bannerbanner
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ

Полная версия

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA İZDİVAÇ

Язык: tr
Год издания: 2024
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 3

Kadının biri yanındakinin kulağına eğilerek: “Kuyrukluyıldızdan söz edilecekti. Bey, mideden başladı. Acaba yıldız, karnımıza mı girecek?” dedi, iki taze fıkırdaşmaktayken yaşlıca hanımın biri, İrfan Bey’in sözüne cevap olarak biraz kaba, kısık sesiyle:

“A, aklımıza nasıl gelmez evlâdım? Vücudumuzun içinde ne türlü âletler vardır diye ben daima merak eder dururum; fakat bizim için bunu görmek mümkün mü?”

Okuldan yeni çıkma genç kızın biri, kız arkadaşının kulağına: “Konferansçı beyefendi, lütfen bize bir kart versin de anatomi dersi görmeye tıp fakültesine gidelim,” fısıltısında bulundu. Kısık kısık gülüştüler.

İhtiyar hanım sözüne devam eti:

“Kurban bayramlarında evimizde koyun kesildiği zaman pencereden bakarım. Hayvanın içi âlet dolu. Gırtlağı, ciğerleri, el kadar yüreciği; hele o bağırsakları, kulaç kulaç çekerler de bitmek tükenmek bilmez… Hikmetine kurban olduğum Allah’ım, bunlara kimin aklı tamamen eriyor ki, bizim ersin?”

İrfan Bey:

