bannerbanner
Tehlikeli Zümrütler
Tehlikeli Zümrütler

Полная версия

Tehlikeli Zümrütler

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 5

“Bu beyefendi sizi ve başka birini yangın merdiveninde bir adamı taşırken görmüş. Ne işler dönüyor?” Polisin agresif bir tavrı yoktu ancak görev birinciyle bilgi almakta kararlıydı. İrlandalıların gözlerini andıran mavilikteki gözleriyle bu kızın çok güzel olduğunu kabul etmeye hazır olsa da bir erkek bunu asla söyleyemezdi.

“Bir talihsizlik yaşandı,” diyerek söze girdi Kitty. “Bu beyefendi bizi yangın merdiveninde birini taşırken görmüş olabilir. Adam karşı dairede saldırıya uğramış ve soyulmuştu.”

“Neden polisi aramadınız?”

“Çünkü siz gelene kadar ölebilirdi.”

“Size yardım eden adam nerede?”

“Gitti. Yabancıydı. Polislik bir meseleye karışmaktan korktuğu için kaçtı.” Cutty mutfak kapısının arkasından gülümsedi. Bu kız her işin üstesinden gelirdi.

“Anlıyorum,” dedi polis. “Adama bir bakayım.”

“Bu taraftan buyurun,” dedi Kitty hemen. “Siz de gelin bayım,” diye de ekledi. Bodur adam tereddüt etmişti. Kitty, bu adamın Two-Hawks’u gördüğündeki surat ifadesini merak ediyordu.

Amacına ulaşamadı, bu küçük oyundan hiçbir şey çıkmadı. Buda’nın heykellerinde bile bu adamın suratındakinden daha fazla ifade vardı. Belki de yüzündeki hiçbir kası kımıldatamayacak kadar acı içindeydi. Bu komik düşünce Kitty’ye hafifçe tebessüm ettirdi. Bodur adam yoldan geçen biri gibi yatağın ayakucunda durmuş, Two-Hawks’tan çok polisin soruşturmasıyla ilgileniyor gibi görünüyordu. Ama Kitty anlamıştı.

“Tepesini fena delmişler,” dedi polis adamı biraz inceledikten sonra. “Ceplerinden bir şey çıktı mı?”

“Cepleri boştu. Askeri bir cerrah çağırdım. Her an gelebilir.”

“Bu adam karşı dairede mi oturuyor?”

“İşin garip yanı da bu ya, hayır.”

“O halde orada ne işi varmış?”

“Muhtemelen bu saate kadar dönmemiş olan kiracıyı bekliyordu,” dedi bodur adama yandan bakarken.

“Şüpheli bir durum. Ben etrafı incelerken sen burada kal ve hanımefendiye göz kulak ol.”

Bodur adam başını sallayarak yatağın ayakucuna yaslandı. Polis kibirli bir tavırla odadan çıktı.

“Mutfaktaydım,” dedi Kitty sırrını açarcasına. “Perdede gölgeler gördüm. Bir tuhaflık sezdim ve neler olduğuna bakmak için çıkınca neredeyse daireden çıkan iki adama çarpıyordum. Beni görünce hemen topukladılar.”

Bodur adam bir kez daha başını salladı. İyi bir dinleyiciye benziyordu.

“Biz yangın merdiveninden geçerken siz neredeydiniz?”

“Çitlerin diğer tarafındaki bahçede.” Gırtlaktan gelen sesindeki isteksizlik anlaşılıyordu.

“Ah, anladım. Orada yaşıyorsunuz.”

Bu bir sorudan ziyade varsayım olduğundan bodur adam başını evet anlamında sallamakla yetindi.

Mutfaktan gelen endişe verici seslere kulak kesilen Kitty, avcunu genç adamın göğsüne koydu. Çok sıcaktı. Soğuyan suya biraz pamuk batırarak yaralı adamın yanaklarını ve boğazını nemlendirdi. Bu hareketiyle bir şey başarmayı amaçlamıyordu, sinir gerginliğini gidermişti. Bu adam aptal değildi. Eğer tahminleri doğruysa hem fiziksel hem de zihinsel açıdan çok güçlüydü. Öfkelendiğinde korkunç birine dönüşeceği kesindi. Yine de bunu ona Johnny Two-Hawks mu yapmıştı? Adamı dövüp kaçmış mıydı? Şüphesiz bodur adam onu izliyordu ve emrindekilerin görevini yerine getirip getirmediğini, ne ölçüde başarılı olduklarını öğrenmek için devreye girmişti.

