bannerbanner
Hawaii Mitleri
Hawaii Mitleri

Полная версия

Hawaii Mitleri

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 4

Daha sonra adam kız kardeşi Pokahi’yi ziyarete giderek acilen karısına gitmesini istedi. Pokahi’nin kocası Kaukini adında bir kuş avcısıydı. Birkaç kuş yakalamak için ormana doğru gitti. Çok geçmeden döndü, yakaladığı kuşları pişirmek için hazırlamaya başladı. Kuşların içine sıcak taşlar koyup onları su kaplarının içine yerleştirdi. Kapların dışı ıslak yapraklarla kaplıydı. Yapraklar etin iyi pişmesi için kapların içinde buhar oluşmasını sağlıyordu. Kuşlar piştikten sonra yemesi için Kaholo’ya getirildiler.

Yoldayken uçurumun ayaklarına kadar uzanan Waipio Vadisi’ne indiler. Pokahi, biraz deniz yosunu ve deniz kabuğu istemişti, dolayısıyla kendisi Kaholo’ya götürmek için bunları toplarken diğer iki adama yola devam etmelerini söyledi. Yumuşak lipoa yosunu toplayıp şelaleye, yani Ulu’ya (Kaholo’nun evi) doğru gitti. Bebek doğmuştu, yosuna sarılıp okyanusa bırakıldı. Şekilsiz bir yosun yığını gibi gözüküyordu, fakat bir kupua (büyücü) o yığının içinde bir çocuk olduğunu gördü. Çocuk oradan alınıp yumuşak yosunların içinde temizlendi. Çevredeki her şey, bu çocuğun ileride bir şef olacağını işaret ediyordu.



Adını Hiilawe koydular ve Waipio Şelalesi de adını ondan aldı. Bir söylentiye göre; “Sise kapılmak aslında Hiilawe’nin suyuna girmektir.”

Pokahi, içinde yosun ve deniz kabuğu olan çantasını aldı, fakat içine baktığında yosunun orada olmadığını gördü. Hina-ulu-ohia (Yükselen Ohia Ağacı Hina), lipoa yosunu içindeki çocuğu alan büyücüydü. Kayık yapan insanların aumakuası, yani ana tanrıçasıydı.

Pokahi rüyasında, vücudu koa ağacı yapraklarıyla sarılı güzel bir kadın gördü. “Hiç çocuğunun olmadığını biliyorum. Sana bir çocuk vereceğim. Uyan ve Waipio Nehri’ne git. Otuz gün boyunca orada bekle, otuz gün sonra yosuna sarılı bir kız çocuğu bulacaksın. Bu çocuğu evlatlık olarak alabilirsin. Ona nasıl bakacağını göstereceğim. Ağabeyin ve karısı bunu asla bilmemeli. Sadece kocana bu kız çocuğu hakkındaki gerçeği söyleyebilirsin.”

Bunun üzerine Pokahi ve kocası, hemen nehre gitti. Kırmızı renkli sislerin içinde küçük bir bebeğin ağladığını duydular, güzel kokulu yosunlara sarılmış bir çocuk buldular. Pokahi, çocuğu almak istedi, fakat birtakım sihirli güçler onu durdurdu. Suların içinden bir ohia ağacının yükseldiğini gördü. Dallar, yapraklar ve çiçekleriyle yükseliyordu. Kuşlar (iiwi), ağacın çiçeklerini koparmaya geliyordu. Kırmızı kuşlar ve kırmızı çiçekler çok güzeldi. Bu ağaç Hina’ydı. Kuşlar şarkı söylemeye başladı, ağaç da sessizce suya batmaya başlayıp gözden kayboldu. Sonrasındaysa kuşlar batıya doğru uçtu.

Pokahi, ağabeyinin evine döndü. Fakat her gün okyanusun üzerindeki kırmızı sisin içinde büyüyen çocuğu görmek için okyanusa gitti. Otuz günün sonunda Pokahi, arkadaşlarına ve kocasına artık eve dönmeleri gerektiğini söyledi. Kocasına kırmızı sise bakmasını söyledi, ama adam acele etmek istedi. Evlerine yaklaştıkları sırada etrafta yemek kokusu olduğunu fark edip evin dışında bir sürü yemek olduğunu gördüler. İçeride hareket eden bir şey vardı. Ağaçlar, sanki ayakları varmış gibi yürüyordu. Ayak sesleri geliyor, bazı sesler evin sahiplerini çağırıyordu.

