bannerbanner
Mısır Masalları
Mısır Masalları

Полная версия

Mısır Masalları

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 3

Böylece çocuk dünyaya geldi. Bir dirsek boyundaydı, kemikleri güçlüydü. Kolları bacakları altın gibi ışıl ışıldı, saçları lacivert taşı rengindeydi. Sonra Meskhent çocuğun yanına yaklaşıp şöyle dedi: “Bu, bütün ülkeye hükümdarlık edecek bir kraldır.”

Khnumu çocuğa güç kuvvet verdi. Onu yıkayıp hazırladılar ve tuğla zemindeki halıya yatırdılar.

Tanrılar, Rud-didet’in üç çocuğunu dünyaya getirmesine yardımcı olduktan sonra dışarı çıkıp şöyle dedi: “Sevin ey Ra-user! Bak, üç çocuğun oldu!”

Ra-user onlara cevap verdi: “Hanımlar, size ne verebilirim? Bakın, şurada bir kilo arpa var. İyiliğinizin karşılığında onu hamalınıza vereyim. Böylece bira yaptırırsınız.”

Khnumu arpayı sırtına yüklendi. Sonra geldikleri yere dönmek üzere yola koyuldular. İsis bu tanrıçalara dönerek şöyle dedi: “Niçin bu çocuklar için bir mucize gerçekleştirmeden dönüyoruz? Böylece bizi yollayanın kim olduğunu çocukların babasına bildirebilirdik.”



Bunun üzerine kralın kutsal taçlarını yaparak arpa çuvalının içine koydular. Sonra rüzgârla bulutları getirip yağmur yağdırdılar. Ardından tekrar eve dönerek şöyle dediler:

“Biz dans ede ede kuzeye dönene dek bu arpayı ağzı mühürlü şekilde kapalı bir odada saklayalım.”

Böylece arpa çuvalını kapalı bir odaya koydular. Ruddidet ise on dört günlük arınma ritüeline uygun olarak temizlendi. Sonra hizmetçi kıza sordu: “Ev hazırlandı mı?”

Kız şöyle cevap verdi: “Her şey hazırlandı. Yalnız bira yapılacak arpa henüz getirilmedi.”

Rud-didet şöyle dedi: “Bira yapılacak arpa niçin hâlâ getirilmedi peki?”

Hizmetçi kız şöyle cevap verdi: “Çoktan hazır olacaktı fakat arpa dansçı kızlara verildi. Çuvalı mühürleyip odaya koydular.”

Rud-didet şöyle dedi: “Aşağı inip arpadan getir. Ra-user gelince yerine yenisini koyar.”

Böylece hizmetçi kız gidip odayı açtı. Burada konuşma ve şarkılar ile müzik ve dans sesleri işitti. Kısacası bir kral için odasında gerçekleştirilen tüm eğlencelerdi bunlar. Kız geri dönüp bütün bu duyduklarını Rud-didet’e anlattı. Bunun üzerine Rud-didet odaya gitti ama bu seslerin nereden geldiğini anlayamadı. Nihayet kulağını arpa çuvalına dayayınca seslerin buradan geldiğini fark etti. Çuvalı bir sandığa yerleştirip sandığı da bir başka dolaba koydu. Sonra bir parça deriyle dolabı sıkıca kapatıp mühürleyerek malzemelerin bulunduğu kilere sakladı. Ra-user tarladan dönünce Ruddidet bütün bu olanları ona anlattı. Ra-user’in kalbi çok ferahtı. Oturup güzel bir gün geçirdiler.



Bu olayın ardından günler geçti. Rud-didet hizmetçisine çok kızıp onu dövmüş ve kızı yara bere içinde bırakmıştı. Hizmetçi kız evde bulunanlara şöyle dedi: “Ben bu yapılanı hak ediyor muyum? Hanımım üç kral dünyaya getirdi. Ben de gidip majesteleri aziz Khufu’ya bunu anlatacağım.”

Kız gitti. O sırada annesinin ağabeyini getirdiği keten tohumu çuvalını yere koyarken gördü.

Dayısı olan bu adam ona şöyle dedi: “Nereye gidiyorsun, küçük kızım?”

