
Полная версия
Japon Mitleri ve Efsaneleri
Yoşitsune bir akşam yola çıktı. Mutlak kayıtsızlık tavrını takınmak için Gojo Köprüsü’ne gelene kadar flütünü çaldı. Az sonra, siyah zırhlı devasa bir adamın ona doğru geldiğini gördü. Bu Benkei’nin ta kendisiydi. Benkei genci görünce ona cılız görünen birine, mükemmel bir şekilde enstrüman çalan ve o zaman gökyüzünde parlayan ay hakkında çok hoş bir şiir yazan ama katiyen savaşçı olmayan bir hayalpereste saldırmanın onursuzluk olduğunu düşündü. Bu aşağılama Yoşitsune’yi doğal olarak kızdırdı ve Benkei’nin baltasını birdenbire elinden düşürdü.
Yoşitsune ile Benkei’nin Dövüşü
Benkei öfkeyle gürledi ve silahını rastgele savurdu. Ancak tengu öğretisinin canlılığı, Yoşitsune’nin yararına oldu. Bir yandan diğer yana, önden arkaya ve yine arkadan öne sıçradı, kahkahalar ve pek çok el hareketiyle devi dalgaya aldı. Benkei silahını sürekli olarak ya havaya ya yere vurdu, ama rakibini hep ıskaladı.
Sonunda Benkei yoruldu ve Yoşitsune bir kez daha devin elindeki kargıyı devirdi. Dev, silahını geri kazanmaya çalışırken Yoşitsune ona çelme takınca tökezleyip yere kapaklandı. Kahramanımız, zafer çığlığıyla dört ayaklı Benkei’nin üzerine bindi. Dev, mağlup edildiği için son derece şaşkındı ve kendisine galibin Lord Yoşitomo’nun oğlu olduğu söylendiğinde yenilgisini erkekçe kabul etmekle kalmadı, ayrıca bundan böyle genç fatihin koruyucusu olabilmek için yalvardı.
Bu andan itibaren, Yoşitsune ve Benkei’nin isimlerini birlikte duyuyoruz ve ister Japonya’da ister başka bir yerde olsun tüm savaşçı hikâyelerinde, hiçbir zaman bu kadar cesur ve uyumlu bir güç ve dostluk birliğine rastlanmamıştır. Taira’ya karşı sayısız zafer kazandıklarını, sonunda onları denize sürdüklerini ve Dan-no-ura’da can verdiklerini öğreniyoruz.
Dan-no-ura’ya bir kez daha, efsanevi bir bakış açısından bakıyoruz. Yoşitsune ve sadık uşağı, Settsu eyaletinden Saikoku’ya bir gemiyle geçiyorlarmış. Dan-no-ura’ya ulaştıklarında büyük bir fırtına çıkmış. Yükselen dalgalardan gizemli sesler, savaş gürültüsünün, hızla hareket eden gemilerin çıkardığı seslerin ve savrulan okların, bin adamının ayak sesinin çok uzaklardan gelen yankısı geliyormuş. Gürültü gittikçe artmış ve Taira klanına ait ruhani bir bölük dalgaların üzerinde belirmiş. Zırhları yırtık ve kanla kaplıymış ve buharlı silahlarını dışarı atarak Yoşitsune ile Benkei’nin yelken açtığı tekneyi durdurmaya çalışmışlar. Bu, Taira’nın korkunç ve kalıcı bir yenilgiye uğradığı Danno-ura savaşının ruhani bir anısıymış. Yoşitsune bu büyük hayalet konağı görünce Taira’nın ölülerinin hayaletlerinden bile intikam almak için haykırmış; ama her zaman kurnaz ve ihtiyatlı olan Benkei, ustasına kılıcı bir kenara bırakmasını emretmiş ve bir tespih çıkarıp birkaç Budist duası okumuş. Hayaletler huzura ermiş, ağlayıp sızlamalar kesilmiş ve artık sakinleşmiş denizde yavaş yavaş kaybolmuşlar.