Kaukini, içeri ışık tuttuğunda Pokahi daha önce de gördüğü o güzel ağacı gördü. Bu sefer yanında güzel ve sarı çiçekleriyle bir hâlâ ağacı da vardı. İyice baktıklarında değişik türdeki yaprakların birer birer yere düşüp yumuşacık bir yatak oluşturduğunu gördüler.

Daha sonra bir kadın ve adam, yanlarında bir bebekle çıkageldi. Bunlar tanrı Ku ve karısı Hina’ydı. Pokahi ve kocasına, “Bize sunduğunuz adakları kabul ediyoruz. Çocuğunuzun olmadığını gördük. Bu yüzden bu çocuğu size getirdik,” dediler. Ardından Lau-ka-ieie (Ieie Asması Yaprağı) ismindeki çocuğu bırakıp ormandaki ağaçların arasında gözden kayboldular. Bu kız çocuğuna çok iyi bakıldı. Hiçbir hatası, hiçbir kusuru olmayan bu kız çocuğu büyüyünce güzel bir kadın oldu. Kuşlar ve çiçekler, onun yoldaşı ve hizmetkârlarıydı.

Lau-ka-pali (uçurum yaprağı), kızın arkadaşlarından biriydi. Bir gün, kordilin yapraklarından düdük yaparak üflemeye başladı. Gündüz Sefası Yaprağı, genç prensesin bu düdükten çıkan sesi çok sevdiğini anladı, bu yüzden orman ağaçlarının yapraklarına, Pupu-kani-oi’yi (şarkı söyleyen salyangoz veya konç12) bulmaya gitti. Gittiği yerde başka bir Pupu-hina-hina-ula (gökkuşağı renkleriyle kaplı güzel salyangoz) buldu. Gece olunca salyangozlar şarkı söyledi ve bu Lau-ka-ieie’nin çok hoşuna gitti, böylece o da onlara katıldı.

O yerin eski sakinlerinden biri olan Nohu-ua-palai (bir eğreltiotu), ormanın derinliklerine doğru giderken kızın ve salyangozların sesini duydu, ardından bulundukları eve geldi. Kıza seslendi, fakat hiçbir cevap alamadı. Etraf sessizdi. En sonunda içeride bulunan çiçeklerden Pua-ohelo (ohelo13 çiçeği), sesi duydu, kapıyı açıp onu içeri davet etti.

Nohu-ua-palai, içeri girip diğer kızlarla birlikte yemek yedi. Lau-ka-ieie, rüyasında Kawelona’yı gördü. Kawelona (günbatımı), Lihue’de yaşayan genç, yakışıklı bir adamdı. Kauai’nin en yüce şeflerinden birinin ilk çocuğuydu. Kız, muhafızına (kahu) bu genç adamı ve uzaktaki o adayı anlattı. Muhafız, rüyalarındaki bu adamı bulmaya kimin gitmesi gerektiğini sordu. Bütün kızlar gitmek istedi. O da bunun üzerine kızların ellerini havaya kaldırmasını, kimin parmakları en uzunsa onun gideceğini söyledi. Kazanan Pupu-kani-oi (şarkı söyleyen salyangoz) oldu. Salyangoza veda ederken tüm yaprak ailesi hüngür hüngür ağladı.

Salyangoz, “Yaprak kardeşlerim Laukoa (koa ağacı yaprağı) ve Lauanau (tapa veya kâğıt ağacı yaprağı), kalkın ve bu yolculuğumda bana katılın! Mavi denizin salyangozu kardeşlerim, haydi kumsala doğru gelin! Gelin ve bana gideceğim yolu gösterin! Pupu-moka-lau (moka hana yaprağına yapışık salyangoz) gel de bana bir bak, çünkü ben de senin ailendenim! Git ve bütün salyangozları bana yardım etmeleri için çağır! Bana gelin!” dedi.

Daha sonra erkek kardeşini, rüzgârlar şefi Makani-kau’yu çağırıp onlara rüzgâr bedeni bahşederek götürmesini istedi. Rüyadaki adam gibi birini bulabilmek için bütün Hawaii Adası’nı dolaştılar. Ne orada ne de diğer adalarda ona benzer birini bulamadılar. Fakat Şarkı Söyleyen Salyangoz, Oahu Adası’nda bir şefe âşık olup yolculuktan ayrıldı. Makani-kau ise Kauai’ye doğru yola koyuldu.