Kız bütün olanları anlattı. Bunun üzerine dayısı şöyle dedi: “Neden benim yanıma geldin? Ben ihanete ortaklık etmeyi kabul eder miyim hiç?”

Sonra bir tutam keten tohumu alıp kıza şiddetli bir şekilde fırlattı.

Derken, hizmetçi kız biraz su getirmeye gidecekti. Orada bir timsah onu yakalayıp uzaklara götürdü. Bu yüzden, kızın dayısı olanları Rudi-didet’e anlatmaya gitti. Rud-didet’i başını dizlerine dayamış halde otururken buldu. Kalbi ise büyük bir üzüntüyle doluydu. Adam şöyle dedi: “Hanımım, niçin bu kadar üzgünsünüz?”

Kadın şöyle cevap verdi: “Evimizdeki şu küçük sersem yüzünden. ‘Gidip her şeyi krala anlatacağım!’ diyerek evden çıkıp gitti.”

Adam başını yere eğerek şöyle dedi: “Hanımım, yeğenim yanıma gelip olanları anlattı, bana şikâyette bulundu. Ben de ona fena şekilde vurdum. Sonra su çekmeye gitti. Orada bir timsah gelip onu götürdü.”

[Masalın geri kalanı kayıptır.]
Açıklamalar

Müneccimlerin Masalları yalnızca bir nüshada muhafaza edilmiş olup başlangıç kısmı kayıptır. Bu papirüs bir İngiliz seyyah tarafından Mısır’dan getirilmiştir. Papirüsün sahibi olan Bayan Westcar onu Lepsius’a vermiştir. Nihayet Berlin Müzesi papirüsü Lepsius’un eşyaları arasından satın almıştır. Dolayısıyla, bu nüsha ilk sahibinin adıyla yani Westcar papirüsü olarak bilinmektedir. Muhtemelen XII. Hanedanlık döneminde yazılmıştı ama şüphesiz ki nesiller öncesinden beri anlatılagelmiş ilk krallara dair masallar içermekteydi. Muhtemelen bu nüsha, I. Seti devrinde Mısır’ın görkemli yıllarının öncesindeki tarihin düzeltilmesinde kullanılmış malzemeyi bize gösteriyor. İlk üç hanedanlığın dönemleri, bu düzeltmenin çok öncesine denk gelmektedir. Mısır kayıtlarının şahitliği ele alınırken bu durum hatırlanmalıdır. Bu papirüs belki de üzerinde en çok çalışılmış papirüstür. Erman bu nüshaya tam iki cilt adamış, bütün nüshanın tıpkıbasımını yayımlamış, hiyeroglif yazı ve modern alfabeyle transkripsiyonunu hazırlamış, hem kelimesi kelimesine hem de serbest tercümesini yapmış, metni yorumlayıp kelime kelime tartışmış ve nüshada geçen bütün kelimelerin bulunduğu bir sözlük hazırlamıştır. Bu kapsamlı yayının ismi “Der Marchen des Papyrus Westcar” şeklindedir.

Bu nüshadaki masallar, oğulları tarafından Kral Khufu’ya anlatılır. Nüshanın başlangıcı kayıp olduğu için bu çalışmada konuyu takdim etmek üzere sekiz satır eklenmiştir. Papirüsün aslı, daha eski bir kral yönetimindeki bir başka müneccimle ilgili önceki bir hikâyenin son sözleriyle başlamaktadır. Ardından Khafra’nın, Bau-f-ra’nın ve nihayet Hor-dedef’in anlattığı masallar gelir.

