
Полная версия
Bir Japon Kızının Amerika Günlüğü
(Şehrin en güzel sokağı olan Van Ness Avenue’de kalıyordu.)
Kaçak bir prenses kadar şen şakraktı. Günışığını ve kokusunu yüzüme estiriyordu.
Böylesi tatlı bir Meriken hanımla tanışma şansına ulaştığım için çok mutluydum.
“Vay be, Japon kimonosu! Keşke deneyebilsem!” dedi.
Deneyebileceğini söyledim.
“Ne kadar güzel!” diye haykırdı.
Bir festival gününü birlikte geçirmeye söz verdik.
“‘Kiraz Çiçeklerine Benzeyen İki Musume’ adlı tek perdelik bir Japon piyesini prova edeceğiz,” dedim.
Giyinmesine yardım ettim. Doğulu kıyafetlerden tamamen bihaberdi.
Vücudu ne kadar da harikulade bir yapıdaydı! Göğüsleri dolgundu, omuzları ise zarafetle yükseliyordu. Ne var ki oldukça geniş olan kalçası, elbisesinin dalgalanmasına yardımcı olmuyordu. Japonlar küçük kalçayı tercih eder.
Benim fiziğim çok zayıf kalıyor.
Kadının güzelliğinin yüzünde olduğuna inanmakla hata etmişim.
Elbette, Japonya’da öyle. Esmer kadın daima yerinde oturur. Sergileyeceği her şeyi, yüzüdür.
Meriken kadının güzelliği ise vücudundadır.
Vücudumun gelişip dolgunlaşması için dua ediyorum.
Japon tiyatrosu, geleneksel ahşap bloklar üç kez vurulmadan başlamaz.

“Vay be! Japon kimonosu!”
Sürahiye hafifçe vurdum.
Bayan Ada, açık bir yelpazeyi sallayarak giyinme odasından geldi.
Ne kadar da komik yürüyordu!
“Geyşa” piyesinde Bayan İsmi Her Neyse böyle hareket ediyordu.
Ada, ufacık benden çok daha uzundu. Kimono, ayakkabılarına zar zor yetişiyordu. Ömrümde bu kadar absürt bir şey görmemiştim.
Kıs kıs gülüyordum.
Büyüleyici Ada, sözümona Japon chic’ine uygun olarak yelpazelenip kıkırdıyordu.
“Peki, ne söylemem gerek, Gündüzsefası?” diye sordu başını kaldırıp bakarak.
“Bilmiyorum, cancağızım!” deyiverdim.
Sonra ikimiz de güldük.
Ada koluyla boynumu yakaladı. Sonra beni öpücük yağmuruna tuttu.
İki genç kız, o lüks kıyafetlerle yerde neşeyle yuvarlandık.
2 Kasım
Keşke bir günlüğüne bir beyefendi olabilseydim!
Âdeta tembel bir prens gibi bir berber dükkânının rahat sandalyesine yerleşir ve berber, usturasıyla meşgulken harika bir şey hayal ederdim. (Berber dükkânı, eczane ve şekerci dükkânı sokaktaki üç güzel şey.)
Böylesi yoğun bir saatte duş alabilen beyleri kıskanıyorum.
Ben hiç dinlenmiyorum.
Amerikan hanımları da öyle!
Her biri sanki her an kapı zilinin çalmasını bekliyormuş gibi endişeli görünüyordu.
Sanırım kadın olmanın cezası bu.
3 Kasım
Küçük kalbim vatanseverlikle dolup taştı.
Bugün Mikado’muzun17 doğum günü.
“Hükümdarımızın Çağı” marşını okudum. “Bin yıl! Banzai! Ban banzai!” diye haykırdım.
Amcamla birlikte bu büyük günü kutlamak için Japon Konsolosluğu’na koşturduk.
4 Kasım
San Francisco beyleri çok kibar.
