bannerbanner
Raffaello
Raffaello

Полная версия

Raffaello

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
6 из 6

Michelangelo’nun atölyesini bulmam uzun sürmedi; herkes -rahipler, dilenciler, çocuklar – bana “mermer”in ne tarafta olduğunu gösterebilirdi; bu kelimenin, bu civarda heykeltıraş anlamında kullanıldığını varsaymıştım. Ama sonra o meydana girdim ve büyük, beyaz, dalsız ağaçlardan oluşan bir orman gibi, her biri benden daha uzun olan kırk kadar dev gerçek mermer blokla dolu olduğunu gördüm. Bunun ne olduğunu biliyordum: Michelangelo’nun Papa Julius’un mezarı için kullanacağı mermer.

Heykeltıraşın atölyesinin yerini tahmin etmek için simyacı olmaya gerek yoktu. Kapı kolu, mermer tozuyla örtülmüştü. Bir ağaçkakan gibi kapıyı çaldım. “Michelangelo?” Yemin ederim kapı kendi kendine açıldı, itmeme bile gerek kalmadı. İçeride uzun, dar bir merdiven – ayrıca alçak bir tavan ve loş ışık – ve merdivenlerin sonunda başka bir kapı vardı. Yukarı çıkarken prova yaptım: “Eskiz defteri insanın kalbi gibidir, maestro. Tavanımı zaten aldın, üstüne bir de kalbimi almayacaksın, değil mi?” Michelangelo’nun evdeyken nasıl olduğunu bilirsiniz: İnini savunmaya hazır olduğunu size bildirmek için çok ses çıkaran bir kurt gibi. Ama o gün hiçbir şey duymadım. “Michelangelo?” Merdivenlerin başındaki kapı da açıktı; sadece kilidi açık değildi, aynı zamanda aralık bırakılmıştı. İçeride olduğunu varsaydığımı söylediğimde bana inanın. O evde yokken atölyesine girmeyi bir kez bile düşünmemiştim. Emin olun ve bunu ona da söyleyin.

“Michelange…” Atölye dağınıktı. Oyma aletleri, çizimler, tebeşir, kâğıt, taş parçaları, kil modeller, hepsi beyaz mermer tozuyla kaplıydı. Orada değildi – orada kimse yoktu – ama hâlâ onun titreşen, hüsrana uğramış enerjisini, çalışma öfkesini hissedebiliyordum. İşle alakası olmayan tek şey, bir duvarda asılı küçük bir tahta haçtı, ama gerilen kasların görünümüne bakılırsa onu da Michelangelo yapmıştı. Eskiz defterimi aramaya başladım; masalardaki, raflardaki, kutuların içindeki, pencere pervazlarındaki kâğıt yığınlarını karıştırdım. İşte o zaman Michelangelo’yu aşağıdaki meydanda, mermer ormanından geçerek atölyeye doğru yürürken gördüm. Beni izinsiz şekilde girdiğim bu yerde bulursa…

Kapıyı hızla kapatıp kilitledim ve sonra bir kaçış yolu aradım ama tek görebildiğim çekiçlerdi – biri masada, diğeri sandalyede, ikisi yerde. Kafatasımı parçaladıklarını hayal ederken başıma ağrılar giriyordu. Pencereden şöyle bir bakınca atlayamayacağım kadar yüksek olduğunu anladım. Odanın diğer tarafında bir kapı daha vardı ama kilitliydi. Bana gereken şey bir anahtardı. Nereye saklamıştı? Kapı pervazı, döşeme tahtası, pencere pervazı… Hayır, hayır, hayır. Aşağıdaki kapı çarptı ve iş botları merdivenlerden yukarı çıktı, bu sesi başka bir şeyle karıştırmam olanaksızdı. En azından merdiven çıkma konusunda yavaş ve dikkatliydi.