Bu hikâyelerin kurmaca olduğunu söylemeye gerek yoktur. Kral ile halefi Khafra gerçektir. Ama öteki oğullar teşhis edilememektedir. V. Hanedanlık döneminin üç kralının IV. Hanedanlık’ta doğmuş üçüz kardeşler olduğunun düşünülmesi, bu masallar meydana geldiği dönemde Mısırlıların kendi tarihlerine dair ne kadar müphem fikirlere sahip olduğunu göstermektedir. Bu durum, masalların bazı çok önemli gelenekleri içerdiğini ve bu kadim medeniyete dair eşsiz bir resim sunduğunu görmemize engel değildir. İlk masalda başlangıçta bir sadakatsizlik ve intikam planı var gibi gözükmektedir. Fakat muhtemelen bundan çok daha fazlası söz konusudur. Bu masalı doğru okuyabilmek için antik Mısır’daki bir kadının konumunu göz önünde bulundurmamız gerekir. Daha sonraki dönemlerde İslam dini bir erkeğe sözle boşanma imkânını verdiği halde, eski zamanlarda bunun tam tersi bir sistem hâkimdi. Bütün mallar kadına aitti. Bir erkeğin kazandığı veya miras aldığı her şey karısına geçerdi. Aileler, baba tarafından ziyade annenin tarafına dayanırdı. Tarihteki değişimin erkeklerin hakları lehine ilerlediğini göz önüne alırsak, kadınların hâkim olduğu bu sistemin uydurulmuş olması muhtemel gözükmemektedir. Daha ziyade bu sistem, ilkel zamanlardan geliyor olmalıdır. İşte bu masalda Mısır ülkesini tanımaya başlarken iki farklı sosyal sistemin çarpışmasını görürüz. Anlatıcı, erkek haklarının sıkı bir savunucusudur ve kadını yıkıma mahkûm eder, hatta ona bir isim dahi vermez. Bunun yerine kadından sadece “Uba-aner’in karısı” diye söz eder. Fakat bütün bunların ardında muhtemelen çok farklı bir sistemin kalıntıları vardır. Ev sahibesinin işe aldığı uşak, kadının yaptıklarında yanlış hiçbir şey görmüyor gibidir. Efendisinin yanında olan kâhya dahi olanları ona haber vermeden evvel bir iki gün bekler. Kadınların varlık sahibi olma ve soy bakımından üstünlüğünü göz önünde tutarak bu masalı okursak, Hindistan’da bir halk olan Nairlerinkine yakın bir sosyal sistemin söz konusu olduğunu görürüz. Öyle ki bu sistemde zaman zaman farklılıklar olsa da kadınlar, kendi seçimini yapıyordu. Bir kadının beğendiği erkeğe hediye olarak bir kıyafet göndermesi, bir İngiliz elçisi hakkında anlatılan hikâyeye çok benzer. Buna göre, onu seçtiğini ima etmek isteyen bir hanım kendisine harika bir şal göndermiştir. İnsanların koruması altında değil de ilahi bir koruma altında olduklarından Amon rahibeleri bu seçme ayrıcalığına son günlere dek sahip olmuştu fakat geç dönemde böyle bir şey yakışıksız gözükürdü.

Bu ve onu takip eden masalların büyü kullanımına bağlanması, eski Mısırlılarda büyü inancının ne denli kökleşmiş olduğunu göstermektedir. Böyle bir inanış, büyücülerin varlığına ve çeşitli büyülerin yapıldığına işaret etmektedir. Hakikaten büyücülük, günümüzde Afrika’da hâlâ çok yaygındır. Bu masaldaki balmumundan yapılmış timsah gibi bir modelin işe yaraması, Mısır’da sık sık karşımıza çıkan bir fikirdir. Mezar döşemeleri ve süslemeleri, ka heykelleri ushabtis ya da ölü için çalışacak heykeller ile temel kalıntılarında bulunan eşyalar, bu tür bir modelin gerçekliğin etkisine sahip olduğuna inanıldığını göstermektedir. Ptolemaik dönemde yazılmış olan Sanehat’ın Maceraları masalında dahi Setnau bir tekne ile kendisi için çalışacak adamları temsilen kalıplar yapar ve su altında çalışmaları için bunları nehre bırakır.

Büyücü tarafından yakalanınca timsahın yeniden balmumuna dönmesi ise bize Hârun Peygamber’in tuttuğu yılanın yeniden asaya dönüşmesini hatırlatır. Diri diri yakılma cezası, modern Mısır masallarında karşımıza çıksa da Mısır tarihinde çok nadiren bahsedilmiş bir konudur. Burada ise yaşanması muhtemel bir olay olmaktan ziyade masalın zirve noktası için düşünülmüş bir dehşet unsuru olarak sunulmuştur. Haremin yani sarayın mahrem bölümünün önündeki ceza yeri, belli ki başka kadınların korkutulması amacıyla oradadır. Her masalın sonunda kendisine masallar anlatılan Kral Khufu, alışılagelmiş formülü kullanarak bahsi geçen mucizenin gerçekleştiği dönemin kralı şerefine sunular sunulmasını emrediyor. İlk dönemlerde mezar tabletlerinin üzerinde genellikle ölen kişi için binlerce somun ekmek, öküzler, ceylanlar, turnalar ve benzeri şeylerin sunulduğu ya da bunların sunulmasına dair dile getirilen dindarca arzu kaydedilmiştir. Bu tür ifadelerde “binlerce” sözüyle kastedilen aslında “onlarca”ydı. Zaman içinde sunular kaydedilirken “binlerce” sözü kullanılır olmuştur.