“Adam ölürse bu bir cinayet olur.”

“Burası büyük bir şehir.”

“Ve her gün bunun gibi pek çok korkunç şey oluyor ama er ya da geç bu suçu işleyenler ortaya çıkıyor. Nemesis10 her zaman intikamını alıyor.”

Davetsiz misafirin hırpalanmış gözlerinde ilk kez ilgisini gösteren bir parıltı belirdi. Belki de onun sadece güzel değil, aynı zamanda gözü açık bir kadın olduğunu fark etti ve üstü kapalı tehdidi gördü. Üstelik bir konuda yalan söylediğini de biliyordu. Avlunun karşı tarafındaki odada hiç ışık yoktu.

Mutfakta neler dönüyor? Kitty merak içindeydi. Şimdiye kadar hiçbir ses gelmemişti. Cutty kuş olup uçmuş muydu? Ayrıca neden onun yanında kalıp polisin karşısına birlikte çıkmamışlardı? Cutty açısından çok tuhaftı. Çok geçmeden polisin ayak seslerini duydu.

“Herhangi bir problem yok hanımefendi. Olayı karakola bildirip bir ambulans göndereceğim. Bu arada benimle gelmeniz gerekiyor bayım.”

“Hukuken gerekli bir prosedür mü?” diye sordu bodur adam, oldukça tedirgindi.

“Kesinlikle. Olayı siz gördünüz, ben de doğruladım,” dedi polis. “On dakika bile sürmez, adınız ve adresiniz gerekli. Adam ölürse diye…”

“Anlıyorum, pekâlâ.”

Kitty emin değildi ama polis bir şeylerden utanmış gibi görünüyordu. Suratındaki kararlı ifade gitmişti ve konuşmasında o eski sertlik yoktu.

“Adım Conover,” dedi Kitty.

“İçeri girerken isminizi gördüm,” diye yanıtladı polis. “Haydi gidelim.”

Bodur adam yataktakine bir kez bile dönüp bakmadan polisin peşinden gitti. Toplumun refahı için belirli bir yükümlülüğün altına girmiş ancak sonradan bundan vazgeçmiş bir havası vardı.

Kitty arkalarından kapıyı kapatıp hafifçe arkasına yaslandı. Cutty neredeydi? Bu soru aklına geldiği anda burnuna tütün kokusu geldi. Mutfağa koştu ve Cutty’yi sandalyesinde oturmuş sakince berbat piposunu içerken buldu!

“Ben de gittiğini düşünmüştüm! Polise ne dedin?”

“Onu hipnotize ettim Kitty.”

“Gazeteci olduğundan mı bahsettin?”

“Hayır. Sadece gözlerinin içine baktım ve elimi havada birkaç tur attırdım.”

“Pekâlâ, madem bana söylememen gerektiğine inanıyorsun…” dedi Kitty. Bütün kadınlar tatlı dille laf almak için aynı yöntemi kullanırdı.

Cutty piposunun haznesine baktı.

“Kitty, göle bir kaldırım taşı attığında ne olur? Bir sıçrama sesi oluşur, değil mi? Peki o daire şeklinde yayılan dalgaların en uzak kıyıya vurana dek nasıl genişlediğini hiç fark ettin mi?”

“Evet. Bu, Güneydoğu Avrupa’da atılan büyük bir taştan gelen dalga. Anlıyorum.”

“İşte zorluk da burada. Hiçbir şey anlamasan her şey benim için çok daha kolay olurdu. Ama attığın kancayı takip edecek kadar bir şeylerin farkındasın. Kesin olarak bildiğim hiçbir şey yok, sadece bazı şüphelerim var. Bana bir komiser tarafından verilen kapsamlı bir polis yetkisini göstererek o polisi sakinleştirdim. Eşyalarını toplayıp bu mahalleden taşınmanı istiyorum. Burası sana uygun bir yer değil.”

“Maalesef mayıs ayından önce taşınma masraflarını karşılayamam.”

“Seni bu her yerinden sarımsak kokuları yükselen harabeden kurtarmak için işin maddi kısmını seve seve hallederim.”

“Olmaz Cutty, kontratım bitene kadar burada kalacağım.”

