Полная версия
ARABA SEVDASI
“Pardon Mösyö Piyer! Rahatsızım, başım pek ağrıyor. Müsaadenizle içeri gideceğim. Siz yarın belki erken inmiş olursunuz, o hâlde a mardi, nes pa (salı günü değil mi)?”
“Nasıl isterseniz.”
“Bonsuar (iyi akşamlar) mösyö.”
“Bonsuar bey. Allah rahatlık versin.”
4
Zavallı Bihruz Bey bu dakikada gerçekten çok fazla üzgündü. Gündüz saat dokuzdan beri zihninin aşırı çalışmasından, kalbinin nöbet nöbet şiddetli helecanlara tutulmasından zavallı gencin sinirlerinde büsbütün bir sarsıntı meydana gelmişti. Odasında yalnız başına bir hayli düşündükten sonra yapacağı şeyi kararlaştırdıktan sonra bir dereceye kadar sakinleştirmekte başarılı olduğu sinirsel sarsıntıyı Mösyö Piyer’den alacağı öğütler sayesinde bütün bütün yatıştırabileceğini ümit ederek, bu ümitle sofraya oturmuşken muallim efendiden ansızın uğradığı sert muamele, sinirlerini yeniden altüst ettiğinden zavallının sevdalı başına şiddetli bir ağrı yapışmış ve bu ağrı kendisini dinlenmeye muhtaç etmişti. Bunun üzerine bey, sofradan kalktığı gibi salona bile uğramaksızın harem dairesine geçti. Doğruca yatak odasına gitti. Kendisini soymak için gelen dadı kalfayı, “Biraz başım ağrıyor. Yatacağım. Bugün çok dolaştım, yoruldum da. Valide beni soracak olursa, ‘Yarın erken gidecekmiş, yattı,’ deyiver,” diye savdıktan, oda kapısını da sürmeledikten sonra hemen yatağına düştü. Dört beş saat yatağın içinde bir taraftan bir tarafa döne döne nihayet gözlerini kapatabildi.
Bihruz Bey yemek odasından çıkar çıkmaz Mösyö Piyer yüz otuz altı frank elli sentle yüz yüze kaldı. Bu yumuşak yüzlü, bu tatlı dilli iyi dost, Mösyö Piyer’e bu defa kim bilir ne acı sözler söyledi ki zavallı ihtiyar, sakin sakin biraz düşündükten sonra henüz ısırdığı bir akça armudunu ezmeye uğraşan dişsiz ağzından, “Lâkin bazen ben de münasebetsizlik ediyorum! Zavallı çocuğu fena sıktım. Şuna, gelecek salı kadın sevgisine dair güzel bir eser getireyim,” sözleri istemsizce dökülüverdi.
Koca profesör! Gelecek salı akşamı öğrencisine cildi yaldızlı bir Kont dö Bokas31 hediye etmeyi kararlaştırmıştı. Bu iyi niyet üzerine Bihruz Bey’e dair artık hiçbir endişesi kalmadı. Önündeki Bordo şişesine uzandı, kadehini doldurdu. Kendi sağlığına içti, sofradan kalktı. Bihruz Bey’in önceden büfenin kenarına bıraktığı sigar32 parçasını kendinin zannederek yakaladı, lambada yaktıktan sonra gazetelerini aldı, bir tarafa çekildi. Yine gönül rahatlığıyla okumaya koyuldu.
Öte tarafta Bihruz Bey uykuya dalar dalmaz gündüzki olaylar o kapalı gözlerin önünde karmakarışık bir şekilde cereyan etmeye, sofra başındaki konuşmalar ise o kaynar beyninin içinde birbiriyle bağlantısız bir hâlde çın çın ötmeye başladı: Periveş Hanım’ın landosu İstavroz’un üzerinden Beylerbeyi’ne doğru yokuş aşağı o derece hızlı gidiyor ki, tekerlekler yere değmiyor! Landoyu çekenler beygire asla benzemeyen bir çift acayip yaratık. Bunları kullanan bildik parlak düğmeli koşe (arabacı) değil, Keşfi Bey’in kendisi! Bihruz Bey yağız bir ata binmiş, landoyu takip ediyorsa da bir türlü yetişemiyor. Atı kırbaçlıyor, sürüyor, koşturuyor, tam landoya yetişeceği zaman hayvan geri geri gitmeye başlıyor! Bihruz Bey bu hâlden oldukça sıkıntı çektiği hâlde arkasına dönüp görüyor ki Madam Piyer olması gereken bir ihtiyar madam, hayvanın kuyruğuna yapışmış geri geri çekip duruyor. Bu ara Mösyö Piyer, etekleri yerlere sürünür derecede uzun bir robdöşambr giymiş, başında rengarenk tüylerle süslü bir kadın şapkası, iki koltuğunda da birer Bordo şişesi olduğu hâlde birdenbire meydana çıkıyor. “Kes köse kö lamur? Se tön tambur! Me mon şer kavaliye! Javu anfen kö lö bo seks vo miyo kün lapen (Aşk nedir? Bir davul! Dostum arabacı, sana şunu itiraf edeyim ki kadın kısmı bir tavşandan iyidir)!” diye haykırıp sıçradıkça landoyu çeken acayip şekilli yaratıklar şaha kalkıp landoyu deviriyorlar! Landonun içinden bir çift kaplumbağa ile bir de fino köpeği ortaya çıkıyor, derken Bihruz Bey’in yağız atı, beyin altından sıyrılıp ve büyük bir atmaca gibi havalanıp uçmaya, kaplumbağalar dans etmeye, fino köpeği de Bell Elen operasından bir parçayı söyleyerek havlamaya başlıyor.