Can sıkıntısını modern bir şey olarak düşünmeye o denli alışkınız ki dünyanın en eski masallarından birinde, hakkında bilgi sahibi olduğumuz ilk kralın can sıkıntısı yaşadığını okumak çok tuhaf gelecektir. Yeni bir eğlence keşfetme karşılığında ödül almak, Sneferu’nun anlattığı masalın temelidir. İnsanların o zamandan beri farklı eğlenceler denediklerini bilsek de bu bilge adamın kırda bir gün geçirme şeklindeki tavsiyesi hâlâ can sıkıntısına en iyi çare gibi gözükmektedir. Balık ağlarına bürünmüş dans eden kızlardan bahsedilmesiyle birlikte masala bir bale havası da eklenir. Teknenin idare edilmesi için iki büyük küreğin kullanılması masalın bir ayrıntısını açıklar. Kürekler geminin kıç tarafının iki yanındadır ve her biri bir baş kürekçi tarafından idare edilmektedir. Masaldan anladığımız kadarıyla baş kürekçiler, yolculuk sırasında söylenen şarkıyı da yönetmektedir. Baş kürekçi sustuğu takdirde onun tarafındaki kürekçiler de susar. Kayıp mücevherin saç üzerindeki konumu, bu mücevherin bir saç filesi içinde olduğunu göstermektedir. Maydum’da bulunan Nofert heykelinde olduğu gibi erken dönem figürlerinin saçları toplamak için çiçek süslemeli fileler kullandıklarını görürüz. Küreğin ucunun havada yükselecek şekilde bir direğe bağlı olarak durması, küreğin genç kızın saç filesine nasıl çarpıp mücevheri yerinden çıkardığını açıklamaktadır.