“Harika! Bütün İrlandalılar aynı,” diye bağırdı savaş muhabiri umutsuz bir şekilde. “Eksik etek her daim bela arıyor.”

“Hayır Cutty, sadece bundan kaçamayız. Ayrıca benim kadar senin de içinde bir İrlandalı var.”

“Elbette! Otuz yıldır belanın peşindeyim ve onu hâlâ bulamadım. Bu iş hoşuma gitmiyor Kitty ve bu yüzden de bombayı bembeyaz ellerine bırakarak riske gireceğim. Sana iki şey anlatacağım, öncelikle ABD Hükümeti’nin gizli ajanıyım. Hiç boşuna heyecanlanma. Yaptığım işin karanlık sokaklar, gizli evraklar, güzel maceralar ve savaşlarla hiçbir ilgisi yok. Zerre kadar macera barındırmayan bir iş. Görünürde savaş muhabiriyim. Sırbistan ve Bulgaristan, Yunanistan ve Güneybatı Rusya’daki tüm büyük olayları yönettim. Kısacası, istenmeyen kişilerin nüfus memurluğunu yapan biriyim. Sosyalistler, anarşistler ve Bolşevikler; zihnimde onların bir fotoğrafını çekip Washington’a iletiyorum. Böylece Feodor Slopeski, New York’u havaya uçurma fikriyle Ellis Adası’na ayak bastığında, teşekkürle geri dönmüş oluyor. İşi ben istemedim, yabancı dilleri iyi bildiğim için mecburen üstüme kaldı. Sadık bir Amerikan vatandaşı olduğum için kabul ettim.”

“Yani kapıda kimin olduğunu bilemediğin için beni yalnız bıraktın.”

“Kesinlikle. New York’un alt taraflarında beni başka bir isimle tanıyorlar. Bağnaz bir enternasyonalistim. Hepsinden gına geldi! Şu aralar pek dışarı çıkmıyorum, elimden geldiğince korunaklı yerlerde kalmaya çalışıyorum. Beni tanırlarsa değerim kalmaz. Ekoseli gömlekli, tehlikeli bir moruğum!”

“O zaman Gregor ve bu zavallı genç adam bir şekilde enternasyonalizme karışmış.”

“Muhtemelen kurbanlar.”

“Bana söyleyeceğin diğer şey neydi peki?”

“Gözlerin tıpkı anneninki gibi arduvaz mavisi. Anneni seviyordum Kitty,” dedi Cutty piposuna bakarken. “Ve gerçek şu ki babanın bundan haberi vardı, annen bilmiyordu. Baban öldükten sonra bunu annene söyleyemedim. Bedenleri ayrılmıştı belki ama ruhları asla.”

Kitty başını salladı. Gerçekten öyle miydi? Zavallı Cutty!

“Bunu itiraf ettim çünkü sana karşı olan tavrımı anlamanı istiyorum. New York’ta olduğum süre boyunca seni koruyup kollayacağım. Şu andan itibaren senden bir şey yapmanı istediğimde, bil ki senin için en iyisinin o olduğuna inandığımdandır. Eğer şüphelerimde haklıysam aptallarla değil delilerle uğraşıyoruz demektir. En tehlikeli insan, aptalca veya çarpık bir fikri olan dürüst bir adamdır Kitty. İşte dünyada bu curcunaya sebep olan Bolşevizm de anarşizmin meşalesini taşıyan ve onun yollarını aydınlattığına inanan çarpık fikirli dürüst adamlarla doludur. Neden her şeyi yerle bir ediyorlar? Çünkü her güzel yapı onlara sadece eski sefaletlerini hatırlatıyor, bu yüzden de onları yıkıyorlar. Hiçbiri aslında ne istediğini bilmiyor. Önlerinde binlerce serap var ve hepsi aynı. Zincirlerini kırmak için binlerce yıl geçmiş ama onlar on dakika içinde ütopyaya kavuşmak istiyorlar. İnsanda ağlama isteği uyandırıyor. Sosyalizm, insanların kardeşliği teoride güzeldir ama bunlar bazı oyunlarda da olduğu gibi, ezberden okuyorlar ama oyunculuk kabiliyetleri yok. Kafa kesmek ve bunun inançları uğruna olduğuna inanmak!”

“Zavallılar!”