Bunlara benzer daha birçok garip vaziyetler, şekiller, hâller…
Zavallı Bihruz Bey bunları görmekten, bunları işitmekten fazlasıyla huzursuz oluyorsa da gözlerini o rahatsızlık verici uykudan bir türlü açamıyordu. Hele sabaha karşı dadı kalfanın odanın kapısına vurarak, “Beyim nasılsın? Baş ağrısı geçti mi?” diye haykırması genç beyi uyandırdı. Bey, hemen yatağından fırladı. Önce bir pencere açtı, sonra kapıya doğruldu. Dadı kalfayla birkaç laf ettikten ve lavaboda uzun uzadıya yüzünü gözünü yıkayıp kuruladıktan sonra tekrar geldi, açık pencerenin önüne, bahçeye karşı oturdu. Yine düşünmeye başladı. Düşündüğü şeyler rüyasında gördüğü şeyler kadar biçimsiz, garip, münasebetsiz değilse de hemen onlar kadar karışık, onlar kadar birbirinden kopuktu.
Sabahleyin, Büyük Çamlıca dağından kopup kendisine kadar gelen taze ve saf havayı teneffüs sayesinde yorgun vücuduna bir zindelik, ağrılı başına bir hafiflik geldi. Sinirlerindeki gerginlik geçti. Bu ara iki rafadan yumurta, bir parça taze tereyağıyla büyücek bir fincan içinde sütlü kahveden, iki ufak dilim de francaladan ibaret olmak üzere dadı kalfanın getirdiği kahvaltıyı epeyce bir iştahla yiyip içtikten ve bir sigara da tellendirip beş altı nefes çektikten sonra hemen giyindi, selâmlığa çıktı.
Mösyö Piyer sabahleyin çıkıp gitmişti. Bunu haber alınca sevinerek doğruca odasına girdi. Kütüphanesinin önüne oturdu. Raflardaki irili ufaklı, ciltli ciltsiz, yaldızlı yaldızsız kitapları camın arkasında inceledikten sonra kütüphanenin kapısını açtı. İki cilt kitap aldı. Orta yerdeki yeşil çuha örtülü masanın üzerine koydu. Kendi de bir iskemleyle masanın yanına geçti, oturdu.
5
Bihruz Bey’in kütüphaneden aldığı iki ciltten birisi, Jan Jak Ruso’nun33 âşıkane haberleşmeleri içeren meşhur Nuvel Elo-iz’i,34 diğeri ise Sökreter des Amants35 adında ufak bir kitaptı.