Son masal aslında iki hikâyeyi içerir. Dedi’nin harikalarıyla başlar ve ardından hakkında Khufu’ya kehanette bulunduğu çocukların hikâyesiyle devam eder. Dedi’nin köyü muhtemelen Madyum yakınlarındaydı zira Madyum’daki Sneferu tapınağında bir inanan tarafından Ded-sneferu’ya sunulmuş bir sunu bulunmuştur. Bu yüzden Hodedef’in yaşlı Dedi’ye rehberlik ettiği sahnenin arka planı budur. “Tahuti’nin evinin planları” ifadesinin tercümesi kesin değildir fakat bu bölüm bir piramit yapımı için istenen bir mimari plandan bahsediyor gibi gözükmektedir. Rud-didet’in hikâyesi tarihsel olarak dikkat çekicidir. Bu kadının bir Ra rahibinin karısı olduğu söylenir. Dolayısıyla, onun çocukları Ra’nın oğullarıdır ve V. Hanedanlık’ın ilk üç kralı olup Khufu sülalesinin yerini alacaklardır. Bu durum V. Hanedan’ın ruhban sınıfınca yönetime el konmasıyla başladığına işaret etmektedir. Tarihe baktığımızda bunu tasdik eden iki şey vardır. “Ra’nın Oğlu” unvanı Mısır’da öyle yaygındı ki hiç sorgulanmadan kabul edilmekte ve herhangi bir kraliyet kabartmasının listelerine eklenmektedir. Oysa bu unvan V. Hanedanlık’ın ortalarına kadar görülmez. Daha önceki krallar Ra’nın soyundan değildir. Ra rahibinin karısı yoluyla soylarının Ra’ya dayandığını iddia eden bu hanedanla birlikte her kralın “Ra’nın oğlu” unvanını kullandığını görürüz. Ra rahipliğine dayanan bu soyu tasdikleyen bir diğer şey ise V. Hanedan kralları için kurulmuş çok sayıda rahipliğin bulunmasıdır. Hanedanın ruhbanlık kökenine sahip olmasıyla uyumlu bir iştir bu. Öyle ki hikâyede bu hanedanın tapınaklar yaptırdığından, mihrapları sunularla donattıklarından, sunu masaları için içki ve yiyecek tedarik ettiklerinden ve dini bağışları artırdıklarından bilhassa bahsedilir. Üç çocuğun isimleri, V. Hanedan’ın ilk üç kralının isimlerine bir göndermedir. User-kaf ismi User-ref, Sahu-ra ismi Sah-ra ve Kaka ismi ise Kaku şeklinde verilmiştir. Böylece çocukların doğumlarına bir gönderme yapılır. Çocukların saçlarının hakiki lacivert taşına benzetilmesi tuhaf gözükebilir ama pek çok halk siyah ile maviyi birbirine karıştırmaktır. Örneğin azrak kelimesi Arapçada koyu mavi veya yeşil yahut da siyah anlamına gelir. Lacivert taşı, “altın ve lacivert taşı” diye adlandırılan VI. Ramessu’nun kraliçesinin ismine eklenmiştir: “Nub-khesdeb”. Böylece kişisel güzellik ile bu değerli taşlar arasında bir benzerlik kurulmaktadır. Burada XII. Hanedan döneminde yazılmış olduğu kesin olan ama V. Hanedan’a ait bir masalda herkesçe tanınan profesyonel dansçıları görüyoruz ve bu dansçılar bir hamalla birlikte seyahat etmekteler. Bu masaldan ayrıca doğum yapan Mısırlı kadınların on dört günlük bir arınma döneminden geçtiklerini, bu süre boyunca insanlardan uzak durarak ev işlerine karışmadıklarını öğreniyoruz. Bu masalda ev sahibesi ev işlerine dönünce düzenleyecekleri ziyafet için hazırlıkların yapılıp yapılmadığını sorar. Bunun üzerine arpa olmadığı için bira yapılamadığı cevabını alır. Çuvalın bağlanması, bu erken dönemin kalıntılarıyla uyumludur. Bir malın bağlanması ve emniyete alınması için kutuların, kayışların ve kilden mühürlerin kullanılması, Kahun’dan öğrendiğimiz üzere XII. Hanedan’da bilinen şeylerdi.

Masalın mevcut sonu belli ki aslında masalın sonu değil yalnızca bir sahnesidir. Buradaki hain hizmetçi kız, Mısır edebiyatında kötülerin ortak sonuyla karşılaşır. Sonrasında neler olduğu tartışılabilir ama muhakkak ki Khufu yeniden ortaya çıkmış ve Dedi için büyük ödüller verilmesini emretmiş olmalıdır. O zamana dek Dedi yalnızca ona tedarik edilmiş olan asgari malzemeyle geçinmekteydi. Fakat çocuklar kralın gazabından korunmak zorundadır zira bu çocuklar V. Hanedan’ın kralları olacaktır. Çocukların kaçışı ve maceralarına dair uzunca bir bölüm kaybolmuş olabilir. Tarihle ilgili not dikkat çekmektedir. Çocukların doğum günü, Tubi ayının 25’i şeklinde tahmin edilir. Khufu da aynı dönemde yani kanalın kıyılarındaki suların çekileceği ve taşkın sonrası toprağın kuruduğu sırada Sakhebu’ya gideceğini söyler. Bunun üzerine Dedi oradaki suyun hâlâ derin olacağını söyleyerek tehditte bulunur. Bu durum, hem IV. Hanedan’ın hem de papirüsün yazılmış olabileceği XII. Hanedan’ın başlangıcı için geçerlidir. Dolayısıyla, bu göndermeden çıkarılabilecek kesin bir sonuç yoktur. Fakat bu masalı bir sonrakiyle karşılaştırdığımızda XII. Hanedan öncesinde bir zamana ait olduğunu düşünmek için iyi bir neden vardır. Köylü ile İşçi başlıklı bir sonraki masal Herakleopolis’in başkent olduğu IX. veya X. Hanedan dönemine ait olmalıdır ve Sanehat ise kesinlikle XII. Hanedan’dandır. Fakat Büyücülerin Masalı’nda çocukça bir şekilde bol bol yer verilen olağanüstülükler yerine bu masalda ise karakter ile olayın merkezde olduğunu görüyoruz. İki masalın çok farklı çağlara ve zevklere ait olduğunu düşünmemek imkânsız gibi gözüküyor. Bu yüzden Khufu masallarındaki hamlıkları, XII. Hanedan dönemindeki Sanehat’ın maceralarının ayrıntılı ve cilalı anlatımında göremeyiz. Bu nedenle Büyücülerin Masalları’nın daha erken döneme ait olduğunu düşünmek zorundayız. Bu durumda Tubi ayına yapılan gönderme, hikâyenin orijinal anahatları bakımından bizi çok erken bir döneme, yani IV. Hanedan’a götürmektedir. Şüphesiz ki bu anahatlar anlatıcılar tarafından değiştirilmiş ve muhtemelen V. yahut VI. Hanedanlarda şekillenmişti ancak bu masalları sözünü ettikleri döneme ait olarak kabul etmek durumundayız.

