bannerbanner
Muhteşem Ressam
Muhteşem Ressam

Полная версия

Muhteşem Ressam

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 4

Bu sözler üzerine Andrea Verrocchio utangaç bir şekilde gülümsedi ve patavatsızlık yaparken yakalanmış bir çocuk edasıyla bir yığın çizimi kaldırıp aralarından bir eskiz çıkardı. “Monte Oli-veto rahipleri için yapılacak bir Beşaret tablosu üzerine bazı söylentiler var,” diyerek çıkardığı eskizi Ser Piero’nun ellerine bıraktı.

Uzun ve alçak bir bahçenin eskiziydi yaptığı. Bahçenin içinde diz çöken iki figür vardı. Melek Cebrail, taşıdığı haberin büyüklüğüne yakışan şekilde diz çökmüştü ve gözleri Meryem Ana’nın yüzüne kilitlenmişti. Kutsal Annemiz de tarifsiz şekilde tatlı ve zarif görünen bir tevazuyla dizlerinin üzerine çökmüştü. Ser Piero derin bir nefes aldı. Bu resimde ruhundaki tüm iyi şeylere hitap eden bir sadelik vardı.

“Görüyorsun,” dedi Verrocchio, “San Gabriello’yu yukarı bakarken çizdim, bu resimde hiçbir sapkınlık olamaz!”

“Dediğin gibi,” diye yanıtladı Ser Piero, “hiçbir sapkınlık kuşkusu olamaz! San Gabriello gerçekten de iyi bir melek!”

Bir süre sessiz kaldılar. Ser Piero resmi kol mesafesinde tutuyordu, sanatçı ise dikkatle onu izliyordu. Nihayetinde avukat iç geçirerek resmi geri verdi.

“Bu resme ne yaptığını bilmiyorum Andrea,” dedi. “Daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor ve gerçekten çok güzel. Şimdi, Leonardo hakkında konuşalım!”

Andrea ayağa kalktı ve bir şişe yıllanmış Chianti ve birkaç bardak getirdi, çünkü iş konusu arkadaşça sohbetlerden farklıydı ve bir bardak şarap eşliğinde tartışılmalıydı. Bardakları doldurdu, kendisininkini ışığa tuttu, boğazını temizledi ve konuşmaya başladı.

“Ressam hayatı zor bir hayat. Bir ressam, zanaatkârların tüm sıkıntılarını çeker. Oraya ya da buraya gitmesi emredilebilir, fırçasının her vuruşunda işine karışılabilir. Bunun ötesinde, düzenli bir mesleğin sabit geliri ressamlara uzaktır. Leonardo’dan başka oğlun yok, neden onu kendi mesleğinde eğitmiyor, yapmaya değer bir meslekte başarılı olma imkânı sunmuyorsun?”

“Leonardo ne Latinceyi biraz olsun biliyor ne de hukuk çalışmak için en temel ve gerekli olan itinaya sahip.”

Verrocchio sordu: “Eğer dediğin gibi Medici üzerinde nüfuz sahibiysen neden Piero de Medici’yi Leonardo için bankada bir iş bulmaya ikna etmiyorsun?”

Ser Piero yanıtladı: “Leonardo’nun iş hayatı konusunda hiçbir yeteneği de Messer Lorenzo’nun hoşnutluğunu kazanmaya yetecek bir bilgi birikimi de yok.”

“Eğer Leonardo’nun iş konusunda da eğitim konusunda da hiç yeteneği yoksa ona neden gümrükte bir iş bulmuyorsun? Orası nüfuzu olup yeteneği olmayanlar için kaçış noktası haline gelmiş gibi görünüyor.”

“Çocuğun yeteneği olmadığını varsayıyorsun,” dedi Ser Piero gülümseyerek. Avukatların dosyalarını taşıdıkları o geniş çantasını eline alıp içinden bir dizi resim çıkardı.

Verrocchio resimlere bakınca bir sokak çocuğu gibi ıslık çaldı.