Ma-eli-eli (Heeia’nın14 Ejderha Kadını), onu durması için ikna etmeye çalıştı. Fakat Makani-kau yoluna devam ettiği için arkasından koşmaya başladı. Limaloa (Laiewai ejderhası) da Makani-kau’yu yakalamaya çalıştı, ama çok hızlı olduğundan onu yakalayamadı. Makani-kau, Kauai’ye giderken bir köpekbalığı tarafından kovalanan insanlar gördü. Bu insanlar bir kayığın içindeydi, böylece o da kayığa atladı. Diğerlerine köpekbalığını oyalayacağını, yakınında durabileceklerini ama korkmalarına gerek olmadığını söyledi. Daha sonra da denize atladı. Köpekbalığı dönüp adamı yakalamak için ağzını açtı. Adamsa köpekbalığının üstüne tırmandı, yüzgeçlerini tutarak gitmesi için onu zorladı. Köpekbalığının üzerinde kıyıya doğru gidip kayaların arasında onu durdurdu. Bu olayın üzerine Haena’da bulunan bu kayalara büyük köpekbalığı kayası yani Koa-mano (savaşçı köpekbalığı) denildi. Köpekbalığının üzerinden indi, hemen ardından kayık da kıyıya yanaştı.

Uçurumlar üzerinden ateşli çubukların atıldığı “Ateş Atan” tepesini gördü. Burası geceleri çok güzel görünürdü. Bir gölgeden ibaret vücudunu kullanarak tepenin en üst noktasına sıçradı. En yukarıda bir sürü kuş (iiwi) vardı. Makani-kau, Lehua’ya doğru uçan kuşlara yanaştı. Kuşlar sadece rüzgârın gücünü hissetti, çünkü ne onu ne de vücudunu görebiliyorlardı. Makani-kau, kuşların yanına yaklaştığında yanlarında yakışıklı bir adam taşıdıklarını gördü.

Bu adam, Lau-kai-ieie’nin evlenmek istediği adamdı. Kuşlar, bu adamı rahatlıkla ve nazikçe kanatlarında taşıyordu, tepelerin üzerinden ve denizlerden geçerek onu güneşin battığı ada olan Lehua’ya götürdüler. Lehua’ya geldiklerinde yavaşça karaya doğru inmeye başladılar. Onlar Kawelona’nın kuşlardan oluşan muhafızlarıydı ve ne zaman bir yerden bir yere gidecek olsalar kuş büyücüsü Kukala-a-ka-manu’nun emri altında olurlardı.

Kawelona rüyasında defalarca kendisine gelen güzel bir kız görmüştü. Bu yüzden Makani-kau’yla görüşmeye hazırdı. Ailesine, muhafızlarına ve kuş rahiplerine rüyalarından, evlenmek istediği o güzel kızdan bahsetti.

Makani-kau, Niihau ve Lehua rüzgârlarıyla tanıştı ve sonunda kuşlar tarafından kabul gördü. Hawaii’ye gitmeye hazırlanan Kawelona’ya kendisine verilen görevden bahsetti, nasıl gidebileceklerini sordu. Makani-kau, okyanus kenarına giderek sahip olduğu bedenleri çağırarak ablası Lau-ka-ieie’nin kocasına verebileceği bir kayık istedi. Böylece sihirli güçlerini Kawelona’ya belli etmiş oldu. Yüce bulut tanrılarına seslenip kendilerine uzun, beyaz bir buluttan oluşan bir kayık göndermelerini istedi. Kayık çok geçmeden önlerinde belirdi. Kawelona, korkuyla kayığa bindi. Denize açıldıktan çok kısa bir süre sonra Lehua Adası ve kuşları gözden kayboldu. Makani-kau, güzel bir kayığın yanında durdu. Kayığa binip Mana’da15 durdu. Orada durduğunda au-waa-olalua, yani çift kanoya (ruhani kayık) birkaç tane kız bindi.

