bannerbanner
Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret
Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret

Полная версия

Ölmüş Bir Kadının Evrak-ı Metrukesi ve Nedret

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

“Hanımefendi uyuyor. Beyefendi terasta oturuyor. Bizim beyefendi de kitap okuyor,” dedi.

“Pekâlâ!”

“Siz uyuyacak mısınız hanımefendi?”

“Hayır kızım.”

Kadın yavaşça kapıyı kapayarak çekildi. Gözlerimi kapayıp biraz uyumak istediğim halde, katiyen uyuyamayacağımı anlamıştım. Kalktım, elime bir kitap aldım. Okuyamadım. Yüzümü biraz soğuk su ile yıkadım. Saçlarım omuzlarımdan aşağıya dökülmüştü. Onları toplamak için kollarımda kuvvet yoktu. Nedret’in yanına gitmek için kapıya doğru yürüdüm. Zira yavrumu sabahtan beri görmemiştim. Bu dakika, zevcim içeri girdi. Gülerek “Sizi rahatsız edeceğiz, müsaade eder misiniz? Doktor Bey geldi,” dedi.

Mukavemet edilemeyecek bir teessürle titredim. Ne tehlikeli dakikalar geçirecektim!

“Buyursunlar.”

Nejat ağır adımlarla içeri girdi.

Zevcim yüzüme bakarak “Ne oluyorsun Fikret?” dedi. “Çocuk gibi korkuyorsun. Emin ol ki sende hiçbir rahatsızlık bulamayacaklardır. Bu benim merakım sadece. Hem bir hastalık bile keşfedilse, dünyada ne kadar fedakârlık varsa, icrasından geri durmayacağımı bilirsin, değil mi ruhum?”

Ah biçare adam! Seni aldatan bu kadının şu anda kahrolmasını temenni etmeliydin. Bu saatte onun ayaklarına kapanarak ağlamak ihtiyacıyla yanıyordum. Zevcim ellerimden tutarak beni şezlongun üzerine oturttu.

“Sen hepimiz için muazzez bir vücutsun,” diyordu.

Artık bayılıyordum. Başımı omzuna dayadım. Gözyaşlarını sakin sakin çehreme doğru akmaya başladı. Mümkün değil kendimi zapt edemiyordum. Zevcim şu teessürüme hayret ederek “Fikret, benim sevgili yavrum. Ağlıyorsun. Niçin, söyle bana? Nejat Bey zevcemin halini görüyor musunuz? Ya Rabbim, o ağlıyor,” diyordu.

Doktor bir adım kadar yürüdü. Kesik bir sedayla “Korkmayınız, buhran…” diyebildi. Sonra ilave etti:

“Ağlamasaydılar şiddetli bir baygınlığa duçar olacaktılar.”

Boğazımı tıkayan hıçkırıklar içinde “Affediniz. Zira asabım çok rahatsız,” dedim.

Zevcim ellerimi öptü.

“Fikret, her şeyim sensin. Seni ağlar görmek beni harap ediyor. Söyle, seni mustarip eden, sana gözyaşı döktüren sebep nedir?”

“Oh! Yemin ederim ki hiçbir şey, hiçbir sebep yok. Yalnız muhabbetinizin kalbime doldurduğu sürur!”223

Nejat nutku tutulmuş, hareketsiz bir heykel gibi ayakta durmuş bize bakıyordu. Şu anda gösterdiğim zaaftan dolayı o kadar sıkılmıştım ki ne yapacağımı bilemiyordum. Vicdanımda, her şeye tahammül etmeye karar vermiş gibi bir katiyet vardı. Ayağa kalktım. Gözyaşlarım, kalbimde yanan ateşle kurumuştu. O dakika her şeyden, hatta kendimden bile nefret ediyordum. Of! Bu aşkın altında ezilen, çırpınan ruhum şimdi boğuk, derin bir hiddetle feveran ediyordu. Nejat’a bir sandalye verdim. Kendim de karşısına geçtim. Tam bir doktor ile bir hasta vaziyetini aldık. O bana birtakım sualler soruyordu:

“Ara sıra başınız dönüyor mu? Sol kolunuz uyuşuyor mu? Bazı teneffüslerinizde usret224 hissediyor musunuz?”