“Öyleler. Onlara ihanet etsem de acıyorum. Demokrasi, yavaş ve emin adımlarla. Hintinciri gibi, hataları onu dikenli yapıyor ancak her yıl dikenler azalıyor. Hareketsiz kalamayız ya da eski halimize dönemeyiz, ilerleyecek ve yükseleceğiz. Bu şehri kurtaracağız. Şehrin bir babanın zamanlarındaki halini bir de şimdiki halini düşün. Ah, zil çalıyor. Sanırım Harrison geldi. Bu herifi taşıyabilirsek, bu geceyi geçirmek için bir otele gidebilir misin?”

“Burada kalacağım Cutty, konu kapandı.”

Cutty iç çekti.

Dokuzuncu Bölüm

Bodur adam karakolda canı sıkılmış halde oturan polis memuruna bir isim ve bir adres verdi, bir puro çıkardı ve yaktı, gündelik birkaç mevzu hakkında masum düşüncelerini dile getirdi ve acele etmeden karakoldan ayrıldı. Bir kahkaha patlatmak istiyordu. Bu ahmaklar neden Yetmiş Dokuzuncu Cadde’de olduğunu iddia ettiği evin arka bahçesinde olup olmadığını hiç sorgulamamıştı. Konuşmalarına ve hareketlerine dikkat ede ede bugünlere gelmişti. Anlaşılan New York’ta savaştan önce geçirdiği o yıllar boşa gitmemişti. Mankafalar!

Adalet Bakanlığı paketin nerede olduğunu ve neyin katledildiğini tespit etmeden önce kurt adamı tuzağa düşürmek istemediğinden şu an açık emirle serbest bırakıldığının farkında değildi, yavaşça köşeyi dönüp Sekseninci Cadde’deki bir eczaneye kadar koştu. Orada, ellerine ve yüzlerine bakılırsa kömürcüye benzeyen iki adamla buluştu.

“Onu hastaneye götürecekler. Nerede olduğunu bulup bana haber verin. Unutmayın, bu sizin göreviniz ve beceremezseniz size yazıklar olsun! Paket nerede?”

Adamlardan biri sıradan bir kese kâğıdına sarılmış nesneyi uzattı.

“Hah! Çok iyi. Şimdi biraz keyfime bakacağım. Onu nereye götürdüklerini öğrenir öğrenmez bana telefon edin! Hâlâ yaşıyor, beceriksiz herifler! Eliniz boş döndünüz!”

“Aradık, üzerinde hiçbir şey yoktu.”

“Odalardan birine saklamıştır. Bu konuyla daha sonra ilgileneceğim. Bir iki saat hastaneyi izleyin, sonra durumuyla ilgili bilgi almak için telefon edin. Bu araba benim mi? Çok iyi. Söylediklerimi unutmayın!”

Takside bodur adam dizlerinin üzerine koyduğu nesneyi sıvazlayıp ara sıra sesli bir şekilde kıkırdadı. Bütün o yolculuğa, şafaktan beri uğraştığı her şeye değecekti. Stefani Gregor! Bu yedi upuzun yılın ardından ona ihanet eden adam! Göğüs kafesine uzanıp kalbini bir domates gibi sıkıp suyunu çıkarabilse! Anlatacak çok şey vardı! Şehir merkezinden epey uzaklaştı, depoların olduğu bölgeye girdi, sonra taksiyi bırakıp yoluna yürüyerek devam etti. İki terk edilmiş depo arasında 40’lı yıllardan kalma tuğladan bir köşk vardı. İlk sahanlığın altında bir adam gaz lambasının altındaki sandalyesine oturmuş gazetesini okuyordu. Bodur adamı görür görmez ayağa fırladı ancak duyduğu bir cümle endişesini giderdi ve kapıya buyur edercesine kafasını salladı.

“Kilidi aç, aklımı kaçırmadığımı göreceksin.”

Bodur adam bir müddet karanlık odanın içinde dikildi. Işık, mumun durduğu masa ve sandalye dışında hiçbir mobilya olmayan odayı gözler önüne serdi. Sandalyeye bağlı bir adam vardı. Ufak tefek ve düzgün giyimli bu adam, Liszt gibi saçlarını geriye doğru taramıştı. Çenesi göğsüne dayalıydı, vücudu gevşemişti. Görünüşe göre onu sandalyede tutan şey iplerdi.

