bannerbanner
Beyaz Diş
Beyaz Diş

Полная версия

Beyaz Diş

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
3 из 4

Adamların bağırışları, kızak sesleri, koşumların gıcırtıları ve kızak çeken köpeklerin sızlanmaları duyuluyordu. Dört kızak nehir yatağından çıkıp ağaçların arasındaki kampa girmişti. Yarım düzine adam sönmek üzere olan ateşin ortasına çökmüş adamın etrafındaydı. Onu sarsıyor ve dürterek ayıltmaya çalışıyorlardı. Onlara sarhoşmuşçasına baktı ve uykulu gibi anlamsızca bir şeyler söyledi.

“Kızıl dişi kurt… Beslenme zamanı köpeklerle beraber geldi… İlk önce köpek yemi yedi… Sonra köpekleri yedi… Sonra da Bill’i yedi…”

“Lord Alfred nerede?” Adamlardan biri kulağına bağırıp onu şiddetle sarstı.

Kafasını yavaşça salladı. “Hayır, onu yemedi. Kendisi bir önceki kampın bulunduğu yerde bir ağacın üzerinde.”

“Ölü mü?” diye bağırdı adam.

“Ve tabutun içinde.” diye cevap verdi Henry. Omzunu şiddetle çekerek kendisini sorgulayan adamdan kurtuldu. “Beni rahat bırakın. Tükendim artık. Herkese iyi geceler.”

Gözleri kırpıldı ve kapandı. Çenesi göğsüne düştü. Onu battaniyeye yatırdıkları anda horultuları soğuk havada yükselmeye başladı.

Fakat başka bir ses daha vardı. Bu ses uzaktaydı ve cılızdı. Ellerinden kaçırdıkları adamdan başka bir avın peşine düşmüş aç sürünün uluma sesi…

2. BÖLÜM

DİŞLERİN SAVAŞI

Adamların sesini ve kızak köpeklerinin sızlanmalarını ilk duyan dişi kurttu. Sönmek üzere olan ateşe sıkışmış adamdan ilk uzaklaşan da yine kendisiydi. Sürü, avlarından vazgeçmek istemediği için bir süre oyalandı, seslerden emin olduktan sonra da dişi kurdun izini takip ederek uzaklaştı.

Sürünün önlerinde koşan bozkurt aynı zamanda liderlerden biriydi. Dişi kurdun arkasından sürüyü yönlendiren de kendisiydi. Kendisini hırsla geçmeye çalışan daha genç kurtları hırlayarak uyarıyor ya da onları ısırıyordu. Karlar arasında yavaşça yürüyen dişi kurdu gördükleri zaman sürünün hızını arttıran da yine oydu.

Bozkurdun yanına geldi. Âdeta kendisine tahsis edilen yer orasıymış gibi… Sürünün hızına ayak uydurdu. Zaman zaman önüne geçen dişi kurda hırlamadı ya da dişlerini göstermedi bozkurt. Tam aksine ona karşı nazik gibiydi. Onun yanında koşmaya meylediyordu. Hatta ona yakın koşmaya başladığında hırlayıp dişlerini gösteren dişi kurttu. Zaman zaman bozkurdun omzunu keskince ısırdığı da oluyordu. Böyle zamanlarda herhangi bir öfke göstermiyordu bozkurt. Kenara fırlayıp tuhaf sıçrayışlarla sürünün önünde ilerliyordu. Mahcup bir köy delikanlısı gibi…

Bozkurdun tek sıkıntısı bu olsa da dişi kurdun başka dertleri vardı. Dişi kurdun diğer yanında birçok savaşın yara izlerini taşıyan cılız, yaşlı bir kurt vardı. Her zaman sağından koşardı. Bunun açıklaması tek gözü, yani sol gözü, olmasıydı. O da aynı şekilde dişi kurdu sıkıştırmayı seviyordu. Yaralı burnu dişi kurdun vücuduna, omzuna ya da boynuna değinceye kadar dişi kurdu sıkıştırıyordu. Dişi kurtsa solunda koşan bozkurda yaptığı gibi dişleriyle geri püskürtüyordu bu ilgiyi. Ancak ikisi de aynı anda ilgi gösterip sıkışınca ikisini de ısırmaya çalışıyor, bir yandan âşıklarını uzak tutmaya çalışırken sürünün hızına ayak uydurmaya çalışıyordu. Böyle zamanlarda koşu yoldaşları birbirine tehditkâr tavırlarla dişlerini gösteriyordu. Dövüşebilirlerdi, ancak kur tapma ve rekabet sürünün açlık sorunundan kaynaklı bekleyecekti.