“Ooooo! Vaktimi anlamsız tartışmalarla harcamak yerine bana hemen bunları göstermeliydin! Floransa oğullarının resim yapabildiğine inanan babalarla dolu olabilir fakat… Tanrım!” diye haykırdı ressam. “Şu omuzdaki kesinliğe, hareket etmek üzere olan dirsekteki kararsızlığa bak! Bu bacağın sıkı, cesur çizgisine, kalçaların yürürken sıkılaştığı yerdeki kırık çizgiye bak! Oğlun yalnız çizimde değil, ayrıca gözlem yapmakta da yetenekli! Yalnız gözlem yapmak değil, sonuca ulaşmakta da! Yalnızca sonuca ulaşmakta değil, ulaştığı sonucu çizime yansıtmakta da! Şu eskize bak! Nasıl da…”

Böylece usta, bir rahibin erdem üzerine konuşmasındaki veya bir şairin aşk üzerine olan sözlerindeki heyecanıyla konuştu. Şimdi Ser Piero, kendisi Beşaret tablosunu incelerken Verrocchio’nun onu izlediği dikkat ve yakınlıkla sanatçıyı izliyordu.

“Peki, Andrea,” dedi sonunda, “çocuğun bir sanatçı olma umutları konusunda ne düşünüyorsun?”

“Tanrım!” diye haykırdı öteki, “Eğer oğlunu derhal atölyeme göndermezsen, sokakta yanından geçerken senin üzerine tüküreceğim! Hayatım boyunca dua ederek beklediğim öğrenci bu!”

“Fakat sen bu zanaatta hiç para olmadığını söyledin!” diye itiraz etti avukat, gözlerinde bir pırıltıyla.

“Hâlâ söylüyorum,” dedi sanatçı kararlılıkla başını sallayarak. “En azından Floransa’da durum böyle.” Sonra bardaklarını tekrar doldurdu ve iş konuşması havasına büründü.

“Bilmeni isterim,” dedi, “genç bir sanatçı için Floransa güzel bir şehir. Buranın havası bakış açısında keskinlik, uygulamada enerji ve birçok yetenekli sanatçı arasındaki rekabet sayesinde de azim ve hırs kazandırır. Ayrıca bilmeni isterim ki benim atölyem bir gencin kendi zanaatini öğrenebileceği en iyi yerdir çünkü burası Floransa’daki en zeki adamların buluşma noktası. Bu adamlar, benim Medici için yaptığım son heykeli veya Signoria için yaptığım son döküm işçiliğini eleştirebilirler ve öğrencilerimin yaptığı çalışmaları denetler, kötü olanı gösterip iyi olanı över ve her zaman yeni yetenekler ararlar.”

“Pekâlâ?” dedi Ser Piero şüpheyle. Dostunun bu söyledikleri genç sanatçılara eğitim, ustaları örnek alarak gelişme imkânı ve cesaret sağlasa da hâlâ finansal başarı için hiç umut ışığı yoktu.

“Dediğim gibi,” diye devam etti Andrea, Ser Piero’nun düşündüklerine eşdeğer konuşarak, “Floransa genç bir zanaatkârın özellikle resim konusunda kusursuzluğa ulaşması için en iyi yer, fakat bu şehir aynı zamanda zalim bir annedir, eğitip büyüttüğü sanatçıyı aç bırakır, aç bıraktığı sanatçıyı ise unutur!”

“Leonardo’mu atölyene göndermek için ne güzel bir sebep!” dedi Ser Piero alaycı şekilde.

“Öte yandan,” diye devam etti Verrocchio sakince şarabını yudumlayarak, “Floransa’da belirli düzeyde yetenek ve ün elde etmiş bir sanatçı, kaybolup giden insanların yaptığı gibi günlük kazançlarla yaşamaktan fazlasını, zengin olmayı dilerse, Floransa’yı terk edip bu şehrin ona verdiği yetenek ve ünle farklı bir pazar arayışına çıkabilir.”

“Ah!” diye haykırdı Ser Piero.

“Zavallı Fra Flippo…” dedi Verrocchio ve hemen ardından, Fra Flippo Lippi henüz iki haftadır ölü olduğundan dolayı kendi kendine kızdı. “Talihsiz evliliği ve güçsüz sağlığına rağmen Prato ve Spoleto’da oldukça güzel bir servet elde ettiği söyleniyor. Bundan çok daha büyük şehirler de var elbette.”