Efsaneye göre, balıkçılar hâlâ zaman zaman hayalet orduların denizden çıktığını ve uzun kollarını salladığını gördüklerini anlatıyor. Efsanelerde sırtı işaretli yengeçlerin Taira savaşçılarının hayaletleri olduğu izah ediliyor. Daha sonra, mağlup edildikleri yere yorulmak bilmeden musallat olan bu talihsiz hayaletlerle ilgili başka bir efsaneyi tanıtacağız.
Oyeyama Goblini
İmparator İçijo döneminde Oye Dağı’nda yaşayan bir iblisle ilgili Kyoto’da pek çok korkunç hikâye anlatılıyordu. Anlatılanlara göre bu iblis pek çok şekle bürünebiliyormuş. Bazen insan kılığına girerek Kyoto’da hırsızlık yapar ve pek çok kişiyi çok sevdikleri oğullarından ve kızlarından mahrum edermiş. Bu genç erkekleri ve kadınları dağ kalesine götürmüş ve ne yazık ki onlarla eğlendikten sonra o ve goblinleri büyük bir şölen yapıp bu zavallı gençleri mideye indirmişler. Kutsal saray bile bu korkunç olaylardan muaf değilmiş. Kimitaka bir gün güzeller güzeli kızını kaybetmiş. Kız, goblin kralı Şutendoji tarafından kaçırılmış.
İmparator bu üzücü haberi duyunca konseyini çağırarak onlara bu korkunç yaratığı nasıl öldürebileceklerini sormuş. Vezirleri, majestelerine Raiko’nun cesur bir şövalye olduğunu söylemişler ve bu tehlikeli ama değerli maceraya bazı yoldaşlarla birlikte gönderilmesini tavsiye etmişler.
Böylelikle Raiko beş yoldaş seçmiş. Onlara neyin emredildiğini, maceralı yolculuğa nasıl çıkacaklarını ve sonunda goblin kralını nasıl öldüreceklerini anlatmış. Girişimlerinde başarılı olmak istiyorlarsa en önemli şeyin işi ustalıkla yapmak olduğunu açıklamış. Dağ rahiplerinin kılığına girip zırh ve silahlarını şüphe çekmeyen sırt çantalarının içinde dikkatlice gizlenmiş bir şekilde taşımanın iyi olacağını söylemiş. Yolculuklarına çıkmadan önce şövalyelerden ikisi Savaş Tanrısı Haçiman tapınağında, ikisi Merhamet Tanrıçası Kwannon tapınağında ve ikisi Gongen tapınağında dua etmeye gitmiş.
Bu şövalyeler, kalkıştıkları iş için kutsanmak adına dua ettikten sonra yola çıkmışlar ve tam vaktinde Tamba eyaletine ulaşmışlar; hemen önlerinde Oye Dağı’nı görmüşler. Goblin kesinlikle en çetin dağları seçmiş. Muazzam kayalıklar ve büyük karanlık ormanlar her yönden yollarını tıkarken, neredeyse hiç beklenmedik anlarda dipsiz uçurumlar ortaya çıkmış.
Bu cesur şövalyeler biraz moralsiz hissetmeye başlar başlamaz, birdenbire önlerinde üç yaşlı adam belirmiş. İlk başta yeni gelenlere şüpheyle bakmışlar, ancak daha sonra onlara son derece samimi ve minnettarlıkla davranmışlar. Bu yaşlı adamlar, şövalyelerin yolculuklarına çıkmadan önce dua ettikleri tanrılardan başkası değilmiş. Yaşlı adamlar, Raiko’ya Şimben-Kidoku-Şu (insanlar için ferahlatıcı ancak goblinler için zehirli) denilen bir kavanoz sihirli sake vermişler ve Şutendoji’ye bunu içirmesini tavsiye etmişler. Şutendoji böylelikle hemen felç olacak ve son vuruş için kolay bir lokma olacakmış. Bu yaşlı adamlar sihirli sakeyi verdikten ve değerli öğütlerini sunduktan hemen sonra etraflarında mucizevi bir ışık parlamış ve bulutların arasında kaybolmuşlar.