Bu suallere cevap vermek, benimle böyle alakadar olunduğunu görmek benim için çok zordu. Lakin ne çare ki, o biçare zevcimin memnuniyeti için bu eziyetlere katlanmak mecburiyetindeydim. Korkuyordum. O, bir dakika sonra acı bir hakikati öğrenecek zavallı adam! Nejat ayağa kalktı.

“Müsaade eder misiniz?” dedi.

Başını göğsümün üzerine dayadı. Bu temas üzerine bütün vücudum ateşler içinde kalmıştı. Zevcim endişeyle Nejat’ın gözlerinin içine bakıyordu. Nihayet Doktor başını göğsümün üzerinden kaldırıp sandalyesine oturduğu zaman, çehresi yeisle kararmıştı. Zevcim inler gibi bir sesle “Doktor?” dedi.

Nejat başını kaldırdı. Muhteriz225 bir sedayla “Emin olunuz, efendim,” diye cevap verdi.

Bana doğru dönerek “Hiçbir şey değil, hafif bir heyecan, mamafih tebdilihavaya ihtiyacınız var. Buranın saf havası inkâr edilemezse de… Elbet insanın doğduğu yerde edeceği istifade buradan yüz kat fazla olur. Bunun için birkaç ay kadar İstanbul’da havası latif bir mevkide bulunmalısınız.”

“Pek müşkül.”

Zevcim hemen söze atılarak “Yok,” dedi. “Artık bu hususta sizi katiyen dinlemem.”

“Peki, emrinize itaat edeceğim.”

Nejat, tekrar bana dönerek devam etti:

“İkinci bir tavsiye; katiyen üzülmeyeceksiniz. Size en ziyade elzem olan sükûndur! Kalbinizi yoracak heyecan, tesir gibi şeylerden uzak duracaksınız.”

Bu sözler üzerine Nejat’ın yüzüne öyle bir baktım ki… Bu nazarla bana bunları tavsiye eden sen misin? Heyhat! Bütün men etmek istediğin şeylerin sebebi sensin, benim için sükûn bulmak kabil miydi? Nejat, söylemek istediklerimi anladığı için sinesini yırtan derin bir ahı zapt etmek maksadıyla dudaklarını ısırdı. Boynunu bükerek bir an yüzüme baktı.

“Sanki seni ben mi öldürüyorum? Bu hain, bu çaresiz cerihayı ben mi açıyorum? Bilmeyerek, istemeyerek celladın mı oluyorum?” demek istiyordu. Ah! Halbuki onun tarafından gelecek her derdin, onun yüzünden duçar olacağım her mihnetin nice bir lezzeti vardı. Artık kendilerini yalnız bırakmak lüzumunu hissettiğim için bir iş bahane ederek ayağa kalktım, yavaşça dışarı çıktım, kapıyı aralık bırakarak orada oturdum. Bir his beni dinlemeye mecbur ediyordu. İçeride yavaş yavaş konuşuyorlardı.

Nejat’ın bir aralık, “Henüz bayılması yok, iyi bir tedavi neticesinde kurtulması mümkündür,” dediğini işitiyordum. Biraz daha yavaş konuşmaya başladılar. Birdenbire zevcimin boğuk bir seda ile “Hayatım ona bağlıdır. Onu kurtarınız!” diye inlediğini, Nejat’ın ise “Kalbini en ziyade zedeleyen, hırpalayan heyecanlardan onu uzak tutmak elzemdir. Lakin bu mümkün olacak mı? İşte beni düşündüren cihet burası,” dediğini duyuyordum! Bu sözleri bir iç çekiş takip etti. Bütün tüylerim ürperdi. Artık oradan kaçtım. Zira zevcim ağlıyordu! Nedret’in odasına yürüdüm. Henüz uyanmıştı. Onu kollarımın arasına aldım. Ah! Bedbaht kızım! Ölüme mahkûm anasının kucağında her şeyden bihaber en tatlı tebessümlerle gülüyordu. Onu doyamamazlık içinde öptüm, öptüm! Heyhat!

Salona indiğim zaman Nejat’la zevcimi ve Mediha Hanım’ı orada buldum. Bu saatte ruhumda vahşi bir neşe vardı. Gülmek, söylemek istiyordum. Zevcim bu neşemi Nejat tarafından temin edilen sıhhatime atfediyor, benim hiçbir şey bilmeyerek inandığıma ikna oluyordu. Nejat’a baktım, o zevcimden daha müsterih görünmek istiyordu. Ben bu hallere katiyen dikkat etmiyormuş gibi bulundum. Yukarı çıktım. Güzel bir tuvalet226 yaptım. Üstüme beyaz ipekli bir elbise giydim. Boynuma ince gerdanlığı taktım. Aşağı indim. Arabayı hazırlamalarını söyledim. Mediha Hanım’la beraber köyleri gezecektik. Salona geldiğim zaman hepsi tuvaletimi beğendiler.

