bannerbanner
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları

Полная версия

Binbir Gece Masalları

Жанр: сказки
Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 14

“Bırak bu hayırlı işi yapayım, isterse beni öldürsün. Diğerlerine kefaret olmak için ölmüş olurum.” diye araya girmiş Şehrazat.

“Ah evladım!” demiş vezir. “Hayatını böyle tehlikeye atmanın sana ne faydası var?”

“Ah baba, başıma ne gelirse gelsin bunu yapmalıyım.”

Vezir yine öfkelenmiş, kızını azarlamış ve ona sitemle: “Aslında eşek, öküz ve çiftçinin başına gelenlerin senin de başına gelmesinden korkarım.” demiş.

“Peki, ne gelmiş onların başına baba?” diye sormuş kız.

Bunun üzerine vezir; eşek, öküz ve çiftçinin hikâyesini anlatmaya başlamış:

“Bir zamanlar çok zengin ve bir sürü büyükbaş hayvanı olan bir çiftçi yaşarmış. Bu çiftçi karısı ve ailesi ile birlikte taşrada oturur, tarım ve rençperlik ile uğraşırmış. Yüce Allah bu adama her türlü yaratığın ve kuşun dillerini anlama kabiliyetini ihsan etmiş. Fakat olur da bu yeteneğinden birine bahsederse ölümle cezalandırılacakmış. Ölüm korkusundan bunu bir sır olarak saklamış. Bu adamın ahırında bir eşek bir de öküz kendi bölmelerinde yan yana dururmuş.

Bir gün adam hizmetçileriyle ahırın yanında otururken öküzün eşeğe şunları söylediğini duymuş:

‘Selam ve esenlikler olsun sabahların efendisine ki sen rahatça dinlenip iyi bakılıyorsun. Kaldığın yer iyi temizleniyor. Senin üstüne biniyor, sana iyi bakıyorlar. Yemin elekten geçiyor ve taze kaynak suyu içiyorsun. Bense -talihsiz yaratık ben- sabahın köründe kaldırılıyorum. Boynuma saban ve boyunduruk diye bir şey bağlıyorlar ve ben, gün doğumundan gün batımına kadar toprağı sürmekten yoruluyorum, yapabileceğimden çok daha fazlasını yapmaya zorlanıyorum. Vücudum yorgunluktan yıprandığında, boynumdaki deri yüzüldüğünde, bacaklarım ağrıdan sızladığında ve gözlerim yaşlarla dolduğunda bile ancak geceden geceye dinlenebiliyorum. Beni ahıra kapatıp içine çamur karışmış fasulye ve saman veriyorlar yem olarak. Bütün gece çöpün ve pisliğin arasında yatıyorum. Sense temizlenmiş, süpürülmüş yerde her zaman rahat içinde yatıyorsun. Sadece efendinin işi olduğunda -ki nadiren oluyor- senin üstüne biniyor ve şehre gidip hemen dönüyor. Demek istediğim şu ki ben yorulup sıkıntı çekerken sen rahatsın ve dinleniyorsun. Ben uykusuzken sen uyuyabiliyorsun. Ben açken sen karnını tıka basa doldurabiliyorsun. Beni hor görürlerken sana değer veriyorlar.’

Öküz konuşmasını bitirdiğinde eşek ona dönmüş ve: ‘Ah seni koca kafalı, zavallı! Öküz kafalı diye boşuna dememişler. Ey öküz efendi sende bir gram akıl yok! Sen budalaların en budalasısın ve belli ki hiç nasihat dinlemiyorsun.

Bilge bir adamın dediğini duymamışsın:

Başkaları için katlanıyorum dertlere, çilelereOnlar zevküsefa sürerken ben tüketiyorum kendimiAdam ki karartır yüzünü güneşteAğartmak için başkalarının elbiselerini.

