bannerbanner
Tehlikeli Zümrütler
Tehlikeli Zümrütler

Полная версия

Tehlikeli Zümrütler

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 5

“Hangi hastaneye götürmüşler?”

“Tüh ya! Onu sormayı unuddum.”

“Ben öğrenirim. İyi geceler.”

Kitty onu hangi hastaneye götürdüklerini öğrenemedi. Tüm özel hastaneleri ve devlet hastanelerini aradı ancak o akşam ne Gregor ne de Gregory diye bir hasta girişi yapılmıştı. Tarife uyan biri de yoktu. Sis, Stefani Gregor’u yutmuştu.

Altıncı Bölüm

Kitty Conover’daki muhabirlik içgüdüsü doğuştan gelen kadınsal merakıyla birleşince onu meselenin derinlerine inmeye sevk etti. Gazetesiyle arasında dağlar kadar mesafe vardı, sadece anlaşılmaz olanı bir olay örgüsüne çevirip sonuçlandırmak için olağanüstü bir istek duyuyordu. Kendi halinde yaşayıp giden yaşlı Gregor’un ortadan kaybolması ve John Two-Hawks’un (Bu da ne saçma bir isim!) kusursuz İngiliz aksanıyla, Latin jestleriyle, mosmor gözüyle ortaya çıkıp onu gözünün bu halinin oradan, o kırık dökük dünyadan gelen çapraz bir elektrik akımı, politik bir mesele olduğuna inandırması… Can çekişen zihniyet. Bu, Johnny Two-Hawks’un o gün bir yerlerde hayatı için savaştığından başka ne anlama gelebilirdi ki? Gregor, Two-Hawks’u yalnız bırakmak, kafasını karıştırmak ve direnme gücünü azaltmak için mi kaçırılmıştı? Yoksa Gregor’un dairesinde çok değerli bir şey vardı ve Johnny Two-Hawks arkadaşını kurtarmakta geç mi kalmıştı?

Zihninden, berbat bir bataklıktan gelen kötü bir kokuyu andıran bir kelime geçti. Kelimeyi fark ettiğinde, beklenmedik bir anda bir kobrayla karşı karşıya kalınca hissedilecek türden bir korku ve tiksinti onu ele geçirdi. Enternasyonalizm. Dünyanın tüm pisliği yüzeye çıkıyor. Her şeye, hatta kendisine bile zehirli bir şekilde saldıran yarı kör bir engerek! Yıkan ama neyi nasıl yeniden inşa edeceğini bilmeyen bir muhrip! Kitty, New York’un aşağı kısımlarının bu terörle, demokrasinin tahıl ambarına girmeye çalışan binlerce mide bulandırıcı Avrupalı fareyle kaynadığını biliyordu. Ama sonuca ilişkin belli bir endişesi yoktu. Amerikan mizacının ve sağduyusunun tepki veren kimyasalları bu virüsü elbet etkisiz hale getirecekti. Belki de bu edepsiz girdabın dalgaları ayağına kadar gelmişti, işte anarşistlerin özgürlük meşalesi!

Johnny Two-Hawks. Onu bir daha hiç görmeyecek olsa bile, bir şekilde onu hep bu isimle hatırlayacağını biliyordu. Birlikte geçirdikleri süreçte olanlar gözünün önünden geçmeye başladı. Kibar eller, belki resim yapıyor veya enstrüman çalıyordu. Mantıklı bir zihin yapısına ev sahipliği yapan bir kafa. Hoş bir ses tonu. Terbiye. Ve şüphesiz, tabancadan fırlayan pervaneye atılan kahkaha. Kim olsa gülerdi. Kendini hiç bu kadar aptal hissetmemişti. Hayatı tehlikede olduğu için bir daha asla görüşmeyeceklerini umduğunu ciddi bir şekilde söylemişti. Ne gibi bir tehlikeden bahsediyordu? Muhtemelen toplumun, enternasyonalizmin düşmanlığıydı. Bu kelime zihnine kök salmış gibiydi. Ütopyayı beklerken enternasyonalizm.

Anarşizm ve Bolşevizm insanlığın hastalıklarına kocakarı ilaçları sunuyordu! Ve buna karşılık niyetin iyi olduğunu düşünerek bu inançları savunan aklı başında adamlar vardı. Çıngıraklı yılan kendi niyetinin onurlu olmadığını düşünür müydü hiç?

