
Полная версия
Kahramanlık Mitleri
Güneş doğmadan evvel öldürülen, tekrar diriltilip yeniden yok edilecek olan bu dört yüz gencin kim olduğunu tahmin etmek güç değil. Her sabah çoğalan ışığın söndürdüğü fakat her akşam belirlenmiş yerlerine geri dönen sayısız yıldız resmini böylelikle zihnimizden saklayan mecaz perdesi incedir. Hâlâ şüphe kalmışsa, Guatemala Kiçeleri tarafından korunmuş bu hikâyenin yankısındaki dolaysız ifadeyle giderilecektir. Burada Zipaena tarafından öldürülen ve Hunhun Ahpu tarafından diriltilen dört yüz gencin “göğe yükselip semadaki yıldızlar” oldukları açıkça söylenir.44
Hakikaten, izahlarını takip ettiğim aynı kadim adamlar, Tezcatlipoca’nın yarattığı dört yüz adamın hâlâ göğün üçüncü katında yaşamaya devam ettiğini, buranın muhafızları ve gözcüleri olduklarını eklemiştir. Bu adamlar sarı, siyah, beyaz, mavi ve kızıl olmak üzere beş renkteydi. Dillerinin sembolizminde bu, başucu noktasının etrafına ve dört ana yönün her birine dağıtıldıkları manasına geliyordu.45
Bu bilgeler, karanlık Tezcatlipoca’nın Işık Tanrısı’nı alt etme mücadelesinin sona erdiğini düşünmüyordu. Hayır, o sadece fırsat kollamaktaydı; amacı belliydi ve başarısı kesindi. Göğün ikinci katında etsiz kemiksiz korkunç kadınlar olduğunu biliyorlardı. Bu kadınların adı Korkunç Olanlar ya da İnce Ok Atanlar’dı. Bu dünya sona erene dek orada bekleyecek, sonra aşağı inerek bütün insanları yiyip bitireceklerdi. Bu yıkımın vakti sorulduğunda gününü ya da mevsimini bilmediklerini fakat bunun “Tezcatlipoca güneşi gökten bizzat çaldığında”, başka bir deyişle, evrenin üzerine ebedi karanlık çöktüğünde olacağını söyleyerek cevap veriyorlardı.46

Burada kısaca verdiğim mit, Aztek kozmogonisinde öne çıkar ve “Dünyanın Çağları” ya da “Güneşlerin Çağları” miti olarak bilinir. Mevcut zamanın, dünya tarihinin beşinci çağı yahut dönemi olduğu fikri yaygın bir şekilde kabul ediliyordu. Dünya çeşitli nedenlerle dört kez yıkıma uğramıştı ve mevcut dönem de bunlara benzer başka bir felaketle sonlanacaktı. Böylesi evrensel bir yıkımın etmenleri ise büyük bir tufan, dünya çapında bir yangın, dehşetli kasırgalar ve kıtlık, depremler ve vahşi hayvanlardı. Bu yüzden, bitişlerinden itibaren Çağlar, Güneşler ya da Dönemler; Su, Ateş, Hava ve Toprak Çağları olarak adlandırılmıştı. Beşinci yani mevcut çağ, akıbetini bilmediğimizden henüz adlandırılmış değildir.
Özellikle de yakın zamanda Meksikalı eskiçağ uzmanı Chavero tarafından büyük bir ihtimamla incelendiği için bu mitin ayrıntılarına girmeyeceğim.47 Ben yalnızca şuna işaret etmekle yetineceğim: Bu mit, Meksika ve hatta Amerika topraklarına has bir köken aramamıza imkân vermeyecek kadar çok sayıda benzer mitle fazla yakından özdeşleşmiş durumdadır. Oregon’da yaşayan Tualatilere bakabiliriz. Bize insanlığın dört kez yaratılması ve yok olmasından, ilk çağın sonunda insanların yıldızlara dönüştürüldüğünden, ikinci çağın sonunda taş olduklarından, üçüncü çağın sonunda balıklara çevrildiklerinden ve dördüncü çağ kapandığında ise balıkların kaybolup yerlerini şimdi dünyada yaşamakta olan kavimlere bıraktıklarından bahsedeceklerdir.48 Yahut da eski Babil’in çivi yazısı yazıtlarını okuyarak insan ırkının uğradığı dört yıkımının nedenlerinin bir tufan, vahşi hayvanların saldırısı, kıtlık ve salgın hastalık olarak belirtildiğini görebiliriz.49
Sayıları kolaylıkla artırılabilecek olan bu tesadüflere dair getirebileceğim açıklama, dört ana yönü temsilen dört sayısının seçildiği ve içinde yaşadığımız beşinci ya da mevcut çağın ise Işık Ruhu yani dört ana yönün hükümdarı tarafından yönetiliyor olduğudur. Esasen ilk şafak vaktinin uzayın ilişkilerini belirleyerek yaptığı gibi Işık Ruhu’nun da insanları yönettiğine, hareketlerinin rehberi ve yöneticisi olarak davrandığına inanılıyordu.
