bannerbanner
Ateşten Düşünceler
Ateşten Düşünceler

Полная версия

Ateşten Düşünceler

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 4

Wagner o geceyi profesörlerin haline gülerek ve onlara “felsefi uşaklar” diye seslenerek geçirdi. Otobiyografisinden Leipzig’deki öğrencilik günlerini anlatan alaycı bir alıntı yaptı. Ayrılırken Nietzsche’nin elini sertçe sıktı ve kendisini ziyarete, İsviçre’ye davet etti. Heyecandan eli ayağı birbirine dolaşan Nietzsche, ertesi gün Rohde’ye içini döktüğü bir mektup yazdı.

Böylece Nietzsche, hayatındaki üçüncü büyük gücü bulmuştu. Önce Yunan felsefesi, sonra Schopenhauer, şimdi de Wagner. Sonuncusu en güçlü ve nihayetinde en acı verici olandı. Böylesi bir irade gücü, böylesi bir çekicilik, böylesi bir zekâ, Nietzsche’nin daha önce hiç karşılaşmadığı bir türdendi. Bu yenilik onu büyüledi ve hızla etkisi altına aldı. Wagner, hizmet edebileceği ve gerçek hayatta da dostu olan bir üstattı. Nietzsche, kendisini Schopenhauer’ın götürdüğünden daha da ileriye götürecek kaderin bu yeni büyük çağrısını önceden görmüş gibiydi.

Bu yeni takıntısı, filolojiden çok daha iyiydi ve daha büyük bir amaca hizmet ediyordu. Bir keresinde Rohde’ye, filologların böylesi bir dâhiye sataşacak kadar dar görüşlü olduklarını söylemişti. Ardından Rohde, Romundt ve başka bir samimi dostu Gersdorff’a bir tatil teklifinde bulundu. “Hep beraber Paris’e gidip kışı orada geçirelim. Biraz olsun derslerimizi unutalım, bilgiçliğimizi bırakalım, kendimizi kankan dansına verelim, yeşil apsent içelim. Paris’e gidip gerçek yoldaşlar gibi yaşayalım, sokaklarda gezip Alman sanatını ve Schopenhauer’ı temsil edelim. Bir buçuk veya iki yıl sonra geri döner, kaldığımız yerden sınavlarımıza gireriz.”

O sonbahar Lisbeth, abisinin kahramanının aklından geçenleri öğrenebilmek için gizlice Schopenhauer okumaya başladı ve kitaplarında, sahip olduğu gizli duygusal heveslere karşılık veren bir fedakârlık keşfetti. Hayatını kardeşine adamak ne asil bir davranış olurdu!

Nietzsche, o sene Noel’de Naumburg’a geldi ve kız kardeşiyle birlikte çok güzel bir tatil geçirdiler. Artık Schopenhauer ve Nietzsche’nin yeni kahramanı ve aynı zamanda dostu Wagner hakkında rahatça sohbet edebiliyorlardı. Böylece günler, geleceğin umutlu hayalleriyle geçti. Daha sonra Friedrich, aniden gizemli bir iş için Leipzig’e çağrıldı.

Nietzsche o akşam eve döndüğünde gözleri mutluluktan parlıyordu ancak kimseye bir şey söylemedi. Ne zaman Paris gezisinin lafı açılsa, iç çekerek gizemli bir şekilde: “Ah, Lisbeth, hayat çok zor gerçekten!” dedi. Kız kardeşi şaşkınlık içerisindeydi, acaba abisi âşık mı olmuştu yoksa biriyle evlenmeyi çok mu zor buluyordu merak ediyordu. Nietzsche, bu sırrı açıklamadan Leipzig’e geri döndü. Sonunda şubatın ikisinde, annesinin doğum gününde, kız kardeşine kimseye söylemeyeceğine dair söz verdirdikten sonra, Basel Üniversitesi’nde profesör olacağının müjdesini verdi.