Köylü ile İşçi

(IX. Hanedan döneminden bir masal)

Bir zamanlar Sekhet Hemat yani tuz ülkesinde karısı, çocukları, eşekleri ve köpekleriyle birlikte yaşayan Sekhti adında köylü bir adam vardı. Sekhet Hemat’taki bütün güzel şeyleri Henenseten’e götürüp ticaret yapardı. Hasır otu, natron ve tuz; ahşap, tohum ve taş, çekirdek ve Sekhet Hemat’ın diğer bütün güzel mallarını götürürdü.

İşte Sekhti bir gün güneydeki Henenseten’e doğru yol almaktaydı. Denat’ın kuzeyinde, Fefa’nın evinin bulunduğu topraklara gelince sahilde duran bir adamla karşılaştı. Hem-ti adlı bu adam bir işçi olup Asri adlı bir adamın oğluydu ve Baş Kâhya Meruitensa’nın kölesiydi.

Hemti, Sekhti’nin eşeklerini görüp çok beğendi. İçinden şöyle geçirdi: “Ah, keşke iyi bir tanrı bana yardım etse de Sekhti’nin mallarını çalabilsem!”

Hemti’nin evi kıyı yolunu çevreleyen setin yanındaydı. Kıyı yolu çok dardı. Öyle ki ancak bir peştamal genişliğindeydi. Yolun bir yanından su geçerken diğer yanında ise Hemti’nin ekinleri vardı. Hemti uşağına şöyle dedi: “Çabuk bana evden bir şal getir.”



İsteği hemen yerine getirildi. Sonra şalı setin üzerine örttü. Böylece şalın bağlandığı kısım suya, saçakları ise ekinlere değecekti.

Sekhti herkesin kullandığı yoldan yürüyerek yaklaştı. Hemti şöyle dedi: “Dikkat et Sekhti! Kıyafetlerimin üstüne basma sakın!”

Sekhti şöyle cevap verdi: “Söylediğin gibi yaparım, dikkatlice geçerim.”

Sonra yüksek tarafa geçti. Ama Hemti şöyle diyecekti: “Yolu bırakıp ekinlerimin üstünden mi gidiyorsun?”

Sekhti, “Dikkat ederek gidiyorum. Bu yüksek tarladan gitmek benim seçimim değildi ama kıyafetlerinle yolu kapatmışsın. Yolun kenarından geçmemize de mi izin vermeyeceksin?” diye sordu.

Bu sırada eşeklerden biri ağzını buğdayla doldurmuştu.

Hemti dedi ki: “Baksana, Sekhti! Eşeğin ekinlerimi yiyor, bu yüzden onu senden alacağım. Bana verdiğin zararın karşılığı budur.”

Sekhti şöyle cevap verdi: “Ben dikkat ederek gidiyorum ama yolun bu tarafı kapanmış. Bu yüzden eşeğimi etrafı çevrili yerden götürdüm. Sen ise ağzını bir demet buğdayla doldurdu diye ona el koyacaksın, öyle mi? Dahası, ben bu arazinin kime ait olduğunu biliyorum. Buranın sahibi Baş Kâhya Meruitensa’dır. O bütün bu arazideki her hırsızı cezaya çarptırır. Şimdi onun hâkim olduğu topraklarda ben soyulacak mıyım yani?”