“Tanrım!” diye haykırdı avukat. “Roma var!”

“Hangi şehir resimlere aç ve ressamlardan yoksunsa orası bir fırsattır. Oldukça zengin bir şehir olan Milano da var. Ressamları bizimkilerle asla karşılaştırılamayacak olan Venedik de var.” Son söylediğinde Verrocchio elbette yalnızca Floransa bakış açısından gördükleri doğrultusunda konuşmuştu.

“Ayrıca,” diye heyecanla devam etti Ser Piero, “Macaristan, Fransa ve Almanya da var!” Böylece iki dost, Leonardo’nun sanatçı kariyerini, fırsatlarını ve hatta gerçekliği mümkün olmayan hayallerini tartışmaya daldı.

Şarap yıllanmış ve mayhoş, bardaklar ise küçük olduğundan Andrea nihayetinde bardakları tekrar doldurdu. “Piero,” dedi, “bana diyorlar ki, güzel bir kız, bir adama layık olduğu için değil, yalnızca iyilik olsun diye bir öpücük bahşedermiş.”

“Sana mı diyorlar?” dedi Piero şaşkınlıkla. “Erdemli Andrea’ya! Bilmeni isterim ki sevgili dostum, ister Mercatanti mahkemesi ister Venüs mahkemesi olsun, mahkemede dedikodu üzerinden sonuçlara varılmaz!”

“Ne ayıp!” diye karşılık verdi Andrea. “Kanıtı olmayan yargılar kabul edilmez ve böylesine onurlu bir adam olarak, bilmelisin ki teklif ettiğin gibi kanıtlar yasaktır!”

“Ne yazık!” diye iç geçirdi Ser Piero. “Yanıldım. Gerçekten de çok yanıldım. Bene! Bunu sana diyorlar ha…”

“Leonardo müzikte birtakım yetenekleri bulunan ve oldukça dikkat çekici bir tutumu olan hoş bir çocuk.”

“Ayıp!” diye haykırdı avukat. “Benim Leonardo’mun öpücüklerle ne ilgisi var? Söylüyorum sana, o da senin kadar büyük bir bekâr!”

“Biz ressamlar,” diye küstahça devam etti sanatçı, “çoğunlukla çok az bir eğitim ve öğretimi olan mütevazı kesimden geliriz. Bilginler ve şairler, özellikle de şairler, ellerimizle çalıştığımız için sanatçı sayılmadığımızı söyleyerek bize tepeden bakmaya alışmışlar. Eğer Leonardo biraz eğitim alır; müzik, atçılık ve diğer yeteneklerini beslerse diğer ressamlardan çok daha farklı bir konuma gelir.”

“Yüce Meryem,” diye mırıldandı Ser Piero. “Söylediğini anladım. Böyle şeyleri başardığında, eşdeğer yeteneğe sahip diğer ressamların kenara itildiği yerde Leonardo yeni siparişler alır!”

“Ayrıca,” diye karşılık verdi Verrocchio, “hem onur hem de mevki kazanır!”

Üçüncü Bölüm

Careggi’nin Putto’su 11


Careggi’ye giden yoldaki Palla d’Oro’nun12 sahibi, konağına, Medici kalkanının üzerindeki kürelerin adını verdiğini iddia ediyordu fakat öyleyse tabelasında neden yalnızca bir küre vardı ve bu küre neden altındandı, işte bunu bilemeyeceğiz. Her durumda bu konak, Medici’nin çok sevdiği bir buluşma noktasıydı ve bu yüzden genç Lorenzo, birlikte Carreggi yazlığına gitmek için Floransa’nın çeşitli yerlerinden gelen arkadaşlarıyla burada buluşmak üzereydi.