Bu ikinci kapı bir çıkıştı, bir çıkış, bir çıkış… certo, bir çıkış! Gerçekten de o haçın arkasında asılı duran bir anahtar vardı. Ayak sesleri gittikçe yaklaşırken ellerim titriyordu ama o en üst basamağa varmadan kilidi çevirdim. Kapıyı açınca karşımda karanlık bir geçit belirdi. Pencere yok, meşale yok ve bir şey yakmaya vaktim de yoktu. Bu geçit nereye gidiyordu? Diğer taraftan çıkış var mıydı? Michelangelo’nun anahtarının ön kapıdan çıkarıldığını duydum. Oraya düştüğünü düşünmesini umarak anahtarımı haçın altına fırlattım ve ön kapı açıldığında kapıyı arkamdan çekip karanlığa gömüldüm. Önümü hiç görmeden o geçitten aşağı inmekten ve Eskilerin Yazgısı’nın hâlâ benim tarafımda olmasını ummaktan başka çarem yoktu.

XII. Bölüm

Gözbebeklerinizi bir tarafa kaydırdığınızda, kaşınızın burun kemiğinize doğru kıvrıldığı kısmı görebileceğinizi biliyorsunuz, değil mi? Şimdi aşağı bakın, burnunuzun ucunu ve onun ötesinde de göğsünüzün belli belirsiz hatlarını görebilirsiniz. O geçit o kadar karanlıktı ki bunların hiçbirini göremiyordum. Kolumu yukarı kaldırdım ama nafile. Gömleğimin parıldayan krem rengi kumaşını bile göremiyordum. Maria Vergine, kör olmak ve renkleri bir daha asla görememek…

Michelangelo’nun atölyesinde dolaştığını duyabiliyordum, bu yüzden karanlığın içinde hızla ilerledim. Ben onu duyabiliyorsam, o da beni duyabilirdi. Her bir ayağımı kaygan taş zeminde ileri doğru kaydırdım, bir kabarıklık varsa hissetmeyi umdum. Uno, due, tre, quattro… Geçitte küf kokusu vardı ve bir de…kan kokusu muydu bu? Belki de Michelangelo beni yakalamış ve çekiciyle kafama vurmuştu; belki de ölü olmak böyle bir şeydi. Daha hızlı yürüdüm. Gümbürtüler ve gıcırtılar yankılanıyordu; bütün bunlar da neydi? Fareler mi? Koşmaya başladım. Biri nefes mi alıyordu? Orada benim dışımda biri daha var mıydı? Ayağım bir duvara çarptı ve hiç düşünmeden ellerimi kaldırdım; bir şeye çarpmıştım ama neydi bu? Elimle tuttuğum şey bir kulp muydu? Ve bunlar da menteşeler miydi? Evet, evet. Bir kapı! Kolu tekrar tekrar çektim ama kilitliydi. Bu ciyaklayan farelerin sesi neden bu kadar yüksek çıkıyordu? Kapıya vurdum. “İmdat!” Tekme attım ve “Lütfen açın!” diye bağırdım. Derken…

Kapı açıldı. Karanlıktan çıkmak için çaresizce ileri doğru sendeledim ama bir adam çıkışımı engelledi. “Kimsin?” Yüzüme bir meşale tuttu.

Ani ışık parlamasından korunmak için elimi kaldırdım. “Per favore, bayım…

“Nereden geliyorsun?”

“Bir arkadaşın atölyesinden.”

Meşaleyi çekti. Görüşüm düzeldi. Resmî kırmızı kıyafetlerini giymiş bir kardinaldi. Kısa boylu, kambur biriydi; o klasik keşiş kafalarından – kel kafasını çevreleyen yarım daire şeklinde beyaz saç-birine sahipti. “Michelangelo’nun hiç arkadaşı yoktur,” dedi.

Nefesim kesildi. Kardinal, Michelangelo’nun atölyesine uzanan bu geçidi biliyor muydu? Her iyi saray mensubunun yapacağı gibi, buranın gizliliği umurumda değilmişçesine kapı eşiğine yaslandım ve “Bir heykeltıraşla ne kadar dost olunabilirse, Kardinal Hazretleri,” dedim. Kardinal arkamdaki geçide baktı. “Arkandan geliyor mu?”