Hemti şöyle dedi: “Bir atasözü vardır. Derler ki ‘Yoksul bir adamın ismi, sadece kendi meselesidir.’ Ben o sözünü ettiğin kişinin yani Baş Kâhya’nın kölesiyim.”

Bu sözleri söyledikten sonra yeşil ılgın ağacı dallarından alıp Sekhti’nin kollarını ve bacaklarını kamçıladı. Eşeklerini alıp çayıra sürdü. Sekhti çektiği acı nedeniyle hüngür hüngür ağlıyordu.

Hemti dedi ki: “Sesini bile çıkarma Sekhti, yoksa sükût ifritinin yanına yollanırsın.”

Sekhti şöyle cevap verdi: “Beni dövüp mallarımı aldın. Yetmemiş gibi şimdi de sesimi almak istiyorsun. Ey sükût ifriti! Eğer mallarımı bana geri verirsen, ben de zulmün karşısında ağlamayı keseceğim!”

Sekhti bütün gün dil döküp yakarsa da Hemti ona kulak asmayacaktı. Sekhti, Baş Kâhya Meruitensa’ya şikayette bulunmak üzere Khenensuten’e gitti. Onu evinin kapısından çıktığı sırada buldu. Mahkeme salonuna gitmek için teknesine binmek üzereydi.

Sekhti şöyle seslendi: “Hey! Durun! İlginizi çekecek bazı şeyler söylemek istiyorum. Hizmetçilerinizden birini yanıma yollarsanız, ona söz konusu meseleden bahsedebilirim.”

Baş Kâhya Meruitensa bir hizmetçisini seçip Sekhti’nin yanına yolladı. Sekhti başına gelenleri anlatarak adamı geri yolladı. Bunun üzerine Baş Kâhya Meruitensa, yanındaki asilzadelere dönerek Hemti’yi suçladı. Fakat asilzadeler şöyle dedi: “Müsaade ederseniz, şu sizin Sekhti bir şahit getirsin. Zira bizim Sekhti’lerimiz konusunda âdetimiz böyledir. Yanlarında bir şahit getirmeleri gerekir. Töremiz budur. İşte o zaman şu Hemti’yi biraz natron ve biraz tuz için dövmek caiz olur. Eğer bunun için para ödemesi emredilirse, öder.”

Ama Baş Kâhya Meuitensa sessizliğini korudu. Bu asilzadelere hiçbir şey söylemeyecek, bunun yerine Sekhti’ye cevap verecekti.



Sekhti, Baş Kâhya Meruitensa’ya yalvarmaya gelerek şöyle dedi: “Ey Baş Kâhya hazretleri, azizlerin en azizi, muhtaçların kılavuzu! Gerçeğin gölüne yelken açtığınızda, elverişli rüzgârlarla yol alasınız. Ana yelkeniniz gevşemesin. Kamaranızda ağıt duyulmasın. Hiçbir şanssızlık sizi bulmasın. Baş istralyalarınız zarar görmesin. Sağ salim karaya çıkasınız. Dalgalar sizden uzak dursun. Nehrin pisliklerini asla tatmayasınız. Korku nedir hiç bilmeyesiniz. Balıklar kendiliğinden sizin ağınıza gelsin. Besili su kuşlarına kolayca erişesiniz. Zira siz yetimlerin babası, dulların kocasısınız. Bu ülkedeki her erdem için sizin adınızı methedeyim. Kalbinde açgözlülük olmayan bir kılavuzsunuz siz. Her türlü alçaklıktan ırak büyük bir adamsınız. Hileyi yok eden, adaleti teşvik eden kişisiniz. Çığlığa kulak asıp dertlerin dillendirilmesine izin veren efendim. Bırakın konuşayım, siz dinler ve adaletli davranırsınız. Ey övülmüş olan! Övülenlerin övdüğü. Zulmü yok edin. Baksanıza, kaldıramayacağım yükle yüklüyüm. Halime bakın, hakkımın yendiğini görün.”