“Bugün ruhumda garip bir neşe duyuyorum. Bu da sizin huzurunuzdan,” dedim.

Mediha Hanım’la hazırlandık. Araba hazırdı. Zevcim gidemeyeceğini söyleyip çekildi gitti. Onun ne derece meyus olduğunu anlıyordum. Mediha Hanım’ın bir şeyden malumatı olmadığı için “Dayı beyime ne oldu?” diye sordu.

“Arabada anlatırım,” dedim.

Çocukları alarak üçümüz arabaya bindik. Araba, çiftliğin büyük bahçesinden çıkarak koruya varan yokuşun aşağısındaki düz vadiye doğru gitmeye başladı. Bazı yerde büyük ıhlamur ağaçlarının yeşil zirveleri dalgalanıyordu. Bazı ufak ufak korular husule getiren çamlar donuk, yeşil renkleriyle nazarlara sakin bir manzara arz ediyor, uzaktan bir köyün toprak sıvalı evleri, dumanlar içindeki bacaları görünüyordu. Daha ileride derenin daimi çağıltısı arasında değirmenin hazin gıcırtısı işitiliyordu. Karşımızdaki tepeden bir koyun sürüsünü önüne katmış olan çoban, hazin hazin kavalını çalıyordu.

Mediha Hanım soruyordu:

“Köylüleri sever misiniz hanım yenge?”

“Pek ziyade, emin olunuz onlar pek munis insanlardır. Bu arazi dahilinde ne kadar köy varsa bütün kadınları, çocukları beni pek severler ve beni camlı çiftliğin hanımı diye anlatırlar.”

Mediha Hanım “Ah! Ne tuhaf,” diye gülüyordu.

“Hele birkaç ihtiyar nine vardır ki bunlar ekseriya beni görmeye gelirler, kendileriyle oturur konuşurum.”

“A sahi mi söylüyorsunuz? Sıkılmaz mısınız?”

“Niçin iki gözüm, onlar da bizim gibi insan değil mi?”

“Tabii fakat bilmem, herkesin mizacına hizmet etmekten sıkılırım da!”

“O halde ahlaklarımızda tezat var demek?”

“Öyle olacak.”

Araba şimdi ekin tarlaları arasında ekili bir yoldan ilerliyor, karşıda bir dağın karanlık eteğine sığınmış gibi görünen ufak bir köyceğize doğru ilerliyordu. Nejat dalgın ve sakin oturuyordu. Mediha şikâyet eder gibi bir seda ile “Bey! Niçin bir şey söylemiyorsun? Canım bey dayım ile size ne oldu bugün bilmem,” dedi.

Nejat sapsarı kesildi.

“Sizi dinliyordum,” diye cevap verdi.

Gözlerimi kendisine çevirerek “Affınıza mağruren sizden bir istirhamım var. Zaten bunun için fırsat bekliyordum,” dedim.

Mediha hayret ve merakla yüzüme baktı. Bu nazara cevaben dedim ki:

“Beyefendinin beni muayene ettiklerinden tabii malumatınız yoktur zannederim. Kendileri muayene esnasında bende, neticesi ölüm olan bir kalp hastalığı buldular.”

Nejat bağırarak “Ne söylüyorsunuz hanımefendi?” dedi. “Vücudunuza, sıhhatinize iftira etmekle cümlemizi üzüyorsunuz. Ben sizi temin ediyorum. Bir doktor olduğumu bildiğiniz halde aldanmayacağıma inanmaz mısınız?”

Güldüm ve dedim ki:

“Teminatın katiyen ehemmiyeti yoktur. Buna emin olunuz. Çünkü ölüm beni korkutmuyor. İstirhamım ise kendim için değil, zevcim içindir. Onu böyle meyus ve mükedder görmek beni son derece üzüyor. Buradan ayrılmak istemem. Bu hal beni bütün bütün ezecek, aynı zamanda rahatsızlığımın kötüleşmesine bile sebep olacak! Onu azminden vazgeçirtecek şeyin ancak sizin kendisine söyleyeceğiniz birkaç sözden ibaret olacağını bildiğim için bunu bilhassa rica ediyorum.”