Bodur adam elindeki paketi masanın üzerine koydu ve esire yaklaştı.

“Stefani Gregor, kaldır kafanı, ben geldim!” Meydan okuyan bir goril gibi göğsünü yumruklamaya başladı. “Ben, Boris Karlov!”

Esirin göz kapakları yavaşça yukarı kalktı ve yumuşak, mavi gözleri ortaya çıktı ancak birdenbire gözlerindeki yumuşaklık yerini sertliğe bıraktı ve vücudu dikleşti.

“Evet, sırtından vurduğun Boris. Ama kıl payı kurtuldum Stefani, işte yine bir aradayız.”

Bu deli adama Stefani Gregor’un ona ihanet etmediğini, sadece ölümü emredilenleri uyardığını söylemenin ne faydası olurdu? O kafanın içinde artık akıl yoktu. Ölecekti, muhtemelen birkaç dakika içinde. Olsun. Zaten yedi yıldır buna hazır değil miydi? Ama o zavallı çocuk, binlerce kilometre yolu sadece bu tuzağa düşmek için gelmişti. Acaba notu bulmuş muydu? Onu öldürmüşler miydi? Şüphesiz öldürmüşlerdi, yoksa Boris Karlov burada olmazdı.

“Onu bu gece senin evinde öldürdük Stefani. Yiyecek bir şeyler araması gereksin diye evde ne var ne yoksa attık. Soyunun son temsilcisi! Artık çamur değiliz, çamura basan topukların ta kendisi biz olduk. Dünyayı fethediyoruz. Bugün Avrupa bizimdir, yarın da Amerika!”

Küçük, kasvetli bir gülümseme sandalyedeki adamın dudaklarını kıpırdattı. Keskin absürtlük algılarıyla, solduran mizahıyla Amerika!

“Biz şehirde açlıktan ölürken artık o opera dansçıları senin gıygıyın eşliğinde dans etmeyecek Stefani. Gıygıycı, hizmetçi, öğretmen; Rusya’nın nehirleri ve denizleri kırmızıdır! Doğuyu ve batıyı dolaşıyoruz, sancağımız kırmızı. Kök ve budaklanan dallar! Yüzyıllardır nasıl suratımıza basıp geçtilerse şimdi biz de onlarınkine basıp geçiyoruz. Orada elimizden kaçmıştı ama ben Nemesis’tim. Bu gece öldü.”

Sandalyedeki adamın bedeni biraz rahatlamıştı. “O masum ve dürüst bir gençti Boris. Onu bu hale ben getirdim. Eğer yaşamasına izin verseydin güzel şeyler yapardı.”

“O soysuz mu?”

“Neden öyle diyorsun? Çocukken sen de onu severdin!”

“Kök ve budaklanan dallar! Küçük kız kardeşim Anna’yı da severdim. Ama o mermer duvarların ardında ona neler yaptılar? Onun için gıygıyını tıngırdattın mı? Onu serbest bıraktıklarında ne haldeydi? Benim güzeller güzeli küçük Anna’m! Senin o lanet yeşil taşların yüzünden yandı o cehennem ateşi Stefani! Onları öğrendi ve görmek istedi, sen de ona söz verdin!”

“Ben mi? Asla Anna’ya söz vermedim! Derdin bu muydu yani? Boris, onu orada gördüm ama ne için geldiğini bilmiyordum. Çocuk o zamanlar İngilitere’deydi.”

“Soysuz, soysuz!” diye kükredi bodur adam. “Ama bilmeliydin! O hoppa subaylar ve lanet olası amirleri! Onları çamura batmış halde bıraktık Stefani, o halde! Kadınlar bize yalvardı. Ne melodi ama! O gururlu tipler Boris Karlov’a hayatta kalabilmek için yalvarıyordu, hem de yüzleri çamura bulanmış halde! Astrahan tepelerinde bizim kanımızdan, canımızdan doğdun ama gıygıyını ve tok karnını sevdiğin, o zümrütlerin bekçiliği hoşuna gittiği için bizi reddettin. O eve sahip olduktan sonra gelen ölümün, sefaletin ve işkencenin dolambaçlı yolları! Ve işçi sınıfı bedeli her zaman kanı ve kadınlarıyla ödemek zorunda kaldı! Sen, halktan gelen sen bize ihanet ettin!”