Ama sen aptal, efendi için çalışıp didiniyorsun. Kendini başkasının rahatı için yorup hırpalamaya, harap etmeye hazırsın. Şu sözü hiç duymadın mı? Kişinin faydası da zararı da kendine. Sabah ezanında çalışmaya başlayıp gün batımında dönüyorsun. Gün boyunca her türlü sıkıntıya, dayağa ve hakarete maruz kalıyorsun. Şimdi beni dinle öküz efendi! Kokan yemliği boynuna bağladıklarında yere çök, tepinmeye başla, onları boynuzla ve böğür. Önüne yem koyduklarında iştahla ye, koca karnını doyur. Eğer tavsiyemi dinlersen benimkinden bile daha rahat bir hayatın olur. Tarlaya gittiğin zaman boynuna boyunduruk denilen şeyi bağladıklarında yere çök, seni dövmeye başlasalar bile kalkma. Kalksan da tekrar yat. Eve geldiğinde önüne o fasulyelerden koyarlarsa geri çekil, sadece kokla, tadına bile bakma, yalnızca samanla idare et. Sonra hastalanmışsın gibi yap. Bir gün, iki gün, hatta üç gün boyunca bunu yapmaya devam et. Böylece çalışıp didinmekten kurtulursun.’

Bu sözleri duyan öküz, eşeğin arkadaşı olduğunu düşünmüş ve ‘Nasihatin çok doğru.’ diyerek ona teşekkür etmiş. Bütün hayırlarının onun üzerine olmasını diledikten sonra şöyle haykırmış: ‘Sen ki hatalarımı görmemi ve uyanmamı sağladın. Teşekkür ederim.’

Meğer eşekle öküz kendi aralarında böyle konuşurken çiftçi onları kapı aralığından dinliyormuş. Ertesi gün öküzü götürmüş, boynuna sabanı asmışlar, her zamanki gibi çalışmaya zorlamışlar. Ama öküz, eşeğin tavsiyesi üzerine çalışmaktan kaçınmış ve sabanı süren işçi onu dövmeye başlayınca boyunduruğu kırıp kaçmış. Fakat adam onu yakalamış ve öldüresiye kırbaçlamış. Buna rağmen öküz kıpırdamamış ve akşama kadar yerde yatmaya devam etmiş. Sonra işçi onu götürüp ahıra bağlamış. Fakat öküz yemini yememiş; tıpkı sabahleyin yaptığı gibi… Tepinmemiş, ayağını yere vurmamış, boynuz atmamış ya da böğürmemiş. Dolayısıyla adam da meraklanmış. Öküze fasulyeleri ve samanı getirmiş. Fakat öküz sadece koklamış, sonra yatmış, yemden olabildiğince uzak durmuş ve bütün gece âdeta oruç tutarcasına aç kalmış.

Ertesi gün işçi gelip yemliğin fasulyelerle dolu olduğunu, samanın yenmediğini ve öküzün ayaklarını yayıp şişmiş karnıyla çok kötü bir hâlde yattığını görünce onun için endişelenmiş ve kendi kendine şöyle demiş: Allah biliyor ki bu hayvan mutlaka hastalandı ve dün bu sebepten tarlayı sürmedi.

Sonra çiftçinin yanına gitmiş ve olanları anlatmış: ‘Ah efendim! Öküz hasta, dün gece de bu sabah da yemini yemedi.’

Çiftçi, eşek ile öküz arasındaki konuşmaya kulak misafiri olduğu için ne olduğunu anlamış ve: ‘Alçak eşeği al, boyunduruğu boynuna geçir, sabanı da bağla ve öküzün işini ona yaptır.’ demiş.

Bunun üzerine işçi, eşeği götürmüş ve gün boyunca öküzün işini ona yaptırmış. Yorgun düştüğünde, kaburgaları ağrıyana dek ona çöp yedirmiş. eşeğin yan tarafı çökmüş ve boyunduruktan boynunun derisi yüzülmüş, akşam eve bacaklarını zorlukla sürüyerek dönmüş. Öküz ise gün boyu uzanıp yatmış, büyük bir iştahla yemini yemiş ve güzel tavsiyesi için eşeğe, başına ne geldiğini bilmeden hayır duaları etmiş.

Gece olup da eşek ahıra döndüğünde öküz ayağa kalkmış, saygıyla onun önünde durmuş ve: ‘Bütün güzellikler seninle olsun akıllı arkadaşım. Sayende gün boyu dinlendim ve yemeğimi huzur ve sükûnetle yedim.’ demiş.