Altın Küre konağının camının önünde Verrocchio oturuyordu. En güzel montunu giymiş, tıraş olarak yüzüne mucizevi bir görünüm katmıştı ve elinde rulo halinde bir resim tutuyordu. Gözlerindeki neşeli pırıltı olmasa Messer Andrea’nın zengin bir kilise rahibi olduğu zannedilebilirdi. Tabii bu yalnızca, Andrea’nın sıkıca kapalı tuttuğu dudaklarını aralayıp kilise ve din meselelerine dair düşüncelerini ortaya dökmeye başlamasına kadar sürerdi. Dışarıda, Andrea’nın yeni çırağı Leonardo da Vinci atların yanında bekliyordu.


Andrea Verrocchio – Lorenzo di Credi

Uffizi, Floransa


Bu sırada, kolaylık ve yetenekle yönettiği bir Trakya atını süren uzun, esmer bir genç, Palla d’Oro’ya doğru çıktı. Atını, orada bekleyen bir uşağın sorumluluğunda bırakarak konağa girdi. Bu adamı atını sürerken gören birisi, onu bir Yunan heykeline ve hatta yüce Pollux’a13 benzetebilirdi. Öte yandan, atından indiğinde bu adamın aslında fazlaca iri ve biraz hantal olduğu görülür ve etrafına gözleri bozukmuş gibi tuhaf bir şekilde baktığı fark edilirdi.


Genç Lorenzo de’ Medici, Louvre


Adam konağa girdi ve Verrocchio’nun oturduğu odaya yöneldi.

“Ah, Andrea,” dedi. Ressam, adamı karşılamak için ayağa kalkmıştı. “Seni beklettim mi?” Adamın sesi sert ve pürüzlü olsa da konuştuğunda çevresindekileri kendisine çeken bir cazibesi vardı ve bir süre sonra, çirkin dış görünüşü yüzünden saklı kalan tatlı karakteri ortaya çıkarak tüm o sert ve ahenksiz görünümünü eritip yok ediyordu.

“Gelmemin üzerinden uzun süre geçmedi azizim,” diye cevap verdi sanatçı. “Üstelik ben anlaştığımız vakitten biraz daha önce gelmiş olabilirim.”

“Ya sen erkencisin ya da ben geciktim,” diye yanıtladı Lorenzo de’ Medici. “Böylesine meşgul bir adamı beklettiğim için üzülüyorum!”

“Bir Medici beni yalnızca beş dakika bekletip üzerine bir de özür diliyor!” diye hafifçe güldü Verrocchio. “Öte yanda ise bir rahip beni beş yıl boyunca bekletip sonra da yaptığım işte kusurlar buluyor!” Böylece Andrea, Vallombrosa rahibi, tablo ve meleklerin aşağı bakan gözleriyle ilgili hikâyesini anlatmaya koyuldu. Ressam ona başından geçenleri anlatırken Lorenzo, Andrea’nın elinde taşıdığı çizimi alarak incelemeye başladı.

Bu çizim sayfasında ellerinde çeşitli objeler tutan birçok bebek eskizi vardı. Tüm çizimler ustanın mührü sayılan neşeli bir canlılık ve gerçek çocukluk izlerini taşıyordu.

Ressam, birkaç dakika boyunca hikâyesini anlatmaya devam etti. Ardından, hikâyenin bitmesiyle Lorenzo, parmağını bir yunusa tutunmuş olan aşk meleği figürünün üzerine koyarak Verrocchio’ya baktı ve neşeyle güldü. Gerçekten de gülen gözleri ve uçup gider korkusuyla insanı hareket etmeye korkutacak kadar narince çizilmiş biçimli kanatlarıyla bu putto figürü tam bir neşe ve kahkaha kaynağıydı.

“Onu seçmene çok sevindim, azizim,” dedi Verrocchio tatmin olmuş bir halde. “Bu figür benim favorim! Bebeğimin Bayan Clarice’i memnun edeceğini düşünüyor musun?”

“Memnun etmek mi?” diye tekrarladı Lorenzo, nefis putto’ya bakarak. “Eşim Clarice’i gece gündüz bebeğin kendi bebeği olması için dua ettirecek! Peki ya ne zamana hazır olur?”

“Bebeğim mi?” diye yanıtladı Verrocchio. “Yaklaşık dokuz ayda diyelim.”