“Sana ihanet etmedim! Sadece bana iyi davranan insanları kurtarmaya çalıştım.”

Karlov’un gözlerinde kurnaz bir parıltı belirdi. “Zümrütler!” Cebine dokundu. “İşte buradalar Stefani! Ve halkımızın karnını doyurmak için parçalanacaklar.”

“Zavallı çocuk! Demek onları yanında getirmiş! Bana ne yapacaksın?”

“Zayıflamanı izleyeceğim Stefani. Ölmeyi tercih edersin ama onun yerine yemek isteyeceksin. Sadece hayatta kalmana yetecek kadar yemek vereceğim. Açlığın ne demek olduğunu öğrenmelisin.”

Bodur adam masadan paketi aldı ve kâğıdı yırttı. İçinden şarap rengi bir keman çıktı.

“Boris!” Sandalyedeki adam kıvranıyordu.

“Seni uyandırdım mı Stefani?” dedi şefkatli bir sesle.

“Stradivari, gıygıyların en büyük dükü! O ve onun o lanet olası subayları! Eskiden bağırıp dururlardı: ‘Stefani bize gıygıyını tıngırdatsın!’ Sen de çalardın! Karnını tok tutmak için dehanı çamurda sürükledin!”

“Birini kurtarmak için Boris, o oğlanı kurtarmak için. Ben çaldığımda amcası o çocuğu seks partilerine sürüklemiyordu. Evet, çaldım, çaldım çünkü annesine söz vermiştim!”

“İtalyan şarkıcı! Öldüğü için şanslıydı. O meşaleyi, süngüyü, çamuru görmedi. Ama o çocuk gördü, hem de İngiliz aksanıyla! Nasıl kaçtığını bilmiyorum ama bugün öldü işte ve zümrütler de benim cebimde. Bak!” Karlov müzik aletini diğerinin yüzüne yaklaştırdı. “Buna iyi bak gıygıycıların dükü! Bak gıygıycı, iyi bak!”

Kocaman eller kemanı aniden paramparça etti. Bir çatırtı duyuldu ve çok nadir bulunan o keman bir çıraya dönüştü. Esir hıçkırıklara boğuldu. Karlov’un bir gıygıy olarak gördüğü şey onun için gönül bağıydı. O delinin bıraktığı enkazı yere fırlatıp topuklarıyla parçalamaya devam ettiğini gördü. Gregor gözlerini kapadı ama kulaklarını tıkayamıyordu, adamın topuğunun altındaki çatırtılardaki o soğuk ve şeytani öfkede çıldırmış halkın ayaklanışını hissetti.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Bazı Commonwealth üyesi ülkelerde milli bayram olarak kutlanan günlere verilen isimdir. (e.n.)

2

Kadife. (e.n.)

3

Victor Hugo tarafından 1831'de yazılan Notre Dame'ın Kamburu romanında çingene Esmeralda'ya âşık olan çirkin, kambur, aksak ve sağır zangoç. Romandaki Quasimodo, vahşi ve asil ruhluluğun trajik bir örneğidir. (e.n.)

4

Balıkçı tarzında donatılmış bir teçhizatla savaşan bir Roma gladyatörüydü. Ağırlıklı bir ağ, üç oklu mızrak ve bir hançer. Retiarius hafif zırhlıydı, bir kol koruması ve bir omuz koruması giyiyordu. (e.n.)

5

Shakespeare’in Fırtına isimli oyununda yer alan karakterler. (e.n.)

6

Antonius Stradivarius İtalya doğumlu müzik aletleri yapımcısı. 18. yüzyılın Avrupa'da kendi konusunda en ünlü üreticisiydi. (e.n.)

7

İngiliz askerlerinin Mehdi Savaşı’nda Sudanlı Mehdi’yi destekleyen, kabarık saçlı Beja savaşçıları için kullandığı bir terim. (ç.n.)

8

1849’da İngiltere tacına konulan meşhur Hint elması. (ç.n.)

9

Metindeki yazım yanlışları, orijinal metinde yabancıların bozuk bir İngilizceyle konuştuğunu gösteren yazım yanlışlarını yansıtmak için yapılmıştır. (ç.n.)

10

Yunan trajedilerinde Nemesis çoğunlukla suçun intikamcısı ve kibrin cezalandırıcısı olarak görünür. (e.n.)

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
5 из 5