Gerçi bir vücudun nasıl yapıldığını, nasıl beslendiğini layıkıyla bilmek, büyük büyük birçok ilimleri öğrenmeye bağlıdır; fakat bunların kısasının kısası pek açık bir dille herkese anlatılabilir. Avrupa’da bunların hakkında sade, hoş kitaplar yazılmıştır. Biz, tabiattan bir kısım; yani bir parçayız. Onun, aklımız erdiğince ve tahsil derecemize göre anlaşılabilir kısımlarını anlatmaya çalışırsak birçok yanlışlardan kurtulmuş oluruz; çünkü insanlar her felâkete cehaletleri yüzünden uğramışlar ve hâlâ da uğramaktadırlar. İnsanlık, çocukluk döneminde akıl erdiremediği konularda daima batıl inançlara düşerek işte bundan dolayı ilerleme yolunda gecikmiştir. Her gün gözümüzün önünde durup da çoğumuzun ona dair bilgisi çok eksik olan bir şey varsa o da gökyüzüdür. Gökyüzü mavi, yuvarlak bir sahan kapağı gibi dünyanın üzerine geçirilmiş görünür, hatta içinizden çoğunuz bunun, direksiz nasıl durduğuna şaşıp kalırsınız. Gök, bitmek tükenmez bir boşluktan ibarettir. Bu boşluğa astronomi dilinde “uzay” denir. Bu gördüğünüz koca mavi gök, tavan gibi kubbe biçimi, mavi, maddî bir şey değildir ki onu öyle durdurabilmek için direk dikmeye lüzum olsun? O mavilik, hava yığınının neden olduğu bir renktir. Birçok camı yan yana dizip de bunların arasından öbür tarafa baktığınız zaman nasıl bir yeşillik görünürse bu da tıpkı öyledir. Bulutsuz, duru havalarda başımızın üzerinde gördüğümüz o mavi kubbe, bir görme zannından başka bir şey değildir. Geceleri görülen yıldızların, gökte bir kubbenin yüzeyine çakılmış gibi görünmesi de göz aldanmasından ileri gelme bir şeydir. Bu yıldızların birbirine olan uzaklıkları akıllara hayret, zihinlere durgunluk verecek kadar fazladır. Bunlardan, ancak büyük rasat dürbünleriyle görülebilenlerin uzaklığını kestirebilmek için trilyonlarca mesafede uzaklara çıkmak gerekir. Uzayın akıl almayan derinliği içine gömülmüş olanlarla bizim aramızdaki mesafeyi ölçebilmek için kullanılacak mil, fersah,36 kilometre gibi en uzun ölçü birimleri geçersiz, hatta birer sıfır hiçliğinde kalır. Ucu bucağı, fen ve aklın ölçüsü dışında kalan bu boşluğun içi güneşlerle, gezegenlerle doludur. Güneş nedir? Gezegen nedir? En sade sözlerle şimdi size bunları anlatayım. Güneşler, çevrelerine ışık ve sıcaklık saçan iri birer alev, ateş parçalarıdır. Gezegenler, bizim Güneşimizin çevresinde dönenlerle karşılaştırılırsa aslında onlar da birer ateş parçasıyken zaman geçtikçe üstleri, küremiz gibi kabuk bağlamış, parlaklığı artık kalmamış; fakat ışık ve sıcaklığını çevresinde döndükleri Güneş’ten alan dünyalardır. Dinleyici hanımların içinde, bugüne kadar astronomi hakkında hiçbir bilgi edinememiş olan hanımlar, bu sade sözlerimden pek açık bir gerçeğe ulaşamazlar zannederim. Tariflerimi daha sadeleştireyim. Bahçede, kırda, pencere kenarında, balkonda elbette rastlamışsınızdır. Tekerlek tekerlek örümcek ağları vardır. Örümceğin kendisi bu ağın göbeğinde oturur. Bu kurduğu tuzağa düşecek avları bekler. Şimdi böyle bir ağı gözünüzün önüne getirip, orta yerdeki örümceği güneş diye alarak onun çevresinde dolana dolana büyüyen örümcek tellerinin üzerinde de birbirinden uzak noktalarda ufak ufak gezegenler hayal ediniz. Uzay içindeki “Güneş Sistemi” denilen şekli, o genel görünüşü zihninizde canlandırmış olursunuz; fakat “gezegen” demek, gidici, yürüyücü demektir. Örümcek ağının çevresinde var kabul ettiğimiz gezegenler hareket etmedikleri halde, Güneş’in çevresindekilerin hepsi, kendilerince belirli hızlarla birer hayali halka üzerinde ta yaratılıştan beri hiç durmadan dolanmaktadırlar. Her gezegenin, Güneş’in çevresinde, üzerinde döndüğü kabul edilen hayali daireye o gezegenin “yörüngesi” adı verilir. Şimdi bu, “uzay, gezegen, Güneş Sistemi ve yörünge” tanımlamalarına iyice dikkat etmenizi rica ederim; çünkü ilerideki tanımlamaların güzel anlaşılabilmesi için bu ilk tanımlamaların akılda tutulması gerekir. Güneş’i, büyük bir muma, ışığı güzel bir muma; gezegenleri de onun çevresinde dolanan pervanelere benzetirsek pek bayağı; fakat eskileri andıran bir şairlik yapmış oluruz. İçinizde hiç okumamış olan hanımların, pek sade de olsa bütün bu tanımlamalardan memnun kalmadıklarını anlıyorum. Güneş’in uzayda, çevresinde dönen gezegenleriyle beraber bir tarafa düşmeksizin öyle boşlukta nasıl asılı durduğunu çoğunuzun aklı almıyor değil mi? Hakkınız var. Biz bu dünyada o kadar yanlış hisler, zanlar içinde yaşarız ki bilimin bize gösterdiği büyük büyük varsayımları, gerçekleri, biz bu küçük aklımızla çevremizdeki ufak tefek eşyaya uydurarak, benzeterek hep yanılırız. “Düşmek” nedir? Bir kere bunu düşünelim. Sokakta giderken düşmek, pencereden düşmek, damdan düşmek, minareden düşmek, nihayet yangın kulesinden düşmek… Bizim için düşmenin en büyük ölçüsü bu değil mi? Haydi, bir baloncuyu birkaç bin metre kadar yüksekliğe çıktıktan sonra kazaya uğrayıp düştü kabul edelim. İşte bu kadar… Düşmenin bundan ilerisi, bilim dışında düşünenler için bilinmeyen bir iş… Ondan öteye gidilmemiş ki nasıl ve nereye düşüleceğini bilelim? Uzayın ucu bucağı olmadığını söyledikti ya… Şimdi bir cismi, uzay dedikleri bu boşluğun derinliklerine doğru sürüp götürelim. Yerküreyi kaybedecek kadar uzak bir mesafeye götürerek orada bırakalım. Şimdi bu cisim nereye düşecek? Her tarafı bizim aklımızın alamayacağı derecede bir genişlikle kuşatılmış. Hem “düşmek” denilince bu olayın yukarıdan aşağıya doğru olduğunu biliriz. Bizim için aşağılık, yukarılık yeryüzüne göre beliren bir şeydir. Yerküremizden onu kaybedinceye kadar uzaklaşınca aşağı, yukarı kelimelerinin manaları da bu uzaklıkla beraber kaybolmuş olur. Uzayın böyle bir noktasında mademki artık aşağı yukarı kelimelerinin manaları yoktur. Yukarıdan aşağıya hızlı inmek demek olan “düşmek” kelimesinin de bir anlamı kalmaz. “Etrafımız böyle uzayla, yani sonsuz bir boşlukla çevrili olan bir noktada yukarısı aşağısı yok; inmek çıkmak, düşmek yok; fakat bunlara bedel, genel çekim denilen bir kuvvet vardır. Kâinattaki her cisim, bu kuvvetin hükmü altındadır. Bu kuvveti bilimde şöyle tarif ederler: “Bu âlemde var olan cisimler birbirini, cevherleriyle düz orantılı, aralarındaki mesafenin karesiyle ters orantılı olarak çekerler.” Siz bu tariften hiçbir şey anlayamazsınız. Bu kanunların açıkça anlaşılabilmesi matematik bilgileri, mekanik bilgisi ve benzeri şeyleri bilmeye bağlıdır.