Hanımların arabada dikilmesine asla müsaade etmiyorlar. (Siyah bir kadın hizmetçi bile saygıdeğer “hanımlar” listesindedir.)
Keşke doğulu beyler bir günlüğüne buna tenezzül edebilse!
Bu beylerden biri bana evlilik teklifi etse, hiç mi hiç kızmam.
Yakışıklı bir yüze bayılırım.
Saçlarını ortadan ayırıyorlar. Tırnak yemek gibi kötü bir alışkanlık da miras almamışlar. Sanırım her yemekten önce dua ediyorlar. Tebessümleri alaycı değil ve kahkahaları rahat.
Bıyıkları ve mavi gözleriyle bir sorunum yok. Ama kırmızı suratlarını hiç beğenmiyorum.
Japonlar pigmedir. Korkarım ki Amerikalılar aşırı uzun. Müstakbel kocam 1,65’ten uzun olmamalı. Burnunun şekli ise Robert Stevenson’ınki gibi olmalı.
Beylerin her birinde asil bir görünüm var. Sanki bir sonraki seçimde başkan olacaklarmış gibi. Başkanlık için tek bir kişiye ihtiyaç olması çok yazık!
Bir rehber ve sözlük kibardır. Merikan bir kocanın da öyle olduğunu sanıyorum.
Henüz bir beyefendi arkadaşım yok.
Sokakta yalnız başına dolaşmak acıklı bir manzara.
Ayakkabı bağcığın çözülse ne yapacaksın?
Bir beyefendinin bir hanımın ayakkabı bağcıklarıyla uğraştığını gördüm. Kadın, “Çok sıkı oldu!” deyince ona tekrar yardım etmekten ne kadar da hoşnuttu.
Amcam böyle bir görevi üstlenir mi acaba?
Zavallı amcam!
Ne var ki yaşlı arkadaşlar revaçta değil.
Amcam kırk beş yaşında.
Bir puro standının etrafında aylaklık eden şu “belalı” genç adamların arasından birini işe alamaz mıyım sanki?
5 Kasım
Amcam siyah bir redingot ve çay rengi pantolonla dışarı çıkıyordu. Redingotu ile pantolonunun uyumsuz olduğunu söyledim.
Bir adam nasıl bu kadar gülünç olabilir?
Bir zencinin duman rengi saçına kırmızı bir kurdele takmasının zevksizlik olduğunu söyledim.
O zaman amcam teslim oldu.
“Hay hay!” dedi.
Aferin oğlum!
Çay renginden vazgeçti.
6 Kasım
Sağanak yağmura tutulduk.
Şehir sırılsıklam olmuştu.
Yayaların belli belirsiz gölgeleri kaldırımlara vuruyordu. Hanımlar, beylere bacaklarını gönüllü olarak gösteriyordu. Eğer sözüm geçseydi, hanımların sağanak yağmurun şiddeti altında şemsiye açmasına müsaade etmezdim.
Yağmur dindi. Kaldırımlar ayna gibi pırıl pırıl olmuştu. Güneşe bakan pencereler ışıltılı kahkahalarını saçıyordu.
Ne kadar güzel!
Bu şehir çok hoşuma gidiyor.
Ne var ki beni hayal kırıklığına uğratan tek şey, Frisco’da asla kar yağmaması.
Kar olmayınca, yıl eksik kalır. Sayonara’sız bir veda gibi.
Canım kar! O Yuki San!
Nice kış önce bir kardan adam yapmıştım. Onu bir beyefendi olarak tasarlamıştım.
Yüksek topuklu ashidamla18 herkesten evvel beyaz zemine ilk izi bastığımda ne kadar gurur duyardım!
Acaba Noel Baba bu şehri ziyaret ederken nasıl giyinirdi?
Kürk paltosu buraya hiç uygun düşmezdi.
7 Kasım
Amerikey’e niçin daha erken gelmedim ki? Yaz mevsiminde gelmeliydim.