Yaşlı kurt, arzularının keskin dişli nesnesi tarafından sertçe geri çevrildiği her seferinde kör olan sağ gözünün tarafında koşan üç yaşında genç bir kurda omuz atıyordu. Bu genç kurt, erişkin bir bedene sahipti. Sürünün zayıf ve aç hâli düşünülecek olursa ortalamadan daha fazla güce ve zindeliğe sahipti. Yine de tek gözlü ihtiyarın omuz hizasında koşuyordu. İhtiyarla nadiren de olsa aynı hizada koşmak istediğinde hırlama ve ısırıkla karşılaşıp yeniden omuz hizasına dönüyordu. Zaman zaman dikkatlice ve yavaşça hareket edip yaşlı kurdun ve dişi kurdun arasına giriyordu. Bundan rahatsız oldukları açıktı. Hatta üçü de rahatsızdı. Dişi kurt hırlayarak rahatsızlığını dile getirdiğinde yaşlı lider üç yaşındaki kurda dönüyordu. Dişi kurt da bazen dönüyordu. Hatta genç lider de dönerdi bazen.

Üç vahşi diş ile karşı karşıya kaldığı zamanlarda genç kurt alelacele duruyor, arkaüstü oturup ön ayaklarını havaya kaldırıp ağzına tehditkâr bir tavır vererek tüylerini dikiyordu. Sürünün ön tarafındaki bu kargaşa arka tarafların da karışmasına sebep oluyordu. Arkadaki kurtlar genç kurda çarparak arka ayakları ile yanlarına sert ısırıklar atarak rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı. Genç kurt başına bela alıyordu. Yiyecek sıkıntısıyla beraber sinirler de bozuktu çünkü. Rahatsızlık vermek dışında bir işe yaramasa da gençliğin sonsuz inancıyla bu hareketinde ısrar ediyordu genç kurt.

Eğer ki yemek olsaydı aşk da kavga da çabucak neticelenirdi ve sürü bozulabilirdi. Ancak sürünün durumu vahimdi. Uzun süreli açlıktan dolayı zayıflamışlardı. Olağan hızlarının altında ilerliyorlardı. Arka taraflarda zayıf üyeler, çok gençler ve çok yaşlılar güç bela ilerliyorlardı. En önde ise en güçlüler vardı. Yine de sağlam vücutlu kurtlardan çok iskeletlere benziyorlardı. Her şeye rağmen ağır aksak ilerleyenler dışında hayvanlar kolayca ve yorulmadan koşturuyorlardı. Tel tel kalmış kasları tükenmez enerji kaynağı gibiydi. Çelik yapılı her bir kasın arkasında bir başka çelik yapılı biri vardı sanki.

O gün kilometrelerce yol aldılar. Gece boyunca koştular. Ertesi gün de koşuyorlardı. Donmuş ve ölü bir dünyanın yüzeyinde koşuyorlardı. Hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Engin cansızlık içinde ilerliyorlardı. Canlı olan sadece kendileriydi ve yaşamaya devam edebilmek için yiyebilecekleri canlı olan başka şeyler arıyorlardı.

Bu mücadelelerinin karşılığını aldıklarında alçaklardaki arazide bir düzine kadar akıntıdan geçmişlerdi. Nihayet bir geyiğe tesadüf ettiler. İlk buldukları iri bir erkek geyikti. Burada hem et hem de yaşam vardı. Üstelik gizemli ateşler ya da havada uçan ateşler tarafından da korunmuyorlardı. Geniş toynaklar ve yayılmış boynuzlar tanıdıkları silahlardı ve rüzgâra dikkat edip olağan sabırlarıyla saldırdılar. Kısa ve sert bir savaştı bu. İri geyiği her taraftan kuşattılar. Koca toynaklarıyla hünerle yaraladı onları. Geniş boynuzlarıyla ezdi. Mücadeleleri sırasında onları tepeledi kar üzerinde. Ama kaderinde yenilmek vardı. Dişi kurt vahşice boğazına saldırdığında ve dört bir yanına dişler saplandığında yere serildi. Mücadelesi sona ermeden ya da son darbesini vuramadan canlı canlı yediler onu.