Bu sırada kuşlara hükmeden büyücü, ailesine nereye gittiğini veya hangi tehlikelerle karşılaşacağını söylemeyen Kawelona’nın aile özleminin ne zaman biteceğini anlamaya karar verdi. Büyücü, bir tane su kabının içine su döküp içine iki tane lehua çiçeği attı. Lehua çiçekleri su yüzeyine çıktı. Daha sonra yüzünü güneşe dönerek, “Ey gökyüzünün bir parçası olan yüce güneş! Kafanı eğip kabın içindeki suya bak ve bize içinde ne gördüğünü söyle! O güzel ve genç kadına bir bak. O, Kauai’den değil. Ondan daha güzel biri yok. Pırıl pırıl parlayan Doğu’dan geliyor. Çevresinde kraliyeti temsil eden bir gökkuşağı var. Yanında da kendisine eşlik eden güzel kızlar var,” diye seslendi. Büyücü, su yüzeyinde güneş imgeleri gördü ve bunu Kawelona’nın yolculuğuna yordu. Bu yolculuğun çok uzun bir sürede gerçekleşeceğini, herhangi bir alamet için sabırla, günlerce beklemeleri gerektiğini söyledi. İmgelerde, bulutlardan oluşan kayıkta bir erkek, deniz kabuğundan kayıkta Makani-kau ve ruhani kayıkta ise üç tane kız gördü.

Kızlar, Oahu’ya kadar giderek orada Makani-kau’nun Lehua’da bıraktığı salyangoz kız Pupu-kani’yi buldular. Onu, kocasını ve kız kardeşlerini kendi kayıklarına aldılar. Hawaii’ye giden dokuz yolcu vardı: buluttan kayıkta Kawelona, Kauai’den iki tane kız; Kaiahe ve Oahu’dan biri, Molokai’den üç kız daha ve Lihau adına Maui’den gelen bir kız daha. Makani-kau, liderlik görevini üstleniyordu, kızları uzaklara götüren de oydu. Yolculuk sırasında, köpekbalıklarının hükümdarı Kamoho-alii’yi ziyaret etmek için Kahoolawe’ye gittiler. Makani-kau, burada insan bedenine büründü, ardından kayıklardan indiler. Makani-kau, Kawelona’yı bulut kayıktan aldı, karaya çıkıp onu herkesin arasına bıraktı. Etraftakilere bu adamın Lau-ka-ieie’nin eşi olduğunu söyledi. Hepsi, köpekbalıklarının hükümdarı tarafından memnuniyetle karşılandı. Ka-moho-alii, adalara muhafız olarak yerleştirdiği köpekbalıklarını çağırıp yiyecek bir şeyler getirmelerini istedi. Onlar da hemen yemek, balık, çiçek, leiler16 ve birçok hediye getirdi. Misafirler yemek yiyip dinlendi. Daha sonra Ka-moho-alii, köpekbalıklarını çağırıp onlardan yolculuğun geri kalanında misafirlerine muhafızlık etmesini istedi. Makani-kau deniz kabuğundan, Kawelona ise buluttan kayığına bindi. Hawaii dağlarına varana kadar okyanus boyunca yolculuk ettiler.

Makani-kau rüzgâr bedeniyle kayıkları Waipio’ya kadar taşıdı. Lau-ka-ieie, abisinin denizden gelen sesini duydu. Hina, bu sese yanıt verdi. Makani-kau ve Kawelona, Lau-ka-ieie’nin evine giderken Waiema17 üzerinden geçtiler. Fakat Hina, onları oradan alarak Mauna Kea’nın18 tepesine götürdü. Poliahu19 ve Lilinoe,20 bu iki genç adamı görüp onlara seslendi. Fakat Makani-kau, hiçbir cevap vermeden sislerle kaplı dağlarda bulunan muhteşem mağara evine doğru giderek bütün yolcuları oraya bıraktı. Daha sonra okyanus kıyısına gidip Ka-moho-alii’nin köpekbalıklarını çağırdı. Köpekbalıkları, kendi vücutlarını okyanusta bırakarak insan bedenine bürünmüş halde Waipio Vadisi’ne geldi. İçerisinde mükemmel deniz kabuğu Kiha-pu’nun tutulduğu antik tapınak Kahuku-welo-welo’nun yanında karınlarını doyurup dans ettiler.