“Atölyede bitirmesi gereken bir şey var, sonra…” Sıradan bir sarmal taş merdivenin sahanlığına çıkmıştım; sözlerimin uydurma olduğunu gösterecek hiçbir ipucu yoktu. “Beni önden gönderdi.”

“Anahtarsız mı?” Kardinal kaba görünüşümün farkındaydı ama aynı zamanda deri çizmelerimi, (yırtıklara rağmen) kadife yeleğimin kalitesini ve cebimden uygun bir şekilde çıkan papalık davetimi de gözden kaçırmamış gibiydi.

Hafifçe gülümsedim ve “Onu biraz tanıyorsam muhtemelen bunun komik olduğunu düşünmüştür,” dedim.

Kardinal kıkırdadı. “Peki sen kimsin?”

“Saygısızlığımı bağışlayın.” Yerlere kadar eğildim. “Urbinolu Raffaello Sanzio.”

Ayağa kalktığımda gözleri dans ediyordu. “Ah! Bramante’nin korumasındaki genç! Seni duydum. Kuzenim Francesco Maria’ya tabisin.” Urbino Dükü, Papa’nın ve bu kardinalin kuzeniydi, öyle mi? Ailesinden kaç tanesi iktidardaydı? “Ben Kardinal Raffaello Riario’yum,” dedi. “Papa Hazretleri’nin kuzeni. Bana Fafel diyebilirsin.”

“Tanıştığıma memnun oldum Sayın Kar-” – azarlayıcı bakışını fark edince ifademi düzelttim – “Fafel. Keşke kalıp Michelangelo’nun size nasıl şakalar yaptığını duyabilseydim,” – sarayda daima birilerinin başka birilerine gaddarlık ettiği varsayılır – “heykeltıraş gelene kadar bu toplantıyı düzgün bir şekilde ayarlayamazsam…” Alçak bir ıslık sesi çıkardım.

“Kiminle buluşuyorsun? Bramante mi?”

Bana bu kadar kolay bir cevap sunduğu için rahatlayarak derin bir nefes aldım. “Evet. Bramante.”

“Onu papalık dairelerine giderken gördüm. Orada mı buluşacaksınız?”

Başımı salladım.

“Endişelenme,” dedi Kardinal. “Papa Hazretleri senden hoşlanmaya meyilli görünüyor. Rekabeti körüklemeyi seviyor – özellikle de bu rekabetin meyvelerinden yararlanacak kişi kendisi olduğunda.” Geçidin diğer ucundaki bir kapı gıcırdadı ve o tanıdık botlar bize doğru ilerledi. Gözlerim büyümüş olmalı ki Kardinal, “Git,” dedi. “Onu ben oyalarım.”

“Teşekkürler Sayın-” Merdivenleri çıkmaya başladım ama kardinal kolumdan tuttu ve aşağıyı işaret etti. “ certo, aşağı…bu benim ilk günüm de…yakında buraya hâkim olacağım. Teşekkürler Fafel. Bu iyiliğini unutmayacağım.”

“Michelangelo’nun şakalarını engelleyecek her şeye varım.”

Merdivenlerden inerken kalbim hızla atıyordu. Salonlara işlenmiş papalık mühürlerine şöyle bir bakınca bu geçidin beni Vatikan Sarayı’na götürdüğünü anladım. Michelangelo’nun atölyesini Vatikan’a bağlayan gizli bir geçidi mi vardı? Korktuğumdan çok daha güçlüydü. Aklı başında herhangi bir adam, Papa’nın açık izni olmaksızın Vatikan’a girme suçuyla boynunu bir ilmiğin yanlış ucunda bulmamak için en yakın çıkışa koşardı, ama hangi sanatçı bu kadar çabuk pes ederdi ki? İşsiz bir sanatçı, doğru.