İşte bu çekim kanunu uyarınca uzaydaki hesapsız güneşler, gezegenler, kendi hacimleriyle birbirlerine karşı olan uzaklıklarına oranla öyle bir düzen meydana getirmişlerdir ki, her zaman matematiksel bir düzen içinde dönerler. Bizim Güneşimiz, uzaydaki sayısız yıldız arasında önemi olmayan bir yıldızdır. Güneş, Yerküre’den bir milyon iki yüz yetmiş bin defa büyüktür. Bize pek büyük görünen bu dünyadan bir milyon iki yüz yetmiş bin kere büyük olan bir şeyin artık, olağanüstü büyüklüğünü düşünün; fakat uzayın sınırsız genişliği içinde bu koca cisim, kaybolmuş bir noktacık kadar önemsiz kalır. Güneşimiz, bulunduğu merkezden çekiminin görünmez ağı içinde tuttuğu gezegenlere güya hasretle kollarını uzatmış da onları çevresinde sapan taşı gibi çeviriyor sanılır. Bu gezegenler, Güneş’in çevresinde, kendilerini çeken bu ateş merkezine düşmeyecek kadar büyük; fakat tutkulu bağlılıklarını, o merkezi çekimden ayırıp, uzaya fırlayabilecekleri kadar bir merkezkaç kuvveti meydana getirmeye yetmeyecek bir hızla dönmektedir. Sizin anlayacağınız bir kuvvet, gezegenleri Güneş’e doğru düşürüyor, başka bir kuvvet de uzaya doğru itiyor. Bunlar ne Güneş’e ne de uzaya gidemediklerinden bu iki zıt kuvvetin tayin ettiği bir ortamda dolanıyorlar.

Güneşin çevresinde sekiz gezegen vardır. Bunların hepsi kendi yörüngeleri üzerinde dolanırlar. Dünyamız üçüncü gezegendir. Yani Güneş’e bizden daha yakın Utarid37 ve Zühre38 adında iki gezegenden sonra bizim yörüngemiz gelir. En yakın olan Utarid’in Güneş’e uzaklığı 14.300.400 ve en uzak bulunan Neptün’ün 1.100.000.000 fersahtır. Bu saydığımız gezegenlerden başka Güneş’in kendinden pek fazla uzaklaşan uçarı tabiatlı birtakım gezegenleri daha vardır. Bunların yörüngeleri elips dedikleri şekildedir. Daha Türkçesi yumurtanın bir ucundan öteki ucuna olan uzun yuvarlağı biçimindedir. Güneş’in çekim kuvveti şimdilik son gezegen sayılan Neptün’de bitmez. Daha ondan öteye milyarlarca fersah mesafelere kadar sürer.

Bu kuyruklu veya perçemli dediğimiz sürtük gezegenler, Güneş’ten çok fazla uzaklaşırlar. Uzaklaştıkça hızları azalır. Sonunda uzayın karanlık, donmuş, o sonsuz ayrılık gecesi içinde bir korku hissi ve sevgiliye hasretle sarılarak ağır ağır geri dönerler. Bu dönüş sırasında sevgilinin hasreti güya her saniye artan bir şiddetle yükselir, çekim büyür. Işığını ve ısısını gittikçe artıran bir hızla, ateş saçan bir aşkla uzayları yırtarak, yakarak sevgililerinin yakınına koşarlar, koşarlar; Güneş’e en yakın noktaya gelirler. Bunlardan bazıları, Güneş’teki atmosfere kadar yaklaşır, adeta alevlerine sürtünecek kadar sokulur. Bu yaklaşmayla sanki hasretlerini giderdikten sonra yine o uzun uzay yoluna atılırlar. Güneş gezegenlerinin yörüngelerinden birer birer atlayarak Güneş’in hükmünün geçtiği son sınır olan Neptün’ün yörüngesinden çıkarak uzay boşluğuna dalarlar. Açılırlar, açılırlar. Yörüngelerinin en uzak noktalarına ulaştıkları zaman Güneş’in manyetizması bunları yine birer birer o ihtişama ve sevgi yakınlığına davet eder.