Makani-kau, yedi deniz kabuğunu da uçurumun tepesine bırakıp kabuklar her yere sesleri ulaşıncaya kadar şarkı söyledi. Böylece Lau-ka-ieie ile Kawelona’nın evliliği kutlanmış oldu.

Bütün köpekbalıkları müzikle beraber sakinleşerek dinlendi. Düğünden sonra herkese veda edip Kahoolawe’ye döndüler. Dönerken adanın güneyinden geçtiler, çünkü bulundukları yerden geldikleri gibi dönmelerinin kötü şans getirdiğine inanıyorlardı. Evlerine varıncaya kadar dönmeden dümdüz gittiler. Makani-kau, kız kardeşinin evine gitti ve Lau-ka-ieie’nin kız arkadaşlarıyla tanıştı. Kız kardeşine evinin yabancılarla dolu olduğunu, çünkü birbirinden farklı kupua21 bedenlerinin düğünü kutlamak için toplandığını söyledi. Bu yabancılar, Hawaii Adaları’nın kupua sakinleriydi. Eepa22 halkı, periler ve cücelerden oluşurdu ve görünüşleri biraz deforme olmuştu. Kupualar aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

Ka-poe-kino-lau (yaprak bedeni olanlar)

Ka-poe-kino-pua (çiçek bedeni olanlar)

Ka-poe-kino-manu (kuş bedeni olanlar)

Ka-poe-kino-laau (her türden ağaç, eğreltiotu, asma vb. şekli olanlar)

Ka-poe-kino-pupu (deniz kabuğu bedenine sahip olanlar)

Ka-poe-kino-ao (bulut bedeni olanlar)

Ka-poe-kino-makani (rüzgâr bedeni olanlar)

Ka-poe-kina-ia (bbalık bedeni olanlar)

Ka-poe-kina-mano (köpekbalığı bedeni olanlar)

Ka-poe-kina-limu (deniz yosunu bedeni olanlar)

Ka-poe-kina-pohaku (olağandışı türde bir taş şeklini alanlar)

Ka-poe-kina-hiwa-hiwa (pali yani uçurumların tehlikeli bölgeleri olanlar)

Evliliğin ardından Pupu-kani-oi (şarkı söyleyen deniz kabuğu) ve kocası deniz kabuğu kayığa bindiler ve Molokai’ye dönmek üzere yola çıktılar. Yolculuk esnasında çok güzel kuş sesleri duydular.

Makani-kau’nun gökkuşağının tüm renkleriyle kaplı kuş tüyünden bir evi vardı. Kauai’ye gidip Kawelona’yı evlatlık edinen aileyi getirdi. Aile, Lau-ka-ieie ve kocası Hawaii’de mutlu mesut yaşadı.

Hiilawe, çok hastalandı; erkek kardeşi Makani-kau ile onun kız kardeşi Lau-ka-ieie’yi yanına çağırıp kendisini dinlemelerini istedi. Onlara çok hasta olduğunu, yakında öleceğini, öldüğünde kendisini gözlerinin görülebileceği bir yere gömmeleri gerektiğini, sonrasında da bedenini yeni ve mükemmel bir hale dönüştüreceğini söyledi.

Güzel kız, malo23 ve leisini alıp vadiye bıraktı. Malo ile lei, bırakıldıkları yerde çok güzel ağaçlara ve asmalara dönüştü. Bunun üzerine Hina, Hiilawe’nin tekrardan yaşamasını sağladı. Böylece Hiilawe, şelalelerin aumakuası24 oldu. Makani-kau, onun bedenini eline alıp gök gürültüsü ve şimşekler arasında taşıdı. Daha sonra da vadinin en yüksek uçurumunun bir kenarına gömdü. Gömdüğü beden, şimdilerde yıllardır orada bulunan bir taşa dönüştü. Ama hayaleti, her zaman Waipio’nun muhteşem, sisli şelalelerine bürünebilsin, insanların gözlerinin içine bakabilsin diye Hina tarafından bir kupuaya dönüştürüldü.