Yönümü Papa’nın dairelerine çevirdiğimi söylememe gerek yok, değil mi? Görünüşüme rağmen bunu yapacak biri olduğumu kesinlikle anlamışsınızdır. Öyleyse bu kısmı ileri saralım. Papa’nın özel ofisine girdiğimde Bramante inanamıyor gibiydi. “Raffaello! Burada ne arıyorsun?”

Bramante’nin sırtında asılı çantasından bir parşömen çıkardım, odanın diğer ucuna yürüdüm, parşömeni boş tarafı yukarı bakacak şekilde Papa’nın darmadağınık masasının üzerine yaydım ve bir parça da tebeşir çıkardım. Kalan tek kolumu sıvadım, artistik bir gösterişle bileğimi dört kez döndürdüm ve çizmek için tebeşirimi masaya koydum. Papa Hazretleri, yüzüklü elini kaldırarak yaklaşan muhafızları durdurdu. Gözlerimi Papa’nın yüzünden ayırmadan, hızlıca bir portresini çizdim: Derin, yorgun ama inatçı bir kıvılcımla bakan gözler; çan gibi genişleyen uzun burun; İmparator Augustus’unki gibi kare bir çene. Taslağı olabildiğince hızlı bitirdim ve kâğıdı ileri ittim. “Papa Hazretleri, benim önemsiz çalışmalarımı görme arzusunu dile getirmişti ve bu isteği yerine getirmek için elimden geleni yapmazsam, kiliseye layık bir hizmetkâr değilim demektir.”

Papa çizimime baktı. Beğendi mi? Nefret mi etti? Beni astıracak mıydı? Yoksa işe mi alacaktı?

İşte o zaman Michelangelo’nun arkamdan odaya girdiğini hissettim. “Cosa fai?”

Madem Fafel’in iddia ettiği gibi Papa gerçekten de rekabeti körüklemekten hoşlanıyordu… O zaman ben de alçakgönüllülük konusunda aldığım eğitime ters düşecek şekilde şöyle dedim: “Efendimiz, diğer insanları mucizelere zorlamak için daha genç, daha yetenekli bir rakip gibisi yoktur.”

Papa bana bakarken yüzünde bir ifade vardı ama neydi bu? Şaşkınlık mı? Eğlence mi? Huşu mu?

Michelangelo çizimimi masadan kaptı. Ona baktı ve “Her şeyi nasıl bu kadar kolaymış gibi gösteriyorsun?” diye mırıldandı.

Omuz silktim ve “Papa Hazretleri canlılığı resme dökmeyi kolaylaştırıyor,” dedim. (Konu açılmışken, Baldassare’nin yeni taslağına göz attınız mı? Castiglione; onu tanıyor olmalısınız. Sanırım en son kitabının adı şimdilik The Courtier ama bence daha ilgi çekici bir ad bulabilirdi. Henüz yayımlamadı ama kitabın sayfalarını göstermesini istemelisiniz. Olduğundan kolaymış gibi göstermeye sprezzatura diyor. Kulağa hoş geliyor, değil mi? Sprezzatura. Bana açıkça benim hakkımda yazılmış pasajları gösteriyor. Üzüleceğimi sanıyor ama dürüst olmak gerekirse gurur verici buluyorum. Yine de Michelangelo okuduğunda benimle alay etmekten asla vazgeçmeyecek.)

Michelangelo kendini toparladı ve “Bu ucuz bir numaradan başka bir şey değil Papa Hazretleri,” diye tısladı.

“Yani bu, genç adamın onu istediği zaman tekrarlayabileceği anlamına mı geliyor?” dedi Papa kıkırdayarak ve toplanan saray mensupları – kardinaller, yardımcılar, ziyarete gelen kraliyet mensupları – gereğine uygun şekilde kıkırdadılar.

Michelangelo, “Yani benim yapabileceklerimin yanında hiç kalır demek istiyorum,” dedi.