“Tanrım!” dedi Lorenzo gülerek. “Sanki bu bebeğin annesiymiş gibi konuşuyorsun.”

“Öyleyim zaten azizim, öyleyim! Sonuçta onu birçok zorlukla dünyaya getireceğim. Dahası, çok iyi, güçlü ve kuvvetli bir çocuk olacağını da garanti ederim, asla zayıf ve çelimsiz olmayacak!”

“Yüce Tanrım! Tam bir mucizesin! İlk önce tamamen detaylandırılmış bir Davut heykeli yaptın, şimdi bu aşk meleğini yapıyorsun ve önümüzdeki sene Santa Maria del Fiore’nin kubbesi için altın yaldızlı bir top yapacaksın! Nasıl bir yaradılışın var böyle, sevgili Andrea!”

“Oldukça iyiyim, azizim,” diye yanıtladı ressam gülerek. “Oldukça iyiyim!”

“Öyleyse,” diye güldü Medici, “sağlığın yerindeyse gel bir şişe şarap içelim ve figürün boyutlarını ve çeşmenin tasarımını huzur ve sakinlik içinde kararlaştıralım.”

Verrocchio başını iki yana salladı. “Eğer çeşmeyi burada planlarsam, sonuç ancak bir konağın salonuna uygun olur. Ayrıca Careggi’nin şarabı Palla d’Oro’daki şaraptan çok daha güzel,” dedi.

“Doğru, doğru!” diye cevap verdi Medici.

Konaktan ayrılırken Verrocchio, Ser Piero da Vinci’nin oğlu Leonardo’yu takdim etti ve Lorenzo da genç adamı nazikçe selamlayarak ona böyle bir ustadan ders alabildiği için çok şanslı olduğunu söyledi.

Lorenzo’nun gördüğü, kırsal kesimin edasını taşıyan uzun boylu, yakışıklı bir adamdı. Leonardo’nun gördüğü, kendisinden ancak üç yaş büyük olan uzun boylu ve iri yarı bir adamdı fakat genç adamın tatlı dili ve kendinden emin tavrı, zavallı Leonardo’yu utangaç ve ne diyeceğini bilmez bir hale soktu.

Brutto!14” diye kendi kendine mırıldandı Leonardo atına binerken.

II

Beraberce atlarını sürdüler. Lorenzo, Trakya atını, hayvanın o zayıf boynu, dik başı ve şiddetli hırçınlığı barışçıl bir sakinliğe dönüşene dek Tanrı bilir nasıl zapt etti ve at, Verrocchio’nun boz atının yavaş yürüyüşüne eşlik etmeye başladı. Leonardo ise bir çırak olarak kendi atını altı adım geriden sürüyordu.

“Bana diyorlar ki,” diye konuşmaya başladı Verrocchio, “bir çocuğun huyu ve görünümü ilk yaratıldığı anda oluşurmuş.”

“Bu söylediğin Aristo’ya hiç uyumlu değil!” diye cevap verdi Lorenzo.

“Öyle olabilir, ama ben biliyorum ki bir heykeltıraşın heykeli ilk oluşturduğu hali, çalışmasının son halinin nasıl olacağını büyük ölçüde etkiler. Dediğim gibi, eğer çeşmeyi Palla d’Oro’da tasarlasaydım bir konak salonu için uygun olurdu, ama çeşmemi açık havada, Careggi’nin bahçelerinde oluşturursam, bir kuş kadar hafif ve çevrem kadar güzel bir fikir üretirim. Üstelik çeşmemin nereye yerleştirileceğini de fark etmem gerekir. Arka planda defnelerden bir çit mi yoksa avlunun duvarları mı olacak? Figür aşağıdaki çimlerden mi görünecek yoksa yukarıdaki bir pencereden mi? Bunlara karar vermeliyim.”

“Mantıklı,” dedi Medici ve bir süre sessizce yollarına devam ettiler.

Ardından Lorenzo, “Andrea,” dedi. “Çocukları senin gibi yapan bir heykeltıraş daha önce hiç oldu mu?”