Olanlardan büyük keyif alan Raiko ve şövalyeler dağa tırmanmaya devam etmişler. Bir dereye vardıklarında akan suda kan lekeli bir elbise yıkayan güzel bir kadın görmüşler. Kadın acı acı ağlıyormuş ve kimonosunun uzun kolluklarıyla gözyaşlarını siliyormuş. Raiko’nun ona kim olduğunu sorması üzerine kadın, Raiko’ya bir prenses ve goblin kralının sefil esirlerinden biri olduğunu bildirmiş. Kadına önünde duran kişinin yüce Raiko’dan başkası olmadığı ve Raiko ile şövalyelerinin dağın aşağılık yaratığını öldürmeye geldiği söylendiğinde kadın sevinçten havalara uçmuş. Küçük grubu siyah demirden yapılma büyük bir saraya götürmüş ve nöbetçilere peşinden gelenlerin sığınacak yer arayan zavallı dağ rahipleri olduğunu söyleyerek onları ikna etmiş.

Raiko ve Kadın
Uzun koridorlardan geçtikten sonra Raiko ve şövalyeleri kendilerini muazzam bir salonda bulmuşlar. Salonun bir ucunda korkunç goblin kralı oturuyormuş. Vücudu dev gibiymiş; parlak kırmızı teni ve gür beyaz saçları varmış. Raiko alçak gönüllülükle krala kim olduklarını söyleyince goblin kralı, neşesini saklayarak onlara oturmalarını ve az sonra başlayacak olan ziyafete katılmalarını buyurmuş. Daha sonra kırmızı ellerini çırpması üzerine içeriye pek çok güzel kız girmiş. Yanlarında da ziyadesiyle yiyecek ve içecek getirmişler. Raiko kadınları izlerken içten içe bunların bir zamanlar Kyoto’da mutlu mesut yaşadıklarını biliyormuş.
Ziyafet devam ederken Raiko sihirli sake kavanozunu çıkarmış ve bunu denemesi için goblin krala rica etmiş. Canavar, itiraz veya şüphe etmeden bu içecekten biraz içmiş ve çok güzel bulduğu için bir kadeh daha istemiş. Bütün goblinler bu sihirli şaraptan paylarını almışlar. Onlar içerken Raiko ve arkadaşları dans ediyormuş.
Sihirli içecek etkisini kısa sürede göstermeye başlamış. Goblin kral uyuşmuş ve sonunda o ve goblinleri uykuya dalmışlar. Sonra Raiko ayağa fırlamış ve şövalyeleriyle beraber hızla zırhlarını kuşanıp savaşa hazırlanmışlar. Üç ilah bir kez daha gözüküp Raiko’ya şöyle demişler: “İblisin ellerini ve ayaklarını sıkıca bağladık, korkmanıza gerek yok. Şövalyelerin uzuvlarını keserken sen de elleri kes, sonra diğer onileri (kötü ruhları) öldürünce işiniz tamamlanmış olacak.” Bunun üzerine bu ilahi varlıklar birdenbire gözden kaybolmuşlar.
Raiko Goblinleri Katlediyor
Raiko ve şövalyeleri, kılıçlarını çekmişler ve uyuyan goblin kralına dikkatli bir şekilde yaklaşmışlar. Raiko, silahı güçlü bir şekilde goblinin boynuna indirmiş. Goblinin başı gövdesinden kopar kopmaz havaya fırlamış ve burun deliklerinden çıkan duman ve ateş cesur Raiko’yu kavurmuş. Kılıcını bir kez daha savurmuş. Bu defa korkunç kafa yere düşmüş ve bir daha asla hareket edememiş. Bu cesur şövalyeler, çok geçmeden şeytanın yardakçılarını da öldürmüşler.
Büyük demir saraydan neşeli bir şekilde çıkmışlar. Raiko’nun beş şövalyesi, goblin kralının canavar kafasını taşımışlar ve bu korkunç manzarayı esaretten kurtulan ve Kyoto sokaklarında bir kez daha yürümeye hevesli mutlu bakirelerden oluşan bir grup takip etmiş.
Goblin Örümceği
Önceki efsanede bahsedilen olay gerçekleştikten bir süre sonra cesur Raiko ciddi bir şekilde hastalanmış ve odasından çıkamamış. Küçük bir çocuk gece yarıları ona hep ilaç getiriyormuş. Raiko çocuğu tanımıyormuş ama çok fazla hizmetçisi olduğu için bu durum ilk başta şüphe uyandırmamış. Raiko ilacı aldıktan hemen sonra daha iyi olmak yerine daha da kötüleşmiş, bu yüzden hastalığının sebebinin bazı doğaüstü güçler olduğunu düşünmeye başlamış.