Görünüşe göre Basel Üniversitesi Yönetim Kurulu Başkanı Vischer, Nietzsche’nin Ritschl’in teşvikiyle Rheinisches Müzesi’ne yolladığı filoloji üzerine yazdığı birkaç denemesini okumuştu. Bu gelecek vadeden genç adam hakkında sorular sorması üzerine Ritschl, büyük bir hevesle bu görev için Nietzsche’yi önermişti.

4 Şubat’ta haberin kesin olarak doğrulanmasıyla Bayan Nietzsche sevinçten havalara uçtu. Nietzsche alaycı bir tavırla annesine bu cümleyi kurdu: “Ne fark eder ki? Alt tarafı dünyada bir profesör daha olacak!”

Nietzsche henüz yirmi dört yaşındaydı ve ailesine göre geleceğini çoktan garanti altına almıştı. Romanlardaki genç profesörler daima asil ve soylu kadınlar tarafından sevilen karakterlerdi. Leipzig Üniversitesi, Nietzsche’ye doktorasını sınavsız ve tezsiz verebilmek için tüm süreçleri hızlandırdı. Paris hayali sona ermişti, fakat yakında İsviçre’de, Wagner’ın yanında olacaktı. Eğer bunun bedelini köle olarak ödemesi gerekiyorsa, buna değerdi. En azından içindeki dürtü bunu yapması için kendisini zorluyordu. Böylece Ritschl’e teşekkür olarak, kız kardeşiyle birlikte Rhetnisches Müzesi’nin eserlerini listelemeye koyuldu.

Nietzsche, olayın büyüsünden çıkınca mantıklı düşünmeye başladı. Verdiği bu kararla önünde yatan bu yeni dar yolu düşündü. Bu yol sadece filolojiye çıkıyordu ve onu daha ileri götüremeyecekti. Üzerine çöken çaresizlikle Schopenhauer’ı hatırladı ve mart ayında günlüğüne bu satırları yazdı: “Her şeyden vazgeçmiş filologlardan biri olduğumu söyleyemem, ancak başlarda sanattan felsefeye, sonra felsefeden bilime ve en son, çok daha dar olan bu alana yöneldiğimi düşününce, tüm bunlar bana bir vazgeçiş gibi geliyor.”

Şimdiye kadar Nietzsche’nin hayatında, büyük bir gururla savunduğu amor fati17 kavramına dair hiçbir iz göremedik. Kaderini sevmek bir yana dursun, karşısına çıkan her güce tereddüt etmeden teslim olduğu ve çok geçmeden bu güçten vazgeçtiği yeterince açık değil mi? İleride filolojiden, Schopenhauer’dan ve hatta Richard Wagner’dan bile nasıl vazgeçtiğine şahit olacağız. Yine de o zamanlar, tüm bunlar ona kaderiymiş gibi geliyordu. “Sevgi” yerine belki de “açlık” kelimesini kullanmalıyız. Şeytan bile bir Tanrı’ya açtır, ama bu onu sevdiği anlamına gelmez. Nietzsche her zaman sevdiğini öldürmüş ve bunun sonucunda hep aç kalmıştı. Bu yüzden kendisine amor fati yerine amor abyss’i18 uygun görüyordu.

O sene Basel Üniversitesi’ne, genç bir Prometheus gibi gitti. Ayrılışının arifesinde Gersdorff’a bu satırları yazdı: “Zamanı geldi. Yarın sabah erkenden yabancı bir dünyaya, ağır ve baskıcı bir ortamda daha önce yapmadığım bir işi yapmak üzere yola çıkıyorum. Merak ettiğim tek şey, beni hapsedecek olan zincirlerin demirden mi yoksa iplikten mi olduğu. Kim bilir, belki bir gün zincirlerimi kırıp bu belirsiz hayatta farklı bir yola saparım. Sonuçta bu cesarete sahibim… Zeus ve tüm müzler,19 beni kültürsüz biri veya bir sürü çobanı olmaktan korusun.”