“Ben Donatello’nun atölyesindeyken bana işi öğreten Desiderio da Settignano çok güzel çocuklar yapardı azizim.”

“Dediğin gibi, Desiderio gerçekten de çok güzel çocuklar yapardı fakat onun yaptıklarıyla seninkiler birbirine ancak bir balık akvaryumunun hararetle akan bir nehre benzemesi kadar benzeyebilir!”

“Tabii,” diye yanıtladı Verrocchio başını sallayarak, “benim anatomi konusunda daha bilgili olduğum bir gerçek.”

“Hah! Ona bakılacak olursa Antonio Pollaiuolo anatomi konusunda senden daha bilgili!”

“Evet, çok doğru!” diye kızgınlıkla cevap verdi Verrocchio. “Bir kucak dolusu kemiği al, balkabağı kadar büyük birkaç kas ekle, figürü hırslı bir gülüşle taçlandır ve işte, Antonio Pollaiuolo’nun heykellerinden birini elde etmiş olursun! Bir Antonio Pollaiuolo heykelinde, insan formuna, anatomi çerçevesinde bakamazsın bile!”

“Dikkatli konuş sevgili dostum,” dedi Lorenzo. “Pollaiuoli ailesi en yetenekli zanaatkârlar arasında ve yaptıkları çalışmalarda güçlü bir erkeklik ve iktidar havası var.”

“Öyleyse azizim, bu çeşmeyi neden Antonio’ya yaptırmıyorsun?” diye isyan etti Andrea.

“Andrea!” diye haykırdı genç adam. Sahibinin yüksek sesinden irkilen Trakya atı birden hızla öne atıldı. Lorenzo bir eliyle atın boynunu nazikçe okşayarak onu sakinleştirip geri gelirken bir yandan da nazik bir sesle konuşmaya devam etti, “Medici ailesi sana takdir edilmediğini hissettirecek bir şey yaptı mı?”

Verrocchio’nun öfkesi hemen söndü ve biraz utançla gülümsemeye başladı. “Bağışla beni azizim. Gerçekten çok huysuz bir adamım. Öte yandan, kim hem soğukkanlı olup hem de bir sanatçı olmayı umabilir ki?”

O dönemde heykeltıraşlar tarafından imrenilen o unvanı dostuna yakıştırarak “Elbette sen bir sanatçısın!” dedi Lorenzo. “Bir sanatçıdan başka kim bir çeşmeyi senin anlattığın gibi şairane anlatabilir?”

Andrea kocaman gülümsedi ve bir genç kız gibi kızardı.

“Ayrıca,” diye devam etti Lorenzo, “ben senin heykellerinin kusursuz form ve orantılarını fark edemeyecek kadar anatomi bilgisinden yoksun da değilim.”

Bu sözlerin ardından tekrar sessiz kalarak ilerlediler.

Bir süre sonra Lorenzo, Trakya atının boynunu yavaşça okşayıp gözleriyle elinin hareketini takip ederek konuşmaya başladı. “Andrea, düzyazıyı şiire çeviren kusursuz form ve orantı değildir. Aynı şekilde bir yontuyu sanat haline getiren şey de yine kusursuz form ve orantı olamaz. Eğer sanatı kutsal yapan şey form ve orantının kusursuzluğundan ibaret olsaydı, gözleri iyi gören herkes heykeltıraş olabilirdi ve kulağı iyi duyan herkes şiir sanatında ustalaşabilirdi.”

“Gözlemleme yeteneğinin değeri büyük!” diye cevap verdi Andrea.

“Doğru!” dedi Lorenzo. “Lakin bir heykeltıraş gözlemleyip, kesip biçip şekil verebilir yine de nihayetinde ortaya cansız, donuk bir şekilden başka bir şey çıkaramayabilir.”

“Kesinlikle doğru söylüyorsun azizim!” diye katıldı Andrea, Antonio Pollaiuolo’yu düşünerek.

“Ben, heykeline veya şiirine biraz hayatın ruhundan katabilmesi için Tanrı’nın gerçek bir sanatçıya kutsal yaratıcı ruhundan bir parça verdiğine inanıyorum. Senin bana gösterdiğin bebek, bir parça kâğıt üzerinde küçük bir çizim olsa da et ve kandan yaratılmış gibi hayatta görünüyor.”