Fazlasıyla yiyecek mevcuttu. Geyik üç yüz elli kilodan fazlaydı. Kırk kadarlık sürüye kişi başı on kilo kadar et düşüyordu. Olağanüstü bir açlığa dayanabildikleri gibi olağanüstü bir hızda yemek yiyebiliyorlardı. Birkaç saat önce sürüyle karşı karşıya gelen muhteşem hayvandan kısa süre sonra geriye kalanlar etrafa yayılmış kemiklerdi sadece.

Şimdi dinlenme ve uyuma zamanıydı. Karınları doymuş genç erkekler arasında atışma ve kavga baş gösterdi. Sürünün dağılması ileriki günlere kadar da devam etti. Açlık sona ermişti. Kurtlar av diyarındaydılar ve her ne kadar sürü hâlinde avlansalar da daha dikkatli hareket ediyorlardı. Karşılarına çıkan geyik sürülerinden iri olanları ya da aksak yaşlıları avlıyorlardı.

Bu bolluk diyarında sürünün ikiye ayrılıp farklı yönlere gittiği bir gün geldi. Dişi kurt ile solundaki genç liderle sağındaki tek gözlü ihtiyar sürünün yarısı ile birlikte Mackenzie Nehri’ni geçip doğudaki göller bölgesine girdiler. Sürünün geriye kalanı günden güne azalıyordu. İkişer ikişer dişili erkekli sürüden ayrılıyordu kurtlar. Zaman zaman tek bir erkek rakiplerinin keskin dişleri ile uzaklaştırılıyordu sürüden. En sonunda sadece dört tane kaldılar: dişi kurt, genç lider, tek gözlü lider ve üç yaşındaki hırslı.

Dişi kurt aşırı bir öfke hâlindeydi. Üç taliplisi de dişlerinin izini taşıyordu üzerinde. Yine de hiçbir zaman aynı şekilde karşılık vermediler ona. Asla kendilerini savunmadılar. En vahşi ısırıklarına dahi omuzlarını dönüyor ve kuyruklarını sallayıp ufak adımlarla öfkesini yatıştırmaya çalışıyorlardı. Her ne kadar ona karşı nazikseler de birbirlerine karşı serttiler. Üç yaşındaki kurdun sertliğinin şiddeti artmıştı. Tek gözlü ihtiyarı kör tarafından yakalayıp kulağını parçaladı. Yaşlı kurt her ne kadar tek gözü kalsa da rakibinin gençliğine ve gücüne karşı yılların getirdiği bilgisini kullandı. Kaybettiği gözü ve yaralı yüzü tecrübesinin ispatıydı. Bir an için de olsa tereddüte düşmek için çok fazla savaştan galip çıkmışlığı vardı.

Mücadele adil başlasa da adil sona ermedi. Sonucun ne olacağı mücadeleye üçüncü kurdun katılmasıyla beraber belli oldu. Genç lider yaşlı olana katılıp hırslı üç yaşındaki kurda saldırdı. Bir zamanlar yoldaşı olan iki kurdun dişleri tarafından kuşatılmıştı. Birlikte avlandıkları günleri, yakaladıkları avı, çektikleri açlığı unutmuşlardı. O işler geçmişte kalmıştı. Şu anda aşk söz konusuydu. Yemek bulmaktan daha ciddi ve zalim bir işti bu.

Bu arada bütün bunlara sebep olan dişi kurt, memnuniyetle oturup olanları izledi. Hatta zevk aldı bu durumdan. Bu onun günüydü ve çok sık gelmezdi bu gün. Kürkler kabartılmış, deriler dişlenmişti. Her şey ona sahip olmak için gerçekleşiyordu.

İlk kez tecrübe ettiği aşk mevzusunun bedelini canıyla ödedi üç yaşındaki kurt. İki tarafında da rakipleri vardı. Karın üzerinde gülümseyerek oturan dişi kurda bakıyorlardı. Ancak yaşlı kurt aşkta da savaşta olduğu gibi akıllıca davranıyordu. Genç lider omzundaki yarayı yalamak için başını çevirdi. Boynu rakibine dönüktü. İhtiyar tek gözüyle fırsatı gördü. Alçaktan, çenesi açık vaziyette fırladı. Uzun, keskin ve derin bir ısırmaydı bu. Dişleri boğazındaki büyük damarı deldi. Sonra geriye çekildi.