Sonunda Raiko, baş hizmetçisine gece yarısı kendisine gelen çocuk hakkında bir şey bilip bilmediğini sormuş. Anlaşılan ne baş uşak ne de başka biri çocuk hakkında bir şey biliyormuş. O zamana kadar Raiko’nun şüpheleri tamamen olgunlaşmış ve meseleyle dikkatlice ilgilenmeye karar vermiş.
Küçük çocuk gece yarısı tekrar geldiğinde Raiko, ilacı almak yerine bardağı çocuğun başına fırlatmış ve kılıcını çekerek onu öldürmeye çalışmış. Odada tiz bir çığlık sesi yankılanmış, ama çocuk daireden kaçarken Raiko’ya bir şey fırlatmış. Fırlattığı şey dışarı doğru yayılıp büyük beyaz yapışkan bir ağa dönüşmüş ve Raiko’yu o kadar sıkı sarmış ki hasta adam zar zor hareket edebiliyormuş. Raiko kılıcıyla ağı keser kesmez bir başka ağa sarılıyormuş. Raiko daha sonra yardım istemiş ve baş görevlisi, koridorlardan birinde o canavarla karşılaşmış ve uzun kılıcıyla onu engellemiş. Goblin onun üzerine de bir ağ atmış. Sonunda kendini kurtarmayı başarıp efendisinin odasına koştuğunda Raiko’nun da Goblin Örümcek’in kurbanı olduğunu görmüş.
Goblin Örümceği bir mağaranın içinde acıyla kıvranırken bulunmuş, kafasının üzerindeki kılıç kesiğinden kan akıyormuş. Onu derhal öldürmüşler ve ölümüyle Raiko’nun ciddi hastalığına neden olan şeytani etki ortadan kalkmış. O andan itibaren kahramanımız sağlığına ve gücüne tekrardan kavuşmuş ve bu mutlu olayın şerefine görkemli bir ziyafet hazırlanmış.
Hikâyenin Başka Bir Versiyonu
Bu efsanenin Kenko Hoşi tarafından yazılan ve daha önce anlattığımızdan büyük ölçüde farklı olan başka bir versiyonu daha var. Bu versiyonu atlamak, efsanenin şimdiye kadar genel okuyucunun erişemediği en uğursuz tarafını gizlemek olacaktır.3
Raiko, bir defasında en değerli hizmetkârı Tsuna ile Kyoto’dan ayrılmış. Rendai ovasını geçerken havada yükselen bir kafatası görmüşler ve bu kafatası, sonunda Kagura ga Oka denen yerde kaybolana kadar önlerinde rüzgârla sürükleniyormuş gibi uçmuş.
Raiko ve yardımcısı, kafatasının ortadan kaybolduğunu fark eder etmez önlerinde harabe halinde bir malikane görmüşler. Raiko bu harap binaya girmiş ve garip görünüşlü yaşlı bir kadın görmüş. “Kadın beyazlar içindeydi ve beyaz saçları vardı; gözlerini ufak bir çubukla açtı ve üst göz kapakları bir şapka gibi başının üstüne düştü. Sonra ağzını açmak için sırık kullandı ve göğsü dizlerinin üzerine düştü.” Kadın daha sonra şaşkınlık içindeki Raiko’ya seslenmiş:
“Ben iki yüz doksan yaşındayım. Dokuz efendiye hizmet ederim. İçinde bulunduğunuz eve iblisler musallat olmuş durumda.”
Raiko bu sözleri dinledikten sonra mutfağa girmiş ve bir an için gökyüzüne bakınca büyük bir fırtınanın yaklaştığını fark etmiş. Karanlık bulutların toplanmasını seyrederken ruhani ayak sesleri duymuş ve odaya büyük bir goblin grubu doluşmuş. Raiko’nun karşılaştığı tek doğaüstü yaratıklar bunlar değilmiş, zira o anda rahibe gibi giyinmiş bir varlık görmüş. Minnacık bedeni beline kadar çıplakmış, yüzü iki ayak uzunluğundaymış ve kolları “kar kadar beyaz ve ip kadar inceymiş.” Bu korkunç yaratık bir an için gülüp sis gibi gözden kaybolmuş.