İnsanın maymundan farkı, her şeyde düşünce ve eylem sürekliliğini sağlayabilmesidir. Maymun bir işe başlar ama sonunu getiremez. İlgisi devamlı değildir. Birini bırakır diğerine gider. Kini, vahşi ve kurnaz oluşu, merhametsizliği ve sebatı istisnadır.

Kitty bir gerçeğin farkına varmıştı. Bu meseleyi tek başına araştırmayı göze alamazdı. Öte yandan, yanında yazı işleri bölümündeki adamlardan birini, yazılı haberden başka bir şey görmemiş bir muhabiri de istemiyordu. Gregor bir mahkûm olsa, ölüm sebebi gazetelere konu olabilirdi ve bu da kesinlikle Johnny Two-Hawks’a tepkilerin yağmasına sebebiyet verirdi. Peki kiminle işbirliği yapacaktı?

Cutty’den daha iyi bir aday olamazdı! Fiziksel olarak kuvvetliydi, kurnaz ve tetikte bir zekâsı vardı; ayrıca diller ve milletlerle ilgili çok şey biliyordu. Ona yardım edebilecek bir adam vardı ve bu adam Kitty Conover’ın vaftiz babasından başkası değildi! Cutty’nin telefon numarasının olduğu kartı bulmak için sabırsızlıkla çantasının içindekileri boşalttı. Rehberde kayıtlı değildi. Akşam çıkmadan onu yakalayabilirdi.

Telefonu Japon bir adam açtı.

“Hoff, Cutty dışarrda.”

“Nerede?”

“Ben bilmiyor.”

“Çıkalı ne kadar zaman oldu?”

“Kusra bakmayın.”

Kitty ahizenin kapanma sesini duydu. Ama o Conover’ın kızıydı, durup bekleyecek hali yoktu. Üniversite Kulübü’nü aradı, orada değildi. Harvard Kulübü’nü aradı, orada da değildi. The Players’ı ve The Lambs’i de aradı, sonunda onu bulmuştu.

“Alo kimsiniz?” dedi Cutty sabırsızca.

“Kitty Conover.”

“Ah! Ne oldu? Yoksa yarın öğle yemeğine gelemiyor musun?”

“Bu eski apartmanda çok tuhaf şeyler oluyor Cutty. Korkarım bir ölüm vakası. Yoksa seni rahatsız etmezdim. Hemen gelebilir misin?”

“Bir taksi bulur bulmaz geliyorum.”

“Teşekkürler.”

Telefonu kapattıktan sonra Kitty tüm odaları gezip ışıkları kapattı. Mutfak penceresinin önüne bir sandalye çekti ve dışarıyı izlemek için oturdu. Apartmanın karşı tarafı kapkaranlıktı ama bunda bir gariplik yoktu. Johnny Two-Hawks, karanlıkta dolanmanın daha güvenli olacağını anlayacak kadar sağduyu sahibiydi. Belki de çoktan uykuya dalmıştı. Demiryolundan yine “Tumpi-tum-tump! Tumpi-tum-tump!” sesleri gelmeye başladı ve Kitty’nin kalbi de bu sesle birlikte hızlandı. Cutty’nin bahsettiği cihat çağrısı yapan davulların tarifine bu kadar uyan bir sesin demiryolundan gelmesi ne tuhaftı. Davullar! Belki de Kitty bu iki zümrüdün, tehlike davullarının hikâyesiyle fazla ilgilendiği için bu yankı ona yapışmıştı. Sarayları, müzeleri, bankaları, evleri yağmalayan çeteler; dünyanın tüm pisliği yüzeye çıkıyordu, kanlı gece daha bitmemişti.

Küçük, titrek bir kahkaha attı. Cutty’ye söyleyecekti. Gerçek tehlike davulları zümrütler değil; yaklaşan tehlikenin esrarengiz hissi, öngörünün kemiğe dayandığı uyarısıydı. Tren bu yüzden “Tumpi-tum-tump! Tumpi-tum-tump!” sesi çıkarıyordu. Cutty’ye söyleyecekti. Korku davulları.