Genç lider korkunç bir şekilde hırladı. Ancak bu hırlama tam ortasında bir öksürmeye evrildi. Bir yandan kan kaybedip bir yandan öksürürken yaralı kurt can havliyle yaşlı kurda saldırdı. Ayakları zayıf düşüyor, gözünün önündeki ışık sönüyordu. Darbeleri ve sıçramaları kısalıyordu.

Bütün bu sırada dişi kurt oturmuş gülümsüyordu. Bu mücadeleden tuhaf bir keyif alıyordu. Çünkü bu vahşi doğanın sevişmesiydi. Doğa hayatının çiftleşme tragedyası sadece ölenler için trajediydi. Hayatta kalanlar için trajedi değil, başarmış olmanın fark edilmesiydi.

Genç lider karda yatıp hareket etmeyi kestiğinde Tekgöz, dişi kurda doğru yürüdü. Tavırlarında tedbirle karışık bir zafer havası vardı. Azarlanma bekliyordu ve dişi kurt öfkeyle dişlerini göstermediğinde şaşırdı. İlk kez nezaketle karşılanıyordu dişi kurt tarafından. Onunla koklaştı, hatta yavru köpekler gibi yanında atlayıp zıplama lütfunda bulundu. İhtiyarsa tüylerini ağartan yılların tecrübesine rağmen yavru köpek gibi hatta bir aptal gibi davrandı.

Mağlup edilmiş rakipler ve karın üzerine kanla yazılmış aşk hikâyesi çoktan unutuldu. Tekgöz’ün ağrıyan yaralarını yalamak üzere durduğu bir sefer dışında. O zaman dudakları bir hırlama hâlini aldı. Boynundaki ve omzundaki tüyler istemsizce havaya dikildi. Sıçramak için çömelir gibi olduğunda pençeleri kasılarak yerin karlı yüzeyini sıkıca kavradı. Ne var ki kısa süre sonra oynak bir tavırla kendisini peşinden koşturmaya çalışan dişi kurdun ormana dalmasıyla hepsi unutuldu.

Daha sonra birbirleriyle anlaşmış iki iyi dost misali yan yana koştular. Günler geçse de beraber kaldılar. Birlikte avlanıyor, avlarını öldürüyor ve birlikte yiyorlardı. Bir müddet sonra dişi kurt yorulmaya başladı. Bulamadığı bir şeyi arar gibiydi. Yere düşen ağaçların kovuklarında kendisini çeken bir şey var gibiydi. Üzerine kar yığılmış iri kaya parçalarının çatlaklarında ve mağaralarda koklayarak bir şeyler arar gibiydi. Tekgöz bunları umursamasa da dişi kurdu uysalca takip ediyordu. Olur da araştırmaları uzarsa uzanıp onu bekliyordu.

Tek bir yerde kalmadılar. Tekrar Mackenzie Nehri’ne dönünceye dek bölgede dolaştılar. Nehrin aşağısında yavaşça ilerlediler. Zaman zaman nehrin akıntıları boyunca avlanmak için uzaklaşsalar da hep geri dönüyorlardı. Bazen çiftler hâlinde gezen diğer kurtlara da tesadüf ettikleri oluyordu. Fakat iki taraf da diğerine dostane yaklaşmıyordu. Karşılaştıklarına memnun değillerdi ve yeniden sürü hâlinde gezmek istemiyorlardı. Birkaç kez yalnız kurtlara rastladılar. Bunlar her zaman erkekti ve Tekgöz ile arkadaşına katılmak için ısrar ediyorlardı. Dişi kurt Tekgöz’le omuz omuza tüylerini kabartıp dişlerini gösterince yalnız kurtlar geri çekilip yollarına devam ediyorlardı.

Ay ışığının olduğu bir gece sessiz ormanda koşarlarken Tekgöz aniden durdu. Burnu havaya kalktı, kuyruğu dikleşti. Havayı koklarken burun delikleri genişledi. Bir ayağını da köpek misali havaya kaldırmıştı. Tatmin olmadığından vermek istediği mesajı anlamaya çalıştığı havayı koklamaya devam etti. Alelade bir koklama eşini memnun etmeye yetmişti. Ona güven vermek için yürümeye başladı. Her ne kadar dişi kurdu izlemeye başlasa da hâlâ şüpheleri vardı. Uyarıyı incelemek üzere bir kez daha durmaktan kendini alamadı.