Raiko hoşa giden bir horoz ötüşü duymuş ve ruhani ziyaretçilerin onu artık rahatsız etmeyeceğini düşünmüş. Bir kez daha ayak seslerini duyduğunda bu sefer gördüğü çirkin bir cadı değil, “meltemde sallanan söğüt dallarından daha zarif” olan hoş bir kadınmış. Raiko güzel kıza bakarken gözleri onun parıldayan güzelliğinden dolayı bir an için kör olmuş.
Görme yetisini geri kazanmadan önce kendini çok sayıda örümcek ağına sarılı bulmuş. Kadın gözden kaybolduğunda kılıcıyla ona vurmaya çalışmış ama yalnızca zeminin tahtalarını kestiğini ve altındaki temel taşını kırdığını görmüş.
Tsuna efendisinin yanına geldiği anda kılıcın beyaz kanla kaplı olduğunu ve ucunun çatışmada kırıldığını anlamışlar.
Raiko ve hizmetkârı etrafı iyice araştırdıktan sonra bir in keşfetmişler. İnde bir sürü bacağı olan, yumuşak tüylerle kaplı devasa ve büyüklükte bir kafaya sahip bir canavar görmüşler. Güçlü gözleri güneş ve ay gibi parlıyormuş ve yüksek sesle şöyle inliyormuş: “Hastayım ve acı çekiyorum!”
Raiko ve Tsuna yaklaştıkça canavardan çıkan kırık kılıç ucunu fark etmişler. Kahramanlar yaratığı yuvasından çıkarıp kafasını kesmişler. Yaratığın midesindeki derin yaradan bin dokuz yüz doksan kafatası ve çocuk büyüklüğünde örümcekler fışkırmış.
Raiko ve takipçisi, önlerinde duran canavarın Dağ Örümceği’nden başkası olmadığını fark etmiş. Bağırsakların içinde buldukları büyük kadavrayı kestiklerinde insan cesetlerinin kalıntılarını bulmuşlar.
Prens Yamato Take’nin Maceraları
Kral Keiko, en küçük oğlu Prens Yamato’ya birkaç haydut öldürmesini emretmiş. Prens ayrılmadan önce İse tapınaklarında dua etmiş ve Güneş Tanrıçası Ama-terasu’nun görevini kutsaması için yalvarmış. Prens Yamato’nun teyzesi, İse tapınaklarından birinde başrahibeymiş ve teyzesine babasının kendisine emanet ettiği görevi anlatmış. Bu hoş hanımefendi söz konusu haberi duyduğuna çok memnun olmuş ve yeğenine pahalı bir ipek cüppe hediye etmiş. Cüppenin ona şans getireceğini ve belki daha sonra işine yarayacağını söylemiş.
Prens Yamato saraya dönüp babasının iznini aldığında karısı Prenses Ototaçibana ve bir dizi sadık takipçisi eşliğinde saraydan ayrılarak güneydeki Kiuşiu Adası’na doğru ilerlemiş. Bu ada haydut kaynıyormuş. Ülke o kadar engebeli ve geçilmezmiş ki Prens Yamato düşmanı gafil avlayabileceği kurnaz bir plan tasarlaması gerektiğini hemen anlamış.
Bu sonuca vardıktan sonra Prenses Ototaçibana’ya teyzesinin ona verdiği ipek cübbeyi getirmesini emretmiş. Bunu hiç şüphesiz karısının yönlendirmesiyle giymiş. Saçlarını serbest bırakmış, taramış ve mücevherlerle süslemiş. Aynaya baktığında sahte kılığının mükemmel olduğunu ve oldukça güzel bir kadın olduğunu görmüş.
Böyle göz kamaştırıcı bir halde düşmanın çadırına girmiş. Çadırda Kumaso ve Takeru oturuyormuş. İkisi, kralın oğlunu ve grubunu yok etme çabalarını tartışıyorlarmış. Tesadüfen yukarı baktıklarında kendilerine doğru gelen güzel bir kadın görmüşler.