Fakat eşek öfkesinden, yürek yangınından, yorgunluğundan ve yediği dayağın acısından cevap bile vermemiş. Pişmanlıkların en büyüğünü yaşıyormuş. Kendi kendine şöyle demiş:

Bu, benim başıma iyi bir tavsiye verdiğim için geldi. Huzur ve neşe içinde iken işgüzarlığım başıma bela oldu. Fakat kendi değerimin ve asaletimin farkındayım. Şairin de dediği gibi:

Solar mı reyhanın güzel rengiBörtü böceğin üzerinde yürümesiyleÖrümceğin olsa bile eviDüşer mi güzel reyhanın asaletine gölgeBilirim, vardır deniz kabuğunun değeri,Kirlenir mi güzel inci düşse bile yere?

Şimdi biraz düşünmeli ve bir oyun oynayıp durumu eski hâline döndürmeliyim. Yoksa bu gidişle öleceğim!

Öküz ona teşekkür edip dualar ederken yorgun bir hâlde yemliğine gitmiş.”

“Ah kızım!” demiş vezir. “Aklının kıtlığı seni öldürecek, otur oturduğun yerde! Hiçbir şey söyleme ve kendini tehlikeye atma. Allah biliyor ki sana bunu sevgimden ve senin için endişelendiğimden söylüyorum.”

“Babacığım!” diye cevap vermiş kızı. “Şahla evlenmeliyim.”

Vezir de şöyle cevap vermiş: “Bunu yapma!”

“Gerçekten de bunu yapacağım.”

“Eğer sessiz olmaz ve rahat durmazsan çiftçinin karısına yaptığını sana yapacağım.”

“Ne yapmış ki?”

“Öyleyse anlatayım.” demiş vezir.

“Eşeğin dönüşünden sonra çiftçi, karısı ve ailesi ile birlikte terasa çıkmış. Ayın dolunay olduğu ve ışığının her yeri aydınlattığı bir geceymiş. Teras, ahıra bakıyormuş. Çocukları etrafında oynarken çiftçi, hayvanları dinliyormuş. eşeğin öküze şunları söylediğini duymuş:

‘Anlat bakalım değerli dostum. Yarın ne yapmayı planlıyorsun.’

‘Yapacağım şey, tavsiyene uymak sevgili kardeşim, aslına bakarsan tavsiyen oldukça güzeldi, bana yatma ve dinlenme fırsatı verdi. Artık bunu yapmaktan bir saniye bile vazgeçmem. Bundan sonra bana yemeğimi getirdiklerinde yemeyeceğim, karnımı şişirip hasta taklidi yapacağım.’

Eşek kafasını sallamış ve: ‘Dikkat et öküzlerin öküzü.’ demiş.

‘Neden?’ demiş öküz.

Eşek: ‘Bil ki ben sana en iyi tavsiyeyi veriyorum. Sahibimizin işçisine şöyle dediğini duydum: Eğer öküz sabahleyin yerinden kalkıp işini yapmaz, yeminden yemezse onu kesmek üzere kasaba götür. Etini fakir fukaraya dağıt. Derisinden de kıyafet yaptır. Şimdi senin için korkuyorum. Başına bir şey gelmeden tavsiyemi dinle. Sana yemini getirdiklerinde yemezlik etme, ayağa kalk, böğür ve tepin, efendimiz seni katletmeye kararlı. Allah yardımcın olur umarım.’ diye cevap vermiş.

Bunun üzerine öküz ayağa kalkmış, böğürmeye başlayıp eşeğe teşekkür ettikten sonra: ‘Yarın seve seve onlarla gideceğim.’ demiş ve bir kerede bütün yemini yemiş, hatta yemliği bile yalamış (Bütün bunlar olurken efendileri konuşmalarını dinliyormuş.).

Ertesi gün çiftçi ve karısı, ahıra gitmiş ve oturmuşlar. Sonra işçi, öküzü almaya gelmiş. Sahibini gören öküz, kuyruğunu sallıyormuş. Bunu gören çiftçi öyle gülmüş öyle gülmüş ki sırtüstü yere düşmüş. Karısı sormuş:

‘Seni böylesine güldüren şey nedir?’

‘Ne olduğunu söylersem öleceğim gizli bir şeye gülüyorum.’

‘Ölümüne neden olacak olsa bile gülmenin sebebini bana söylemelisin.’

‘Ölmekten korktuğumdan hayvanların ve kuşların aralarında ne konuştuklarını söyleyemem.’