Ağaçların arasındaki geniş bir açık alana dikkatle ilerledi. Bir müddet yalnız kaldı. Daha sonra sürünerek ilerleyen bütün duyuları harekete geçmiş, vücudunun her kılından şüphe yayılan Tekgöz ona katıldı. Yan yana durup izlemeye, dinlemeye ve koklamaya başladılar.

Köpeklerin hırlaşma ve didişme sesleri, erkeklerin bozuk sesleri, kadınların azarlamaları, bir çocuğun tiz ağlama sesini duydular. Deriden yapılma koca çadırlar hariç araya girenlerin engelledikleri ateşin alevi ve bu ateşin gökyüzüne yavaşça yükselen dumanı dışında bir şey görünmüyordu. Burunlarına Kızılderili kampının kokuları geliyordu. Bu Tekgöz’ün anlayamayacağı bir hikâyenin parçalarıydı. Dişi kurdun her detayını bildiği bir hikâyenin…

Garip bir heyecan duyuyordu dişi kurt. Gittikçe artan bir zevkle koklamaya başladı. Ancak Tekgöz şüpheliydi. Endişesine ihanet edip tereddütle gitmeye başladı. Dişi kurt geriye dönüp boynuna burnuyla güven verici bir şekilde dokundu ve kampa bakmaya devam etti. Yüzünde yeni bir isteklilik vardı. Fakat bu açlıktan kaynaklı bir isteklilik değildi. Kendisinde ilerleme isteği uyandıran bir arzunun heyecanını taşıyordu. Ateşe daha da yaklaşmak, köpeklerle dalaşmak adamların sendeleyen ayaklarından kaçınmak isteğiydi bu.

Tekgöz, onun yanında sabırsızca duruyordu. Yeniden tedirgin oldu ve bulmaya çalıştığı şeyi yeniden aramak ihtiyacı bastırdı. Geriye dönüp ormanda koştu. Bu Tekgöz’ü rahatlatmıştı. İhtiyat, yeniden ormanın korumasına ulaşıncaya dek az biraz önünde koştu.

Ay ışığında gölge misali sessizce ilerlerlerken bir geçide geldiler. İkisi de kar üzerindeki izleri incelemek üzere burunlarını eğdi. Bu ayak izleri tazeydi. Tekgöz önden dikkatle ilerlerken eşi arkasındaydı. Geniş ayakları kara, kadife misali temas ediyordu. Tekgöz beyazların arasındaki beyaz bir hareketliliği yakaladı. Kayıp geçercesine yürüyüşü hızlıydı ancak Tekgöz’ün hızının yanında hiçbir şeydi bu hız. Keşfettiği beyaz leke önündeydi.

İki yanı genç ladin ağaçlarıyla çevrili dar patikada koşuyorlardı. Ay ışığında, ağaçların arasından geçidin ağzı görülebiliyordu. Yaşlı Tekgöz, kaçıp giden beyaz şekli yakalamaya çalışıyordu. Aradaki mesafeyi kapatmaya başladı. Şimdi yakınındaydı. Tek bir sıçrayışla dişleri üzerine saplanacaktı. Ancak bu sıçrayış gerçekleşmedi. Beyaz şekil havada süzüldü. Beyaz tavşan zıplarken yere geri inmeden tuhaf bir dans icra ediyordu havada.

Ani bir korkuyla geri çekilen Tekgöz kara çömeldi. Kendisini korkutan, ne olduğunu anlayamadığı bu şeye tehditkâr bir şekilde hırlıyordu. Ancak dişi kurt sakince yanından geçti. Bir müddet temkinle dursa da sonra dans eden tavşana doğru sıçradı. Kendisi de havada süzüldü. Ancak yetişemedi. Dişleri mekanik bir kapanmayla birbirine değdi. Sonra bir kez daha sıçradı ve bir kez daha…

Çömeldiği yerden hafifçe kalkan eşi onu izliyordu. Tekrar eden başarısızlıklarından rahatsız olduğu belliydi. Kendisi de güçlü bir şekilde sıçradı. Dişleri tavşana saplandı ve onu yere indirdi. Ama aynı zamanda şüpheli bir çatırdama sesi duyuldu. Hayret içinde gözleri genç bir ladin ağacının kendisine vurmak üzere eğildiğini gördü. Dişlerini serbest bırakarak tuhaf dansçının kaçmasına izin verip geri çekildi. Dişlerini gösteriyor ve hırlıyordu. Vücudundaki her bir tüy ve kıl öfke ve korkuyla havaya dikildi. O anda genç ağaç tekrar yükseldi ve tavşan havada süzülmeye devam etti.