Bihruz Bey, kolası parlak Frenk gömleğinden başlayarak Terzi Mir markalı hafif ve zarif pardösüsüne kadar üzerinde bulundurduğu yakalı ne kadar şey varsa, her birisiyle yakasını pençesine başka başka teslim etmeye özendiği amur dö fam (kadın aşkı) hakkında Profesör Mösyö Piyer cenaplarından her ne kadar bir öğüt alamamış ise de – yukarıda bahsi geçtiği gibi-gelecek cuma günü Periveş Hanım’a sunulmak üzere mükemmel bir sitem mektubu hazırlamaktan ibaret olarak akşamdan kendi kendine vermiş olduğu karardan vazgeçmemişti; fakat beyin fikrince Periveş Hanım gibi nobl (asil) bir aileye mensup, mükemmel terbiye görmüş bir nazenine takdim edilecek aşk mektubunda bulunacak tabirler, santimanlar (duygular) da nobl (asil) olmak zorundaydı ve bu konuda Fransızca o yolda yazılmış şeylere müracaat zorunluydu. Bunun üzerine beyefendi, önce Nuvel Eloiz’i açtı. Ötesinden berisinden okudu. Anladı, anlayamadı; çünkü kitabın cümleleri pek çetin, cümlelerde gizlenen fikirler ise fazlaca felsefîydi. Kitabı karıştırdı, yine karıştırdı, birçok karıştırdı. Nihayet kolay sandığı ve azıcık değişiklik yapmakla kendi hâl ve durumuna uygulanabilir gibi gördüğü birinci mektubun gerekli yerlerini duruma göre değiştirerek tercümeye başladı ise de bu şekil sökmedi. Yalnız, baş taraflarındaki şuradan buradan birkaç cümleyi almakla yetinerek ve geri kalan yerlerini kendi düşüncesinden çıkararak uğraşa uğraşa aşağıdaki mektup suretini meydana getirdi:
Ah, güzel hanımefendi!
Sizden kaçmalıyım. Evet efendim, burasını pek iyi hissediyorum. O kadarcık bile durup size bakmamalıydım ya da sizi hiç görmemeliydim; fakat bugün ne yapmalı, kendimi nasıl idare etmeli? Bakınız hâlime de zavallı âşığınıza bir konsey (nasihat) veriniz. Bilirsiniz ki bendeniz bahçeye kendi arzumla girmedim, sarhoş eden bakışınızın davetiyle girdim. Yer aynalarını güzelliğine hayran eden yüzünüzü yakından gördüm, çıldırdım! Evet, sizden ayrıldıktan sonra bahçenin öbür kapısından âdeta mezon dezalieneden (akıl hastanesinden) kurtulmuş gibi çılgın bir şekilde çıktım. Bunun üzerinde temiz kişiliğinizi temin edebilirim.
Ah! O momanda (an)da ne kadar örö (mutlu) ne kadar da malörö (talihsizdim). Derece-i noblesini (asalet derecesini) tarif etmeye yeterli kalifikatif (uygun kelime) bulmaktan aciz kaldığım temiz kişiliğinize takdime cesaret ettiğim o fakir jeranyumu (sardunyayı) par jantiyes (nezaketen) kabul buyurdunuz da o güzel korsajınızda ona yer bile verdiniz. Ah! O fane (solmuş) çiçeğin bahtiyarlığına haset! Her biri bir cihana bedel olan iltifatınız onunla da kalmadı, lâkin kendime emportans (önem) vermiş olmaktan korkarım, bunları tekrar etmekten çekinirim. Her ne kadar bazı talanlar kültive (tecrübeler kazandımsa)da masum kişiliğinize lâyık olmadığımı itiraf ile kendimi bahtiyar sayarım. Hem de malörö (talihsizim) demiştim; çünkü ah, sizden şikâyet etmek bile cinayettir; lâkin kulda kusur çok olur, affeder efendisi, bu anlamda kölenizin bu kabahatini affetmenizi yüce şahsınızdan beklerim. Gelecek cuma günü yine buraya gelelim diye buyurduğunuzda saat kaçta diye sordum ise de cevaba her nedense tenezzül buyrulmadı. Bunun sebebini mümkünü yok keşfedemedim. Birdenbire masum gözünüzden düşüvermiş olmak için ne kusur etmiş olduğumu bilemiyorum. Ve özellikle bahçeden çıkıp landonuza acele atlayışınız ve giderken bin can ile iltifatınızı bekleyen bu zavallı âşığınıza bir adiyö (hoşça kal) bile demeye tenezzül buyurmayışınız! Artık, bu ensültlerin (kırıcı sözlerin) yüreğimde açtığı kanlı yaraların acısı sonsuza kadar sürecektir. Evet, bunlar benim kendi yaptıklarımın cezasıdır. Sizi gördüğüm zaman yüzünüze – oh, kel divin bote kö vuzet (ne ilâhî bir güzelliksiniz)! – yüzünüze bakmaya cesaret etmemeli; yüreğimi, aşkınızın