Bunun üzerine kadın: ‘Allah biliyor ki yalan söylüyorsun. Biliyorum, bana gülüyorsun ve şimdi niyeyse gülme sebebini benden saklıyorsun ama Allah hakkı için eğer bana sebebini söylemezsen senden boşanacağım. Seni terk edip gideceğim.’ demiş ve oturup ağlamaya başlamış.

Çiftçi: ‘Yazıklar olsun sana! Neden ağlıyorsun? Allah aşkına bu konuşmayı kes ve bana daha fazla soru sorma!’ diye cevap vermiş.

‘Bana kahkahalarının sebebini söylemelisin.’

‘Şu kadarını bil ki Allah’a, bana hayvanların ve kuşların dillerini anlamayı nasip etmesi için dua ettim ve ölsem bile ne söylediklerini açıklamayacağıma yemin ettim.’

‘Buna rağmen…’ demiş kadın. ‘Eşekle öküz arasında geçenleri bana anlat. Yoksa ölmekle iyi edersin!’ Ve ısrar etmeye devam etmiş ta ki adam yorulup çıldırıncaya kadar. Sonunda adam şöyle demiş:

‘Babanı, anneni, çocuklarımızı, akrabalarımızı ve komşularımızı çağır.’

Kadın adamın dediğini yapmış. Adam da kadıyla görüşmüş ki vasiyetini hazırlayabilsin. Zavallı çiftçi ölmeyi göze almış çünkü karısına büyük bir aşkla bağlıymış. Karısı, amcasının kızı, çocuklarının annesi olan kadın… Onunla yüz yirmi senelik bir hayatı birlikte yaşamış. Bütün aile ve komşular toplandıktan sonra çiftçi:

‘Tuhaf bir sır saklıyorum. Öyle bir sır ki bir kişiye bile söylersem ölü bir adam olacağım.’ demiş ve herkesin önünde kadına şunları söylemiş:

‘Allah seni ıslah etsin! Seni günaha sokan bu inadı bırak. Bu inadı bırak ki kocan, çocuklarının babası ölmesin!’ Fakat kadın:

‘Bana ne olduğunu söyleyinceye kadar vazgeçmeyeceğim. Hayatın pahasına olsa da.’ demiş.

Böylece kadını zorlamaktan vazgeçmişler. Bunun üzerine çiftçi gusül abdesti almak üzere abdesthaneye yönelmiş. Abdestini aldıktan sonra sırrını açıklayıp ölümü beklemeye karar vermiş.

Hikâye şöyle devam ediyor kızım: Çiftçinin kümeslerinden birinde elli tavuk ve bir horoz varmış. Sevdiklerine veda etmeye hazırlanırken köpeklerinden birinin kendi dilinde horoza seslendiğini duymuş (Horoz bu sırada kanatlarını çırpıyor, şehvetle ötüyor, bir tavuktan diğerine koşuyor, sırayla hepsiyle çiftleşiyormuş.).

‘Ey horoz! Aklın ne kadar kıt! Yaptığın şey ne kadar hâyâsız! Seni yetiştirene yazıklar olsun. Böyle bir günde yaptıklarından utanmıyor musun?’

‘Bugün ne oldu ki?’ diye sormuş horoz.

Köpek cevap vermiş:

‘Efendimizin bugün kendini ölüme hazırladığını bilmiyor muydun? Karısı onu kendisine Allah tarafından ihsan edilen sırrı ifşa etmeye zorluyor. Sırrını açıkladığı anda kesinlikle ölecek. Biz köpekler yas tutuyoruz ama sen kanatlarını çırpıyor, gürültüyle ötüyor ve bir tavuktan diğerine koşuyorsun. Şimdi eğlenmenin ve sefa sürmenin zamanı mı? Hiç kendinden utanmıyor musun?’

‘O zaman Allah biliyor ya…’ demiş horoz. ‘Bizim efendimiz aklı kıt ve mantık fukarası bir adam. Eğer bir tek karısıyla ilgili meselelerini bile çözemiyorsa yaşamayı zaten hak etmiyor. Benim elli tane hatunum var. Birini memnun edip ötekini kıskandırıyor, birini doyurup diğerini aç bırakıyorum. İyi idarem sayesinde hepsi kontrolüm altında. Akıllı ve âlim geçinen efendimiz ise bir tane olan karısına bile hükmetmeyi beceremiyor.’

