzü dişi bir varlıkla kişileştirilmektedir. Dolayısıyla gökyüzü yeryüzüne doğru eğilen bir kadına (35. ve 47. şekiller, s. 45-51) veya bacakları ana yönlerdeki dört sütuna denk gelen bir ineğe (27. şekil) benzetilir. Aslen bir tapınak kapısına veya bir sütun üzerine çivilenmiş bir inek kafası veya kafatasıyla sembolize edilen Dendera’lı Tanrıça Hathor, gökyüzünün inek şekilli tanrıçasıyla çok eskiden özdeşleştirilmekteydi. Gökyüzüyle özdeşleştirilen pek çok diğer dişi ilah, özellikle İsis, boynuzlarıyla veya bir inek kafasıyla tasvir edildikleri resimlerde kutsal doğalarını gözler önüne sererler. Hathor’un yaygın simgesi bir insan ve bir sığır suratının ilginç bir birleşimi haline gelmiştir. Böylelikle insan ve hayvan kişileştirmesinin yan yana ne kadar uzun zamandır var olduğu hakkında bir fikir vermektedir. Her ne kadar tanrıça yalnızca gökyüzü tanrısı güneşin esas gözünü daha sıklıkla temsil ediyor olsa da gökyüzünün bir simgesi olarak bu kutsal surat, gözleri olarak güneşe ve aya sahip olduğunu iddia edebilir. İnek şeklindeki tanrıça genellikle boynuzları arasındaki güneşle, çiçekler ve bitkiler arasında belirirken gösterilir. Başka bir deyişle bu, sabahları güneşi ortaya çıkartıp akşamları onu saklayan kutsal ağacın yeşil yapraklarına yapılan bir benzetmedir. Bu bitkiler güneş tanrısının şafak vakti yükselip akşamları geri çekildiği doğu ve batı dağının duvarında belirir. Güneş tanrısı gün boyu ineğin karnının altında veya sırtının üzerinde seyahat edebilir ya da günlük ve yıllık rotasının sınırlarını simgeleyen boynuzları arasında gezinebilir. Bu, iki obelisk, iki dünya dağı veya iki ağaç ile bir analojidir. Güneşin, geceleri kutsal ineğin vücudunda kendisini sakladığı da düşünülüyor olabilir. Böylelikle akşam ineğin ağzının içine girip sabah rahminden tekrardan doğmaktadır. Dolayısıyla ağız üzerinden kurulan bir anlayışla güneş tanrısı her gece “kendisinin babası olup”, “annesinin boğası” yani kendi babası olarak adlandırılmaktadır. Bu ad ilahilerde çok sık kullanılmaktadır. Güneşin taşıyıcısı Hathor güneşle ilgili bir ilah olarak tekrardan anılabilir.


22. şekil: Güneş teknesi ve iki kutsal ağaç


23. şekil: Ağaçtaki ve hayat kaynağındaki ölü


24. şekil: En büyük ilah olarak Amon “Güneş Sarayındaki kutsal Persea” üzerine kraliyete ait bir isim kaydediyor


Gökyüzünün hanımefendisi yeşil ışınların ortasında oturan Hat-hor, kutsal ağaca oturtulabilir veya onunla özdeşleştirilebilir. Hat-hor ölü ruhları bu ağaçtan verdiği yiyecek ve içeceklerle beslemektedir ve böylelikle onlara ebedi hayatı bahşeden olarak görülür. Saçlarındaki dört adet mavi-siyah buklesi gökyüzünün bir yanından öbür yanına asılıdır veya her bir bukle bir ana yöne işaret ederek gökyüzünü biçimlendirmektedir. Kimi zaman bu bukleler semavi bir tanrı ve Hat-hor’un erkek muadili olarak Horus’a da atfedilir. Güzel ama tehlikeli, narin ama gene de güçlü gibi pek çok mitolojik imge, tüm dünyayı saran bu olay örgüsüne eklenmiş gibi gözükmektedir.