Sekhti bu konuşmayı majesteleri kutsal Kral Neb-ka-nra döneminde yapmıştı. Baş Kâhya Meruitensa doğruca krala gidip şöyle dedi: “Efendim, şu Sekhti’lerden biriyle karşılaştım. Ağzı çok iyi laf yapıyor ve doğruyu söylüyor. Malları çalınmış. Bana gelerek şikâyette bulundu.”

Majesteleri şöyle dedi: “Madem bana sıhhat diliyorsun, o halde onun niyazlarına hiç karşılık vermeksizin şikâyetini sürüncemede bırak. Konuşmaya devam etmesini isteyen kim varsa, sessiz kalsın. Şimdi, adamın söylediklerini bize yazılı olarak getir. Böylece şikâyetlerini öğrenelim. Karısı ile çocuklarına bakılsın, Sekhti’nin de geçimini sağlayın. Bir başkası vasıtasıyla ona yardım et ama bunu senin yaptığını bilmesine izin vermemelisin.”



Böylece Sekhti’ye her gün dört somun ekmek ile iki içimlik bira verildi. Bunları ona sağlayan kişi Baş Kâhya Meruitensa idi. Bu gıdaları bir arkadaşına veriyor, o da bunları Sekhti’ye götürüyordu. Sonra Baş Kâhya Meruitensa Sekhet Hemat valisini Sekhti’nin karısına erzak götürmesi için görevlendirdi. Kadına her gün üç pay hububat verilecekti. Sonra Sekhti ikinci kez ve derken üçüncü kez Baş Kâhya Meruitensa’ya geldi.Ama Baş Kâhya iki hizmetçisini Sekhti’nin üzerine yollayarak onu yakalattı ve sopalarla dövdürttü. Buna rağmen Sekhti ona gitmeye devam etti. Hatta altı kez geldi ve şöyle dedi:

“Efendim Baş Kâhya, ey hileyi yok eden ve adaleti teşvik eden! Her güzel şeyi yükseltip kötülüklerin başını ezen! Nasıl ki bolluk kıtlığı yok eder, giysi çıplaklığı örter, fırtınadan sonra açılan gökyüzü kemiklerimizi ısıtır, ateş çiğ olanı pişirir, su ise susuzluğu giderirse siz de yüzünüzü çevirip halime bakın. Malıma göz koymak yerine hakkımı verin. Doğru olanı yapın ve kötülük etmeyin.”

Ne var ki Meruitensa onun şikâyetlerine hiç kulak asmayacaktı. Ama Sekhti defalarca gelmeye devam etti. Öyle ki bu dokuzuncu gelişi olmuştu. Bunun üzerine Baş Kâhya iki hizmetçisini Sekhti’ye yolladı. Sekhti üçüncü yakarışı nedeniyle dayak yiyeceğinden korkuyordu. Fakat Baş Kâhya Meruitensa ona şöyle dedi: “Yaptıkların için korkmana gerek yok Sekhti. Majestelerinin pek hoşuna giden konuşmalar yaptın. Ben de ekmek yiyip su içtiğim gibi ant içiyorum ki ebediyen hatırlanacaksın.”

Sonra Baş Kâhya şunları ekledi: “Ayrıca şikâyetinin gereği yapılacak.”

Baş Kâhya Mereuitensa, Sekhti’nin her bir şikâyetini temiz bir papirüs tomarına yazdırarak Kral Neb-ka-n-ra’ya yolladı. Sekhti çok mutlu olmuştu.

Fakat majesteleri, Meruitensa’ya şöyle dedi: “Bu meselede kendin hüküm ver. Ben bu işle uğraşmak istemiyorum.”

Baş Kâhya Meruitensa iki hizmetçisini Sekhet Hemat’a yollayıp Sekhti’nin hanesindekilerin bir listesini getirmelerini istedi. Hanede sekiz kişi vardı. Ayrıca Selhti’nin öküzleri ile keçileri, buğdayı ile arpası, eşekleri ile köpekleri not edildi. Dahası, Hemti’ye ait her şey, hatta bütün arazisi ve evi dahi Sekhti’ye verildi. Sekhti, bütün idarecileri arasında kralın gözdesi oldu. Kralın tüm saray halkıyla birlikte en güzel şeylerden yedi.

На страницу:
2 из 3