Dar fikirli biri olsaydı bu övgü belki de Andrea’nın kibirlenmesine yol açabilirdi fakat bu onu, övgüyü başkasını da kapsayacak şekilde genişletmeye itti.

“Avukat Ser Piero da Vinci’nin oğlu olan çırağım Leonardo’yu fark ettin mi?”

“Ser Piero gibi zeki bir adam neden oğlunu böyle maddi getirisi olmayan bir mesleğe çırak olarak vermiş?”

“Aynısını ben de söyledim! Tabii bana Leonardo’nun resimlerini gösterene kadar, sonra…”

“Evet?”

“Yüce Tanrım!” diye haykırdı Andrea. “Bu çocuk kaleminin altı darbesiyle bir resme benim iki hafta uğraşıp yapabileceğimden daha fazla hayat verebilir!”

“Ooo!” dedi Lorenzo ve bundan sonra Careggi’nin kapılarına dek sessizce seyahat ettiler.

III

Giriş yolundan yukarı doğru atlarını sürdüler. Villanın girişinde Lorenzo atından inerek dizginleri bir seyise verdi ve hanımlara haber vermesi için bir uşak gönderdi. Ardından Leonardo’ya dönerek “Andrea Verrocchio’nun dediğine göre iş hayatının kolay yolu yerine sanat hayatının zorlu yolunu seçmişsin,” diye nazikçe konuştu.

“Evet efendim,” diye utangaç bir şekilde cevap verdi Leonardo.

“Sanatın çok zorlu bir sevgili olduğunu, hayatının en güzel dönemlerini ve enerjinin tümünü ona adamazsan seni reddedeceğini biliyor musun?”

Teknik ressamlık ona kolay geldiğinden ve şimdiye dek yaptıkları yaratıcılıktan ziyade taklit olduğundan işinin zorluğunu henüz anlamamış olan Leonardo, söyleneni idrak etmeden “Evet efendim,” diye cevap verdi.

Lorenzo iç geçirdi. Kendisini Quattrocento’nun en muhteşem şairi yapabilecek güçteki yeteneğine rağmen şiirlerine boş zamanları dışında vakit ayıramamış ve şairliğini yontulmamış halde bırakmak zorunda kalmıştı. “Floransa zanaatkârlarla tıka basa dolu,” dedi, “fakat aralarından çok azına sanatçı unvanı yakıştırılabilir.”

“Doğru!” dedi Leonardo, bu kez söyleneni gerçekten anlamıştı.

Lorenzo, “Şimdi sana Bay Andrea’nın çırağı olarak çalışmaktan gurur duymanı sağlayacak bir şey göstereceğim,” diyerek genç adamı avlunun altından geçirip evin girişini korur halde bekleyen bir heykelin önüne getirdi.

Bu, iki buçuk braccia15 yüksekliğinde bronz bir Davut heykeliydi ve kapı girişinin solunda duruyordu, böylece yüzü içeri girmek isteyen herkese bakmış oluyordu. Davut heykelinin ancak Baragello’da çok alçak bir standın üzerinde duran ve yerleştirildiği konum yüzünden yanlış bir açıdan bakılan halini görebilen bizler için bu andaki heykelin sahip olduğu gerçek güzellik, bu coşku, bu gurur ve göz alıcı özgüven hayal bile edilemez.

Leonardo hırçın bir boraya karşı sığındığı binanın arkasından çıkmaya hazırlanan bir adam gibi derince nefes aldı. Tam o sırada bir grup kızın sesi ortama doldu.

“Söylüyorum sana sevgili Clarice,” diye güldü biri, “sanat eleştirmenliğini cesurca yapmalısın! Bu çeşme çok haşin ve biraz da ağır, antiklerin zarafetinden yoksun. Diğeri biraz hoşuma gitti ama yine de…” Kız, cümlesini gülüşmelerle sonlandırdı.