25. şekil: Tarihi çağların başlarında Hathor sembolü


Gökyüzünün bir inek biçiminde tasavvur edilmesi önceden bahsettiğimiz gökyüzünün bir nehir suyu veya okyanusun bir devamı olduğu düşüncesiyle de bağlantılıdır. İneğin vücudu suyu temsil eden desenlerle kaplı olabilir ve bu ilah bu şekliyle kimi zaman Meh(e)t-ueret (Grekçesi Μεθνερ) veya “Büyük Tufan” diye adlandırılır. Bu isim Hat-hor’a göre daha manalı olduğu için güneşin genellikle “büyük tufan”da (Meht-ueret) veya onunla doğduğu ya da yaratılış günü Meht-ueret’in sırtına ya da boynuzları arasına çıktığı söylenir. Bununla birlikte aynı süreç her sabah gerçekleşiyor da olabilir. Zira günlük ve evrensel süreçler her zaman paraleldir. Güneşin kadim veya günlük doğumu gökyüzündeki veya karadaki bir okyanusta mavi bir nilüfer çiçeğinden gerçekleşiyor gibi tasvir edildiğinde bile ona “Meht-ueret”in çocuğu denebilir. Sel baskınlarının her yıl belli tarihlerde olması Meht-ueret’i hasat zamanıyla da ilişkili hale getirmiştir. Benzer bir şekilde bu kozmik ineğe özellikle dünyanın yaratılışında yeni doğmuş güneş tanrısının ebesi ve koruyucusu olarak Ahet, Ahit, Ahat veya Ehat, Ehet denilmekteydi.


26. şekil: Hathor akşam vakti batı dağına ve yeşil çalılıklara giriyor


İnek şeklindeki Hat-hor gökyüzünün tanrıçası olarak Asyalı Gökyüzü Kraliçesi’nin pek çok işlevini üstlenip daha sonradan kadınların özel patroniçesi ve aşk, güzellik, neşe, müzik ve süs ilahı haline gelmiştir. Bu durum, Samilerin Asterte’sinin kimi zaman savaşın hanımefendisi olmasına tümüyle benzemektedir. Gördüğümüz gibi kocası genellikle gökyüzünün erkek hükümdarı Horus’tur.


27. şekil: Kutsal ineğin boynuzları arasında güneş tanrısı


Bu tanrıça çoğalarak özellikle her çocuğun doğumunda kehanette bulunan “yedi Hat-horlar” grubuna dönüşmüştür. Bu yedi yazgının bazı diğer topluluklar arasında, insan kaderinin burcu (özellikle talihsiz olanlar) ve hasadın habercisi Ülker takımyıldızı olduğu düşüncesi, yedi Hat-hor ineklerine boğasıyla birlikte rastladığımızda doğrulanmıştır. Zira Ülker, Taurus takımyıldızının içindedir. Bu burçlarla ilgili işaret Mısırlılara ait olmadığı için tarif ettiğimiz takımyıldızlarının birleşimi muhtemelen Asya’dan ödünç alınmıştır. Ancak Mısırlılar Yeni Krallık döneminde bunun ne ifade ettiğini anlayamamışlardır. Mısır şehirlerinde yedi Hat-hor’un ayrı şekillerinin yerini belirlemek için çok uğraşılmıştır.


28. şekil: Ölüler kutsal ağacın arkasında Hathor ile buluşuyorlar


Erken bir zamanda Hat-hor farklı farklı diğer tanrıçalara benzetilmiştir. Diospolis Parva şehrinin dişil ilahına ait Bat (?) ismi, benzer bir sembol veya Hat-hor’un kafasında somutlaşan bir tanesiyle yazılıdır. Daha sonraları bu sembol yüce tanrıça Hat-hor’un kendisiyle özdeşleştirilecek ve özellikle neşe saçan tanrıçanın festivallerinde kullanıldığı için bir sistrum, yani kutsal bir çıngırak olarak izah edilecektir.

