
Полная версия
Japon Mitleri ve Efsaneleri
Yorgun ve aç olan yaşlı adam, böyle lezzetli bir yemek düşüncesinden dolayı aynı derecede memnun olmuş. Çabucak bir bıçak getirmiş. Meyveyi tam kesmek üzereyken meyve aniden kendi kendine açılmış ve dünyalar güzeli bir çocuk neşeli kahkahalarıyla meyvenin içinden çıkmış.
“Korkmayın,” demiş ufaklık. “Tanrılar, çocuk sahibi olmayı çok arzuladığınızı duydular ve yaşlılığınıza bir teselli olmam için beni gönderdiler.”
Yaşlı çift o kadar mutlu olmuş ki ne yapacaklarını bilememişler. İkisi de sırayla çocuğu beslemiş, sevmiş tatlı ve şefkatli sözler mırıldanmış. Ona Momotaro yani “Şeftali’nin Oğlu” adını vermişler.
Momotaro on beş yaşına geldiğinde kendi yaşındaki çocuklardan çok daha uzun ve güçlüymüş. Damarlarında büyük bir kahramanın yaratılması güdüsü hareketlenmiş ve bu, yanlışı düzeltmek isteyen şövalyelere özgü bir kahramanlıkmış.
Momotaro bir gün üvey babasının yanına gelmiş ve Kuzeydoğu Denizi’ndeki bir adaya doğru uzun bir yolculuğa çıkmasına izin verip vermeyeceğini sormuş. Burada, pek çoğunu yedikleri bir grup masum insanı esir alan bazı iblisler yaşıyormuş. Bunların kötülükleri tarif sınırlarının ötesindeymiş ve Momotaro onları öldürmek, talihsiz tutsakları kurtarmak ve üvey anne babasıyla paylaşmak için adanın ganimetini getirmek istiyormuş.

Momotaro
Yaşlı adam bu cüretkâr planı duyunca hiç şaşırmamış. Momotaro’nun sıradan bir çocuk olmadığını biliyormuş. O, gökten gönderilmiş bir çocukmuş ve dünyadaki hiçbir iblisin ona zarar veremeyeceğine inanıyormuş. Böylece yaşlı adam rıza göstermiş: “Git, Momotaro, iblisleri öldür ve ülkeye barış getir,” demiş.
Delikanlı, yaşlı annesinden bir miktar pirinç keki aldıktan sonra anne babasına veda ederek yolcuğuna çıkmış.
Momotaro’nun Zaferi
Momotaro bir çitin altında pirinç keklerinden birini yerken büyük bir köpek yanına gelmiş ve hırlayıp dişlerini göstermiş. Köpek konuşabiliyormuş ve Momotaro’nun ona bir kek vermesi için tehditkâr bir şekilde yalvarmış. “Ya bana bir kek verirsin,” demiş “ya da seni öldürürüm!”
Ancak köpek, karşısındakinin ünlü Momotaro olduğunu öğrenince kuyruğu bacaklarının arasına almış ve başını yere eğerek “Şeftalinin Oğlu”nun peşinden gitmek ve ona tüm hizmetini sunmak istediğini belirtmiş.
Momotaro, teklifi hemen kabul etmiş ve köpeğin önüne yarım kek attıktan sonra yola çıkmışlar.
Pek fazla yol alamadan Momotaro’nun hizmetine kabul edilmek için yalvaran bir maymunla karşılaşmışlar. Bu talep de kabul edilmiş ancak köpek ile maymunun birbirini ısırmayı bırakıp iyi arkadaş olmaları için bir süre geçmesi gerekmiş.
Yolculuklarına devam ederken bir sülünle karşılaşmışlar. Köpeğin içten gelen kıskançlığı tekrar uyanmış ve ileri koşarak parlak tüylü yaratığı öldürmeye çalışmış. Momotaro tarafları ayırmış. Sonunda sülün de küçük gruba kabul edilmiş, arkada münasip bir şekilde yürümeye başlamış.
Momotaro ve takipçileri Kuzeydoğu Denizi kıyısına ulaşmışlar. Kahramanımız burada bir tekne keşfetmiş. Köpek, maymun ve sülün epeyce korku belirtisi gösterdikten sonra hepsi gemiye binmiş ve kısa süre sonra küçük gemi mavi denizin üzerinde ilerlemeye başlamış.