Kumaso o kadar sevinmiş ki kılık değiştiren Prens’i yanlarına çağırmış ve ona derhal şarap ikram edilmesini buyurmuş. Yamato bunu yapamayacak kadar mutluymuş. Utangaç bir kadın gibi görünüyormuş. Çok küçük adımlarla yürümüş ve utangaç bir bakirenin bütün çekingenliğiyle göz ucuyla dışarıya bakmış.
Kumaso kendisini kötü etkileyecek kadar şarap içmiş. Bu sevimli yaratığın kadehine şarap koyuşunu görmenin zevkini yaşamak için içmeye devam ediyormuş.
Kumaso sarhoş olunca Prens Yamato şarap kavanozunu aşağı fırlatmış, hançerini çabucak çekip Kumaso’yu öldürünceye kadar bıçaklamış.
Takeru, kardeşine ne olduğunu görünce kaçmaya çalışmış ama Prens Yamato üzerine atlamış. Hançeri bir kez daha havada parlamış ve Takeru yere düşmüş.
Ölmek üzere olan haydut, güçlükle “Bir dakika bekle,” demiş. “Kim olduğunuzu ve nereden geldiğinizi bilemeyeceğim. Şimdiye kadar krallıktaki en güçlü kişilerin kardeşim ve ben olduğumuzu düşünmüştüm. Gerçekten yanılmışım.”
“Ben, sizin gibi asileri öldürmemi emreden Kral’ın oğlu Yamato’yum!” demiş Prens.
Haydut kibarca, “Sana yeni bir isim vermeme izin ver,” demiş. “Bundan böyle size Yamato Take diyecekler, çünkü ülkedeki en cesur kişi sizsiniz.”
Takeru bunları söyledikten sonra ölmüş.

Prens Yamato ve Takeru
Tahta Kılıç
Prens başkente giderken İdzumo Takeru adında başka bir kanun kaçağıyla karşılaşmış. Yine bir yardımcısına başvurarak bu adama son derece arkadaşça davranmış. Tahtadan bir kılıç yapıp çelik silahının kılıfına sıkıca sokmuş. Takeru’yla tanışmayı beklediği zamanlar bunu takmış.
Prens Yamato bir defasında Takeru’yu Hinokawa nehrinde yüzmeye davet etmiş. Haydut akıntıya doğru yüzerken Prens gizlice karaya çıkıp Takeru’nun kıyafetlerinin yanına gitmiş. Sahile uzanarak kılıçları değiştirmeyi başarmış ve tahta kılıcını Takeru’nun keskin çelik kılıcının yerine koymuş.
Takeru sudan çıkıp kıyafetlerini giydiğinde Prens ondan kılıç becerisini göstermesini istemiş. Takeru, “Hangimizin daha iyi kılıç ustası olduğunu göreceğiz,” demiş.
Takeru bunu memnuniyetle kabul edip kılıcını çıkarmaya çalışmış. Kılıç sıkışmış ve tahtadan olduğu için elbette hiçbir durumda işe yaramazmış. Haydut bu şekilde mücadele ederken Yamato onun kafasını kesmiş. Yaptığı kurnazlık bir kez daha onun işine yaramış; saraya döndüğünde onun adına ziyafet verilmiş ve kral babasından birçok pahalı hediye almış.
“Ot Yaran Kılıç”
Prens Yamato sarayda uzun süre boş oturmamış çünkü babası ona doğu illerindeki bir Anyu isyanını bastırmasını emretmiş.
Prens ayrılmaya hazır olduğunda Kral ona “Sekiz Kol Boyunda Mızrak” adı verilen kutsal ağaçtan yapılmış bir mızrak vermiş. Prens Yamato, bu değerli hediyeyle İse tapınaklarını ziyaret etmiş. Başrahibe teyzesi onu tekrardan buyur etmiş. Yeğeninin anlattığı her şeyi ilgiyle dinlemiş ve kendisine verdiği cüppenin maceralarında ne kadar işe yaradığını öğrendiği için özellikle çok mutlu olmuş.