“Yaa, hadi kanıtla Buonarroti,” diye homurdandı Papa ve sonra bana döndü. “Dairelerimizi resimlemeye yardım etmek için yarın yine gel. İyi şanslar, Urbinolu Raffaello Sanzio. Gözümüz üstünde.”

İşte Vatikan’da böyle iş bulursunuz.

XIII. Bölüm

Michelangelo, bekle!” Onu Vatikan sarayının dışındaki meydanda gördüm; kendini savunmaya çalışan bir kaplumbağa gibi omuzlarını kamburlaştırmıştı. “Basta,”44 diye bağırdım. Kalabalığın arasında sallanan kafasını takip ederek pespaye seyyahların, sarı elbiseli fahişelerin ve ucuz kilise ıvır zıvırı satanların aralarından geçtim ama Michelangelo – her zamanki gibi – hızlıydı. “Dur, lütfen!” Ama durmadı, bir köşeyi döndü, sonra bir köşeyi daha döndü… Bir su birikintisinden atladım, bir eşeğin etrafından dolaştım, ara sokakta zar atan bir grup çocuğun yanından geçtim. “Michelangelo!” Bir ağacın altından, bir at gübresi yığınının üzerinden, bozuk bir vagonun etrafından… Derken dirseğinden tuttum ama kaçtı, ikinci hamlede kolunu yakaladım ve ikimizi de bir tuğla duvara çarptım. Burası elbette asılı cesetlerle süslenmiş Roma sokaklarından biri olmalıydı. Kokulu havadan bir nefes çektim ve ona zarar vermeye çalışmadığımı gösterecek bir şeyler aradım. “Urbino Dükü’nün ölmeni istediği konusunda seni uyarmak istedim.”

“Birinin beni öldürmek istediğini söylemek için mi peşimden koşuyordun?” Eğildi, ellerini dizlerine koydu, derin derin nefes alıyordu. “Roma’ya hoş geldin…ismini tekrar söyler misin?”

“Raffaello Sanzio. Urbinolu.”

Michelangelo toprağa tükürdü. “Beni yalnız bırak Raffaello.” Sallanan cesetlerden oluşan labirentte yürüdü.

Peşinden giderken elimi gözlerime siper ettim. “Eskiz defterimi çaldın.”

“Sen benden daha iyi bir insansın.”

“Bunun eskiz defterimi çalmanla ne ilgisi var?”

“Papa’nın hem iyi hem de yetenekli sanatçılar olduğunu öğrenmesine izin veremem.”

“Yetenekli olduğumu mu düşünüyorsun?”

Gesù.”

“Bekle, Michelangelo, ben… Papa’ya söylediklerimde ciddiydim. Asla senden bir şey çalmaya çalışmadım. Sana hayranım.” Hızlı adımlarına ayak uydurmak için koşmak zorunda kaldım ama en azından bana çekilmemi söylemedi. “Gonfaloniere Soderini, belediye taslağını halka sundu.” Kafa sallamıştı yoksa? Devam ettim. “Herkesin çılgına döndüğünü duydun mu?”

“Leonardo için.”

“Senin için.”

Adımlarını yavaşlattı.

“Hepimiz her gün orada oturup tasarımlarının kopyalarını çıkardık. Olağanüstüler.”

Ellerini ceplerine soktu. “Ben ressam değilim.”

“Sürekli bunu söylüyorsun ama sen Sistine’i elinde tutmak için savaştın ve insanlar sevmedikleri şeyler için savaşmazlar. Resim, işim ve eskizlerim için ölümüne savaşırım.”

Yürümeyi bıraktı. Gözleri ellerime kaydı ve parmaklarımı – ne kadar sık silsem de – her zaman geri dönen boya lekelerini gizlemek için yukarı kaldırdım. İtiraf ediyormuş gibi fısıldadı. “Sessiz.”

Ben de eğilip fısıldadım. “Nedir o sessiz olan?”

“Boya. Tek kelime etmiyor.”