Bütün Aztek mitolojisinde, geleneklerinde ve âdetlerinde dört kardeşe dair bu kadim miti bulabiliriz. Bunlar, o halkın dört atasıdır ya da söz konusu halkın ilk atalarını kendi yerleşim alanlarına götüren dört kabile reisidir. Tezcatlipoca ve Quetzalcoatl’a bilhassa coşkuyla tapmış ve Quetzalcoatl’ın sembolü kutsal beş noktayı topraklarındaki muazzam bir uçurumun kenarına devasa figürlerle kazımış olan Meztitlan’ın kaba dağlıları, o ilk dördüze sembolik unvanlar vermişti:
Ixcuin: Dört yüzü olan.
Hueytecpatl: Kadim çakmaktaşı.
Tentetemic: Öldüren dudak taşı.
Nanacatltzatzi: Nanacatl denilen zehirli mantarla zehirlendiğinde konuşan.
Mite göre bu dört birader, adı “büyük, kadim annemiz” anlamına gelen Hueytonantzin adlı tanrıçadan doğmuştu. Ancak bir evlada yakışmayacak şekilde ona karşı gelerek onu katledip güneşe kurban ettiler ve kalbini yine bu ilaha sundular.50 Başka bir deyişle bu, dört ana yönün hikâyesidir. Bu yönler, seher vaktinde şafakla belirlenir. Öte yandan şafak, doğan güneşte kaybolur ya da ona kurban edilir.
Bu dört biraderden ilki olan Ixcuin yani “Dört tarafa bakan” ya da “Dört yüzü olan”ın Quetzalcoatl’dan başkası olmadığını düşünüyorum.51 Kadim çakmaktaşı ise muhtemelen Tezcatlipoca’dır. Dolayısıyla bu mit, önceki sayfada verilen İrokua mitiyle bilhassa yakın bir ilişkiye ulaşır.

Azteklerin bir diğer miti ise bu dört kardeşi yahut ilksel kahramanı şöyle verir:
Huitzilopochtli
Huitznahna
Itztlacoliuhqui
Pantecatl
Bu isimlerden Itztlacoliuhqui bir başlık türünün adıydı. Dr. Schultz-Sellack, bu ismin Quetzalcoatl’ın bir diğer unvanı olduğuna ve Pantecatl’ın ise Tezcatlipoca’nın adlarından biri olduğuna inanmak için mantıklı nedenler ileri sürüyor.52 Bu durumda aynı mitin bir başka versiyonuna sahibiz demektir.
3. Tula Kahramanı Quetzalcoatl
Aztek halkının uzun uzun bahsetmeyi sevdiği figür, görünen dünyanın gizemli yaratıcısı olan tanrı Quetzalcoatl değil; muhteşem Tollan (Tula) şehrinin başrahibi, ilimlerin öğretmeni, bilge kanun yapıcı, erdemli prens, usta mimar ve merhametli yargıç Quetzalcoatl’dı.
Sahne, gökyüzünden yeryüzüne ve öteki dünyaların döngülerinden günümüzden aşırı uzak olmayan bir tarihe aktarılmış olmasına karşın yine burada da hikâye, Quetzalcoatl’ın Tezcatlipoca’yla yarışı ile artık güçlü bir büyücü ve kıskanç bir rakibe indirgenmiş bu düşmanın onu ünlü Tollan şehrinden mahrum bırakmak ve sürmek için başvurduğu hileler olmaya devam etmektedir.