Johhny orada, o ise kendi evinde, karanlığın içinde ikisi de bir şeyler olmasını bekliyor; görünmez davul sopaları korku tıkırtıları çalıyordu. O Kitty’nin aklına düşmüşse, Kitty de onun aklına düşmüş olamaz mıydı? Ayağa kalktı. Yapacaktı. Böyle bir durumda bu karar saçmalıktı. Fikrinden dönmeyeceğe benziyordu.

Umursamazlık. İlk kez, ölümle burun buruna gelen bir adamda umursamazlığın iyi bir özellik olduğunu düşündü. Gidecek, sakallı yüzü, morarmış gözü ve umursamazlığıyla burada kimsesiz halde kalakalmış Johnny Two-Hawks’u getirip Cutty ile tanıştıracaktı. Hemen gidip onu alacaktı. Bu sayede epey zaman kazanmış olacaktı.

Binada bir katta iki tane olmak üzere toplam on daire vardı. Oturma odaları L şeklindeydi. Kitty ve Gregor’un çıkıntıları dip dibeydi. Asansör boşluğu içerideydi ve avluya bakıyordu, sahanlık asansör boşluğunun Gregor’un dairesine bakan tarafındaydı. Girişler sahanlık boyunca karşı karşıyaydı.

Kitty kapıyı açar açmaz iki adamın son derece ihtiyatlı bir tavırda Gregor’un kapısından çıktığını görünce eli ayağına dolaştı. Onu gördüklerinde sahanlıkta çılgın bir koşuşturma başladı. Adamların zemin kata inen ayak seslerini duyuyordu ve her bir adım kalbine dokunuyordu. Birinin elinde bir paket vardı.

Nefes alışverişi sıklaştı, korktuğunun farkındaydı. Johnny Two-Hawks o adamların yanında değildi. Korkunç bir şey olmuştu, bundan emindi. Giderek azalan cesaretini sinir enerjisiyle güçlendirerek Gregor’un kapısına koşup zili çaldı. Cevap yoktu. Tekrar çaldı, kapıyı zorladı. Kilitliydi. Göğsündeki çarpıntı kesildi, oldukça sakin bir haldeydi. Daireye yangın merdiveninden girmeye karar verdi. Johnny’nin çıktığı pencere hâlâ açıktı. Mutfaktayken bunu aklına yazmıştı. Dairesine dönerken adam kapana basmıştı.

Tabancayı almak için mutfağa koştu. Onu nasıl kullanacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu ancak artık ondan korkmuyordu. Cesurca yangın merdivenine çıktı. Amacına ulaşmak için merdivenin altından yürümek zorundaydı. Tehlike, genellikle insanın aklına tuhaf şeyler getiriyordu. Bir yandan yürürken bir yandan da merdiven altıyla ilgili batıl bir inanç olup olmadığını düşündü.

Pencereye yaklaşınca kulağını duvara dayayıp dinlemeye başladı. Ev sessizdi ve bu, pek de hayra alamet değildi. Pencere açıktı, perde de. İçeride neler oluyordu? Beş dakika kadar bekledikten sonra tırmanıp içeri girdi.

Yatak odası kendisininkiyle benzer olduğundan prizin nerede olduğunu biliyordu. Bir iki sandalyeye takılıp tökezleyebilirdi ancak ışığı bulacaktı. Bir elinin parmakları önde, diğeri ise tabancayı tutar halde yabancı bir odanın bilinmez kayalıklarında gezinmeyi başardı.

Işığı açtıktan sonra bir süre sadece gözlerini kırptı, sırtını duvara yaslamıştı; belirli bir şey yoktu ama tabanca titriyordu. Gördüğü kadarıyla oda boştu. Bir münakaşa yaşandığına dair kanıtlar vardı ama bu ilk saldırıdan mı ikinci saldırıdan mı kaynaklanıyordu anlayamadı.

Neredeydi? Olduğu yerden yatağın uzak tarafındaki zemin görünmüyordu. Çekinerek yatak ucunu dolandı ve korkudan kısa süreli bir felç geçirdi. Tabanca elinin arasından kayıp halıya düştü.

Zavallı Johnny Two-Hawks, tuhaf bir şekilde buruş buruş olmuş yüzü ve alnında zikzaklar çizen kanlarla yerde yatıyordu; görünüşe göre ölmüştü!