Kuyruğuyla bize dokunacağı söylentileri çıkan Halley yıldızı 1835 senesinde, yani bundan yetmiş beş sene önce yine Güneş’in yakınından, yörüngesinin en yakın noktası olan o sevgi mıknatısı noktasından geçmiştir. Var olan kayıtlara göre Halley’in, Güneş’in çevresinde her yetmiş beş senede bir, tam devir yaptığı anlaşılıyor.

Bu sırada dinleyici hanımlar arasında bir gürültü kopar. İrfan Bey susar, kulak verir. Şu tartışmayı işitir:

M – Aman sus, alık kadın.

H – Ben niye olayım? Sensin alık.

Se – İkinizin de onar paralık aklı yok.

H – Kesin sesinizi de dinleyelim. Bakalım bey daha neler söyleyecek.

L – A, burasını hamama çevirdiniz. Konferansı mı dinleyeceğiz, sizi mi? Bey anlattı, anlattı, tam kuyruğa geldi, artık patladınız, duramadınız.

H – Öyle kardeş, öyle. Kuyruğu dünyaya çarpacağı zaman patırtıyı kopardılar…

A – Merak etmeyiniz canım… Böyle lakırdıyla değil, küçük tövbede mi,39 yoksa aralık ayında mı gelip çarpacakmış? O zaman doya doya seyredersiniz.

M – Biz bir söyledikse siz on söylüyorsunuz. Dünya’nın yuvarlak olduğuna, bu uzayın içinde top gibi dolaştığına Halime Hanım’ın bir türlü aklı ermiyor da onu erdirmeye çalışıyorum.

L – Onun aklı ermiyor da bakalım senin ki eriyor mu?

M – A, ben o kadar alık mıyım? Niçin ermeyecekmiş?

L – Öyleyse anlat bakalım, mademki bu Dünya yuvarlakmış, akşam sabah fırıldak gibi dönüyoruz da biz sokağa çıktığımız zaman niçin yuvarlanıp denize düşmüyoruz? Bu kadar çocuklara, köpek yavrularına neden bir şey olmuyor?

H – Yaradan Mevlâ koruyor da onun için.

L – Sen sus hanım, ben sana sormuyorum.

C – Boşuna gürültü etmeyiniz. Ne deseler hemen inanıverirsiniz. Erenköyü taraflarına hiç gittiniz mi? Koskoca ovalar, kırlar, göz alabildiği kadar denizler… İşte dünya o değil mi? Bunun neresi yuvarlakmış? Gözüme mi inanayım, size mi?

A – A… yuvarlaktır elmasım, yuvarlak. Erenköyü’ne kadar ne gidiyorsun? Ne gerek var. Aksaray’dan tramvaya bininiz, Bayezid’e kadar o koca yokuşları çıktıktan sonra bir düzlük gelir. Çarşıkapısı’nı geçiniz, Türbe’den aşağıya bir iniş başlar. A, işte yusyuvarlak.

L – Hiçbiriniz gereği gibi anlayamamışsınız.

C – Biz anlayamamışsak anlat bakalım, yuvarlağın üstünden niçin yere düşmüyoruz?

L – A, ondan kolay ne var?

C – Eh, hadi söyle.

L – Karpuzun, kavunun üstünde karınca gezdiğini hiç görmediniz mi?

He – A, öyle ya, öyle ya doğru! Duvarda, tavanda tahtakuruları düşmeden nasıl geziyorlar?

Se – Bizim köşkte asıl yenidünyanın üzerinde böceklerin her türlüsü geziniyor. Niçin aşağıya düşmüyorlar?

C – A, bu nasıl söz? Tahtakurusu, karınca başka; insan başka… Tahtakurusu gezinir, ama biz tavanda yürüyebilir miyiz? İlâhi hanım!

F – Tahtakurusu mu? O kör olasıcayı söylemeyiniz. Bizim Vefa’daki evde o kadar çoktu ki, çamaşır ipinin üstünde cambaz gibi gezinirlerdi.

Ş – Ya pire? Pire?

F – A, o daha marifetlidir. Sabahleyin yorganın üstünden tutmaya uğraşırken insanın parmaklarının arasından kurtulursa ta alnına kadar hoplar… Pek atiktir.