Nietzsche, Deussen’e bu yeni işini, sanki kader onu görevlendirmiş gibi görkemli bir şekilde duyurdu. Mektubunu içten tebrikleriyle cevaplayan Deussen, kendi kısmetinin kapalı olmasından yakınıyordu. Bu mektuba Nietzsche, dostluklarını bitiren bir şiddetle karşılık verdi. Daha sonra Deussen bu konu hakkında “O an, hiç de yüce biri değildi,” açıklamasında bulundu.

Böylece Nietzsche, 13 Nisan 1869’da artık bir öğrenci değil, dünyanın eşiğinde bir adam olarak kaderindeki altıncı önemli yolculuğuna çıktı. Özgüvensizliği, onu olduğundan daha yaşlı gösteren yeni giysiler diktirmeye itmişti. Belli ki bu yolculuk da onun için korku doluydu.

X

Nietzsche, tüm yol boyunca huzursuzdu. Köln, Bonn, Wiesbaden, Heidelberg ve Karlsruhe’de mola vererek Basel’e gelişini ertelemek için elinden geleni yaptı. İsviçre’ye varması tam bir hafta sürdü.

Yaklaşan açılış konuşması kendisini epey endişelendiriyordu. Akademik çevrede nasıl bir izlenim bırakacaktı? Profesör olarak atanmasını makul kılabilecek kadar olgun görünüyor muydu? Burada yeni dostlar edinebilecek miydi yoksa yalnızlığa mahkûm mu kalacaktı? Konuşmasının arka sayfasına bu satırları yazdı:

“Basel’deyim ne korkuyorum ne baygınım,Ama yalnızım – Tanrı duysun feryadımı.”

Hazırlamak için tam altı haftası vardı. Sonunda 28 Mayıs’ta kalabalık bir oditoryum önünde yaptığı konuşmasıyla, değerli meslektaşları üzerinde iyi bir izlenim bırakabilmeyi başardı. Dinleyiciler salondan dışarı çıkarken, hararetli tartışmalar yaşanıyor, genç profesör için pek çok övgü dolu söz söyleniyordu. Nietzsche, konuşmasının olumlu bir etki yarattığını hissetti ve bir an için rahatladı.

Ancak dersler başladığında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Filoloji dersi için sadece sekiz öğrenci kayıt yaptırmıştı. Çocukların zeki oldukları ve günlük derslerinin ona ihtiyaç duyduğu düzenli entelektüel disiplini sağlayacağı düşüncesiyle kendini telkin etti.

Bu sırada yeni arkadaşlıklar kurmakta zorlanıyordu ve yalnızlıktan şikayetçiydi. Tamamen terk edildiğini düşünüyor, düşünce ve hayallerini paylaşabileceği kimsenin olmamasından yakınıyordu. Oysaki meslektaşları onu aralarına almak istemişlerdi. Neden tüm bu iyi niyetli davetleri reddetmişti ki? İşin aslı, onlara karşı kendini aşağılık hissetmiş, fakat düşüncelerini boş bulduğunu ima ederek kendini onlardan daha üstün olduğuna inandırmıştı.

Nietzsche için dostluk ya hep ya hiç demekti. Her iki taraf da kendisini bu dostluğa tamamen vermeliydi. O, dostu için her şeyi yapmaya hazırdı, dostunun da aynı şeyi yapmasını bekliyordu ve bu dostluk, yabancılarla asla paylaşılamazdı. Bu dünyada onun dostluğuna layık kim vardı? Kendini kime tamamen teslim edebilirdi? Çok uzakta değil, güneyde Richard Wagner yaşıyordu.