Nejat, zevcesinin yanında meramını istediği gibi ifade edemediğinden duyduğu ıstırapla “Emriniz mesleğimin, vazifemin haricinde olduğu için maalesef yerine getiremeyeceğim,” dedi. “Zevcinizin teessür ve kederi ise size karşı olan muhabbetinden ileri geliyor. En ehemmiyetsiz, en ufak rahatsızlığınız onun için öyle büyüktür ki… Bunda sizin için üzülecek bir şey yoktur.”

Bu sözlerin altında gizli manayı ve serzenişi anladığım için artık bahsi kısa keserek sükûta karar vermiştim. Mediha Hanım, şaşkın şaşkın yüzüme bakarak “Latife mi ediyorsunuz? Allah aşkına bu söz hakikat mi hanım yenge?” diyordu.

“Yok, güzelim yok. Bahsi uzatmaya bile değmez bir mesele! Şimdi şu acı sözleri bırakalım da karşımızda duran tabiattan istifade edelim. Mademki her hayatın sonu ölümdür, geç veya erken ölümde bir fark göremem.”

Nejat teessüründen dudaklarını ısırdı. Artık köye yaklaşmıştık. Uzaktan arabayı gören çocuklar koşa koşa yanımıza geliyorlardı. Köy kadınları bizi istikbal için yola çıkmışlardı. Gözlerinden ışıltılar saçılıyordu. Bunlar kadar mutlu yaşayamamak hissi beni şu dakikada harap ediyordu. İçlerinden biri, “Buyurun benim paşa hanımım,” diyordu. “Köyümüze sefa geldiniz.”

Mediha, “Aa! O nasıl tabir?” diyerek gülüyordu. Zavallı bir köylüyle alay ederek eğlenen şu fikirsiz kadına hayretle baktım. Arabadan indik. İlerideki söğüt ağaçlarının sayelerine doğru yürümeye başladık. Bunlar dereye doğru eğilmişlerdi. Burada durduk. Şimdi onun hırçın çağıltısını dinliyor, kayaların üzerinden süratle akan sulara bakıyorduk. Çocuklar ve kadınlar etrafımızı sarmıştı. Bize taze yoğurt ikram ettiler ve yanımdakilerin kimler olduğunu sordular.

“Çiftlikli beyin akrabaları,” dedim. Zevcimi böyle tanıyorlardı. Nihat ile Nihal bu küçük, bu harap köyden pek hoşlanmışlardı. İhtimal ki gördükleri onların ruhunu okşamıştı. Güneş büyük bir dağın dumanlı tepesinden gurup ederken biz çiftliğe avdet ediyorduk. Sanki tabiat şu anda sükûta boğulmuş gibiydi. Bazen bu sükûtu bir buzağının bağırması, birkaç kuzunun melemesi ihlal ediyor, vadilerin ıssızlığı içinde bir feryat uyandırıyordu. Çiftliğe geldiğimiz zaman zevcimi bizi beklerken bulduk. Bu gece onu meşgul etmek istiyordum. Zira kendisini elemli görmek, diğer suretle de bedbaht etmeye sebep olmak beni daima pençesinde ezen azabı artırıyordu. Koluna girdim.

“Biraz gezelim,” dedim.

Memnun ve mütebessim bir çehreyle yüzüme baktı. “Yorulmaz mısın?” dedi.

“Hayır, hayır. Şimdi o kadar iyiyim ki tarif edemem. Hiçbir şeyim yok. İki saatlik yol yürüsem katiyen yorulmayacağıma eminim. İlaçlarıma devam ve sıhhatime itina edersem daha da kuvvetleneceğim şüphesizdir. Hem efendim, doktorların bazı hastalıkları teşhiste yanıldıkları görülmemiş şeylerden midir?”

“Şüphesiz yavrum, defaatle vaki olmuştur. Lakin bu sözlerinle beni ne kadar mesut ettiğini bilsen.”

“Benim de arzu ettiğim yalnız budur.”

“Melek kadın!”

Bir damla yaş yanaklarımın üzerinden yuvarlandı. Başımı çevirdim. Bu kan damlaları gittikçe kararmaya başlayan gecenin siyah elleri altında kaybolmuştu.