Gökyüzünün Hat-hor’un da üstlenmiş olabileceği dişi formundaki temsili başta yereldir; ancak daha sonraki zamanlarda sıklıkla güneşle ilişkilendirilen pek çok tanrıçayla özdeşleşmesine sebep olmuştur. Bu ilahlar arasında İsis (kimi zaman kardeşi ve rakibi Neftis’le), Theban, Mut ve öfkeli Tefenet vardır. Zira gökyüzünün gece hali özellikle, ismine uygun olarak, genellikle Abis tanrısı Nuu’nun (veya Nûn?) gökyüzündeki muadili, başka bir deyişle yeraltındaki okyanusun devamını oluşturan semavi su olarak anlaşılan Nut ile kişileştirilmekteydi. Nut’un, Nuu’nun eşi olduğunu umabiliriz; ancak Nut onunla bu şekilde nadiren ilişkilendirilmekteydi. Bunun yerine her sabah güneşi birlikte meydana getirdiği yeryüzü tanrısının eşidir. Benzer bir şekilde “tanrıları dünyaya getiren” sıfatıyla (yani bütün kutsal bedenleri) bütün hayatın veya en azından insanlığa geçişi şekillendiren genç nesil tanrıların anasıdır. Bu konuya daha sonra geleceğiz. Nut genellikle, yıldızlarla kaplı karanlık bir kadın olarak sırtüstü yatmış, yeryüzüne tanrısına doğru eğilirken tasvir edilir (bkz. 33, 35, 38 ve 39. şekiller). Özellikle tabutların üzerindeki cenaze tasvirlerinde, ölü ruhları yıldızlarla süslü bağrına, kollarına ve kanatlarına alırken gösterilir. Karanlık derinliğin muadili olarak gökkubbenin daima baş aşağı asılı olduğu veya gece vakti gökyüzünün gündüz halinin parlaklığıyla yer değiştirmek için gökkubbenin sulardan yükseldiği yer olan yeraltı dünyasının göğü olarak da ifade edilir. Bu yüzden yıldızların anası Nut, içinde saklandığı veya dalları onun uzuvlarından meydana gelen gösterişli kutsal ağaçla bir bütündür. Bununla birlikte gündüz vakti her zaman açıkça gökyüzünde ayırt edilemez ve dolayısıyla gökkubbeyle özdeşleştirilen tüm tanrıçalar, özellikle Batı’nın ve ölülerin ilahıyla ilgili olağan işleviyle Hat-hor, gökyüzünün gece halinde yer bulabilir.


29. şekil: Gökyüzünün ve iki ülkenin (yani Mısır’ın) hanımefendisi Meht-Ueret.


30. şekil: Diospolis Parvalı Tanrıça


Nut’un güneş tanrısını (ve ayı) meydana getirdiği eşi, genellikle sırtına veya yanına yaslanarak dinlenen ve vücudundan fışkıran bitkilerle bir erkek olarak tasvir edilen yeryüzü tanrısı Keb’tir. Ayakta dik dururken tasvir edildiği kimi zamanlarda kafasını süsleyen kaz, yalnızca adının bir kısaltmasını oluşturan hiyerogliftir. Ancak çok geçmeden teologlar bunu yeryüzü tanrısının koca bir erkek kaz, güneş yumurtasını yumurtlayan “Büyük Cackler” olduğu şeklinde yorumlayarak yanlış bir sonuca vardılar. Ayrıca özel yaratıkları olan yılanların efendisi olduğundan Keb’in bir yılan kafası da vardır veya kafasında sıklıkla adlandırıldığı gibi “Mısır’ın veliahtı”nın karmaşık tacı vardır. Her halükârda aslında Keb yalnızca, evrensel işlevi olmayan yerel bir tanrıydı (belki de Heliopolis civarında). Zira daha eski bir gelenekte Aker veya Akeru denen başka bir yeryüzü tanrısı vardı. Bu ilah, bir vücutta zıt tarafa bakan iki elli, çift kafalı bir aslan biçiminde tasvir edilir. Güneş, akşamları batıdaki çöl dağlarına girdiğinde bir ağzından yutulurken, sabahları diğerinden çıkarak doğar. Böylelikle güneş tanrısı, gece vakti Aker’in vücudundan yani yeryüzünden geçmiş olur. Daha sonraki teologlar daha eski olan tanrıyı yeryüzünün daha aşağı bölgelerinin temsilcisi haline getirerek ve onu siyah tasvir ederek Aker’in gereksiz varlığını halefi Keb’inkilerle uzlaştırmaya çalıştılar. Böylece Keb bir koruyucu olarak Aker’in yerini aldı. Bu şekilde bazı âlimler aslında Aker’i yerin derinlerinde yatan şeytani ejderha ‘Apop ile karıştırabildiler. Bunun yanı sıra daha sonraki bazı sanatçılar ve teologlar, Aker’in mürekkep figürünü sırtlarını birbirlerine dönmüş ve güneşin aralarında doğduğu iki dağı taşıyan iki aslana ayırdılar. Sonrasında bazı yorumcular bu gizemli aslanlara “sabah” veya “dün” adını verirken diğer başka yorumcular da bunları “iki kutsal aslan” Şu ve Tefênet’le karıştırdılar ve buna uygun şekilde onları çalılıkların içinde oturur veya gökyüzünü destekleyici vaziyette tasvir ettiler (bkz. 37. şekil).