Yedinci Bölüm

Kitty hayatında daha önce iki kez ölümü izlemek zorunda kalmıştı ve acıma ya da korku hissetmeden ölmüş birine asla duygusuzca bakamayacağına ikna olmak için şu an gördüğü manzaraya ihtiyacı vardı. Gazetecilik, en azından muhabirlik departmanı erkekler ve kadınlar üzerinde tuhaf bir etkiye sebep oluyor; trajik içgüdüleri ve algıyı keskinleştirerek şefkat ve duygusallığı sonsuza dek köreltiyordu. Trajedi konusunda Kitty’nin burnunun iyi koku alması doğaldı ama tüm hassasiyetini ve duygusallığını korumak için zamanında muhabirlik görevinden alınarak departmanı değiştirilmişti. Aksi halde alnında uğursuz bir kan lekesiyle yerde uzanan o buruşuk şeyi sadece haber değeri taşıyan bir obje olarak görür ve ona bu açıdan yaklaşırdı. Kesin olarak ölmüş müydü? Kelimenin tam anlamıyla kendini adamın bedenine yaklaşmaya zorladı ve baktı. Dizlerinin üzerine çöktü çünkü en güçlü iradenin bile ara sıra boyun eğmek zorunda kaldığı fiziksel uyumsuzluk patlamalarından birine boyun eğmek üzere olduğunu hissediyordu. Artık trajediden değil, kendini hıçkırıklarla ifade etmeye çalışan o büyük acıma duygusundan korkuyordu ve eğer bu duyguya teslim olursa, gece boyunca histerikleşeceğini ve kafasındaki planı uygulamayı beceremeyeceğini biliyordu.

Güçlü ve sağlıklı bu genç adam, mutfağından çıktıktan sadece birkaç dakika sonra bu şekilde katledilmişti! Ona bir yabancı gözüyle bakamazdı. Ona yiyecek vermişti; onunla konuşmuştu, hatta onunla gülmüştü. Muhabirlik günlerinde rastladığı ölülerden farklıydı. Yörüngeleri belirsiz bir biçimde birbirine temas etmişti, üstelik bu talihsiz genç adamın dostu olan ihtiyar Gregory’yi veya Gregor’u da tanıyordu. Ve bu genç adam en son, bir daha asla karşılaşmamalarını umut ettiğini söylemişti!

Belli ki alçak katiller onu izliyordu. Adam yemek için ona geldikten kısa bir süre sonra daireye girmiş olmalılardı. Muhtemelen Gregor’un anahtarı onlarda da vardı. Ve onu izleyip beklemişlerdi, tam da pencerenin pervazından geçtiği anda onu yere sermiş olmalılardı.

Eli o kadar aptalca titriyordu ki o an için adamın kalbinin atıp atmadığını anlamak imkânsızdı. Bir anda yoğun bir öfke dalgası, saldırının korkaklığına karşı hissettiği kızgınlık bedenini kapladı ve baş dönmesi geçti. Avuç içini dümdüz bir şekilde Johnny Two-Hawks’un kalbinin üzerine koydu. Yaşıyordu! Vücudunu düzeltip başının altına bir yastık koydu. Sonra su ve havlu aramaya başladı.

Alnında kesik yoktu, sadece kan vardı ama kafasının üst kısmı epey darbe almıştı. Yaşıyordu ama hemen müdahale edilmezse ölebilirdi. Zavallı genç adam!

Binada iki doktor oturuyordu, ikisinden biri ona yardım edebilirdi. Kapıya koştu, kilitli olduğunu unutmuştu. Telefon kablosunun kesik, ses borusunun ezilmiş olduğunu gördü. Telefon işe yaramaz haldeydi. Yardım çağırmak için kendi dairesine dönmesi gerekiyordu. Işığı açık bırakmaya cesaret edemedi. Alçak herifler geri dönebilir ve ışığı görürlerse birinin kurbanlarını bulduğunu anlayabilirdi. Ve doğal olarak, saldırılarının ölümle sonuçlanıp sonuçlanmadığından emin olmak da isteyeceklerdi.

İlk katın merdivenlerindeyken Cutty’nin asansörden çıktığını gördü. İnce buzla kaplı zemini güçlü bir adımla geçerek yangın merdiveninden süzüldü.