Aradan çok uzun yıllar geçtikten sonra Hina, sonsuza dek o güzel ohia ağacına dönüştü. Hawaii volkanlarının etrafındaki ormanda yaşamaya başladı. Hâlâ sihirli güçleri vardı, insanlar onu Hina-ula-ohia olarak bilip ona tapıyorlardı. Makani-kau, Lau-ka-ieie’ye göz kulak oldu. Lau-ka-ieie, insan bedenini terk etme zamanı geldiğinde vücudu yapraklarla kaplı bir halde gözleri alev alev yanan, narin ve zarif bir kadın olarak Makani-kau’ya gitti. Makani-kau, “Sen bir sarmaşıksın, yalnız olamazsın. Seni ormana götürüp Hina’nın yanına yerleştireceğim. Sen ieie25 sarmaşığısın. Ağaçlara tırman! Uzun yapraklarını ağaçların etrafına dola! Alev alev yanan kırmızı çiçeklerinin yaprakların arasında ateş gibi parlamasını sağla! Ormandaki bütün ohia ağaçlarına güzelliğini ver!” dedi.



Lau-ka-ieie, Makani-ku (yüce rüzgâr) tarafından taşınıp görkemli gözüken uzun ağaçların yanına bırakıldı. Ieie sarmaşığı, yüzyıllardan bu yana Hawaii Adaları’ndaki ormanlarda bulunan en güzel bitkilerden biridir.

Gökkuşağı Kızı Anuenue, bütün takılarını eski zamanlardaki arkadaşlarına ödünç verebilsin diye Makani-ku, ruhani bedenindeyken adalardaki altın renkli bulutları güneş ışınlarına dönüştürmüştür.

VII

Molokai’nin Köpekbalığı Tanrısı Kauhuhu

Köpekbalığı tanrısı Kauhuhu’nun hikâyesi, “Aikanaka” (Yamyam) efsanesinde anlatılır. Aikanaka, küçük bir liman olan Pukoo’nun eski adıdır. Bu liman, Molokai adasının güzel vadilerinden birinin girişinde bulunur. Efsaneyi aktarmanın en iyi yolu, bu yamyamın en iyi yönlerini açıklamaktır. Köpekbalığı tanrısı, çocuklarının öldürülmesinin intikamını almak isteyen bir rahibin arkadaşıydı. Rahibin adı Kamolo’ydu. Tapınağı, Molokai ve Maui adaları arasındaki kanala bakan Kaluaaha adında bir köydü. Kanalın karşısında bulunan Eeke Dağı’nın engebeli, kızıl kahve renkli yamaçları, dağın tepesinde sürekli dolaşan bulut kümeleri arasında kaybolmuştu. Rahibin iki oğlu, güneşin doğuşunu ve batışını büyük bir zevkle izledi. Güneş doğarken ve batarken bulutlar farklı renklere büründü, bu renkler kanaldan geçen sulara yansıdı. Gökyüzü ile denizin cesareti, iki oğlanın da kalplerinde bir yer edindi, cesaret gerektiren birçok iş yaptılar. Babaları onlara tapınağın birçok sırrını öğretti, ama bazı şeylerin tanrılara özel olduğu, onlara asla dokunulmaması gerektiği konusunda da uyarılarda bulundu. Adanın o bölgesinden sorumlu yüce şefin (alii) Kaluaaha’dan çok da uzakta olmayan bir tapınağı vardı. Bu tapınak, Aikanaka denilen bir limandaydı. Bu şefin adı Kupa’ydı. Şefler, kendi evlerini her zaman tapınak duvarlarının içine kurarlardı. Yılın belirli dönemlerinde bu evlerden ayrılırlardı. Kupa’nın tapınaktaki evinde tuttuğu dikkat çekici iki davulu vardı. Davul çalma konusunda öylesine yetenekliydi ki bu davullar, adamın düşüncelerini kendisine eşlik eden rahiplere aktarabiliyordu.

Bir gün Kupa, balık tutmayı en çok sevdiği yere doğru teknesiyle açıldı. Bu sırada, iki oğlanın Kupa’nın tapınağına gidip davulları çalma fikriyle akılları çelindi. Küçük liman Aikanaka’nın bulunduğu vadinin ismi Mapulehu’ydu.26 Kamalo’nun iki oğlu, kumsal boyunca, bayırdan yukarı aceleyle çıktı. Hemen tapınağa girip yüce şefin evini buldular. Şefin davullarını çıkartıp çalmaya başladılar. Bazı insanlar, davullardan gelen o tanıdık sesi duydu. Tapınağın kutsal kapılarından içeri girmeye cesaret edemediler, fakat çocuklar çalmaktan yorulup evlerine dönünceye kadar onları izlediler.