Mitoloji metaforlarına aşina hiç kimse dünyasal ve tarihi formunda bu miti çevreleyen ince yerel renk perdesine aldanmayacaktır. Daha önce belirttiğim gece ve gündüz, karanlık ve aydınlık çatışmasının hakiki kadim anlatımının bir tekrarı ya da devamı olmasının yanında Tollan ismi, bu hikâyenin konusu olan yer ve güçleri işaret etmek için yeterlidir. Zira Quetzalcoatl’ın hüküm sürdüğü bu Tollan, kimilerinin sandığının aksine Meksika şehrinin birkaç kilometre kuzeybatısında yer alan ve hâlâ ayakta olan küçük Tula kasabası değildir. Efsanede çoğu kez bahsedildiği üzere bu şehrin altı yüz ila bin kilometre kadar kuzeybatısında belirsiz bir yerde ya da bazı eskiçağ uzmanlarının iddia ettiği gibi Asya’da da değildi. Esasen bu şehir, yorgun dünyamızda değildi. Aksine, adının işaret ettiği ve yerli tarihçi Tetzozomoc’un uzun zaman önce tercüme ettiği gibi parlak güneşin yaşadığı ve o ışık küresi gökte olduğu müddetçe ışık tanrısının hüküm süreceği yerdeydi. Tollan, “Güneşin Yeri” anlamındaki Tonatlan kelimesinin kısaltılmış biçiminden ibarettir.53
Tollan adlı bu muhteşem şehrin yerini ve karakterini biraz yakından incelemeye değer zira burası, pek çok farklı halkın mit ve efsanelerinde duyduğumuz bir yerdir. Sadece Aztekler değil, Yukatanlı Mayalar ile Guatemalalı Kiçeler ve Kakçikeller de kederli şarkılarla o güzel toprakların kaybına ağlamış ve şehrin yıkımını yıllıklarında ortak bir başlangıç noktası olarak saymıştır.54 Hayıflanmaları boşuna değildi çünkü bir daha onun eşini bulamayacaklardı. O topraklarda her sene mısır hasadı olurdu ve koçanlar kol boyuna ulaşırdı. Pamuk ise kozasından taşardı, üstelik sadece beyaz değil kırmızı, yeşil, mavi, turuncu ve daha hangisini dilerseniz, bütün güzel renklerde yetişirdi. Sukabakları kucağa sığmazdı, güzel tüylü kuşlar tatlı ezgilerle havayı doldururdu. Orada ne yokluk ne de sefalet vardı. Dünyanın bütün zenginlikleri oradaydı. Gümüşten ve kıymetli yeşim taşından, pembe sedeften ve gök mavisi firuze taşından yapılmış evler vardı. Büyük kral Quetzalcoatl’ın hizmetçileri her türlü ilimde hüner sahibiydi. Onları yolladığında sonsuz bir hızla dünyanın herhangi bir köşesine uçarlardı. Fermanları Tzatzitepec (Haykırış Tepesi) dağının zirvesinden tellallar tarafından öyle kuvvetli bir sesle ilan edilirdi ki yüz fersah öteden duyulabilirdi.55 Hizmetçileri ve havarileri, “Güneşin Oğulları” ve “Bulutların Oğulları” olarak adlandırılıyordu.

Peki, bu harikulade topraklar ve muhteşem şehir neredeydi? Işık Tanrısı’nın tahtında oturduğu, hayat veren güneşin daima mevcut olduğu, gündüzün köşklerinin bulunduğu ve ışıklarının ihtişamında bütün tabiatın bayram ettiği yerden başka nerede olabilirdi ki?
Ama bu, birden fazla yerdedir. Burası ışığın doğduğu ve yünden bulutların kolayca yüzebildiği göğün en yüksek katında, güneşin umut dolu bir ihtişamla sedirine indiği batıda veya doğuda yani günlük seyrini sürdürmek üzere tazelenmiş halde bir dev olarak yükseldiği mor deniz kıyısının ötesinde yahut da geceyi geçirdiği yeraltı dünyasındadır.