Kapı açılıp da bir çift kol üzerine atılıp onu çekiştirdiğinde ve yakasının dibinde boğuk bir sesle “Cutty, birini gördüğüme hiç bu kadar sevinmemiştim!” dediğinde, herhalde o akşam New York’ta kimse bir savaş muhabiri kadar şaşkın olamazdı.

“Bunu neye borçlu…”

“Gel! Kendi başımıza halledebiliriz. Çabuk ol!” dedi Kitty onu kolundan tutup sürüklerken.

“İyi de…”

“Bir ölüm vakası! Konuşacak vaktimiz yok!”

Resmi kıyafetlerinin içinde tertemiz görünen Cutty epey tedirgin bir halde onun peşinden gitti. Mutfak penceresinden geçen Kitty ona da gelmesi için işaret yapınca daha fazla dayanamadı.

“Kitty burada ne haltlar dönüyor?”

“Onu daireme getirdiğimizde tüm sorularını cevaplayacağım. Onu öldürmeye çalıştılar, oracıkta ölüme terk ettiler!”

Cutty’nin sadece kâşiflere ve birinci sınıf gazete muhabirlerine özgü son derece gelişmiş bir kabiliyeti vardı; uyum sağlayabiliyor, medeniyetin gerekliliklerini anında bir kenara atıp içgüdüsel ve doğal olanın parmaklıklarını indirebiliyordu. Kitty’nin arkasında çiseleyen yağmurun altında sahanlıkta yürüyen Cutty’yle, daireye ilk gelen Cutty aynı kişi değildi. Kitty bu olağanüstü değişimi sonradan fark etti ve aylaklık söz konusu olduğunda rahat tavırları ve özensizliğiyle bilinen Cutty’nin çıtırdayan bir kabuğun ardında kış uykusuna yatan heybetli bir hayvan olduğunu keşfetti.

Normalde Cutty bu kadar ince bir kabuğun içinden geçmeyi reddeder, büyük işler arasında şekerleme yapmayı severdi. Ama bu sevimli kadın Conover’ın kızıydı ve doğuştan muhabir kanı taşıdığından yedinci duyusu işin içindeydi. Havada büyük bir olayın kokusu vardı.

“İlerle!” dedi Cutty sertçe. “Arkandayım. Koridor pencerelerinden geçerken eğil, arka taraftaki evlerden birinden seni görenler olursa kötü olur. Koskoca Tommy Conover’ın kızı, aynı babası! Merdivenin altından mı geçiyorsun! Olay her neyse bu hareketinle her şeyi mahvettin… Sadece makara yapıyorum Kitty! Asık suratlı olmak hiçbir zaman işe yaramaz, cenazede bile… Bu pencere mi? Tamam. Işıkları nereden açacağımızı biliyor musun? Harika.”

Cutty yerde yatan adamı görünce hemen dizlerinin üzerine çöktü. “Kafasına kötü bir darbe almış ama yaşıyor. Bu da ne? Bu şapka? Poughkeepsie’den. Vay canına, şapkanın içini mendillerle doldurmuş! Demek ki kafasına bir şeyler düşeceğini biliyordu. Şimdi anlat bakalım, neler oluyor?”

“Daireme götürelim anlatacağım.”

“Dairene mi? Tanrım! Olay ne?”

“Onu burada öldürmeye çalıştılar. Ve bunu başardıklarından emin olmak için tekrar gelebilirler. Nereye gittiğini bilmemeleri lazım. Ben kuvvetliyimdir, bacaklarından tutarım.”

“Cık cık cık! İkimiz de o yangın merdiveninde geri geri yürüyemedik! Adam oldukça iri görünüyor ama elimden geleni yapacağım. Şimdi soru sormadan veya yorum yapmadan ne diyorsam onu yap. Onu pencereden çıkarıp senin pencerenden sokarken bana yardım etmen gerekecek. O arada onu tek başıma taşıyabilirim. Umarım kimse bizi fark etmez çünkü bu oldukça tuhaf görünebilir. Şimdi tut. İşte bu kadar. Pencereden geçtiğimde bacaklarını aşağı it.”

Kitty nefes nefese bir halde ne söylediyse yaptı. “Aferin!” dedi Cutty. “Cesaretini beğendim. Şimdi önden hızlıca git ve pencereden onunla girmeme yardımcı ol. Bu kerata da amma gürbüzmüş! İşte başlıyoruz!”