Tribschen, Lucerne’den bir buçuk mil kadar uzakta, Pilatus’un eteğindeki göl kenarında yer alıyordu. Nietzsche, açılış konuşmasından iki hafta önce, Wagner’ın kendisine Leipzig’de yaptığı ziyaret teklifini kabul edecek cesarete sahip olup olmadığını düşünürken, kendisini Lucerne’de bulmuştu. Yalnız değildi, yanında ona destek olmak için gelen dostları da vardı. Tereddütle adımlarını Tribschen’e doğru yöneltti. Bir süre evin önünde durdu ve içeriden gelen kederli müzik seslerini dinledi. Sonunda çekingen bir tavırla zili çaldı. Kapıyı açan hizmetçi, Wagner’ın çalıştığını ve saat ikiye kadar rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Ardından Nietzsche’yi öğle yemeğine davet etti. Eyvah! Kendisini desteklemeye gelen dostları Tell’s Şapeli’nde onu bekliyorlardı. Bu yüzden Nietzsche, daveti reddetmek zorunda kaldı, ancak bir sonraki pazartesi günü için başka bir davet aldı. Böylece, 17 Mayıs’ta, sabırsızlıkla geçen hafta sonunun ardından, ilk kez Tribschen’in kapılarından içeri girdi.

Yarısı yüksek kavaklarla kaplı bu yalnız köşk, sessiz gölün kıyısında küçük bir yarımada üzerine dikilmişti. Bugün bile, oradaki her şey bir rüya gibi gelir insana. Bécklin, ünlü tablosu Ölüler Adası’nı resmederken, hâlâ en ufak bir değişikliğe uğramamış bu yerden ilham almıştır. Wagner, Cosima von Bülow’la hayatın zorluklarından kaçıp yerleştiği Tribschen’de kendini Nibelung Yüzüğü opera serisi üzerine çalışmaya adamıştı. Kendisi elli dokuz yaşındaydı, Nietzsche ise yirmi dört. Cosima, o zamanlar otuzuna daha yeni basmıştı ve babası Franz Liszt’in heykelimsi asil yüz hatlarına sahipti.

Dul bir anne tarafından büyütülen, utangaç, tereddütlü, gergin ve yüzündeki parlayan gözleriyle genç Parsifal’i20 andıran Nietzsche, Tribschen’e Kutsal Kâse’yi aramak için gelmişti. Cosima pek yaşlı sayılmazdı fakat çok şey görüp geçirmişti. Kalbini istemeden kırdığı asil müzisyen Hans von Bülow’dan ayrıldıktan sonra iki sene Wagner’la yaşamış ve tüm kalbiyle Kutsal Kâseye hizmet etmişti. Onun verdiği hizmette, tıpkı Kundry’nin21 büyüsü gibi bir büyü vardı. Parsifal’e, üstadına kendi amaçları doğrultusunda hizmet eden bu büyüsü dışında sunacak hiçbir şeyi yoktu. Üstat, en az ebeveynleri kadar yaşlıydı ve bir ebeveyn gibi saygı görürdü. Kutsal Kâse’ye baş rahip olarak hizmet etmişti ve Cosima ve Nietzsche’den hayatlarını kendisine adayarak ona yardım etmelerini bekliyordu. Kendine hizmet edenlerin gözü önünde başarısız olamazdı. Oysaki ileride, bu hizmetkârlarından biri tarafından ağır bir şekilde yargılanacaktı.

O gün Wagner ve Cosima, Kutsal Kâse’den söz ettiler ve Parsifal’in omuzlarına ağır bir yük bindirdiler. İşin aslı, Kutsal Kâse’ye yeni bir hizmetkâr bulmuşlardı. Muhabbetleri, coşkulu bir atmosferde özgürce akıp gidiyordu. Düşünceleri ve duyguları güçlü ve yeniydi. Bu muhteşem gecede Wagner, Üstadın tüm hayallerini neşeyle dinleyen Nietzsche’yle konakladığı hana kadar yürüdü. Nietzsche, sonunda bir nesil idealleri için savaşmış, amaçlarını paylaşabileceği ve kendisine hizmet etmenin büyük bir onur olacağı dostunu bulmuştu. Wagner da neşeli ve coşkuluydu. Nietzsche o akşam bir dostuna, Wagner’layken ilahiyatla doğrudan bir temas halindeymiş gibi hissettiğini yazdı.