Dolayısıyla, kadim Kakçikel efsanesinde şöyle denir: “Güneşin doğduğu yerde bir Tulan vardır. Bir diğeri yeraltındadır, öteki güneşin battığı yerdedir ve bir tane daha Tulan vardır ki işte orada tanrı yaşar. İşte çocuklarım, eski adamların bize anlattığı gibi dört Tulan vardır.”56
En mukaddes rivayetlerinde Mayaların “Zuyva’daki Tollan”dan göç ettiği söylenir. “Oradan geldik,” der Kiçe miti, “Halkımızın ortak atası oradaydı. İşte oradan, tanrıları Yolenat Quetzalcoatl olan Yaqui halkının arasından geldik.”57 Bu Tollan şüphesiz Quetzalcoatl’ın yeridir ve bir Aztek elyazmasında kökeni kesin olmayan fakat göğün en üst katı için kullanılan Zivena vitzcatl kelimesiyle adlandırılmıştır.
Quetzalcoatl’ın sonunda çekildiği ve tekrar ortaya çıkmasının beklendiği yer hâlâ bir Tollan (Tollan Tlapullan) idi ve Montezuma, İspanyolların gelişini duyduğunda şöyle haykırmıştı: “Quetzalcoatl geliyor, Tula’dan dönmüş!”
Onu koruyucu ilahları olarak seçen şehirler, hüküm sürdüğüne inanılan yerin adıyla adlandırılmıştı. Bu yüzden, Meksika Vadisi’nde Tollan ve Tollantzinen (“Tol-lan’ın arkasında”) vardır. Ayrıca Cholula piramidine “Tollan-Cholollan” deniyordu. Nahuatl kolonilerinde başka pek çok Tollanlar ve Tulalar da vardı.
Tula şehrinin yerlilerine Tolteca deniyordu. Şehrin adından türetilmiş olan bu kelime, “Tollan’da yaşayanlar” anlamına geliyordu. Peki bu Toltekler kimdi?
Amerikan tarihinin başlangıcı etrafında yeterince uzun bir süre dolanmışlardır. Yalnızca Orta Amerika ve Meksika’nın değil, kuzeydeki uzak toprakların ilkel kültürü ve hatta Ohio Vadisi’nin toprak setleri bile onlara atfedilmiştir. Artık kendi yerlerinin belirlenmesi gerekiyor. İşte burası hayal gücünün bütünüyle uydurma yaratımları, devler ve periler, cüceler ve güzel peri kızları ile halk aklının tüm çağlarda ve uluslarda yaratmaya bayıldığı başka muhayyel varlıkların arasındadır.
Daha sonraları “hünerli usta” ya da “zanaatkâr” anlamına gelmeye başlayan Toltec ya da Toltecatl daha önce söylediğim gibi Tollan yani Güneş Şehri’nin bir sakini, başka bir deyişle, Işığın Çocuğu manasındadır. Başlangıçta, herhangi bir metafor olmaksızın, güneşin uzaklara fırlayan parlak ışınlarından biri anlamındaydı. Mitin genel akışı yanında kadim Tolteklere atfedilen güçler de bunu bilhassa ve açıkça göstermektedir. Işık Tanrısı’nın en yakın kulları olarak Tolteklere “tüm gün hiç dinlenmeden uçanlar” deniyordu58 ve çok uzak yerlere anında ulaştıkları söylenirdi. Işık Tanrısı’nın kendisi ayrıldığında onlar da gözden kaybolurdu, şehirleri bomboş ve ıssız kalırdı.