Hikâyesini dinledikten sonra tapınağa gitmiş ve bir kılıç ve çakmaktaşından bir çanta getirmiş. Bunları Yamato’ya veda hediyesi olarak vermiş.
Bu kılıç, Japonya İmparatorluk Hanesi’nin sembollerinden biri olan Murakumo kılıcıymış. Bu Prens için en güzel hediyeymiş. Bu kılıcın bir zamanlar tanrılara ait olduğu ve Susa-no-o tarafından keşfedildiği hatırlanacaktır.
Uzun bir yürüyüşün ardından Prens Yamato ve adamları kendilerini Suruga eyaletinde bulmuşlar. Vali onu misafirperver bir şekilde karşılamış ve eğlence amaçlı bir geyik avı düzenlenmiş. Kahramanımız arada sırada aldatılsa da en ufak bir şüphe duymadan ava katılmış.
Prens, yüksek otlarla kaplı büyük ve ıssız bir ovaya götürülmüş. Geyiği avlamakla meşgulken aniden ateşin farkına varmış. Ardından her yönden alevlerin ve duman bulutlarının yükseldiğini görmüş. Her tarafı ateşlerle çevriliymiş. Görünüşe göre buradan kaçış yokmuş. Dürüst savaşçı bir tuzağa, hem de çok sıcak bir tuzağa düştüğünü fark ettiğinde çok geçmiş.
Kahramanımız teyzesinin ona verdiği çantayı açmış, yanındaki otları ateşe vermiş ve Murakumo kılıcıyla her iki taraftaki uzun yeşil yaprakları çabucak kesmiş. Bunu yapar yapmaz rüzgâr birdenbire yön değiştirip alevleri ondan uzaklaştırmış. Böylece Prens en ufak bir yanmaya maruz kalmadan oradan kaçmış ve Murakumo’nun kılıcı “Ot Yaran Kılıç” olarak bilinmeye başlamış.
Ototaçibana’nın Fedakârlığı
Prens’in sadık karısı Prenses Ototaçibana, tüm bu maceralarda Prens’in peşindeymiş. Savaşta övgüye değer olan kahramanımız, ne yazık ki aşk konusunda o kadar da becerikli değilmiş. Karısına tepeden bakıyor ve onunla ilgilenmiyormuş. Zavallı sadık ruh efendisine hizmet ederken güzelliğini kaybetmiş. Güneş derisini yakmış, giysileri pislenip yırtılmış. Yine de hiç şikâyet etmemiş ve üzgün olmasına rağmen her zamanki tatlı tavrını korumak için büyük bir çaba göstermiş.
Derken Prens Yamato, büyüleyici Prenses Miyadzu ile tanışmış. Prenses’in elbisesi çok hoş, teni kiraz çiçeği kadar narinmiş. Prensin ona umutsuzca âşık olması çok uzun sürmemiş. Ayrılma zamanı geldiğinde tekrar döneceğine ve güzel Prenses Miyadzu’yu karısı yapacağına yemin etmiş. Çok geçmeden yukarı bakıp Ototaçibana’yı görmüş; kadının yüzünde yoğun bir üzüntü varmış. Ancak Prens Yamato kalbine taş basmış ve sözünü tutmaya kararlı bir halde oradan uzaklaşmış.
Prens Yamato, eşi ve adamları İdzu’nun deniz kıyısına vardıklarında takipçileri, Kadzusa Boğazı’nı geçebilmeleri için bir birkaç tekneyi güvence altına almak istemişler.
Prens kibirle bağırmış: “Öf! Burası yalnızca bir dere! Bu kadar tekne niye? Buranın üstünden atlayabilirim!”
Hep birlikte yolculuklarına başladıklarında büyük bir fırtına çıkmış. Dalgalar su dağlarına dönüşmüş, rüzgâr çığlık atıyormuş, kara bulutların arasından şimşekler parlıyormuş ve gök gümbürdüyormuş. Görünüşe göre Prens’i ve karısını taşıyan teknenin batması gerekiyormuş. Zira fırtına Prens Yamato’nun gururlu ve aptalca sözlerine kızan Deniz Kralı Rin-Jin’in işiymiş.