Cutty bir fırlatma hareketinden sonra eğilerek ikinci kez kuvvetle yükselip ayağa kalktı. Kitty yaşı epey ilerlemiş bir adamda gördüğü bu güç gösterisinden epey etkilenmişti. Böyle bir fiziksel kuvvetin sadece genç erkeklerde olduğunu düşünüyordu. Yirmi dört yaşında olmanın verdiği naif bir şımarıklıkla, elli yıl boyunca temiz yaşamanın ve düşünmenin asıl matematiğini görmezden gelerek elli yaşındaki erkeklerin genellikle yirmilerindeki erkeklerden çok daha güçlü ve sert olduğu fizyolojik gerçeğini gözden kaçırmıştı. Olgun adamlar enerjilerini asla boşa harcamazdı. Ayrıca eylemlerindeki kesinlik ve etraflıca düşünme kabiliyetleriyle kalan güçlerini ihtiyaç duyacakları en önemli âna kadar korurlardı.

Bir parantez açmak gerekirse, genç bir kadın için bir kahraman ne ifade ederdi? Bu kelime ona genellikle okuduğu bir kitaptan bir şeyler çağrıştırır; ya sokağın diğer tarafında yaşayan, tanınmayan yakışıklı bir delikanlıyı ya bir tiyatro oyunundaki başrol oyuncusunu ya da bir filmin idolünü anımsatırdı. Bir kahramanın yakışıklı olması gerekirdi, bu ilk zorunluluktu. Bir de cesur ve güler yüzlü, zengin ve aristokrat olursa çok daha iyiydi. Nedense bazı genç kadınların zihninde kahraman olmakla cesur olmak eşanlamlı kelimeler değildi. Örneğin her genç kadın babasının cesur olduğu konusunda hemfikir olurken onlara babalarının faturaları düzenli olarak yatırdığı için bir kahraman olduğunu söylerseniz, bu fikrinizi yüzünde hoşgörülü bir tebessümle karşılarlardı.

Kitty, Cutty’nin hareketlerini içinde hayret barındıran bir merakla izledi. Eğer genç adam Cutty’yi sırtında taşısa, o zaman coşkulu bir hayranlıkla onları izleyecekti. Yaş kişinin bilgeliğini taçlandırıyordu; gençlerin buna bir itirazı yoktu ancak fiziksel güç konusundaki bu hüner, gençlerin payına düşeni gasp etmekti. Kitty hissettiği içgüdüsel kırgınlığın farkında değildi. O anda Cutty onun için dünyadaki en olağanüstü yaşlı adamdı.

“İlerle!” diye fısıldadı Cutty. “Bu filmde dublörlük görevi neden bana düştü bilmek isterim.” Önden giden Kitty, ikinci katın sahanlığındayken kimsenin onları görmemesi için dua etti. Binanın alt ve üst katında altın sarısı ışıklar parlak bir kare oluşturuyordu. Çiseleyen yağmur canını sıktı, hava güzel olsa herkes çamaşırlarını asacağından gizlenmeleri daha kolay olurdu. Yetmiş Dokuzuncu Cadde’den bakan biri onları görebilirdi. Bu işi gizlice halletmeleri gerekiyordu yoksa çabaları boşa gidecekti.

Mutfağa girer girmez Cutty bir çocuk taşıyormuş gibi yükünü kucakladı ve kullanılmayan yatak odasına doğru Kitty’yi takip etti. Olanları anlatmasını beklemeden telefon istedi.

“The Lambs’ten bir cerrahı çağıracağım. Fransa’dan yeni döndü ve kafatası kırıkları konusunda çok tecrübeli. Ona kesinlikle güvenebiliriz. Benden haber alana kadar orada beklemesini söylemiştim.”

“Cutty canımsın. Babamın seni bu kadar sevmesine şaşırmamalı.”

Kısa süre içinde odaya döndü. “Göz ayıp kapayıncaya dek gelir. Şimdi anlat bakalım burada neler dönüyor?”

Kitty kısaca olanları anlattı.

“Merhamet mevzuları. Anlıyorum. Hidrofilli pamuk var mı? Yarayı yarım yamalak da olsa temizleyebilirim. Ilık su ve kastil sabunu lazım. Harrison gelmeden önce onu hazırlayabiliriz.”