Üç gün sonra Cosima’dan üstadın doğum gününü kutlamak için kendisini Tribschen’e davet eden bir mektup geldi. Kutlama, Nietzsche’nin açılış konuşmasından hemen bir gün önceydi, bu yüzden Nietzsche, teklifi reddetmek zorunda kaldı. Cosima yerine Wagner’a cevap vererek eğer sorumlulukları onu “Basel kulübesine” hapsetmeseydi gelmekten ne kadar memnun olacağını yazdı.

Davet, bizzat Wagner tarafından büyük bir samimiyetle 5 Haziran hafta sonu için yenilendi ve Nietzsche o gece ilk kez Tribschen’de konakladı. Bu sayede birbirlerinin düşünce ve amaçlarına olan hevesleri de yenilenmişti. O hafta sonu Wagner ve Nietzsche gece geç saatlere kadar oturup konuştular. Belli ki pazar akşamı, Cosima’nın aniden odadan ayrılışı pek bir merak uyandırmamıştı ancak pazartesi sabahı erkenden Basel’e dönmek zorunda kalan Nietzsche, çok geçmeden Cosima’nın o gece bir erkek çocuğu doğurduğunu öğrendi. Sanıyorum ki dünyada bundan daha büyük bir sanatsal doğum daha yaşanmamıştır. Doğumuna orkestranın eşlik ettiği bebeğe vaftiz töreninde Siegfried ismi konuldu. Bundan iki ay sonra Wagner, aynı ismi taşıyan operasını büyük bir zaferle tamamladı.

Tam bu zamanlarda Wagner, Nietzsche’ye efendisi Bavyera’lı çılgın Kral Ludwig için yazdığı Devlet ve Din Üzerine adlı incelemesinin bir elyazmasını gösterdi. Bu olay, tıpkı Schopenhauer gibi, Nietzsche’nin felsefesinin şekillenmesinde güçlü bir rol oynadı. Bu nedenle Nietzsche’nin Wagner’e borçlu olduğu asıl şeyler, genellikle kasıtlı olarak gözden kaçırılsa da daha güçlü bir şekilde vurgulanmalıdır.

Bu elyazmasında Wagner, Kral’a 1848’deki Devrim’in başarısızlığının kendisini, insanlığın ancak bir yanılsamayla mutlu olabileceğini algılamaya ittiğinden bahsediyordu. Ona göre insanlar, asil amaçlarına doğrudan kendi çabalarıyla ulaşamayacakları için, yüreklerindeki iki büyük yanılsamanın telkiniyle, kendilerinden üstün bireylerin kültürlerini desteklemeye yönlendirilmeliydiler. Vatanseverlik yanılsaması, devleti desteklemelerini sağlarken, din yanılsaması, kendi varoluşlarının ıstırabına katlanmalarını sağlayacaktı.

Üstün insan Kral ise her iki yanılsamayı da delip geçiyordu. Hayatın trajik ihtişamının farkına varmış ve kendisini neredeyse her gün aynı şeyleri yaparken bulmuştu. Böylesi bir tekdüzelik, sıradan insanı umutsuzluğa düşürüp intihara sürükleyecek cinstendi. Cesaret, üstün insanı ayakta tutmaya yetiyordu, ancak o bile dünyaya sırtını dönmeliydi. Bu sırada Kralın karşısına tek kurtarıcı olarak sanat çıkmış ve ona sanatçıyla paylaşabileceği yeni bir yaratıcı yanılsama sunmuştu. “Sanat, hayatı bir oyun gibi görmemizi sağlar, bizi ortak kaderlerimizden kurtarır, mutlu eder ve bize bir teselli sunar.”

Nietzsche’nin bu gurur verici öğretiyi ne kadar büyük bir hevesle karşıladığını kolayca hayal edebilirsiniz. Çocukluğundan beri kendisini hep bir kral gibi hissetmiş ve krallara yaraşır bir kahramanlıkla yalnızlık çekmişti. Bu öğreti ona ne büyük bir teselli sunmuş olmalıydı. Tıpkı Schopenhauer gibi yanılsama perdesini delen ve sürgünde bir başına sanat için kendisini büyük bir hevesle feda eden Üstat, ne kadar asil biriydi! Schopenhauer’ın tanımladığı, kendisinden yücelik doğan ve bunun karşılığında hiçbir beklentisi olmayan, tüm miraslardan mahrum, temel adamdı Wagner.