31. şekil: Ölüyü alırken Nut


32. şekil: Gökyüzünün gündüz vakti sembolleriyle Nut


Mısırlılara göre sonraki iki tanrı, Şu ve Tefênet, daha çok yeryüzü ve okyanusu gökyüzünden ayıran uhrevi aralıktı. Bu işlev, genellikle gökyüzünü iki yana uzanmış elleriyle yukarı kaldıran veya gökyüzünün sütunlarından birisini tutan bir erkek biçiminde tasvir edilen Şu’da özellikle belirgindir. Şu, gökyüzünün ve güneşin desteği sıfatıyla kafasında güneş diskiyle resmedilebilir veya bir güneş tanrısı olarak muamele bile görebilir. İster güneş tanrısının bir oğlu olsun (en yaygın kabul edilen görüşte olduğu gibi) ister birçok tanrının kökeninden geliyor olsun, güneşten önce gelen teolojik bir problemdi. Erken bir tarihte Şu, benzer bir şekilde güneş olarak kabul edilen Heka ile (Büyü veya Büyücü) özdeşleştirilmekteydi. Ancak Şu’nun 71. şekildeki (s. 65) gibi Heh ile (Sonsuz Boşluk) veya Horus’la karıştırılmasının sebebi o kadar açık değildir.


33. şekil: Bitki örtüsünün taşıyıcısı Keb.


34. şekil: Hiyeroglif sembolüyle Keb


Evrensel işlevini gösteren resimlerde aslana benzer şekillerden kaçınıldığını görmekteyiz. Halbuki bu şekil açıkça Şu’nun yerel tapınağına Leontopolis denmesine sebep olacak kadar özgündü. Daha sonraki zamanlarda insan formundaki birkaç başka ilahla da özdeşleştirildi. Sözgelimi, nadiren de olsa ayla ilişkilendirilen Teb’li tanrı Khôns veya daha sık olarak This’in savaşçısı An-hôret.

Dişi aslan Tefênet’in hangi şekilde Şu ile onun ikiz kardeşi ve karısı olarak ilişkili hale getirildiği ve bu sayede bir gökyüzü tanrıçasının işlevlerini kazandığı belirsizdir. Muhtemelen hiçbir zaman insan özellikleriyle değişmediği aslan formu veya bu iki tanrının yalnızca yerel ilahlar oldukları zamanlardaki tesadüfi komşulukları bu duruma bir açıklık getirebilir. Modern dönemlerde Tefênet’in yağmur bulutlarıyla veya çiyle ilişkilendirilmesi oldukça temelsizdir. Tefênet’in ve Şu’nun daha sonradan bitkilerin büyümesine sebep olduğu söyleniyorsa bu, Mısır’da kaynağı nadiren gökyüzü olan sulamadan ziyade diğer kutsal işlevlere işaret eder. Mısır metinlerinde Tefênet’ten kızgın ate- şi gönderen olarak (yani güneş olarak) sıklıkla bahsedilmekte olup güneş tanrısının gerçek kızı veya gözü ya da kafasının üzerindeki disk biçiminde tasvir edilmektedir. Benzer bir şekilde resimlerde her zaman güneşle ilişkili bir şekilde gösterilmektedir. Tefênet, Şu’nun dişi bir muadili olarak İsis gibi gökyüzü tanrıçalarıyla özdeşleştirilebilir. Bundan dolayı bazı yerlerde ona ayın annesi denilmektedir. Ayrıca gökyüzünün (başka bir deyişle Nut’un) annesi olarak veya tam tersine gökyüzünün (yani Nut’un veya Hat-hôr’un) kızı olarak da adlandırılmaktadır. Tefênet ve erkek kardeşi Şu benzer şekilde “iki aslan” olarak adlandırılır (37. şekildeki açıklamayla kıyaslayın). Oldukça erken bir dönemde gelişen şeytani Set’in gök gürültüsü ve bulutların tanrısı olduğu fikri ilerleyen sayfalarda ele alınacaktır.