Cutty kendi kendine birkaç bulguya rastladı. Kurbanın ekoseli gömleğinin yakası yırtılmıştı ve boğazıyla göğsünde tırnak izleri vardı. Yakından bakınca boynunda ince bir kırmızı çizgi gördü, kayış iziydi. Onu boğmaya mı çalışmışlardı yoksa yanında değerli bir şey mi vardı? İpek iç çamaşırı ve temiz bir vücut; iyi bir aileden gelme, yabancı. Vicdanen biraz tereddüt ettikten sonra ceplerini karıştırdı. Tek bulduğu biraz tütün kırıntısı ve ıslak bir kibrit kutusuydu. Belli ki adamlar neyi var neyi yoksa almıştı. Ceplerinde hiçbir terzi etiketi yoktu ama etiket izleri duruyordu. Muhtemelen yataktaki adam etiketleri kendisi yok etmişti, kimliğini belli etmek istemiyor olmalıydı.

Kaçak bir suçlu muydu? Cutty yastığın üzerinde yatmakta olan yüzü inceledi. Sakalını kesse yakışıklıydı, hiç suçlu tipi yoktu. Düşüncelerine biraz alay karıştı, belli ki Kitty sakalların ardındaki potansiyeli görmüştü. Yoksa doğrudan polisi arardı. Hiç annesine benzemiyordu ama güzelliği ve zekâsı annesinin kızı olduğunu belli ediyordu. Davullarla kaplı duvarlarını gördüğünde gözleri neredeyse yuvalarından fırlayacak olan kız, Conover’ın kızı.

Two-Hawks. Hatırına gelmeye çalışan şey neydi? Two-Hawks. Bu ismi daha önce duyduğuna emindi. Hawksley hiçbir şey ifade etmiyordu ama Two-Hawks isminde tuhaf bir çekim vardı. Boşluğa baktı. Bu ismi İngilizce dışında bir dilde duymuş olabilirdi.

Bir ses duyuldu. Genç adamın dudaklarından geliyordu. Cutty kaşlarını çattı. Zavallı adam pek de umut verici bir şekilde nefes almıyor, her nefesten sonra inliyordu. Peki, Kitty’nin Gregory olarak hitap ettiği yaşlı adama ne olmuştu? Tuhaf iş.

Kitty elinde bir leğen ve hidrofilli pamukla geldi. “İnliyor!” diye fısıldadı.

“Durumunun son derece sallantıda olduğunu söylemeliyim. Şapkasındaki mendillerin hayatını kurtardığına şüphe yok. Şimdi, doğruyu söylemek gerekirse onun burada olması hiç hoşuma gitmiyor. Diyelim ki öldü. Kıyamet kopacak. Burada tek başınasın, hizmetçin bile yok.”

“Tek başıma mıyım?” dedi yumuşak bir sesle.

“Öyle demek istemedim; şunu düşün, teorik olarak artık vaftiz baban değilim. Pamuğu uzat ve leğeni tut.”

Çok nazik davrandı. Yara biraz kanamıştı ama kanama dinmeyen türden değildi. Kesikten çok darbeden kaynaklı bir çürüğe benziyordu.

“İşte bu kadar, elimden gelen bu. Bu kiracı Gregory kimdi?”

“Sevimli bir ihtiyardı. Broadway Oteli’nde hizmetçiydi. Ah, söylemeyi unuttum! Johnny Two-Hawks ona Stefani Gregor diyor.”

“Stefani Gregor mu?”

“Evet. Neden öyle söyledin?”

“Nasıl söyledim?” Cutty zaman kazanmaya çalışıyordu.

“Sanki bu ismi daha önceden duymuşsun gibi.”

“Tam da düşündüğüm gibi!” diye bağırdı Cutty, uyanık zihni bunu yeni bir keşfe dönüştürdü. “Romantiksin Kitty. Bu adamla ilgili türlü saçmalıklar düşünüyorsun, bu durumun seni şaşırtmasına izin vermemelisin. Adamın adını tuhaf bir şekilde söylediysem, biraz aşırıya kaçtığını düşündüğümden. Yani Güneydoğu Avrupa, Samiriyelilere teşekkür etmek yerine onları kapı dışarı etti, hatırlatırım. Bazen iyilik işe yaramıyor.”