Mitin bazı versiyonlarında (bunların orijinal versiyonlar olduğunu düşünüyorum) ise bir ulusu teşkil etmemektedirler aksine Quetzalcoatl’ın havarileri ya da hizmetkârlarından ibarettirler.59 Doğaüstü güçlere sahip varlıkların tüm özelliklerini haizdiler. Astrolog ve ruh çağıran falcılardı, harika şairler ve filozoflardı, dünyada başka yerde eşi bulunmayacak ressamlardı. Ayrıca Toltekler öylesi mimarlardı ki şehirlerinin, tapınaklarının ve kalelerinin kalıntıları bin fersah boyunca ülkeye dağılmıştı. Peder Duran şöyle diyor: “Bir Kızılderiliye dağların arasından bu derbendi kim yaptı ya da şu pınarı kim açtı yahut da şu eski harabeyi kim inşa etti diye sormak aklıma geldiğinde, “Toltekler, Papa’nın havarileri,” cevabını alırdım.60
Sıradan insanlardan daha uzun ve heybetliydiler. Ayrıca yüzyıllarca yaşamaları hiç de alışılmamış bir şey değildi. Öyle büyük bir enerjileri vardı ki tembel birinin aralarında yaşamasına asla izin vermezlerdi. Tıpkı efendileri gibi hayattaki her ilimde hünerli ve ölümlülerin gücünün ötesinde erdemliydiler. Tıpkı liderleri ile ışığın kişileştirmeleri gibi ve koyu tenli halklar arasında yaygın olduğu üzere beyaz tenli olarak tasvir ediliyorlardı.61
Quetzalcoatl Tollan’dan ayrıldığında Tolteklerin büyük çoğunluğu, Tezcatlipoca’nın hileleriyle çoktan yok olmuştu. Hayatta kalanların da Quetzalcoatl’ın ayrılışıyla beraber ortadan kayboldukları söyleniyordu. Şehir ıssız kalmıştı. Geride kalan sakinlerine ne olduğunu ise kimse bilmiyordu. Fakat bu belirsizlik, bir kısmı Nahuatl bir kısmı ise başka diller konuşan çeşitli ulusların bu gizemli, kadim ve mucizevi halkın soyundan geldiklerini iddia edebilmeleri için avantajlı bir fırsat sunuyordu.
Hakikaten, cevabı zor bir soruyla karşı karşıyayız: Işınlarını yitirip ihtişamından yoksun bırakılmış Işık Tanrısı gökyüzünden kaybolunca, daha önce dünyayı şaşaaya boyamış olan o parlak ve ok gibi delip geçen ışıkları nerede kalmıştı? Yoklardı, gitmişlerdi ve nereye gittiklerini bilmiyoruz.
Tolteklerin esas yuvasının Tlapallan’da olduğu söyleniyordu. Burası Quetzalcoatl’ın geri döndüğü anlatılan Kızıl Topraklar’ın aynısıydı. Yalnız birincisi Hue Tlapallan “Eski Tlapallan” yani Quetzalcoatl ile Tolteklerin ortaya çıktığı yer olarak ayrılıyordu. Öteki mitler buraya Xalac “Kum Yeri” adını vermişti. Bu isim, o kumlu sahile yani Quetzalcoatl’ın son kez görüldüğü söylenen yere açık bir göndermeydi. Güneş, bu yerin ardında doğup aşağısında ise batardı. Quetzalcoatl, sürüldüğü Tollan’a buradan dönmüş ve yıllar boyu tebaasını yönetmişti.62
Eski ya da yeni olması fark etmez, bu Tlapallan’ı bir diğeriyle karıştıramayız. İster gün doğumunun moru ve altın sarısına isterse akşamın kızılına ve pembesine boyanmış olsun, Sahagun’un bize söylediği üzere gereken tüm belirginliğiyle “Güneşin şehri”ydi, liderleri Quetzalcoatl’ın geldiği ve geri dönmesi için çağırıldığı ışık ve renk yuvasıydı.63
Dünyevi Quetzalcoatl’ın kökeni farklı şekillerde verilir. Efsanelerin bir döngüsü Tollan’da olağanüstü bir şekilde gerçekleşen doğumunu anlatır. İkinci bir döngü Azteklerce bilinen bir ülkede doğmadığını, aksine bir yabancı olarak onların yanına geldiğini ileri sürer.
Birinci döngüdeki muhtemelen en eski versiyonlardan birine göre Camaxtli ismiyle bilinen Tezcatlipoca’nın oğlu ya da torunuydu. Şansölye Ramirez’e64 anlatılan buydu. Torquemada ise bunun Quetzalcoatl’ın ibadet merkezi olan kutsal şehir Cholollan’da öğretilen kanonik doktrin olduğunu söylemektedir.65 Bu şeffaf bir metafordur ve başka ulusların mitlerindeki yüzlerce benzer ifadeye benzetilebilir. Gece, gündüzü ortaya çıkarır, karanlığın ardından aydınlık gelir ve dolayısıyla, bu metafor baba ile oğulun ilişkisine uygulandığında aralarındaki mücadelenin ebediyen devam edeceği anlamına gelir.