Köpek, horoza sormuş:

‘Peki o zaman sence efendimiz başına gelen şeyi düzeltmek için ne yapmalı?’

‘Derhâl yerinden kalkmalı.’ diye cevaplamış horoz. ‘Şuradaki dut ağacından biraz dal toplayıp karısına esaslı bir dayak atmalı. Ta ki kadın: Ah efendim, pişmanım! Yaşadığım müddetçe sana asla soru sormayacağım, deyinceye kadar. Sonra onu esaslı bir şekilde bir kez daha dövmeli. Ancak bunu yaptıktan sonra tasasız bir şekilde uyuyup hayatından zevk alabilir; ama bizim bu efendimizde bir gram akıl yok!’ ”

“Şimdi kızım Şehrazat…” diye devam etmiş vezir. “O adamın karısına yaptığını yapacağım sana.”

“Ne yapmış ki?”

“Çiftçi, horozun köpeğe söylediği bu zeki sözleri duyunca karısının odasına gitmek üzere derhâl ayağa kalkmış. Dut ağacından bir dal kesip karısının odasına sakladıktan sonra onu çağırmış: ‘Yatak odasına gel! Kimse görmeden sana sırrımı söyleyip öleceğim.’ Kadın odaya girince kapıyı kilitlemiş ve ona sağlam bir dayak atmaya başlamış. Sırtına, omuzlarına, kaburgalarına ve kollarına vururken şöyle diyormuş: ‘Bir daha bana, üzerine vazife olmayan sorular soracak mısın?’ Kadın kendini kaybedinceye dek vurmaya devam etmiş. Bu arada kadın ağlıyor: ‘Allah biliyor ki sana sorular sorduğum için çok pişmanım. İnan ki çok pişmanım.’ Sonra kadın, kocasının elini ve ayağını öpmüş. Adam kendisine itaat etmeye başlayan karısını odadan çıkarmış. Kadının ailesi ve komşuları sevinmiş. Bütün matem ve keder yerini neşe ve memnuniyete bırakmış. Ailesini yola getirmeyi horozdan öğrenen çiftçi, ölümüne kadar karısıyla birlikte çok mutlu bir hayat sürmüş.”

“Ve sen kızım…” diye devam etmiş vezir. “Eğer sen bu işten vazgeçmezsen çiftçinin karısına yaptığını sana yapacağım.”

Kız kararlılıkla: “Asla vazgeçmeyeceğim. Ah baba, bu hikâyen beni yıldıramaz! Bu konuşmaları bırak. Onunla sana rağmen evleneceğim. Öncelikle tek başıma şahın yanına gidip şöyle diyeceğim: ‘Babamdan beni sizinle evlendirmesini istedim fakat o reddetti. Efendisini memnun etmeyi becerememesi sizi de benim gibi öfkelendirecektir.’ ” demiş.

“Bunu gerçekten yapar mısın?”

“Evet!”

Bunun üzerine vezir, ağlamaktan, uğraşmaktan, kızını ikna edip vazgeçirmeye çalışmaktan yorgun düşmüş bir hâlde şahın huzuruna çıkmış. Allah’ın inayetini dileyip yeri öptükten sonra kızıyla arasında geçen tartışmayı başından sonuna kadar anlatmış ve o gece onu kendisine getirmek istediğini söylemiş. Büyük bir hayrete düşen şah, vezirin kızı için bir istisna yapmak istemiş ve:

“Ah benim sadık yardımcım! Böyle bir şey nasıl olabilir? Biliyorsun ki yerlerin ve göklerin sahibi adına yemin ettim. Bu gece onunla beraber olduktan sonra sabahleyin sana şunu söyleyeceğim: ‘Onu götür ve öldür!’ Eğer sen öldürmezsen onu ben öldüreceğim.” demiş.

“Allah zaferinizi daim, ömrünüzü uzun etsin, ey zamanın şahı!” diye cevap vermiş vezir. “Bu konuda çok kararlı olan kendisi. Ben ona söylemem gereken her şeyi söyledim. Fakat o beni dinlemedi ve bu geceyi sizinle birlikte geçirmek istedi.”