Dişi kurt öfkeliydi. Azarlarcasına dişlerini geçirdi eşinin omzuna. Zaten korkmuş olan Tekgöz, bu saldırının sebebini anlayamadan geri saldırdı ve dişi kurdun burnunu yandan yaraladı. Eşinin böylesi bir azarlamaya tepki göstermesi dişi kurt için beklenmedik bir durumdu. Öfkeyle hırlayıp üzerine atladı. Bunun üzerine Tekgöz hatasını anlayıp onu sakinleştirmeye çalıştı. Fakat dişi kurt tepki göstermeye devam etti. Ta ki Tekgöz yatıştırma çabalarından vazgeçip cezasını çekmeye razı gelinceye dek.

Bu arada tavşan havada dans etmeye devam ediyordu. Dişi kurt karda oturmuştu. İhtiyar Tekgöz ise gizemli fidandan korkarak yeniden tavşanı yakalamaya davrandı. Tavşanı dişlerinin arasına geçirdiğinde gözlerini fidandan ayırmadı. Fidan bir kez daha yere kadar izledi onu. Darbe beklentisiyle çöktü. Tüyleri diken diken olmuştu. Dişleriyle hâlâ tavşanı sıkıca kavrıyordu. Fakat darbe gelmedi. Fidan hâlâ üzerinde eğik vaziyette duruyordu. Kendisi hareket ettiğinde o da hareket ediyordu. Sımsıkı dişlerinin arasından hırladı. Kendisi sabit durduğunda o da sabit duruyordu. Tekgöz sabit durmanın daha güvenli olduğuna kanaat getirdi. Ne var ki tavşanın sıcak kanının tadı güzeldi.

İçinde bulunduğu tereddütten kendisini kurtaran eşiydi. Tavşanı ondan aldı. Üzerindeki fidan tehditkâr bir şekilde sallanırken sakince kafasını kopardı tavşanın. Fidan daha sonra dikleşerek tekrar olağan hâlini aldı. Daha sonra dişi kurt ve Tekgöz tuhaf fidanın kendileri için yakaladığı avı yediler.

Tavşanların havada asılı durduğu başka geçitler vardı ve kurt çifti onları aramaya koyuldu. Dişi kurt önden giderken Tekgöz itaatkâr bir şekilde onu takip ediyor, tuzakla hayvan yakalama yöntemini öğreniyordu. Gelecek günlerde işine yarayacak bir bilgiydi bu.

YUVA

İki gün boyunca dişi kurt ve Tekgöz Kızılderili kampının etrafında dolaştı. Tekgöz endişeliydi. Ancak kamp, ayrılmaktan nefret ettiği eşini kendine çekiyordu. Bir sabah bir kurşun Tekgöz’ün kafasından birkaç santim uzakta bir ağaca isabet edince daha fazla tereddüt etmediler. Kendileriyle tehlikenin arasına kilometrelerce mesafe koyacak bir yere çekildiler.

Çok fazla uzaklaşmadan birkaç günlük uzaklıktaki bir yere geldiler. Dişi kurdun aradığı şeyi bulma ihtiyacı artık zorlayıcı bir seviyeye gelmişti. Gittikçe daha da ağırlaşıyordu. Koşabilse de yavaşça koşuyordu. Bir seferinde bir tavşan peşindeyken normal şartlarda kolayca yakalayabileceği avını bırakıp uzandı ve dinlendi. Tekgöz yanına geldi. Burnuyla boynuna nazikçe dokunduğunda onu öyle bir ısırdı ki ihtiyar arkaüstü düştü. Dişlerinden kaçmak için tuhaf şekillere giriyordu. Her zamankinden daha öfkeliydi dişi kurt. Tekgöz’se her zamankinden daha sabırlıydı.

Nihayet aradığı şeyi buldu. Yazları Mackenzie Nehri’ne akan fakat o zamanlarda dibine kadar donmuş derenin birkaç kilometre yukarısındaydılar. Dişi kurt güç bela yürüyordu. Eşi de önündeydi. Yüksek bir dere yamacına gelmişlerdi. Dişi kurt yamaca çıktı. Bahar fırtınaları ile eriyen karlar ufak bir mağara meydana getirmişti.