Okyanus üzerinde geçen günlerin ardından bir ada görmüşler. Momotaro, kuşun uçup gitmesini, onun gelişini ilan edip iblislere teslim olmasını söylemesini buyurmuş.
Sülün denizin üzerinden uçarak büyük bir kalenin çatısına inmiş ve heyecan verici mesajını haykırmış, itaat belirtisi olarak iblislerin boynuzlarını kırması gerektiğini eklemiş.
İblisler sadece gülmüşler. Boynuzlarını ve tüylü kızıl saçlarını sallamışlar. Sonra demir çubuklar çıkarıp öfkeyle kuşa fırlatmışlar. Sülün üstüne gelenlerden kurnazca kaçmış ve şeytanların kafalarına saldırmış.
Bu arada Momotaro iki arkadaşıyla birlikte karaya çıkmış. Karaya çıkar çıkmaz iki güzel genç kız görmüş. Kızlar bir derenin kenarında kana bulanmış elbiselerini sıkarken ağlıyorlarmış.
“Ah!” demişler acınası bir şekilde, “biz daimyosun kızlarıyız ve şimdi bu korkunç adadaki İblis Kralı’nın tutsaklarıyız. Yakında bizi öldürecek ve ne yazık ki yardımımıza gelecek kimse yok.” Bunları söyledikten sonra kadınlar ağlamaya devam etmişler.
“Hanımlar,” demiş Momotaro, “ben buraya sizin aşağılık düşmanlarınızı öldürmek için geldim. Bana kaleye giden yolu gösterin.”
Böylece Momotaro, köpek ve maymun kaledeki küçük kapıdan içeri girmişler. Bu tahkimatın içine girdiklerinde inatla savaşmışlar. Şeytanların çoğu o kadar korkmuş ki, korkuluklardan düşüp parçalara ayrılmışlar, diğerleriyse Momotaro ve arkadaşları tarafından çabucak öldürülmüş. İblis Kral dışında hepsi yok edilmiş. Kral akıllıca davranıp teslim olmaya karar vermiş ve hayatının bağışlanması için yalvarmış.
“Hayır,” demiş Mamotaro öfkeyle. “Senin sefil hayatını bağışlamayacağım. Bir sürü masum insana işkence yaptın ve yıllarca bu ülkeyi gasp ettin.”
Bu sözleri söyledikten sonra İblis Kral’ı maymunun gözetimine bırakıp kalenin tüm odalarını gezmiş. Bulduğu çok sayıda mahkûmu serbest bırakmış.
Dönüş yolculuğu gerçekten çok keyifli geçmiş. Köpek ve sülün hazineyi aralarında taşımışlar, Momotaro ise İblis Kral’ın başında beklemiş.
Momotaro, daimyosun iki kızını ve adada esir alınan diğer pek çoğunu evlerine geri getirmiş. Bütün ülke onun zaferine sevinmiş ancak en çok sevinenler, Momotaro’nun onlara bahşettiği büyük şeytan hazinesi sayesinde hayatlarının sonuna kadar huzur ve bolluk içinde yaşayan Momotaro’nun üvey babasıyla annesi olmuş.
“Efendim Pirinç Çuvalı”
Bir gün büyük Hidesato, güzel Biwa Gölü’nün üstünden geçen bir köprüye gelmiş. Köprünün üzerinden geçmek üzereymiş ki derin uykuda olan büyük bir ejderha-yılanın geçişini engellediğini fark etmiş. Hidesato bir an bile tereddüt etmeden canavarın üzerinden tırmanıp yoluna devam etmiş.
Çok ileri gitmemiş ki birinin seslendiğini duymuş. Arkasına bakınca ejderhanın olduğu yerde bir adamın ona boyun eğdiğini görmüş. Bu, kızıl saçlarının üzerinde ejderha şeklinde tacı olan tuhaf görünümlü bir adammış.
Kızıl saçlı adam “Ben Biwa Gölü’nün Ejderha Kral’ıyım” diye açıklamış. “Biraz önce, benden korkmayacak bir ölümlü bulma umuduyla korkunç bir canavar şeklini aldım. Sen, efendim, hiç korkmadın ve bu beni çok sevindirdi. Dağdan büyük bir kırkayak iniyor, sarayıma giriyor ve çocuklarımla torunlarımı mahvediyor. Evlatlarım teker teker bu korkunç yaratığa yem oldular ve korkarım ki bu kırkayağı öldürmek için bir şey yapılmazsa ben de kurbanı olacağım. Cesur bir fani bulmak için çok uzun süre bekledim. Şimdiye kadar beni ejderha şeklimde gören tüm insanlar kaçtı. Sen cesur bir adamsın ve kötü düşmanımı öldürmen için sana yalvarıyorum.”