Nietzsche, arkadaşı Rohde’ye coşkun bir dille bu satırları yazdı: “Öğrendiklerim ve gördüklerim, anladıklarım ve şimdi zekâmla ortaya çıkan şeyler, tüm tanımlara meydan okuyor. Schopenhauer ve Goethe, Eshilos ve Pindaros inan bana, hâlâ yaşıyorlar.” Nietzsche, bu yeni dostuyla gurur duyuyordu. Gece bir araya gelen bu iki yalnız kahraman, güçlerini birleştirecek ve ışık dünyasını fethedecekti.

Nietzsche, hafta sonları sık sık Tribschen’i ziyaret etmeye başlamış ve Wagner’ın samimi aile ortamına hemen kabul edilmişti. Wagner’ın onu bir kardeşten çok, oğlu olarak görmesi çok doğaldı, zira Nietzsche sürekli olarak çok az tanıma fırsatı yakaladığı babasının yerine koyabileceği bir baba figürü arıyordu.

Nietzsche’nin bu sırada Basel’de edindiği bir diğer dostu da kendisinden yirmi altı yaş büyük Jakob Burckhardt’dı. Yunan kültürü hakkındaki düşünceleri, kendi görüşlerini epey etkileyen bu yaşlı adamın desteği, Basel’deki hayatı daha çekilir kılıyordu. İkili, derslerden sonra sanat ve felsefi problemler üzerine muhabbet ederek katedralin manastırlarında bir aşağı bir yukarı dolaşırlardı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Charles Andler. Nietzsche, sa vie et sa pensée kitabının yazarı, Fransız filozof. (ç.n.)

2

Friedrich Hölderlin. Alman şair. (ç.n.)

3

Johann Gottfried Herder. Alman filozof, ilahiyatçı, şair ve edebiyatçı. (ç.n.)

4

Gotthold Ephraim Lessing ve Johann Gottlieb Fichte. Aydınlanma çağının önemli Alman filozofları. (ç.n.)

5

Alm. decadent, gerilemiş, düşkünleşmiş anlamında. (ç.n.)

6

George Gordon Byron. Anglo-İskoç şair. (ç.n.)

7

Tanrı’mız Yüce Bir Kaledir. (ç.n.)

8

Emily Brontë ve kardeşleri tarafından yaratılan hayali ülkeler. (ç.n.)

9

Samuel Taylor Coleridge. İngiliz şair, eleştirmen ve filozof. (ç.n.)

10

İskandinav mitolojisinde bir karakter. (ç.n.)

11

Burada babasının cenazesini hatırlamış olabilir miydi?

12

Grek ve Roma mitolojisinde evrendeki düzenin ve doğa yasalarının bekçileri. (ç.n.)

13

Dante’nin İlahi Komedya’sında cehennem ve araftaki yolculuğunda kendisine yardım eden rehber. (ç.n.)

14

Ltn. horrible dictu, söylemesi güç. (ç.n.)

15

Heinrich Gotthard von Treitschke. Milliyetçi Alman tarihçi ve siyasi yazar. (ç.n.)

16

Klasik Alman efsanesinde bir başkahraman. Simyacı ve doktor Johann Georg Faust’a dayanmaktadır. (ç.n.)

17

Ltn. amor fati, kader sevgisi. (ç.n.)

18

Ltn. amor abyss, sonsuz sevgi. (ç.n.)

19

Yunan mitolojisinde dokuz Tanrıça. (ç.n.)

20

Richard Wagner’ın üç perdelik operası Parsifal’de Kutsal Kâse’yi arayan şövalye. (ç.n.)

21

Parsifal’de vahşi görünüşlü bir kadın karakter. (ç.n.)

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
4 из 4