Bir başka mit Quetzalcoatl’ı, Citlallatonac “Sabah” unvanıyla tanınan Yüce Baba Tonaca Tecutli’nin Tollan’da ölümlü bir genç kızdan olma öz oğlu olarak temsil eder. Bu şehirde üç kız kardeş yaşardı. Bunlardan biri tertemiz bir bakire olup ismi Chimalman’dı. Hep beraber oldukları bir gün, söz konusu tanrı bu kızlara gözüktü. Chimalman’ın iki kız kardeşi onun dehşetli varlığından korkup ölmüştü fakat tanrı, Chimalman’ın üzerine yaşam nefesini üfledi ve genç kız hemen gebe kaldı. Doğurduğu oğlan, hayatına mal oldu ancak bu çocuk Topitcin “Oğlumuz” adlı ve doğduğu yıldan itibaren de Ce Acatl “Tek Kamış” diye adlandırılacak olan ilahi Quetzalcoatl’dı. Dünyaya gelir gelmez konuşabilme yetisine, mantık ve bilgeliğe sahip olmuştu. Annesine gelince, dünyada yok olunca semaya aktarılmıştı. Burada ona saygıdeğer Chalchihuitzli “Biricik Kurban Taşı” adı verildi.66
Bunun da şu gerçeği ifade eden kadim ve basit bir mecaz olduğu açıktır: Sabahın nefesi, güneşi ortaya çıkaran ve bunu yaparken kaybolan şafak vaktini haber verir.
Bir başka efsanede bakire anne Chimalman’ın bir yeşim taşı ya da kıymetli bir yeşil taş (chalchichuitl) yutarak gebe kaldığı söylenir.67 Bir diğer mit ise onun bir bakire değil, Camaxtli’nin (Tezcatlipoca) karısı olduğunu68 yahut (Otomikler, Taraskolar gibi) Nahuatl dilini konuşan bütün kabilelerin ve bu dili konuşmayan pek çok kabilenin ataları olan yedi oğulun babası o saygıdeğer ihtiyar adamın ikinci karısı olduğunu iddia eder.69 Bu ikinci mit, incelemeye değerdir.
Bütün Meksika ve Orta Amerika’da yerlilerin türediği Yedi Oğul, Yedi Kabile ve Yedi Mağara ile yaşadıkları Yedi Şehir hakkındaki bu efsane sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır. Aztekler bu topraklardan eskiden yaşadıkları yer olarak söz eder. Burası kuzey ya da kuzeybatıya doğru Tollan’la aynı yönde ama kesin olmayan bir uzaklıkta yer alıyordu. Bu toprakların ismi dikkat çekiciydi: Aztlan yani Beyaz ya da Parlak Topraklar.70 Ortasında İlahi Colhuacan Tepesi yani Teoculhuacan71 yer almaktaydı. Bu tepenin dibinde Chicomoztoc “Yedi Mağaralar” vardır. İşte burası yedi kabilenin kendi tanrılarıyla beraber ortaya çıktığı yerdi. Quetzalcoatl, Huitzilopochtli ve Tezcatlipocalar, bu tanrılar arasındaydı. Onların dönüşünü bekleyen anneleri orada yaşamaya devam edecekti.
Bu ülkenin hükümdarı ve yedi oğulun babası, farklı ve müphem şekillerde adlandırılır. Bir efsanede ona Bulutların Beyaz Yılanı ya da Beyaz Bulut İkizi anlamındaki Iztac Mixcoatl72 ismi verilir. O kim olursa olsun, içinde ya da üzerinde yaşadığı dağı bir diğeriyle karıştırmamız mümkün değil. Colhuacan, eğik ya da kıvrık dağ anlamına gelmektedir. Burası, dört bir yanda aşağı doğru kıvrılan Sema Tepesi’dir. Tüm zamanlarda tanrılar bu dağın üzerinde yaşamıştır ve kayırdıkları insanlara yardım etmek için yine buradan inip gelmiştir. Çoktavlar da kendi atalarının ilk kez gün ışığına çıktıkları yer olduğunu söyledikleri efsanevi tepeye aynı adı vermiştir. Çoktavlar oraya Nane Waiyah yani Eğik ya da Kıvrık Tepe73 demiştir. Böylesi bir mecazi ifade benzerliği tartışmaya yer bırakmıyor.