Maceraları, özellikle de tehlikeli maceraları her zaman memnuniyetle karşılayan Hidesato, Ejderha Kral için neler yapabileceğini görmek amacıyla hemen rıza göstermiş.
Hidesato, Ejderha Kral’ın sarayına ulaştığında buranın gerçekten de çok muhteşem bir bina olduğunu, Deniz Kralı’nın sarayıyla aynı güzelliğe sahip olduğunu görmüş.
Berrak nilüfer yaprakları ve çiçekleriyle ağırlanmış ve lüks abanoz çubuklarla önüne sunulan lezzetli yemekleri yemiş. O ziyafet çekerken on tane Japon balığı dans ediyormuş ve onların hemen arkasında on tane sazan balığı koto ve samisen ile hoş müzikler çalıyorlarmış. Hidesato ne kadar muazzam bir şekilde ağırlandığını ve şarabın ne kadar da enfes olduğunu düşünürken sanki aynı anda meydana gelen on gök gürültüsü gibi korkunç bir ses duymuşlar.
Hidesato ve Ejderha Kral aceleyle ayağa kalkıp balkona koşmuş. Mikami Dağı’nın tepeden tırnağa büyük kırkayak kıvrımlarıyla kaplı olduğu için güçlükle tanınabilir olduğunu görmüşler. Kırkayağın kafasında iki ateş topu parlıyormuş ve yüz ayağı uzun bir fener zinciri gibiymiş.
Hidesato yayına bir ok takıp bütün gücüyle yayı çekmiş. Ok karanlığın içine doğru hızla ilerlemiş ve kırkayağa saplanmış, ancak herhangi bir yaraya sebep olmadan sıyırıp geçmiş. Hidesato havaya dönen bir ok daha göndermiş. Bu da canavara çarpmış ve zarar vermeden yere düşmüş. Hidesato’nun geriye sadece bir oku kalmış. Birdenbire insan tükürüğünün sihirli etkisini hatırlayarak son okunun ucunu ağzına sokmuş ve sonra aceleyle yayını çekip dikkatlice nişan almış.
Son ok hedefine varmış ve kırkayağın beynini delmiş. Yaratık durmuş; gözlerindeki ve bacaklarındaki ışık sönmüş. Biwa Gölü ve altındaki sarayı korkunç bir karanlık bürümüş. Gök gürlemiş, şimşek çakmış ve o an için Ejderha Kral’ın sarayı yerle bir olacakmış gibi görünüyormuş.
Ancak ertesi gün tüm fırtına belirtileri yok olmuş. Gökyüzü bulutsuzmuş. Güneş ışıl ışıl parlıyormuş. Büyük kırkayağın bedeni parıldayan mavi gölde yatıyormuş.
Ejderha Kral ve etrafındakiler korkunç düşmanlarının yok edildiğini öğrendiklerinde çok sevinmişler. Hidesato bir kez daha ziyafet çekmiş ama bu çok daha görkemliymiş. Oradan birdenbire insana dönüşen balıklarla beraber ayrılmış. Ejderha Kral kahramanımıza beş değerli hediye vermiş: İki çan, bir torba pirinç, bir rulo ipek ve bir tencere.
Ejderha Kral, Hidesato’ya köprüye kadar eşlik etmiş ve sonra kahramanın ve hediyeleri taşıyan hizmetkârların yollarına devam etmelerine gönülsüzce izin vermiş.
Hidesato evine ulaştığında Ejderha Kral’ın hizmetkârları hediyeleri bırakıp aniden ortadan kaybolmuşlar.
Bunlar sıradan hediyeler değilmiş. Pirinç torbası yok olmazmış, ipek rulosunun sonu yokmuş ve tencerede herhangi bir ateş olmadan yemek pişirilebiliyormuş. Yalnızca çanların sihirli özellikleri yokmuş. Bunlar civardaki bir tapınağa takdim edilmiş. Hidesato zengin olmuş ve ünü her yere yayılmış. İnsanlar artık ona Hidesato değil, Tawara Toda yani “Efendim Pirinç Çuvalı” diyorlarmış.