pençesine düşürmemeliydim. Bununla beraber cesaretimin cezasını çekmeye başladığımdan masum kişiliğinize hiç bahsetmemeliyim. Bu konudaki plezir (zevk) de başka bir lezzettir! Bununla beraber sizi her gün görüyorum. O güzel, o şık, o zarif landonuza bir ren (kraliçe) gibi kurulup hayalimin parkında dolaşıp yüreğimi üzüyorsunuz. Lâkin görüyorum ki siz, bunu düşünmeyerek masumane yapıyorsunuz ve kölenizin üzüntülerini ağırlaştırıyorsunuz; lâkin köleniz ümitsiz mi kalacak? Sizi kendime çekmek için sevdanızdan gönlümü almak benim elimde midir? Küçük hanımefendi! Köleniz, yalnızca bir çare görüyorum bu ambaradan (sıkıntıdan)
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Yararlanılan kaynak: Şemsettin Kutlu, Tazminat Dönemi Türk Edebiyatı, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1997
2
Dışişleri Bakanlığında yazı işlerini yürütmekte görevli birimi
3
Şimdiki Danıştay
4
Vakıflar ve Eğitim-Öğretim Bakanlıkları
5
Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı, Çağlayan Kitapevi, İstanbul, 1988
6
Yaklaşık 68 santimlik bir ölçü birimi
7
Aylandız: Sedefotugillerden, Avrupa’ya Çin’den getirilmiş, kısa zamanda yetişip boy atabilen, yaprak ve çiçekleri kötü kokan bir ağaç
8
Üç Belde: Üsküdar, Galata ve Eyüp semtleri
9
Güzel Helen: Jacques Offenbach tarafından bestelenmiş üç perdelik bir opera eseridir. Eserin librettosu orijinal olarak Fransızca Henri Meilhac ve Ludovic Halevy tarafından yazılmıştır. Prömiyer sahnelenmesi 17 Aralık 1864’te Paris’teki Théâtre des Variétés’de yapılmıştır.
10
Kaplumbağa kabuğundan yapılan.
11
Aritmetikteki dört işlemi anlatmak için alay yollu olarak kullanılır.
12
Peyke (Far.): Dar ve alçak tahta sedir
13
Setre (Ar.): Eskiden daha çok resmî dairelerde giyilen, düz yakalı, önü ilikli, etekleri uzunca, Avrupa kesimi bir çeşit çuha ceket
14
Ceylan, sekerken bir şeyden ürkmüş gibi birdenbire durmayı ve dönüp dönüp arkasına bakmayı senden öğrendi.
15
Canfes (Far.):İnce dokunmuş, parlak ve üzerinde desen bulunmayan ama açıklı koyulu iki renk gibi görünen ipekli kumaş
16
Karamandola (Yun.): Genellikle ayakkabı ve terlik yüzü yapılan, satene benzer, parlak ve sağlam bir kumaş
17
Mazı (Far.): servigillerden, düz gövdeli, dipten dallanan, yassı dallı, küçük pul biçiminde ve almaşık yapraklı, her mevsimde üzerinde yaprak bulunan, kerestesi yumuşak ve dayanıklı, süs olarak da dikilen bir orman ağacı
18
Alphonse Marie Louise Prat de Lamartine, Fransız yazar, şair ve siyasetçi. Graziella, Göl, Şairane Düşünceler gibi kitapları romantik edebiyatın en ünlü yapıtları arasına girmiş bir edebiyatçıdır.
19
Homeros’un, Odysseia destanında adı geçen gizemli tanrıça.
20
Bizans döneminde İstavroz Bahçeleri olarak bilinen yer; Beylerbeyi
21
Umurumda değil, anlamında bir deyim
22
Sako (it.): Paltoya benzer bir üstlük
23
Bordo şehrinde yapıldığı için aynı adla anılan Fransız şarabı
24
Bu tercüme, Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yapılmıştır.
25
Bu tercüme, Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yapılmıştır.
26
Jean de La Bruyère, Fransız yazarı ve ahlâkçısı
27
François de La Rochefoucauld: Fransız yazar
28
Paul ve Virginie, ilk olarak 1788’de yayımlanan Jacques-Henri Bernardin de Saint-Pierre’nin romanıdır.
29
La Dame Aux Camélias: Kamelyalı Kadın. Alexandre Dumas tarafından yazılmış, ilk baskısı 1848 yılında yapılan roman
30
Fransız eleştirmen, gazeteci ve romancı
31
Decameron: İtalyan yazar ve şair Giovanni Boccaccio tarafından yazılan kitap
32
Sigar: puro, yaprak sigarası
33
Jean-Jacques Rousseau: Cenevreli filozof ve yazar
34
Julıe Ou La Nouvelle Heloıse: Türkçeye Yeni Heloise olarak çevrilmiştir.
35
Le Secretaire Des Amants: Âşıkların Sekreteri, 1890 yılında anonim yayımlanmış bir çeşit aşk sözlüğü