Bunu üzerine Şehriyar büyük bir neşeyle: “Pekâlâ o zaman, onu hazırla ve bu gece bana getir.” demiş.

Vezir kızının yanına dönmüş ve şahın emrini ileterek: “Allah seni kaybedecek olan babanın yardımcısı olsun!” demiş.

Fakat Şehrazat büyük bir sevinç duyarak hazırlanmış ve küçük kardeşi Dünyazat’a:

“Şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle! Şahın yanına gittiğimde seni çağıracağım. Yanıma gelip onun benimle birlikte olduğunu gördüğün zaman şöyle diyeceksin: ‘Ablacığım! Uyuma ve bana bir masal anlat! Güzel ve ilginç bir masal olsun ki şöyle güzel bir uyku çekip öyle kalkalım.’ Ben de sana, Allah’ın izniyle, kurtuluşumuz olacak bir masal anlatacağım. Umarım bu masal, şahın bu korkunç alışkanlığını değiştirir.” demiş.

Dünyazat, ablasının isteğini yerine getireceğine dair söz vermiş.

Gece olduğunda babaları, yani vezir, Şehrazat’ı, şaha getirmiş.



Gördüğünden memnun olan şah: “İhtiyacım olanı bana getirdin mi?” demiş.

Vezir: “Getirdim.” diye cevap vermiş.

Şah, birlikte olmak için yatağa götürdüğünde kız ağlamaya başlamış. Bunun üzerine şah: “Seni üzen nedir?” diye sormuş.

“Ey zamanın şahı! Benim küçük bir kız kardeşim var. Şafak sökmeden önce son bir kez de olsa onu görmek istiyorum.”

Şah emir vermiş ve kardeşini getirtmiş. Dünyazat hükümdarın huzuruna gelerek yeri öpmüş. Şah koltuğun ucuna oturmasına izin vermiş. Gelinle birlikte olduktan sonra üçü de uykuya dalmış. Fakat gece olduğunda Şehrazat uyanmış ve kardeşi Dünyazat’a işaret etmiş. Genç kız oturmuş ve “Allah senin yardımcın olsun kardeşim. Gecenin geri kalanını geçirebileceğimiz güzel ve ilginç bir masal anlat bize.” demiş.

“Memnuniyetle.” diye cevap vermiş Şehrazat. “Tabii yüce şahımız müsaade ederse…”

“Anlat bakalım.” demiş yorgun ve uykusuz düşmüş şah. Değişik bir masal dinleme fikri onu heyecanlandırmış.

Böylece, Şehrazat’ın birbirinden ilginç masallar anlatacağı geceler “Tüccar ile Cinin Masalı” ile başlamış.

Tüccar ile Cinin Masalı

Derler ki…

Bir zamanlar ülkenin birinde çok zengin, önemli bir tüccar yaşarmış. Bu tüccarın farklı şehirlerde işleri olurmuş. Bir gün atına atlamış ve çeşitli şehirlerde ticaret yapmak üzere yola çıkmış. Sıcaktan bunalınca civardaki bir ağacın altına oturmuş. Heybesinden bir parça bayat ekmek ile birkaç tane kuru hurma çıkarıp orucunu açmış. Hurmaları bitirdiğinde çekirdekleri hızla etrafa savurmaya başlamış. Çekirdekler yere düşer düşmez ortaya bir cin çıkmış. Bu iri cüsseli yaratık, elindeki kılıcı savurarak tüccara yaklaşmış ve:

“Ayağa kalk! Seni öldüreceğim. Tıpkı senin benim oğlumu öldürdüğün gibi.” demiş.

Tüccar sormuş: “Ben senin oğlunu nasıl öldürdüm?”

“Hurmaları yiyip çekirdeklerini fırlattığında çekirdekler tam o sırada yürüyen oğluma çarptı. Oğlum hemen can verdi.”

Tüccar yalvarmaya başlamış: “Allah’tan geldik yine Allah’a döneceğiz. Tek galip Allah’tır ve dönüşümüz yine onadır. Eğer oğlunu öldürdüysem kazara oldu. Yalvarırım beni affet!”

Cin cevap vermiş: “Faydası yok! Seni öldüreceğim.”

Bunun üzerine tüccarı sürükledikten sonra toprağa fırlatmış.