Aksi iddia edilse bile mistik dağı çevreleyen öteki mitler, herhangi bir şüpheyi ortadan kaldıracaktır. Colhuacan’ın, “Tanrıların Muhteşem Annesi”nin yaşadığı yer olmaya devam ettiğini biliyoruz. Burada çocuklarının dünyadan dönüşünü bekliyordu. Hiç kimse bu dağı tamamen tırmanamazdı çünkü ortasından zirvesine kadar ince ve kaygan kumdandı. Ancak şöyle bir sihirli özelliğe sahipti: Bu dağa tırmanan kişi ne kadar yaşlı olursa olsun, tırmandığı oranda yeniden gençleşir ve böylece eski gücüne ulaşırdı. Ne var ki etrafında yaşayan mutlu insanların bu dağın gençleştirici gücüne gereksinimi yoktur zira o topraklarda hiç kimse yaşlanmaz ve yılların öfkesini tanımaz.
Bu yüzden, Quetzalcoatl’ın Yedi Mağaralar Efendisi’nin oğlu olduğunun ileri sürülmesi, onu Ulu Semaların Efendisi’nin oğlu ilan eden efsanenin bir varyasyonundan ibaretti. Bunların ikisi de aynı anlama gelmektedir. Her iki mitte de Quetzalcoatl’ın annesi olarak ortaya çıkan Chimalman, ikisini birbirine bağlar ve özdeş hale getirir. Mixcoatl ise Tezcatlipoca için kullanılan bir başka isimden ibarettir.
Böyle bir yorum, doğru olması durumunda, Yedi Şehirler ya da Mağaralar ile buralardan gerçekleştiği varsayılan göç hikâyesinin tarihten çıkarılmasına yol açacaktır. Esasen, vakanüvislerin bu efsanevi yerleşimlere bir yer atamak için mükerrer çabaları, etkileyici bir keşmekeş ve kafa karışıklığından başka bir sonuç getirmemiştir. Bu yerleşimlerin nerede olduğunu aramak, Cennet Bahçesi ve Avalon Adası’nın yerini aramak kadar nafiledir. Bu diyarlar bu dünyada yer almaz ve asla da yer almamıştır. Aksine, düşüncenin yarattığı ve hayal gücünün resmettiği o göksel dünyaya aittirler.
Yukarıdakilerin hepsinden daha yavan bir açıklama, tarihçi Alva Ixtilxochitl tarafından verilmektedir. Bu açıklama öyle sıkıcıdır ki muhtemelen gerçeğe dair kırıntılar içermektedir.74 Ixtilxochitl’in bize anlattığına göre Teepancaltzin adında bir Tollan kralı, kendi tebaasından birinin Xochitl “Gül” adlı kızına âşık olmuştur. Bu kızın babası, agave bitkisinden bal toplayan ilk kişidir. Kral işte bu nefis yiyeceği satın almak bahanesiyle sık sık Xochitl’i getirtirdi. Genç kızı baştan çıkarmayı başarıp onu bir dağdaki gül bahçesine sakladı. Xochitl burada bir erkek çocuğu dünyaya getirdi fakat kral buna çok öfkelenecekti. Zira bebeğin burcunu çıkaran saray müneccimi, onun son Tollan Kralı olacağına ve Toltek monarşisinin yıkımına şahitlik edeceğine dair tüm işaretleri görmüştü. Çocuğa Meconetzin yani Agavenin Oğlu adı verildi. Zamanı gelince kral oldu ve kehanet gerçekleşti.75
Fakat bu görünürde tarihi anlatım pek çok bakımdan, Codex Telleriano-Remensis olarak bilinen bir Aztek elyazmasıyla elimize ulaşmış hakiki bir mite şüpheli bir benzerlik göstermektedir. Bu belge Quetzalcoatl, Tezcatlipoca ve kardeşlerinin ilk başta birer tanrı olduklarını ve semalarda yıldızlar olarak yaşadıklarını anlatır. Zamanlarını cennette, Xochitiycacan (“güllerin yukarı kaldırıldığı yer”) adlı bir Gül Bahçesi’nde geçiriyorlardı fakat bir defasında bahçenin ortasındaki büyük gül ağacından gülleri koparmaya başladılar. Bunun üzerine öfkelenen Tonaca-tecutli, onları birer ölümlü olarak yaşayacakları dünyaya fırlattı.