“İyi bir fikrim var. Hayatının tehlikede olduğunu bildiğimiz bu zavallı adamı elbette sokağa atamayız. İşte fazla yardımsever olmanın sorunu bu. İyi bir şey yaptığında büyük bir sorumluluk üstlenmek zorunda kalırsın. Tıpkı Binbir Gece Masalları’nda Sinbad’ın günlerce sırtında taşımak zorunda kaldığı yaşlı adam gibi. Adamın burada kalmasına izin veremem. Bu yüzden eğer Harrison da kabul ederse onu Bolşeviklerden hiçbirinin bulamayacağı daireme götüreceğiz.”

“Bolşevik mi?”

“Lafın gelişi. Çinli de olabilirler. Ayaklanacak duruma gelene kadar ona ben bakabilirim. Seni de bu rahatsızlıktan kurtarmış olurum.”

“Beni rahatsız etmiyor. Oldukça ilgimi çeken bir mevzu ve bu işin iç yüzünü görmek istiyorum.”

“Taşıyabilirsek götüreceğiz. Hiç itiraz etme. Burada kalamaz. Konu kapanmıştır.”

“Neden kalamazmış?” diye sordu Kitty isyankâr bir biçimde.

“Çünkü ben öyle istiyorum Kitty.”

“Stefani Gregor sakıncalı biri mi?”

“Onu tanıyan sensin. Sence?” diyerek tuzaktan kaçtı vaftiz babası. Saf kızcağız! İçinden gülümsedi.

Kitty meraklıydı. Gizlenen bir şey olduğunu hissetmişti ancak girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Cutty, Stefani Gregor ismine şaşırmamıştı; Kitty ismin ona yabancı gelmediğinden emindi.

Yine de içinden bir ses onu bu konunun üzerine gitmemesi için uyardı. Cutty bir süre tetikte olacaktı. Olayın etkisi geçene kadar beklemeliydi. Bu yüzden yatağın yanına bir sandalye çekip oturdu.

Cutty zemindeki korkuluğa yaslandı, yüzünde tarafsız bir ifade vardı. Duyulmayacak bir şekilde iç çekti. Keyifli şekerlemesi sona ermişti. Kitty’nin komşusu, şık bir otelin hizmetçisi Stefani Gregor! O gün yakınlarının Cutty olarak hitap ettiği savaş muhabirinin kucağına tehlike davullarını bırakan Stefani Gregor! Peki, yataktaki bu genç adam kimdi?

“Kapı çalıyor!” diyerek yerinden sıçradı Kitty.

“Bekle!”

Zil arka arkaya sabırsızca çalmaya devam ediyordu.

“Kitty, o zilin çalışını hiç sevmedim. Harrison bu kadar sabırsız bir adam değildir. Kapıda aceleci biri var. Beni dikkatlice dinle. Sessizce mutfağa gideceğim. Korkma. Bana ihtiyacın olursa seslen. Kapıyı hafif aralıklı aç, gelen Harrison ise üniformalı olması lazım. İsmiyle seslen. Eğer tanımadığın biri geldiyse hemen kapıyı kapat.”

Kitty kendisine söylenen şekilde kapıyı açmıştı ancak kapıdakilerden birinin polis olduğunu görünce kapıyı biraz daha araladı. Polisin arkasında şiş ve solgun gözleriyle ve Kitty’ye avokadoyu hatırlatan burnuyla tıknaz, bodur bir adam dikiliyordu.

“Burada ne dönüyor?” diye sordu polis.

Sekizinci Bölüm

İçinde bulunduğu durumla son derece alakasız bir cümle Kitty’nin kafasına bir balyoz gibi indi. Can çekişen zihniyet. Polisin omzunun üzerinden bakan adamla Johnny Two-Hawks’un o gün bir yerlerde karşılaşmış olduğuna dair bir hissiyata kapıldı. Artık o günkü münakaşanın sonuçlarını karşılaştırabilecek durumdaydı ve zaferi Two-Hawks’un hanesine yazdı. Karşısında dikilen adam, onu yardımsever komşuyu oynamaya iten içgüdüyü haklı çıkaran cinstendi. Bu goril herif de nereden çıkmıştı? Gregor’un dairesinden koşuşturarak çıkan adamlardan biri değildi.

На страницу:
4 из 5