Tam kılıcını çekip ona vuracakmış ki tüccar ağlamaya başlamış:

“Derdimi Allah’a havale ediyorum!” demiş ve şu dizeleri okumuş:

Zaman ikiye bölünmüştür: Huzur zamanı ve dert zamanıHayat da ikiye bölünmüştür: Zevk zamanı ve acı zamanıGörmüyor musun kasırgaları?Her şeyi süpüren şiddetli fırtınaları…Ormanları, depremin felaketinden kim kurtarır?Toprak kaç tane ağaç yeşerttir?Ama içlerinde sadece meyve vereni taşlarlarCesetler vurur karaya görmez misin?Ama inciler saklanır ta en derinlerinde denizinGöklerde sayısız yıldızlar varFakat hiçbiri ne güneşin ne ayın önünü kaparBaşarılıysan yanındalar, iyiysen seninlelerKaderin değişip acı çektiğinde yerlerinde yeller eser.Geceler seni güvende tutar, güven sana huzur verirBil ki mutluluk ve huzur çile cinsinin dişisi ve erkeğidir.

Tüccar şiiri okumayı kestiğinde cin: “Kısa kes! Allah hakkı için seni öldürmek zorundayım.” demiş.

“Bilmelisin ki cin efendi, bir sürü borcum, büyük bir servetim, çocuklarım, bir karım ve emanetlerim var. Bana izin ver ki borçlarımı ödeyeyim, emanetleri sahiplerine teslim edip yeni yılın başında geri döneyim. Allah şahidim olsun ki geri döneceğim. Sonra bana istediğini yaparsın. Allah biliyor ki doğru söylüyorum.”

Cin, adamın sözüne inanmış ve gitmesine izin vermiş. Böylece adam şehrine dönmüş, işlerini halletmiş, emanetleri teslim etmiş, karısına ve çocuklarına başına geleni anlattıktan sonra bir vasi tayin etmiş ve yıl sonuna kadar onlarla birlikte kalmış. Sonra ölmeden önce kendini arındırmak için gusül abdesti alıp kefenini hazırladıktan sonra arkadaşlarına, komşularına ve çocuklarına veda edip kendi rızasıyla yola çıkmış. Herkes onun ardından feryat figan ağlamaya, kendini hırpalamaya başlamış. Fakat o, cinle karşılaştığı bahçeye varıncaya dek yol almış. Tam yeni yılın başında oraya varmış.



Başına gelenlere oturmuş ağlarken bir de ne görsün? İhtiyar bir adam, zincire vurulmuş bir ceylanı sürükleyerek getiriyor. Adam tüccarı selamlayıp ona uzun ömürler dileyerek:

“Kötü ruhların meskeni olan böyle bir yerde ne diye yalnız başına oturursun?” demiş.

Tüccar, cin ile yaşadıklarını ceylanın sahibi olan adama anlatmış. İhtiyar adam hayretler içinde kalarak:

“Ah kardeşim! Allah yardımcın olsun! Senin imanın büyük bir iman. Hikâyen de oldukça ilginç. İbret almak isteyenler için ibretlik bir olay…” demiş ve sonra devam etmiş:

“Ah kardeşim! Allah hakkı için bu cinle aranda geçenleri görmeden bir yere gitmeyeceğim.”

Oturup konuşmaya devam ederlerken tüccar birden içinde büyük bir korku duymuş ve tesellisi zor bir üzüntüye kapılıp ümitsizliğe düşmüş. Bu sırada ceylanın sahibi yanında oturuyormuş. Tam o sırada ikinci bir ihtiyar adam yanlarına yaklaşmış. Yanında iki tane siyah tazı varmış. Diğer yaşlı adam onlara selam verdikten sonra:

“Burada, cinin mekânında oturmanızın sebebi nedir?” demiş.