“Onu dinleme Clarice!” diye itiraz etti başka bir kız. “Yalnızca en beğendiklerini gösterip ardından bilge görünerek susmalısın.”

“Ama ben ne sanattan ne de mimariden anlıyorum,” dedi üçüncü kız çaresiz bir sesle.


Davut Heykeli – Verrocchio

Museo Nazionale, Floransa


“Saçmalık! Sen kendi kadınlık hislerine güven, sanat ve mimariyi erkeklere bırak. Eğer yalnızca seni memnun edenleri söyler, dilini tutar ve konuşma kısmını erkeklere bırakırsan çok bilgili biri olarak ün kazanırsın!”

“Tanrım,” diye fısıldadı Verrocchio gülerek. “Bu hanımefendi gerçekten de çok bilgili!”

Üç kız kol kola onlara doğru geldiler.

Ortada yürüyen uzun, zayıf, ancak on yedi yaşında olan koyu saçlı Clarice Orsini, Lorenzo’nun eşiydi. Onun iki yanında yürüyenler, neşe dolu Nannina de Medici ve Lucrezia de Donati, Lorenzo’nun son turnuvasının kraliçeleriydi.

“Çeşmenin tasarımlarını getirdiniz mi Bay Andrea?” diye sordu Madonna16 Nannia neşeyle çünkü Andrea Verrocchio, Medici ailesinin hayran olduğu bir sanatçıydı.

“Evet, Madonna,” dedi sanatçı, elindeki çizimlerin rulosunu iyice sıkılaştırdı.

“Hadi, hemen söyle bize!” diye heyecanla atıldı Madonna Lucrezia. “Bir satir mi, yunus mu yoksa aşk tanrısı mı yapıyorsunuz? Meraktan ölüyoruz!”

Ressam, elinde tuttuğu ruloları belirgin şekilde sallayarak “Bu sorunun cevabını bana da ancak Madonna Clarice verebilir. Karar ona ait,” dedi.

Bunun üzerine Clarice Orsini tatlı soyluluğunu ortaya koyan bir zarafetle elini uzattı ve Verrocchio da saygıyla eğilerek resimleri hanımefendinin ellerine bıraktı.

“Ah!” diye hayranlıkla iç geçirdi Clarice. Yüzü memnuniyetle parıldarken dudaklarını hafifçe aralamış ve gözlerini elindeki yunus putto’su çizimine odaklamıştı. Sonra birden yüzü bulutlandı ve sanattan hiç anlamadığını söyleyerek kararsızca kocasına doğru baktı.

“Saçmalık, sevgili Clarice!” dedi Lorenzo, göz ucuyla Lucrezia de’ Donati’ye bakarak. “Eğer yalnızca seni memnun edenleri söyler, dilini tutar ve konuşma kısmını erkeklere bırakırsan çok bilgili biri olarak ün kazanırsın!” Sonra eşine sevgi dolu bir bakışla sordu, “Hangisi olsun Clarice?”

“Elinde yunus tutan bu putto harikulade!” dedi Clarice. “Üstelik annen bir aşk meleği ve baban da bir yunus istemişti. Bu şekilde herkes memnun olur.”

“İnsan eşinin zevkine güvenmeli,” dedi adam. “Andrea da ben de senin gibi düşünmüştük!”

Böylece sohbet ederek çeşmeye güzel bir yer bulmak için yürümeye başladılar. Leonardo’nun tüm bu konuşmalardan uzak kaldığını ve Davut heykelinin yanında beklemeye devam ettiğini fark eden Madonna Lucrezia ise genç adamla konuşmak için onun yanına doğru ilerledi.

IV

Lorenzo, turnuvasını Lucrezia Donati’nin onuruna düzenlemişti ve yine aynı hanımefendinin adına şiirler yazıyordu. Eşinin kendisine olan sevgisinden tamamen emin olan Madonna Clarice tüm bunları platonik bir arkadaşlık sevgisi olarak görüyor ve önemsemiyordu. Lucrezia Donati, soyundan geldiği Piccarda Donati’ye benziyordu. Piccarda Donati içinse Dante şu satırları yazmıştı:

На страницу:
2 из 4