Güneşin ve yıldızların her gün tepe noktasından ufka inişine tatbik edildiğinde bu mitin anlamının özel bir yorum gerektirdiği çok açıktır. Ayrıca Quetzalcoatl’ın türediği (bir örnekte Cennet Tepesi, bir diğer örnekte ise yeryüzünde olduğu varsayılan bir yükselti olan) dağdaki gül bahçesi ile babanın öfkesi arasındaki örtüşme, Ixtlilxochitl’in sözde tarihi hikâyesinin tarihi kılığa sokulmuş bir mitten ibaret olduğunu gösteriyor gibidir.
İkinci efsaneler döngüsü, Tollan kahramanının mucizevi bir soydan geldiğini reddetmektedir. Las Casas onun doğu yönünden, Yukatan’ın bir bölgesinden, kendi fikrince birkaç takipçiyle76 birlikte geldiğini anlatır. Yerli tarihçi Alva Ixtlilxochitl de bu geleneği kesin bir şekilde tekrarlamakla birlikte muhiti belirsiz bırakmıştır.77 Öte yandan, Veytia ise onun kuzeyden ve yetişkin bir adam olarak geldiğini anlatır. Uzun boylu, beyaz tenli, sakallı ve bıyıklı, çıplak ayaklı ve başı açıktır. Kızıl haçlarla süslü uzun beyaz bir kaftan giymiştir ve elinde bir asa taşımaktadır.78
Quetzalcoatl’ın kökeni ne olursa olsun, ister mucizevi bir doğumla dünyaya gelen bir çocuk isterse uzak diyarlardan yetişkin olarak gelmiş bir yabancı olduğu kabul edilsin, tüm anlatımlar, onun karakterinin muhteşemliği ve saflığı ile hâkimiyeti altındaki Tollan’ın ihtişamı konusunda hemfikirdir. Tapınağı dört daire halinde bölünmüştü: Biri altın sarısı olup doğu yönüne bakıyordu; diğeri firuze ve yeşim taşlarıyla süslenmişti, mavi renkliydi ve batıya bakıyordu; üçüncü daire, inciler ve deniz kabuklarıyla donanmış olup bembeyazdı ve güneye doğru bakıyordu ve nihayet dördüncü daire kan taşlarıyla süslenmişti, kırmızıydı ve kuzeye bakıyordu. Dolayısıyla, bu daireler ışığın egemen olduğu dünyanın dört ana yönü ve dört köşesini temsil ediyordu.79
Tollan’ın ortasından büyük bir nehir akıyordu ve Quetzalcoatl’ın evi işte bu nehrin üzerindeydi. Her gece yarısı yıkanmak için nehre inerdi. Yıkandığı bu yere Boyalı Vazoda yahut Kıymetli Sularda adı verilirmiştir. Zira Işık Küresi, her gece Dünya Irmağı’nın sularına dalar ve günbatımının boyalı bulutları, onun yıkandığı yeri sarar.80

Quetzalcoatl’ın Tollan’daki hikâyesinin ilksel iki kardeş tanrının çatışmasının bir devamından ibaret olduğunu belirtmiştim. Peşinden gidip onu nihayet alt eden yine amansız Tezcatlipoca’dır. Fakat önemli bir fark vardır: Daha eski olan mitte tasvir edilen ilk savaşta şiddet ve birbirini izleyen yıkımlar hâkimken, sonraki mitlerin tamamında Quetzalcoatl kendini savunmaya çalışmaz ve şikâyet etmez, aksine yenilgisini kaderin bir emri olarak kabul eder ve bu emre direnmek nafiledir. Halkının bozguna uğradığını ve güzel şehrinin harap olduğunu görür ancak bütün bunlarda kaderin eli olduğunu bildiğinden kaçınılmaz olana olabildiğince metanet ve ağırbaşlılıkla göğüs germek için hazırlanır.