Şifonyerimin yanında duvara dayanmış olan güneş şemsiyeme üzgün üzgün bakıyordum.
Onu gösterebilmek için hiçbir fırsat bulamadım.
Oysa o şemsiyenin altında çok güzel göründüğümü söylemişlerdir hep.
8 Kasım
Sevgili Adacığım bir arabayla geldi. İki atlı arabası bizim Japon başbakanınkine benziyordu.
Ada, bir bankerin kızı.
Güneş sapsarı ışıklarıyla parlıyordu.
Ada’nın yüzüne bir ışıltı eklenmişti. Korkunç derecede esmer göründüğümü düşünerek çok endişelendim.
Fakat Ada “son derece sevimli” olduğumu söyledi. Bir kadının övgüsüne güvenebilir miyim?
Kendim de sık sık başkalarına iltifat ederim.
Bir kadın için elzem gördüğüm şeyler, yalnızca bir mücevher ve yüz pudrası değildi.
Arabayla Golden Gate Park’a ve ardından Clif House’a gittik.
Doru atların toynakları nasıl da muzafer bir ses çıkarıyordu! Sanki atlar birer şairdi ve kafiye yazıyorlardı.
Otomobili sevmiyorum.
Ada çok tatlıydı.
“Bana muhterem aşk hikâyeni anlat!” diye gevezelik etti.
Hiçbir şey söyleyemedim, sadece yüzüm kızardı.
Sırrımı anlatmaya cesaretim yoktu.
Bir defasında gerçekten sevmiştim.
Bir masal kitabındaki gibi masum bir aşktı bu.
Ah, keşke gerçek aşk yaşanabilseydi!
Parkta bir kadın gözüme ilişti. Önünde “dokunmayın” tabelası olan çiçekleri makasla koparıp bir azize edasıyla yürüyüp gittiğini gördüm. O zaman parkı izinsiz giren kişilere karşı koruyan bir polisin annesi olabileceği şeklinde komik bir düşünce geldi aklıma.
Kendimizi Japon çay bahçesinde bulduk.
Ahşap takunyalı ufak tefek bir musume bize muhterem çay ve o’senbe19 getirdi.
Alan, Japon bahçelerinin bir taklidi şeklinde düzenlenmişti.
İliklerime kadar memleketimi özlüyordum.
Süs köprüsü, çay kenarındaki leylek ve cüce bitkiler bana evimin bahçesini hatırlatıyordu.
Aniden yakındaki Japon köy evinden bir shamisen20 sesi gelmişti.
“Tenu, tenu! Tenu, tsunn shann!”
Kim çalıyordu?
Okyanus kıyısında sahilde otururken birkaç paket fıstık buldum.
Güzel Ada paketleri kapmaya başladı.
Neşeli bir şarkı mırıldanıyordu. Başı acıklı bir şekilde omzuma doğru eğiliyordu. Deniz esintisiyle karışan saçlarım ise yanağını okşuyordu.
Şarkının ismi My Gal’s a High-Born Lady’ymiş.
Şarkının yazarı kimdi acaba? Emerson’ın bu şarkıyı yazmadığı muhakkak.
* * *Otele döndüğümde parkta bulduğum ve hava yüzünden yıpranmış kumaş parçasını duvara yerleştirdim.
Üzerinde şu sözler yazılıydı:
“ÇİMLERDEN UZAK DURUN”
Bunu postayla Japonya’ya yollamaya karar verdim. Babamdan bu yazıyı eski kiraz ağacının yakınında bir yere, bahçe çimlerimizin üzerine yerleştirmesini rica ettim.
9 Kasım
Bugün büyükannemin ölümünün üçüncü yılı.
O yüzden bugünü dua ederek geçireceğim.
Bir Çinliden aldığım tütsüyü yaktım. Dumanın güzel hareketini seyre daldım.
Sevgili büyükannem!