İki gün sonraÇiftlik

O gideli iki gün oluyor. Mediha ile ikimiz bu uzun günlerin sükûneti içinde yaşıyoruz. Genç kadını kocasına karşı biraz şikâyetkâr buluyorum. Bir an evvel gitmelerini temenni ediyorum. Mediha’yı ufak bir şüpheyle zehirlemek beni helak edecek bir felakettir. Nejat metanetini muhafaza edemiyor ve karısının muhabbetinden sıkılıyor. Bu halin devamının iyi bir netice hâsıl etmeyeceği ve büyük bir felakete vesile olacağı düşüncesi tüylerimi ürpertiyordu.

Mediha ile bulunduğumuz şu iki gün zarfında onu eğlendirmek, sıkmamak için kahkahalar atmaya katlandım. Zevcim benim bu hallerimden son derece memnundu. Onu bu halde görmek beni bütün bütün yaralıyordu. Ya Rabbim, ben günahımın cezasını bu suretle mi çekiyordum?

Dün Mediha ile benim yatak odamda oturuyorduk. Genç kadın kocasının iki günlük yolculuğundan müteessirdi. Ruhunda sıkıntı, nazarlarında bir dalgınlık vardı. Kendisini ne kadar meşgul etmek istedimse de muvaffak olamadım.

Nihayet “Fikrinizde bir endişe var. Sizi dalgın görüyorum,” dedim.

Sanki benden bu suali bekliyormuş gibi, “Ah, evet. Nejat’ı düşünüyorum, yolların ve köyde geçireceği bir iki gecenin zahmetinin onu rahatsız etmesinden korkuyorum. Bu türlü hayata alışkın değildir,” dedi.

“Emin olunuz, yollar oldukça muntazamdır. Lakin vazife karşısında bu kadar bir rahatsızlığa katlanmanın zaruri olacağını düşünerek teselli bulmalısınız, üzülmeyiniz, belki iki günden evvel avdet ederler.”

“Ah! Keşke öyle olsa… “

Şu konuşmanın verdiği netice benim ona maddeten ne kadar uzakta kaldığımı anlatıyordu. O kadın zevcini bekliyordu. Ben ise, heyhat!

Bir sükûttan sonra Mediha tekrar söze başladı:

“Şu düşüncemi biraz yersiz buluyorsunuz zannederim, değil mi? Fakat bilseniz onu ne derin bir muhabbetle severim! Bilmem ki aşk denen his bu ise ben bunu zevcime karşı tamamıyla duymuş muyumdur?”

“Elbet. Bir kadının kocasını çılgın bir muhabbetle sevmesi kadar bahtiyarlık olamaz. Aksi hal ise hayatın en büyük, en acı işkencesi olabilir. O, hiçbir şeyle telafi edilemez. Gayri meşru bir muhabbetin ruha verdiği azap, aşkın lezzetini kabul edenlere karşı istimal edilecek227 bir burhandır.228 Kocasını cidden seven bir kadın her türlü felaketi, her türlü meşakkati yalnız o kuvvet mukabilinde geçer.”

“Pek doğru söylüyorsunuz.”

“Emin olunuz ki kadınlar pek mütehammil229 mahlûklardır fakat kocalarının ellerindeki muhabbet bağı onları tamamıyla ihata eder230 ise bu da erkeğe ait bir vazifedir. Bu o kadar kolaydır ki. Maalesef bunu idrak edemeyen, karısının ruh haline vakıf olamayan pek çok kocanın başına gelen felaketleri dinlemişizdir. Onlar zevcelerinin ufak bir arzusuna hizmet mukabilinde ne büyük, ne metin bir mükâfatla mesut edileceklerinden bihaber yaşamışlardır. Doğrusunu itiraf etmek lazım gelirse, bu gaflet eseri, ekseri kadınlarımızda da var. Birbirini anlamamak, of… İşte bizi harap eden, saadetimizi zehirleyen, bedbahtlığa sebep olan şu karanlık ve fakat…”

“Bu karanlığı aydınlatmak mümkün mü?”

“Evet mümkün. Her iki taraf aynı hisle kederleniyorsa…”

“Nasıl?”

“Nasıl mı? Ruhlardaki tabii bir ahbaplık, hissiyatta bir ortaklık hâsıl eder. Karşınızdakinin ne istediğini, ne beklediğini size anlatır. Zaten fıtraten siz onun sevdiği, hoşlandığı şeylerden hoşlanır, onun sevmediğini sevmezsiniz.”