“Anlamıyorum…”

Ben şeymişim gibi baktı. Dai, nasıl baktığını biliyorsunuz: Bir aptalmışım gibi.

“Resim yapmakta zorlanıyor musun?” diye sordum.

“Unut gitsin.” Yine uzaklaştı.

Peşinden koştum. “Yürümeye bile başlamadan önce resim yapıyordum, o zamandan beri ressamım, bu yüzden sorun yaşıyorsan yardımcı olabilirim…” Çantasını vücuduna yaslamıştı. Belki de defterim hâlâ içindeydi. Beni durdurmasına izin vermeden kapağı açıp eskiz defterimi alabilir miydim? “Ama bana ne olduğunu söylemelisin.”

Bana doğru döndü, alnındaki o camgöbeği renkli damar gümbürdüyordu. “Mermerim şarkı söylüyor. Ağlıyor, konuşuyor ve bana onu nasıl şekillendireceğimi anlatıyor. Her bloğun farklı bir sesi var ve o ses daima orada, elime rehberlik ediyor. Oysa boya bana hiçbir şey söylemeyecek. Ne denersem deneyeyim – ahşap paneller, kanvas, duvarlar, tempera, yağlıboya, fresk… Hiçbir şey söylemeyecek. Onu nasıl konuşturabilirim?”

Asılı cesetlerin ötesine baktım – kendime onların bir iskelenin yanında, iplerde sallanan balıklar olduğunu söyledim – ve “Boyanın güzelliği sessizliğindedir,” dedim.

Başını inkârdan mı yoksa şaşkınlıktan mı salladığına emin olamadım.

Devam ettim. “Resim yaptığında sesler ve kokular, hatta tüm düşünceler uzaklaşır. Endişe, korku, yangınlar, seller, savaş, hastalık, ölüm…” Elimi omzuna, çantasının deri kayışının üzerine koydum. Yıllarca mermere vurmaktan kasları sertleşmişti. Bana vurursa canımı yakardı. “Resim yapmayı sevmemin nedeni gürültü değil sessizlik.”

“Bunu yapamam,” diye inledi. “O şapeli boyarken öleceğim. Papa beni kendi mezarımı süslemeye mahkûm etmiş olabilir.”

Nefesim kesildi. “Sistine tavanını boyamak istemediğini mi söylüyorsun?”

“Hayır, o mübarek tavanı boyamak istemiyorum. Ben bir heykeltıraşım.”

Bu her şeyi değiştirirdi. Babamın eski boya fırçasını çıkardım ve heyecanla çevirmeye başladım. “Che grande,” diye cevapladım sırıtarak. “Bu, boyamam için bana tavanı verebileceğin ve Papa’nın mezarını oymaya geri dönebileceğin anlamına geliyor ve…”

Kafasını iki yana salladı. “Papa’ya defalarca resmin benim sanatım olmadığını söyledim ama…” dedi ve uzaklaştı. Tekrar yetişmek için koşmak zorunda kaldım. “Bronz dökümün de benim sanatım olmadığını söylemiştim ama sonra Bologna’da onun atlı heykelini yaptım, bu yüzden bunu bir daha duymak istemiyor.” Bologna’dan geçerken onun bronz atlısını görmüştüm: Ruhani bir liderden çok askeri bir lidere benzeyen Papa II. Julius, pembe ve sarı alt tonlu sıcak bronzdan dökülmüş büyük bir aygırın tepesinde gururla oturuyordu. At şaşırtıcı derecede gerçekçiydi – Michelangelo tam olarak büyük bir hayvansever olarak tanınmıyor, değil mi? – ama beni hayrete düşüren Papa II. Julius’un sert bakışlarıydı: Çatık kaşlar, geniş burun, yoğun gözler… Kutsal Meryem aşkına, onun sanatı olmadığını söylediği zaman bile Michelangelo neler başarıyordu böyle. “Ve şimdi Bramante, hemşerin,” -Michelangelo bir yumruk yaptı, başparmağını işaret ve orta parmağı arasından müstehcen bir hareketle dışarı itti, Bramante’ye nah yaptı – “Papa Hazretleri’ni ikna etti. O tavanı boyamazsam mermerimi alamayacağım. Carrara tepelerinden kendi ellerimle çıkardığım mermerim, bana her gün şarkı söyleyen mermerim, her parçasına ayrı ayrı isim verdiğim mermerim… Bir şaheser çizersem ‘küçük taşlarıma’ geri dönebileceğim. Ama bir mucizeden daha zayıf bir şey çizersem Bramante mermerimi alıp gidecek. Hepsini.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Raffaello Santi, Raffaello da Urbino, Rafael Sanzio da Urbino gibi isimler kullandığı da bilinmektedir. (ç.n.)