S – Ya öteki?

F – Hangisi?

S – (F Hanım’ın kulağına eğilerek): Bit…

F – Aman, o musibeti söyleme. O miskin mundarı aklıma getirme.

S – Nasıl miskin? Topalı, yedi mahalleyi dolaşırmış.

B – Frengistan’da pireyi arabaya koşarlarmış, dayım söyledi.

F – İşit de inanma. Hiç o mini mini hayvan araba çekebilir mi?

D – Arabaya deyip de koskocaman landoya40 koşmazlarmış ya? Onun da kendine göre küçücük arabası varmış. Ona buna parayla seyrettirirlermiş.

F – Maymunların da çalgı çaldıklarını işittimdi, ama bunu duymadımdı.

G – Ya bir ayı, şehirde güzel bir kıza âşık olmuş. Gazetede onu okumadınız mı?

F – Hay sen sakla Rabbim! Ayıdan pek korkarım.

G – Ayının Çingene’yle homur homur güreştiğini seyretmedin mi hiç?

D – Ayı için şebeğin amcasıymış derler.

F – Aman nesi olursa olsun, hoşlanmam!

D – A, ben şebeği pek severim. Ne kadar maskaradır. Hele o al cepkenini, püsküllü takkesini giyip de aynaya baktığı vakit gülmekten kırar geçirir.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Romana ve Romancıya Dair Notlar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Milli Eğitim Bakanlığı, 1969, s.57.

2

Arapça “Toplanmak” demektir. Burada, kıyamet günü dirilip bir araya gelmek anlamındadır.

3

Kazasker: Osmanlı döneminde, kadıların başında bulunan, askerlerle ilgili şeriat sorunlarını çözüme bağlamakla yükümlü, belli bir aşamaya değin olan kadıları ve müderrisleri atamaya yetkili, ilmiye sınıfının yüksek aşamasında bulunan ve padişah divanının üyesi olan devlet görevlisi

4

“İşini Allah’a bırakana, Allah’a güvenene bir şey olmaz” anlamında bir deyim

5

(Ar.) Bütün falcılar yalancıdır.

6

Osmanlıda, kadınların saçlarına yaptıkları topuz

7

Kuran-ı Kerim kastediliyor.

8

Âşık yolunu şaşırdı, endişe: Örgü modelleri

9

Karaman koyunu

10

Ervah (Ar.): Ruhlar. Ervahi: Ruhlar âleminden olanlar, oraya ait olanlar

11

Ağıt

12

Allah’ım sabır ver

13

“Mümkün değil, tövbe tövbe” anlamında

14

Sibirya yağı

15

1283 üç gramlık bir ağırlık ölçüsü birimi

16

Karmanyola: Soygunculuk

17

Tensikat (Ar.): Kadro kısıtlaması, düzenlemesi sonucu işten çıkarılma

18

Kalem: Devlet dairesi

19

İmaret: Osmanlı Devleti döneminde yoksullara yardım amacıyla oluşturulan hayır kurumları

20

Delirdin mi?

21

Çamaşırları yıkamadan önce küllü suya bastırma işi

22

Bir kuruş

23

Allah’ım sen büyüksün

24

Şenliklerde atılan bir tür fişek

25

Avrupa

26

İstanbul’daki ikinci büyük su sarnıcıdır. Antik Bizans kaynaklarına göre dördüncü yüzyılda yapılmıştır. On altıncı yüzyıldan itibaren atölye olarak kullanılmıştır.

27

Farsça tahtepūş: Teras

28

Yıldız Sarayı

29

Akılcılık, Gerçekçilik, bilinç, ben ve ben olmayan

30

Philosophie contemporaine :Çağdaş Felsefe

31

(Far.) Yeşille mavi arası bir renk

32

Yasef Çiçekçioğlu: Osmanlı döneminde ünlü bir hokkabaz

33

An cloche (Fr.): Çan etek

34

Yeldirme (Halk ağzında): Kadınların çarşaf yerine kullandıkları, başörtüsüyle birlikte giyilen hafif üstlük

35

Bonjour (Fr.): Çizgili pantolonu ve uzun ceketi olan takım elbise

36

Beş kilometrelik bir uzunluk ölçüsü

37

Merkür

38

Venüs

39

Ay takviminin altıncı ayı, cemaziyelahir

40

Landau (Fr.): Dört tekerlekli, içinde dingillere paralel olarak düzenlenmiş karşılıklı iki oturma sırası bulunan, üstü açılıp kapanabilen çift körüklü binek arabası

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
3 из 3