“İşte bu fikriniz yanlış. O halde zevcimin beni sevmemesi lazım gelir. Halbuki o bana derin bir muhabbetle bağlıdır. Ben Nejat’ın sevdiği şeylerin pek çoğunu sevmem. Mesela en birinci ben, erken uyumayı severim. O bilakis geç yatar. Hiçbir gece onu beklemem. Sonra o roman okur ve her suretle mütalaayı sever. Ben katiyen bundan hoşlanmam. Daha bunlar gibi çok şey var. Doğrusunu söylemek lazım gelirse ben biraz iktisadı severim. Kendisi bundan uzaktır. Ben bir şeyin dayanıklı olmasını isterim. O şık ve zarif olmasını tercih eder. Geceleri mehtabın letafetini seyredeceğim diye uykumu kaçırmak ve feda etmekten bir lezzet almam. Halbuki o tam tersidir.”

“Aranızda külliyen bir zıtlık var.”

“Evet, lakin katiyen ehemmiyeti yok.”

Hayretle yüzüne bakıyordum. O ise mütemadiyen anlatıyordu:

“Ben kocamın gönlüne hâkim bulunduğumdan eminim. Bunun için müsterihim, yalnız şimdi kendisi asabi bir rahatsızlıkla mustarip; ruhunda daimi bir sıkıntı var. Endişe ettiğim cihet burası. Ben onu eğlendiremiyorum. Eğer kendisinden emin olmasam, mutlak fikrini bir kadının işgal ettiğine hükmedeceğim.”

Yanakları ateş gibi kızarmıştı.

“Bilseniz gözüm. Saadetimi kıskanan ne kadar çok kahpeler var. Bunlar kocama rahat vermiyorlar ki. Bilmem bundan ne kadar evvel, herhalde bir buçuk, iki sene kadar oluyor zannederim, muayenehanedeki hizmetçiden işittim, hastalardan birisi, kara gözlü güzelce bir kız, her zaman hemşiresi ile beraber gelirmiş. Nasılsa o zaman Nejat buna biraz fazlaca iltifat göstermiş olacak ki… Küçükhanım bundan cesaret alarak Nejat’a varmaya kalkmış. Halbuki aldığı ret cevabı üzerine oradan öyle bir gidişi varmış ki… Merdivenden inerken artık kendini zapt edemeyerek hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş. Bir iki defa sendelemiş. Hizmetçi haline acımış, koluna girerek onu arabaya kadar götürüp bindirmiş. Bunu işittiğim zaman kahkahalarla güldüm. Oh olsun. Beni ve iki çocuğumu düşünmeyen şu kahpe cezasını çeksin dedim.”

Bilmem bunları dinlerken ne hallere girmiştim. Of… Neler işitiyordum ya Rabbim. Kahpe bir kız öyle mi? Bu bendim. Aşkımı, saadetimi uğruna feda ettiğim şu kadın bilmiş olsaydı ki… O kahpe kız, karşısında oturan şu hasta kadındır. Aşkının kahramanı, fedâkarı olarak kocasını yine ona bırakmıştır… Yoksa bir nazarım, ufak bir zaafım, bir tek sözümle onu ilelebet bedbaht etmek iktidarına sahipken, ben şu savaş meydanında yalnız kendimi feda etmiştim.

NisanÇiftlik

Dün, akşamüstü Doktor Nejat geldi. Mediha memnun halde kocasını istikbal ederken ben terastan onları seyrediyordum. Yemekten sonra biraz bahçede oturduk. Mediha daima rahatsız olup olmadığı hakkında Nejat’a sorular soruyordu. Onun bu hallerden fena surette rencide olduğunu anlıyordum. İçeri girdik, biraz salonda vakit geçirdik. Nejat ertesi gün gidecekleri için son derece meyus ve mahzundu. Köyde geçirdiği iki gecelik hayatı ve verdiği raporun sonucunu anlatıyordu. Bahis yine bizim İstanbul’a gitmemize intikal etti. Nerede istersem bir köşk veyahut bir yalı bulacağını söylüyordu. Zevcimse Ada’daki köşkün hazır edilmesini, bir iki ay kadar orada oturduktan sonra ister tekrar çiftliğe avdet etmek, ister kışı İstanbul’da geçirmek, bunların yine benim isteğime bağlı bulunduğunu ilave ediyordu. Bense sadece dinliyordum.