III
Bambu Kesici ve Ay Bakiresi
Kaguya Hanım’ın Gelişi
Uzun zaman önce Sanugi no Miyakko adında yaşlı bir bambu kesici yaşarmış. Adam, bir gün bambu korusunda baltasıyla uğraşırken birdenbire mucizevi bir ışık algılamış. Işığa daha yakından baktığında, bir sazın özünde zarif bir güzelliğe sahip çok küçük bir yaratık keşfetmiş. Yaklaşık on santim boyundaki küçük kızı nazikçe alıp eve, karısına götürmüş. Küçük kız o kadar narinmiş ki ancak bir sepet içinde bakılabilirmiş.
Sonra bambu kesici işine devam edip gece gündüz sazlık kesmiş. Bir gün sazlık keserken altın bulmuş. Bir zamanlar fakirken artık hatırı sayılır bir serveti varmış.
Çocuk, bu basit taşra halkıyla üç ay geçirdikten sonra birdenbire yetişkin bir hizmetçiye dönüşmüş. Şaşırtıcı olsa da böylesine sevindirici bir olaya ayak uydurmak için şimdiye kadar omuzlarına uzun bukleler halinde dökülmesine izin verilen saçları toplanmış. Bambu kesicisi, vakti geldiğinde kıza Kaguya Hanım yani “Sonbahar Tarlasının Kıymetli İnce Bambusu” adını vermiş. Kıza isim verme töreninde tüm komşularının katıldığı büyük bir şölen düzenlenmiş.
“Sonbahar Tarlasının Kıymetli İnce Bambusu”nun Flörtü
“Bir kadın, bir kadın topluluğu içerisinde diğerlerinden biraz daha güzel olduğunda erkekler onun güzelliğinden kendilerini alamazlar!”
TaketoriKaguya Hanım artık tüm kadınların en güzeliymiş ve şölenden hemen sonra güzelliğinin ünü tüm ülkeye yayılmış. Müstakbel âşıklar çitin etrafında toplanmış ve en azından bu sevimli bakireye bir göz atma umuduyla verandada oyalanmışlar. Bu ümitsiz talipler gece gündüz beklemişler ama nafile. Mütevazı mizaca sahip olanlar, kurlarının faydasız olduğunu yavaş yavaş fark etmeye başlamışlar. Ancak varlıklı beş talip amaçlarından vazgeçmemişler. Bunlar; Prens İşizukuri ve Prens Kuramoçi, Sadaijin Dainagon Abe no Miuşi, Çiunagon Otomo no Miyuki ve İso Lordu Morotada imiş. Bu ateşli âşıklar, “kışın buzuna ve karına, yaz ortasının kavurucu sıcağına” katlanmışlar. Bu efendiler sonunda Bambu Kesici’den kızını onlardan birine vermesini istediğinde, yaşlı adam kibarca kızın aslında onun kızı olmadığını ve bu nedenle söz hakkı olmadığını söylemiş.
Sonunda beyler malikânelerine dönmüşler ama her zamankinden daha ısrarlı bir şekilde yalvarmaya devam etmişler. Nazik Bambu Kesici bile Kaguya’ya sitem etmeye ve beş soylu talip arasında kesinlikle çok iyi bir evlilik yapabileceğini belirtmeye başlamış.
Bilge Kaguya şöyle cevap vermiş: “Bir adamın inancından emin olabilecek kadar güzel değilim ve eğer kalleş olduğu apaçık biriyle evleneceksem kaderim ne zavallıdır! Bahsettiğin beyler, asil beyler şüphesiz ama kalbi tamamen sınanmamış ve bilinmeyen bir adamla evlenmem.”