Bunun üzerine adama hikâyeyi baştan sona anlatmaya başlamışlar. O sırada üçüncü bir ihtiyar adam ortaya çıkmış. Üçüncü ihtiyar adamın yanında ise kızıl renkli bir katır varmış. Adam onları selamlamış ve orada oturmalarının sebebini sormuş. Onlar da beyhude yere hikâyeyi bir kez daha anlatmışlar. Üçüncü ihtiyar da onlara katılmış. Tam bu sırada bir toz bulutu onlara doğru ilerlemeye başlamış. Bulutun ortasında koca bir yaratık varmış. Sonra içinden elinde kılıç taşıyan bir cin çıkmış. Gözleri öfkeden kıvılcımlar saçıyormuş. Adamların yanına gitmiş ve tüccarı aralarından çekerek:

“Ayağa kalk da seni öldüreyim! Tıpkı senin oğlumu öldürdüğün gibi!..” demiş.

Tüccar feryat figan ağlamaya başlamış. Üç ihtiyar adam da onun için iç çekip gözyaşı dökmüşler.

Sonra birinci ihtiyar adam -ceylanın sahibi- ortaya çıkıp cine:

“Ey cinlerin hükümdarı! Sana ceylanla benim hikâyemi anlatayım. Eğer hikâyemi ilginç bulursan tüccarın kanının üçte birini bana bağışlar mısın?” demiş.

Cin cevap vermiş: “Eğer hikâyeni ilginç bulursam bunun kanının üçte birini sana bağışlarım.”

Böylece ihtiyar adam hikâyesini anlatmaya başlamış.

BIRINCI İHTIYARIN HIKÂYESI

“Şöyle ki ey cin, bu ceylan, amcamın kızıdır. Benim canımdan ve benim kanımdan… Genç bir kızken onunla evlendim ve otuz yıla yakın birlikte yaşadık. Fakat o bana bir çocuk veremedi. Ben de kendime bir cariye aldım. Bu cariye de bana nur topu gibi bir erkek çocuğu doğurdu. Gözleri parlak, kaşları düzgün, bütün uzuvları yerli yerindeydi. Yavaş yavaş büyümeye ve uzamaya başladı. On beş yaşında bir delikanlı olduğunda işlerim için farklı şehirlere gitmek zorunda kaldım. Amcamın kızı -bu ceylan- küçüklüğünden beri büyücülük ve sihirbazlık bilir, ustalıkla yaparmış. Böylece oğlumu buzağı, cariyemi -annesini- de ineğe çevirip çobana teslim etmiş.

Uzun bir süre sonra yolculuktan dönüp oğlumu ve annesini sorduğumda bana: ‘Köle kız öldü, oğlunsa kaçtı. Nereye gittiğini bilmiyorum.’ dedi.

Böylece bir yıl boyunca kalbim yaslı, gözlerim yaşlı kaldım; ta ki Kurban Bayramı gelinceye kadar. Sonra çobanı gönderdim ve bana semiz bir inek getirmesini söyledim. O da bana bu ceylanın büyüleyerek ineğe dönüştürdüğü cariyeyi getirdi. Elbisemin kolunu kıvırıp bir bıçak aldım ve ineği kesmeye davrandım ki gürültüyle böğürmeye ve acı acı gözyaşları dökmeye başladı. Bu durum beni hayrete düşürdü ve bir merhamet duygusu benliğimi sardı. Elimi geri çektim ve çobana:

‘Bunu götür, başkasını getir.’ dedim.

O zaman amcamın kızı bağırdı: ‘Bunu kes, bundan daha iyisini ya da semizini bulamazsın.’

Bir kez daha onu kurban etmeye yeltendiğimde yine böğürmeye başladı. Ben merhametle geri çekildim ve çobana onu kesip derisini yüzmesini söyledim. Çoban onu kesti ve derisini yüzdü. Fakat içinden et ya da yağ çıkmadı. Sadece deri ve kemik vardı. Bunun üzerine pişman oldum.

Sonra onu çobana verdim ve: ‘Bana semiz bir buzağı getir.’ dedim.

O da bana büyülenerek buzağıya dönüştürülmüş oğlumu getirdi. Buzağı beni görür görmez bağlı olduğu ipi kopardı ve bana doğru koştu. Sırnaşmaya ve acıyla gözyaşı dökmeye başladı. Ben de ona acıdım ve çobana:

‘Bana bir inek getir ve bu buzağıyı gönder.’ dedim.

Bunun üzerine amcamın kızı tekrar bağırdı: ‘Bu buzağıyı kesmelisin. Bugün mübarek bir gün. Ayrıca buzağılarımız arasında bundan daha semizi ya da iyisi yok.’

На страницу:
2 из 14