Kupa döndüğünde, insanlar ona iki oğlanın kutsal davulları nasıl çaldığını anlattı. Kupa, bu duruma çok sinirlenerek Mu’ya (tapınağa adak arayan kişi) çocukları öldürüp tapınağa getirip sunağa koyması emrini verdi. Rahip Kamolo, iki oğlunun öldürüldüğünü öğrendiğinde duyduğu acıyla intikam arayışına girdi. Yüce şefle baş edebilecek gücü yoktu. Bu yüzden kendisine yardım etsinler diye Molokai’de bulunan en ünlü falcı ve kâhinleri aramaya başladı. Ama herkes Şef Kupa’dan korktuğundan kimse ona yardım edemedi. Gittiği herkes onu başka bir kâhine (kaula) veya evininin diğer tarafında bulunan birilerine danışmaya gönderdi. Tüm bu arayış boyunca yanında hediye ve kurbanlar taşıdı. Bunlar sayesinde tanrıların rahiplerinin kendisine yardım edebileceğini umdu. En sonunda Kalauappa ve Kalawao’ya yukarıdan bakan dik bir uçuruma geldi. İnsanlar burada büyük köpekbalığı tanrısına taparlardı. Uçurumun alt kesimlerine tırmanmaya başladı, en sonunda köpekbalığı tanrısına hizmet eden rahibi buldu. Rahip, ona yardım etmeyi reddetti. Fakat Kalawao’nun güneyinde, gitmesi cesaret isteyen uçurumlarda bulunan büyük bir mağaraya yönlendirdi. Mağaranın adı Anao-puhi’ydi (yılanbalığı mağarası). Büyük köpekbalığı tanrısı Kauhuhu, muhafızları veya gözcüleri Waka ile Mo-o, Polinezya efsanelerinde geçen büyük ejderhalar ya da sürüngenler burada yaşıyordu. Bu ejderhalar, köpekbalığı tanrısını koruma konusunda çok güçlüydü. Tanrı uyuduğunda veya yokluğunda mağarasına göz kulak olunması gerektiğinde onun muhafızlığını (kahu) üstleniyorlardı. Yorgun ve bezgin hale gelen Kamolo, mağara girişinde yığılı sert volkanik taşlar arasından ağır ağır yürüdü. Omuzlarında siyah bir domuz taşıyordu. Bu domuzu, kendisine kim yardım ederse ona bir hediye olarak verebilmek için kilometrelerce taşımıştı. Mağaraya yaklaştığında, muhafız kendisini gördü ve, “İşte büyük Mano’nun (köpekbalığı) yemeği olacak bir insan yaklaşıyor. Kauhuhu’nun yemesi için bir balık!” dedi. Fakat Kamolo, gittikçe yaklaşarak bir nedenden ötürü ejderhaların sempatisini kazandı. “E hele! E hele!”27 diye bağırdı ejderhalar. “Uzaklaş buradan! Burası sana ölüm getirecek! Burası tabu bölge.” Kamolo bunun üzerine, “İster ölüm, ister hayat versin. Çocuklarımın intikamını almama yardım edin. Bana bir şey olması umurumda değil,” dedi. Muhafızlar, ne derdi olduğunu sordu ve o da onlara oğulları kutsal davulları çaldı diye Şef Kupa tarafından ceza olarak nasıl öldürüldüklerini anlattı. Daha sonra bu hikâyeyi Kupa’nın üstesinden gelecek bir güç arayarak Molokai’de gittiği her yerde anlattığını söyledi. Başvurduğu en son kişi köpekbalığı tanrısıydı. Bu onun son umuduydu. Eğer Kauhuhu da ona yardım etmezse artık ölmeye hazırdı, zaten yaşamaya niyeti kalmamıştı. Mo-o, ona iyi niyetli olduklarını, Kauhuhu’nun balık tutmak için uzaklarda olmasının aslında iyi bir şey olduğunu, çünkü burada olsaydı tanrı tarafından öldürülmekten kaçamayacağını anlattı. Hatta kendisini açıklamaya zamanı bile olmayacağını söylediler. Buna rağmen Kamolo’ya yardım etme kararı vererek çok büyük bir risk aldılar, çünkü yolu açılana kadar büyük tanrıların güçlerinden yararlanarak onu gizlemek zorundaydılar. Eğer köpekbalığı tanrısının yardımını almadan fark edilir veya yenilirse yardım ettikleri için kendileri de onunla ölmek durumunda kalırlardı. Kamolo’yu soyulmuş taro kabuklarının bulunduğu yığına saklamaya karar verdiler. Yapması gereken şey kesinleşene kadar burada sessizce durmasını istediler. Denizden gelen sekiz büyük su dalgasını izlemesini, sonra da tanrıyla konuşma fırsatı yakalamak için üzerindeki gizlenme büyüsünün kalkmasını beklemesini istediler. Tanrı en son dalgayla birlikte gelecekti. Çok geçmeden dalgalar gelmeye, uçurumun kıyılarına çarpmaya başladı.