Dişi kurt mağara girişinde durdu ve dikkatle bakındı. Etrafı inceledi. Sonra tekrar mağaraya dönerek dar ağzından içeri girdi. Bir metre boyunca çömelerek ilerledi. Daha sonra duvarlar ve taban yükseldi. Tavan başının az biraz üzerindeydi. Burası kuru ve rahattı. Dikkatle inceledi. Bu arada mağara girişindeki Tekgöz sabırla bekliyordu onu. Dişi kurt burnunu yere eğerek birkaç daire çizdi. Sonra homurdanmayı andıran yorgun bir iç çekmeyle başı girişe dönük vaziyette yere çöktü. Kulakları dikleşmiş olan Tekgöz ona gülüyordu. Kuyruğunun uysalca sallandığını görebiliyordu dişi kurt. Kendi kulakları geri düştü, ağzı açıktı ve dili dışarı sarkıyordu. Bu hâliyle memnun ve keyifli olduğu belliydi.

Tekgöz açtı. Her ne kadar mağara girişinde uyusa da uykusunda rahatsızdı. Devamlı uyanıyor ve kulaklarını karlar üzerine vuran nisan güneşine doğru dikiyordu. Suyun akma sesi kulaklarına belli belirsiz gelince kalkıp dikkatle dinliyordu. Güneş geri dönmüştü. Uyanan Kuzey Diyarı kendisini çağırıyordu. Hayat kıpırdıyordu. Bahar hissi havadaydı. Kar altında ağaçlar yeşeriyor, tomurcuklar dağılıyordu.

Eşine gergin bir bakış attı. Ama onun kalkmaya niyeti yoktu. Dışarı baktığında yarım düzine kadar ardıç kuşunun kanat çırparak önünden geçtiğini gördü. Ayağa kalkıp tekrar eline baktı. Sonra tekrar yatıp uyudu. Kulağına tiz bir ses geldi. Bir ya da iki kez uyku sersemliğiyle burnuna dokundu. Sonra uyandı. Havadaki vızıltının sebebi burnunun üzerindeki sivrisinekti. Büyük bir sivrisinekti. Bütün kış boyunca kuru bir kütüğün içinde donmuş vaziyette kalmıştı. Şimdi de güneşle beraber dışarı çıkmıştı. Tekgöz dünyanın çağrısına daha fazla kayıtsız kalamadı. Üstelik acıkmıştı.

Eşinin yanına kadar sürünerek gidip onu uyanmaya ikna etmeye çalıştı. Fakat dişi hırlamakla yetindi. Dışarı yalnız çıkan Tekgöz karlı zeminin yumuşadığını ve hareket etmenin güçleştiğini gördü. Akıntının donmuş yatağına gitti. Ağaçların gölgelediği kar hâlâ sert ve buz hâlindeydi. Sekiz saat boyunca dolaştı. Geri döndüğünde başladığından daha açtı. Bir av bulsa da onu yakalayamadı. Eriyen karda düşüp debelenirken, beyaz tavşan narince kaçtı oradan.

Mağaranın girişinde ani bir şüpheyle durdu. İçeriden tuhaf sesler geliyordu. Eşine ait olmayan bu sesler sanki tanıdıktı. İçeri yöneldiğinde dişi kurdun uyarı mahiyetindeki hırlamasıyla karşılaştı. Bu uyarıya itaat ederek geri çekilse de seslere dikkat kesilmeye devam etti. Zayıf, bastırılmış hıçkırıklar ve iniltiler…

Eşi onu uyararak uzaklaştırınca girişte kıvrılıp uyudu. Sabah olduğunda loş ışık mağaradan içeri yayılınca belli belirsiz tanıdığı sesin kaynağını öğrenmek istedi bir kez daha. Eşinin uyarı hırlamasında yeni bir ton vardı. Bu kıskanç bir tonlamaydı. Tekgöz uygun bir mesafede durmaya özen gösterdi. Yine de dişi kurdun bacakları arasında beş ufak canlı gördü. Çok zayıf, acizdiler. Minik sızlama sesleri çıkarıyorlardı. Gözleri henüz açılmamıştı. Şaşırmıştı. Uzun ve başarılı hayatında başına ilk kez gelmiyordu bu durum. Çok seferler yaşamıştı bunu. Her seferinde de taze bir şaşkınlığa sebep oluyordu.