Benim düğünümü görecek kadar uzun yaşamayı diliyordu. Benim için düğün eşyalarını seçebilmek için dua ediyordu.
Hâlâ yalnızım.
Acaba hep nefret ettiği ijinler arasında dolaştığımı biliyor mu? Hayaleti çimlerden gözetliyor mu beni?
Bazen kendimi idare edemiyorum, tıpkı kadın kahramanını idare edemeyen beceriksiz bir romancı gibi.
Ne zaman evleneceğim acaba?
10 Kasım
Esniyordum.
Esnemek, bir kadına en yakışmayan şeydir.
Arada sırada kendi başınayken küfretmeyi kabahat olarak görmüyorum.
Yalnızdım.
Yazıya döktüğüm “Sokakta Görülen Şeyler”i yırtıp kâğıt sepetine tıktım.
İçinde hiç çöp bulunmayan sepet çok aç görünüyordu. Bakımsız bir sepet çok daha hoş, tıpkı kirli bir imza albümü gibi.
“Amerikey’e her şeyi eleştirmek yani kaba davranmak için gelmedim, öyle değil mi?” dedim.
Bir doğu kızı olarak kalmalıyım. Tıpkı bahar mevsiminde ay ışığına gülümseyen bir kiraz çiçeği gibi.
Fakat daha sonra yazdıklarımı yırttığım için pişman oldum.
Elimi sepete soktum. Kâğıtları topladım. Çok zor okunuyordu:
“kadınlar ‘Hama’nın çekçeği gibi koşturuyor
Çocukları evde bırakılmış ağlıyor
Kadınlıkları
Silindir şapkalı beyefendi parmaklarıyla burnunu temizliyor
Genç kadın yürürken sakız çiğnemekle meşgul. Tokyo’da bir kez dahi böyle davransanız, ömrünüz nafile yere bir evlilik teklifi beklemekle geçer.
Parlak kırmızı bir etek giymiş yaşlı nine
Gencecik karısıyla kol kola yürüyen ihtiyar adam
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Kitabın orijinalindeki Amerikey ve Meriken şeklindeki yazım tercihi, çeviride de korunmuştur. (e.n.)
2
Hoşça kal. (e.n.)
3
Dadı. (e.n.)
4
Elveda. (ç.n.)
5
Genç kız, kız çocuğu. (ç.n.)
6
Geleneksel Japon kapısı. (ç.n.)
7
Yabancı (ç.n.)
8
Vasco Núñez de Balboa, Panama’daki Darien bölgesine ulaşan ve buradaki dağların zirvesinden Pasifik Okyanusu’nu ilk kez gören Avrupalı kâşiftir. 1513 senesinde Panama Kanalı’nı geçmiştir. (ç.n.)
9
Alay. (e. n.)
10
Fransızca “sınıflandırma, klasman, tasnif.” (ç.n.)
11
Buda’nın ilk takipçilerinden ve onun yaşadığı dönemde aydınlanmış havarilerinden biri olduğuna inanılan kişidir. Japonya’da fiziksel ve zihinsel hastalıkları iyileştirme gücüne sahip olduğuna inanılarak tapınılır. (ç.n.)
12
İngilizcede zenciler için kullanılan aşağılayıcı bir kelime. (e.n.)
13
Kimono üzerine giyilen ceket. (ç.n.)
14
Geleneksel Japon ayakkabılarında ayak tabanını ayağa bağlayan kayışlara verilen isimdir. (ç.n.)
15
Cinleri çıkarın içinizden! Arının! (ç.n.)
16
Japon evlerinin misafir odasında sanat eserlerinin sergilendiği ve zeminden biraz yükseltilmiş olan alan. (ç.n.)
17
Japonca “imparator”. (ç.n.)
18
Yüksek topuklu ve bilhassa yağmurlu havada giyilen takunyalar. (ç.n.)
19
Bir çeşit pirinç krakeri. (e.n.)
20
Telli bir Japon enstrümanı. (ç.n.)