Sonunda Kaguya’nın en değerli olduğunu kanıtlayan taliple evlenmesine karar verilmiş. Bu haber beş büyük beye bir anlık umut vermiş ve gece vakti geldiğinde kızın “müzikler, şarkılar, ilahiler, ritimler ve alkışlar eşliğinde” yaşadığı evin önüne toplanmışlar. Serenatlar için beylere teşekkür etmek üzere dışarı yalnızca Bambu Kesici çıkmış. Eve döndüğünde Kaguya talipleri test etmek için şöyle bir plan yapmış:
“Tenjiku’da (Kuzey Hindistan), bilge Buda’nın bizzat taşıdığı bir dilenci çanağı var. Prens İşizukuri’nin gidip bana aynısından getirmesini istiyorum. Doğu okyanusu üzerinde yükselen Horai dağında kökleri gümüş, gövdesi altın ve saf beyaz yeşim meyveleri olan bir ağaç var; Prens Kuramoçi’den oraya gitmesini bir dal kırıp bana getirmesini istiyorum. Yine, Morokoşi ülkesinde insanlar Alev Geçirmez Sıçan’ın postundan kürklü cüppeler yapıyorlar ve Dainagon’dan bana böyle bir tane bulmasını rica ediyorum. Sonra Çiunagon’dan, ışıltısını ejderhanın kafasının derinliklerinde gizleyen gökkuşağı renkli mücevher istiyorum. İso Bey’in ellerinden kırlangıcın geniş deniz düzlüğünden buraya getirdiği deniz kabuğunu almak istiyorum.”
Buda’nın Dilenci Çanağı
Prens İşizukuri, Buda’nın dilenci çanağını aramak için uzaktaki Tenjiku’ya gitme meselesi üzerinde düşündükten sonra, böyle bir işin boşuna olacağı sonucuna varmış. Bu yüzden söz konusu kâsenin sahtesini yapmaya karar vermiş. Planını kurnazca yapmış ve Kaguya Hanım’ın gerçekten yolculuğa çıktığı konusunda bilgilendirilmesine özen göstermiş. Nitekim bu hünerli talip Yamato’da üç yıl saklanmış ve bundan sonra Toçi’deki bir tepe manastırında Binzuru’nun (Hastalıklarda İmdada Yetişen) bir sunağı üzerinde duran çok eski bir çanak keşfetmiş. Bu çanağı yanına alıp sırmaya sarmış ve hediyeye yapay bir çiçek dalı iliştirmiş.
Kaguya Hanım çanağın bakınca içinde şunların yazılı olduğu bir parşömen bulmuş:
“Senin hizmetkârın denizleri, tepeleri aştıYorgun ve bitkin, mahvolduAh, bu taş çanak için ne kadar gözyaşı aktıAkan gözyaşları sel oldu!”Kaguya Hanım çanaktan hiç ışık gelmediğini fark ettiğinde, bunun hiçbir zaman Buda’ya ait olmadığını anlamış. Bu yüzden çanağı şu dizelerle geri göndermiş:
“Sarkan çiy damlasındaki solan parlaklık bile burada yokKaranlık Tepe’nin üzerinde, Ogura Tepesi’nde ne bulmayı umuyordun?”Çanağı çöpe atan Prens, yukarıdaki suçlamayı onu yazan hanımefendiye bir iltifat haline getirmeye çalışmış.
“Hayır! Parlaklık Tepesi’nde hangi ihtişam solmayacak?Güzelliğinin ışığından uzaktaki çanağın pırıltısı benim haklılığımı kanıtlayabilir mi?”Bu, tam bir sahtekâr olan bir talip tarafından güzelce yontulmuş bir iltifatmış. Bu son şiirsel espri hiçbir işe yaramamış ve Prens üzgün bir şekilde oradan ayrılmış.
Horai Dağı’nın Mücevherli Dalı
Prens Kuramoçi, selefi gibi üçkâğıtçıymış ve Mücevherli Dal arayışı için Tsukuşi diyarına yolculuğa çıktığının genel olarak bilinmesini sağlamış. Aslında yaptığı şey, Uçimaro ailesinden altı tane ünlü zanaatkârı işe alıp onlara insanlardan uzakta gizli bir yer sağlamakmış. Burada zanaatkârlara Kaguya Hanım’ın tarif ettiğinin aynısı olan Mücevherli Dal’dan nasıl yapacaklarını öğretecekmiş.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Robert P. Porter, The Full Recognition of Japan.
2
Japon Kronikleri, MS 720’de tamamlanmıştır. Mitolojiler, efsaneler, şiir ve en eski zamanlardan MS 697’ye kadarki tarihi süreç ilginç bir üslupla ele alınır.
3
Bu versiyon, Dr. William Anderson’ın hazırladığı British Museum’daki Japon ve Çin Tabloları Kataloğu’nda yer almaktadır.