Sekizinci dalga yükselip de kıyıdan gelen rüzgârla birleşerek tepeye su püskürtene kadar dalgalar gittikçe yükseldi. Kıyı boyunca ilerledi, mağaranın içi dalgaların köpükleriyle doldu. Köpüklerin içinden köpekbalığı tanrısı çıktı. Hemen insan biçimini alarak mağaranın içinde yürümeye başladı. Çöp yığınının yanından geçerken, “Burada bir insan var. Kokusunu alıyorum,” diye bağırdı. Ejderhalar, içeride birinin olduğunu ısrarla reddetti. Fakat köpekbalığı tanrısı, “Burada bir insan olduğu kesin. Eğer onu bulursam hepiniz kendinizi öldü bilin. Ama eğer bulamazsam yaşamaya devam edebilirsiniz,” dedi. Ardından Kauhuhu, mağara duvarlarına ve içeride saklanılabilecek her yere baktı, fakat adamı bulamadı. Yüksek bir sesle seslendi ama sadece kendi sesinin yankısını duyabildi. Sanki hayaletlerin sesi gibiydi. Her yeri iyice aradıktan sonra tam diğer işleriyle ilgilenmeye başlayacaktı ki Kamolo’nun domuzu bir ses çıkarttı. Bunun üzerine köpekbalığı tanrısı, taro yığınının olduğu yere fırlayıp aramaya başladı. Bir de baktı ki yığının altına Kamalo ve kurban olarak getirdiği siyah domuz vardı.

Ah o tanrının öfkesi!

Ah o alev alev yanan gözleri!

Kauhuhu, çöp yığının içine duran Kamolo’yu birden yukarı kaldırıp ağzına doğru götürdü. Kafası ve omuzları, Kauhuhu’nun ağzındaydı. Bu, o kadar hızlı gerçekleşmişti ki Kamalo’nun düşünmeye vakti bile olmamıştı. Tanrının dişleri üzerine kapanacakken Kamalo hızla konuşmaya başladı. “Ey, Kauhuhu! Beni dinle. Dualarımı duy. Sonra istersen beni yersin.” Bu sözleri duyan köpekbalığı tanrısı, şaşkınlığa uğrayarak adamı ısırmadı. Kamalo’yu ağzından çıkarıp, “Pekâlâ, kendi iyiliğin için çabuk konuşsan iyi edersin. Belki de önemli bir şeydir. Konuş,” dedi. Bunun üzerine Kamalo, oğullarını ve büyük şefin cellatları tarafından nasıl öldürüldüklerini, kimsenin şeften intikamını alamadığını, farklı tanrıların kâhinlerinin kendisini oradan oraya gönderdiğini, fakat kimsenin kendisine yardım edemediğini anlattı. Artık Kauhuhu’nun tek başına bile kendisine yardım edebileceğinden emindi. Adamın kederli halini görünce ejderha muhafızlar gibi köpekbalığı tanrısı da ona acıdı. Bütün bunlar olurken Kamalo, kurban olarak getirdiği domuzu tutuyordu. Domuzu köpekbalığı tanrısına verdi. Memnuniyet ve merhametle dolan Kauhuhu domuzu kabul ederek, “Ey Kamalo! Başka bir amaçla gelmiş olsaydın seni şuracıkta yerdim. Ama gelme nedenin çok kutsal. Senin yanında kahun, gardiyanın olarak duracağım ve büyük şef Kupa’yı bir güzel cezalandıracağım,” dedi.

На страницу:
3 из 4