Eşi, Tekgöz’e endişeyle baktı. Arada bir alçak sesle uluduğu oluyordu. Olur da Tekgöz fazla yaklaşırsa bu uluma keskin bir hırlamaya dönüşüyordu. Dişi kurt daha önce böyle bir tecrübe edinmemişti. Fakat bütün ana kurtların sahip olduğu içgüdü yeni doğan yavruları yiyen baba kurtlara dair hatıralar sokmuştu beynine. Bu içinde bir korku olarak açığa çıkıyordu. Ve bu korku Tekgöz’ün babası olduğu yavrulara yaklaşmasını engelliyordu.

Fakat tehlike yoktu. Tekgöz, bütün baba kurtların sahip olduğu bir içgüdünün etkisini hissediyordu. Bunu sorgulamadı ya da kafası karışmadı. Bu dürtü içindeydi. Varlığının özündeydi. Yeni avlar bulmak üzere yola koyulup yeni doğan yavrularından oluşan ailesine sırtını dönmesi dünyanın en doğal şeyiydi.

Mağaradan sekiz dokuz kilometre uzakta akarsu bölünüyor ve çatalları dağlar asasından akıyordu. Sol çatala giden yerde yeni bir iz buldu. İzi kokladı ve taze olduğunu anlayınca çömeldi ve izin kaybolduğu yöne bakındı. Sonra geri dönüp sağ çatala saptı. Bu izler kendi ayak izinden daha genişti. Böyle bir izin olduğu yönde kendisine fazla et çıkmayacağını biliyordu.

Sağ çatalın bir kilometre kadar ilerisinde bir çiğneme sesi duydu. Peşinden gittiğinde bunun bir kirpi olduğunu gördü. Dişlerini ağaca geçirmişti bu kirpi. Tekgöz dikkatlice ve umutsuzca yaklaştı. Bu türü biliyordu her ne kadar kuzeyde daha önce rastgelmemiş olsa da. Uzun hayatında daha önce hiç kirpi yememişti. Fakat şans ve fırsat gibi şeyleri bildiğinden yaklaşmaya devam etti. Ne olacağını kestirmek mümkün değildi. Çünkü canlılar arasında olaylar her zaman farklı istikamette gelişirdi.

Kirpi yuvarlanarak bir top hâlini aldı. Keskin iğnelerini çıkararak saldırıyı karşılamaya koyuldu. Tekgöz gençliğinde bir başka kirpiye çok yaklaşmıştı. Dikenlerle kaplı hareketsiz kuyruğunu aniden suratına vurmuştu. İğnelerden biri burnuna isabet etmiş, haftalarca kalmış ve iltihaplanmıştı. Bu sebepten otuz santimetre kadar uzakta, kuyruğunun uzağında beklemeye başladı. Bu şekilde sessizce bekledi. Ne olacağını kestirmek mümkün değildi. Bir şeyler olabilirdi. Kirpi yeniden açılabilirdi. Hassas korunmasız gövdesine usta bir pençe savurabilirdi.

Fakat yarım saat kadar sonra kalktı. Hareketsiz topa öfkeyle kükredi ve yürümeye başladı. Geçmişte kirpilerin açılması için boş yere o kadar çok beklemişti ki daha fazla zaman kaybetmek istemedi. Sağ çataldan ilerlemeye devam etti. Gün geçiyordu ve arayışı ödüllendirilmemişti.

Babalık içgüdüsü fazlasıyla kuvvetliydi. Et bulmak zorundaydı. Öğlen vakti bir kar tavuğuna tesadüf etti. Çalıların arasından çıktığında eksik akıllı bu kuşla yüz yüze gelmişti. Bir kütüğün üzerinde, burnunun ucundan otuz santim kadar ilerideydi. Birbirlerini gördüler. Kuş irkilerek uçmaya davransa da ona pençesiyle bir darbe savurdu. Sonra da üzerine saldırdı. Kar tavuğu debelenip yeniden yükselmeye çalışırken dişlerini geçirdi. Dişleri, hassas etine ve kırılgan kemiklerine değince hâliyle yemeye başladı. Ama sonra hatırlayıp hayvan ağzında evin yolunu tuttu.

На страницу:
3 из 4