Mürettebat gemiyi doğru yolda tutma umuduyla yelkenleri indirdiğinde fırtına yatışacağına daha da kötüleşmiş. Sonunda Ototaçibana ayağa kalkmış ve efendisinin sebep olduğu tüm üzüntüyü afederek çok sevdiği kocasını kurtarmak için hayatını feda etmeye karar vermiş.
Sadık Ototaçibana şöyle demiş: “Ah, Rin-Jin; Prens kocam, kendiyle övünerek seni kızdırdı. Ben Ototaçibana, Yamato Take’nin yerine sana zavallı hayatımı veriyorum. Şimdi kendimi senin büyük dalgalı krallığına bırakıyorum;
karşılığında efendimi sağ salim bir şekilde kıyıya ulaştırın.”
Bu sözleri söyleyen Ototaçibana fokurdayan dalgaların içine atlamış ve bir anda gözden kaybolmuş. Bu fedakârlık yapıldıktan hemen sonra fırtına dinmiş ve bulutsuz bir gökyüzünde güneş parlamış.
Yamato Take varacağı yere sağ salim ulaşmış ve Anyu isyanını başarılı bir şekilde bastırmış.
Kahramanımız sadık karısına kesinlikle yanlış yapmıştı. Onun iyiliğini takdir etmeyi çok geç öğrenmiş. Ancak Prenses Miyadzu tamamen unutulmuşken, Prens onun sevgi dolu anısını ölünceye kadar saklamış.
Yılanın Katledilmesi
Yamato Take babasının talimatlarını yerine getirdikten sonra Omi eyaletine varana kadar Owari eyaletinden geçmesi gerekiyormuş.
Omi eyaleti büyük sıkıntı içindeymiş. Pek çok insan yas tutuyor ve üzüntüden ağlayıp feryat ediyormuş. Prens soruşturma yaptıktan sonra her gün büyük bir yılanın dağlardan inip köylere girerek talihsiz insanların çoğunu mideye indirdiğini öğrenmiş.
Prens Yamato hemen büyük yılanın yaşadığı söylenen İbaki Dağı’na tırmanmaya başlamış. Yarı yolda korkunç yaratıkla karşılaşmış. Prens o kadar güçlüymüş ki yılanı çıplak kollarıyla bükerek öldürmüş. Bunu yapar yapmaz ülke karanlığa gömülmüş ve deli gibi yağmur yağmaya başlamış. Ancak sonunda hava düzelmiş ve kahramanımız dağdan aşağı inmeyi başarmış.
Eve vardığında ayaklarının garip bir acıyla yandığını ve dahası kendisini çok hasta hissettiğini fark etmiş. Yılanın soktuğunu anlamış ve hareket edemeyecek kadar hasta olduğu için ünlü bir madene götürülmüş. Burada eski sağlığına ve gücüne kavuşmuş. Kutsamalar için Güneş Tanrıçası Ama-terasu’ya şükranlarını iletmiş.
Momotaro’nun Maceraları
Bir gün yaşlı bir kadın bir derenin kenarında durup elbiselerini yıkarken suyun üzerinde yüzen dev bir şeftali görmüş. Bu şeftali, kadının şimdiye kadar gördüğü en büyük şeftaliymiş ve yaşlı kadın ve kocası çok fakir olduklarından hemen bu olağanüstü şeftalinin ne kadar mükemmel bir yemek olabileceğini düşünmüş. Meyveyi kıyıya çekecek bir sopa bulamayınca aniden şu dizeleri hatırlamış:
“Uzaktaki su acıdırYakın su tatlıdır;Uzaktaki suyun yanından geçVe tatlıya gel.”Bu kısa şarkı istenen etkiyi yaratmış. Şeftali, yaşlı kadının ayaklarının dibinde durana kadar yaklaşmış. Kadın eğilip şeftaliyi almış. Kadın bulduğu şeyden dolayı o kadar mutluymuş ki çamaşır yıkamayı bırakıp çabucak eve koşmuş.
Kocası akşam sırtında bir demet otla geldiğinde yaşlı kadın şeftaliyi heyecanla dolaptan çıkarıp ona göstermiş.