Artık talihimin bu acı istihzalarına tahammülden gayri çarem olmadığını görüyordum.

20 HaziranBüyükada

Sema bulutluydu, bir saat evvel yağan yağmur ortalığa tatlı bir serinlik vermişti. Çamların hayat veren rayihası bulunduğum yere kadar geliyordu. Heybeli’nin üzerine doğru mavi bir tül gibi hafif bir sis iniyordu. İleride, beyaz bir kotra, dalgaların üzerinde çırpınıyor, bazen köpüklü dalgalar arasına gömülüyor, korkarak koşmak ve kaçmak için rüzgârlarla mücadele ediyor, bazen yükseliyor, yükseliyor ve suyun üzerindeki beyaz bir martıyı andırıyordu.

Penceremin önünde başım ellerime dayanmış, nazarlarım denizin bu sonsuz boşluğuna dalmış, vücudumu hırpalayan heyecanlar, teessürler altında yorgun, bitap oturuyordum. Buraya geleli on gün olmuştu. Her türlü ısrarlarıma rağmen zevcimi fikrinden döndürememiştim. Buraya avdet ettiğimiz gün Nejat’ı istasyonda treni beklerken bulduk. Bana karşı olan nazarında şükrân ve muhabbet titriyordu. Bunlara katiyen mukabele etmeyerek vagonun bir köşesine çekilmiştim. Şu dakikadaki metanetime rağmen kalbim en acı hislerle sızlamıştı. Lakin artık ona hiç ümit vermek istemiyordum. Neticenin pek elim ve pek müthiş olacağından korkuyordum. O, bu halimden meyus olmuştu. Ada’ya kadar bize refakat etti. Kendisine Mediha Hanım’ı ve çocukları sormaktan gayri bir şey söylemedim. Yorgunluğumu bahane ederek odaya çekildim. O gittikten sonra zevcim “Onları bir kere bile buraya davet etmedik,” dedi.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Aralık ayı.

2

Arkadaş, dost.

3

Gümbürtü.

4

Dışarıda.

5

Soğuk.

6

Hüküm süren.

7

Geri dönmek.

8

Unutulmaz.

9

Uzun müddet.

10

Ayrılma, ayrılış.

11

Seçmek.

12

Varlık.

13

Hazırlamak.

14

Çocuk sevinci, çocuksu bir sevinç.

15

Bakış, bakma.

16

Anlatmak.

17

Vermek, bırakmak.

18

Tablo, resim.

19

Gözyaşı döken.

20

Okşama.

21

Ara.

22

Titreşim.

23

Bununla birlikte.

24

Hazin serüven.

25

Yara.

26

Üzmek.

27

Şefkat kaynağı.

28

Göğüs.

29

Yadigâr.

30

Adım.

31

Öğretim.

32

Yetenek.

33

Sürekli, aralıksız.

34

Duygulanmak.

35

Tavırlar, davranışlar.

36

Ayrılık.

37

Uygun görme, kabul etme.

38

Sevinç.

39

Bekleyen, gözleyen.

40

Evlenme.

41

Olanaksız.

42

Kınama.

43

Erteleme.

44

Üzgün.

45

Alışkanlık, huy.

46

Düşünür.

47

Ciddi araştırmalar.

48

Hayat arkadaşı.

49

Bozuk.

50

Uygun görmek.

51

Kız torun.

52

Defalarca, çok kez.

53

Düzenli olarak.

54

Şaşırmış.

55

Biçimli.

56

Evli.

57

Uzama, uzun sürme.

58

İnatçı.

59

Karşılamak.

60

Can atma, çok isteme.

61

Mecalsiz.

62

Gölgede oturan.

63

Yürek çarpıntısı.

64

Koca.

65

Gelecekte.

66

Düşünmek.

67

İleriyi düşünen.

68

Ağırdan alma.

69

Meydana gelmiş.

70

Beklenmeyen hallere.

71

Ruhunun derinlikleri.

72

Saf.

73

Dehşet verme.

74

Benzerlik.

75

Özdeşlik.

76

Yön, taraf.

77

Hastalık.

78

Elemli.

79

Bir sebebe yormak.

80

Hazırlamak.

На страницу:
5 из 6