2

İt. Evet, elbette. (ç.n.)

3

İt. Lütfen. (ç.n.)

4

İmparator I. Konstantin’in girişimiyle İznik’te toplanan konsilde kaleme alınan iman simgesi. (ç.n.)

5

İt. İşte! (ç.n.)

6

İt. Bakire Meryem. (ç.n.)

7

İt. Gidelim. (ç.n.)

8

İt. Üzgünüm. (ç.n.)

9

İt. İyi. (ç.n.)

10

İt. Bana söz ver. (ç.n.)

11

Altar masasının üst gerisinde yer alan ve kutsal kişiliklere, azizlere ve İncil’de geçen konulara ilişkin resimlerle bezenmiş pano. (ç.n.)

12

Ortaçağda tutkallı su ile boyanın, çoğu zaman yumurta akıyla karıştırılması suretiyle elde edilen boya türü. (ç.n.)

13

İncil’de Lut’un karısı meleklerin uyarısına rağmen dönüp tekrar Sodom’a baktığı için tuzdan bir direğe dönüşür. (ç.n.)

14

İt. Bir, iki, üç, dört. (ç.n.)

15

İt. Canım. (ç.n.)

16

Yunan mitolojisinde Zeus ve Demeter’in kızı. (ç.n.)

17

İt. Canım, aşkım. (ç.n.)

18

İt. Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi. (ç.n.)

19

İt. Affedersin, pardon. (ç.n.)

20

İt. Aman Tanrım. (ç.n.)

21

İt. Ne? (ç.n.)

22

İt. Uf, of. (ç.n.)

23

İt. Ne de büyük. (ç.n.)

24

Lorenzo de’ Medici, Lorenzo Il Magnifico yani Muhteşem Lorenzo olarak anılırdı. (ç.n.)

25

İt. Sakin ol. (ç.n.)

26

İt. Lahana. Hakaret sözü olarak kullanımı çok yaygındır. (ç.n.)

27

İt. Haydi. (ç.n.)

28

İt. Vay. (ç.n.)

29

İt. Ne yapıyorsun? (ç.n.)

30

İt. Günaydın; iyi günler. (ç.n.)

31

İt. Korkunçluk. (ç.n.)

32

İt. Dükkân. (ç.n.)

33

İt. Para. (ç.n.)

34

Perspektif kısaltım. Bir nesnenin perspektif kurallarına uygun olarak kısaltılıp gösterilmesi. (ç.n.)

35

İt. Çok teşekkürler, binlerce kez teşekkürler. (ç.n.)

36

İt. Evet. (ç.n.)

37

İt. Çizim ve boyama. (ç.n.)

38

İt. Teşekkürler. (ç.n.)

39

Yahuda’nın Hz. İsa’yı ellerinde sopalar ve kılıçlar olan kalabalığa ifşa etmesi kastediliyor. (ç.n.)

40

Latincede “Roma Barışı” anlamına gelir, Roma İmparatorluğu’nun uzun süren barış dönemi için kullanılan bir ifadedir. (ç.n.)

41

İt. İsa. (ç.n.)

42

İt. Bakire Meryem. (ç.n.)

43

İt. Yıkan. (ç.n.)

44

İt. Yeter artık, dur. (ç.n.)

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
6 из 6