35. şekil: Bir yılan biçimindeki Keb ve Nut


36. şekil: Keb Aker’i izleyip onu sola doğru uzatıyor


37. şekil: Aker’in Şu ve Tefênet’e benzetilen bozulmuş tasviri


Su unsuruna dönecek olursak, ilk olarak onun en yakın temsili, Nil tanrısı Hapi’den bahsetmemiz gerekiyor. Hapi beline bir balıkçı kemeri takan ve kafasında suda yaşayan bitkileri taşıyan epey koyu mavi veya yeşil renkli bir insan figürüyle tasvir edilmektedir. Şairler tarafından övgülere boğulmasına rağmen kendisine çok fazla tapınılmamaktadır. Bu varlık, ilk Mısır teolojisinin tanrıların evrensel özellikleri üzerinde durmadığının bir diğer kanıtıdır. En eski dönemlerde Nil Nehri’nin kaynağının, Asvan çağlayanı arasında Mısır sınırı üzerinde olduğuna inanılmaktaydı. Bu kaynak yeraltı dünyası veya abisten veya kimi zaman iki farklı kaynaktan doğarak iki nehre ayrılmaktaydı. Bunlardan bir tanesi Mısır boyunca kuzeye doğru akarken diğeri Nübye üzerinden güneye doğru bir istikamet izliyordu. Dört nehrin dört ana yöne doğru akmasıyla ilgili bu Asya geleneği, Mısır düşüncesine Nil Nehri’nin Elefantin’deki en derin kaynaklarının bunlardan dördüncüsü olduğu hakkında iz bırakmıştır. Dolayısıyla hayat verici su, Satet ve benzerleri gibi şelale tanrıçaları tarafından oluşturulan dört kaptan akmaktadır. Zira Osiris mitine göre Nil Nehri’nin kaynağı ve yükselişi hakkındaki mitolojik açıklamalarda Osiris’in Nil’le özdeş görülmeye başlandığına rastlamaktayız.


38. şekil: Şu okyanusun (?) üzerinde durarak Nut’u, gökyüzünü tutuyor. Güneşin temsil edildiği dört aşama


39. şekil: Şu-Heka ve dört sütun gökyüzü ile yeryüzünü birbirinden ayırırken


İki su tanrıçası Mu(u)t (veya Muit) ve Nekhbet, Nil Nehri’yle ilişkilidirler. Mu(u)t her ne kadar genellikle az bir öneme sahip olsa da en erken dönemlerde adıyla uyumlu bir şekilde (Sulu, Su taşkını) bazen evrenin ana maddesi ve her şeyin anası olan “nem” olarak kabul edilirdi. Abis’in girişinde durduğu söylenen Nekhbet, bu şehrin akbaba tanrıçasıyla doğrudan benzerliği olmasa da Yukarı Mısır’ın tarihöncesi merkeziyle açıkça bağlantılıdır. İlk teolojiye göre Nil’in Mısır güzergâhının, biraz daha geç tarihlerde inanıldığı gibi İlk Büyük Çağlayan yerine bu merkezde başlayıp başlamadığı tartışmalıdır. Hapi’nin iki karısı da kimi zaman onun gibi şişman tasvir edilirler.

На страницу:
3 из 5