bannerbanner
Beyaz Diş
Beyaz Diş

Полная версия

Beyaz Diş

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 4

“Bilmiyorum, bilmiyorum…” diye uğursuzca söylendi Bill.

“McGurry’e vardığımızda bilirsin.”

“Çok da hevesli değilim.” diye ısrar etti Bill.

“Rengin solmuş, seni rahatsız eden bu.” dedi Henry. “Sana lazım olan şey kinin. McGurry’e varır varmaz sana bol miktarda kinin vereceğim.”

Bill bu teşhise katılmadığını belirtircesine homurdanıp sessizliğe gömüldü. Diğer günler gibi olan bir gündü. Gün ışığı saat dokuzda göründü. On iki olduğunda ufuk görmedikleri güneşle ısındı. Öğlene doğru soğuk bir griye büründü hava. Üç saat sonra da gece oldu.

Güneşin, ortaya çıkmak için harcadığı beyhude çaba henüz sona erdiğinde Bill, kızaktaki tüfeği çıkarıp şöyle dedi:

“Sen devam et Henry. Ben görülecek bir şey olup olmadığına bakacağım.”

“Kızağa yakın dursan iyi edersin.” diye itiraz etti arkadaşı. “Sadece üç kurşunun var. Ayrıca başımıza neler geleceğini bilemeyiz.”

“Şimdi kim mızmızlanıyor?” diye sordu Bill muzaffer bir edayla.

Henry cevap vermedi. Ağır ağır yürüdüğü sırada arada bir arkasına dönüp arkadaşının kaybolduğu gri ıssızlığa endişeli bakışlar attı. Bir saat sonra kızağın geçtiği yolları kestirmeden yürüyen Bill geri döndü.

“Etrafa yayılmışlar ve geniş bir alanda dolanıyorlar.” dedi. “Bir taraftan bizi takip edip diğer taraftan yeni avlar arıyorlar. Görüyorsun ki bizi elde ettiklerine eminler. Bizim için beklemeleri gerektiğini biliyorlar. Bu arada yollarına çıkan yenilebilir her şeyi yemeye istekliler.”

“Bizi elde ettiklerine emin olduklarını sanıyorlar demek istedin.” diyerek itirazını dile getirdi Henry.

Fakat Bill onu dikkate almadı. “İçlerinden bazılarını gördüm. Çok zayıflardı. Zannedersem haftalardır Şişko, Kurbağa ve Kocabaş dışında bir şey yememişler. Çoğu onları bile yiyememiştir. Pek zayıf düşmüşler. Gövdeleri tahta gibi düzdü. Mideleri de sırtlarına yapışmıştı. Çok çaresizler, bu kadarını söyleyebilirim. Hele bir çıldırsınlar da o zaman gör sen.”

Birkaç dakika sonra artık kızağın arkasından ilerleyen Henry, alçak sesli bir uyarı ıslığı çaldı. Bill arkasına dönerek sessizce durdurdu köpekleri. Arkalarında, henüz döndükleri dönemeçte netlikle görebildikleri tüylü bir silüet ilerliyordu. Burnu iz üzerindeydi. Tuhaf yürüyüşü kayar gibiydi ve çaba harcamıyordu sanki yürürken. Onlar durduğunda hayvan da durdu. Başını kaldırdı. Burun delikleri kokularını yakalamış ve üzerinde çalışıyormuş gibi açılıp kapanıyordu.

“Bu dişi kurt.” diye cevap verdi Bill.

Karın üzerinde yatan köpeklerin yanından geçerek kızağın yanındaki arkadaşına katıldı. Kendilerini günlerdir takip eden ve köpeklerinin yarısını telef etmiş tuhaf hayvanı izlemeye başladılar.

Bir müddet titizlikle inceledikten sonra hayvan öne doğru bir kaç adım attı. Bu şekilde devam etti. Ta ki doksan metre kadar yaklaşıncaya dek. Ladin ağaçlarının kümelendiği yerin yakınında durdu, kafasını kaldırdı ve kendisini izleyen adamların kıyafetlerinin kokusunu ve görüntüsünü hafızasına kaydetmeye çalıştı. Hayvan onlara istekle bakıyordu. Tıpkı bir köpek gibi. Ancak bu istekli bakışlarda bir köpeğin sevgisi yoktu. Bu istekli bakışların kaynağı açlıktı. Dişleri kadar acımasız, soğuk kadar zalim bir isteklilik…

İri bir kurttu bu. Zayıf yapısına rağmen kendi türünün en irilerinden olduğu belliydi.

“Omuz yüksekliği yetmiş beş santim kadar.” dedi Henry. “Boyunun bir buçuk metre kadar olduğuna bahse girerim.”

“Bir kurt için tuhaf bir rengi var.” dedi Bill. “Daha önce hiç kızıl kurt görmemiştim. Neredeyse tarçın rengi gibi.”

Hayvan kesinlikle tarçın rengi değildi. Kürkü hakiki kurt kürküydü. Asıl rengi griydi ve yer yer soluk bir kızıllık vardı. Şaşırtıcı bu ton zaman zaman görünüp kayboluyordu. Âdeta bir göz yanılsaması gibiydi. O an için belirgin bir gri renge sahip olsa da zaman zaman tuhaf bir kızıl parıltı saçıyordu sanki. Bu rengi sıradan tecrübelerle tanımlamak mümkün değildi.

“Sanki kızak çeken Sibirya kurdu.” dedi Bill. “Kuyruğunu sallamaya başlarsa şaşırmam.”

“Hey köpek!” diye bağırdı. “Buraya gel adın her neyse.”

“Senden azıcık bile korkmuyor.” diye güldü Henry.

Bill tehditkâr bir tavırla elini sallayıp bağırsa da hayvan korkmadı. Gözlemleyebildikleri tek değişim hayvanın daha fazla tetikte olduğuydu. Onlara hâlâ açlığın acımasız hevesiyle bakıyordu. Adamlar etti, hayvan ise aç. Cesaret edebilse yanlarına gidip onları yerdi.

“Buraya bak Henry.” dedi Bill. Farkında olmayarak sesini alçalttı söyleyeceği şeyden dolayı. “Üç kurşunumuz var. Ama onu kesinlikle vurabiliriz. Kaçırmak imkânsız. Üç köpeğimizi elimizden aldı. Onu durdurmalıyız. Ne dersin?”

Henry rıza gösterircesine kafasını salladı. Bill tüfeği dikkatlice çıkardı. Omzuna götürecek olsa da olmadı. Çünkü dişi kurt bir anda yolun yanına sıçrayıp ladin ağaçları arasında kayboldu.

İki adam birbirine bakındı. Henry uzun ve durumu anlayan bir ıslık çaldı.

“Bunu bilmeliydim.” diyerek kendine kızdı Bill tüfeği tekrar yerleştirirken. “Köpeklerin beslenme zamanında gelmeyi bilen bir kurt ateş açan demirleri de bilir. Sana diyorum Henry, bu yaratık bütün sıkıntılarımızın sebebi. Eğer o olmasaydı şu anda üç yerine altı köpeğimiz olurdu. Ve sana şimdi diyorum ki Henry, onu yakalayacağım. Açık alanda vurulmayacak kadar akıllı. Ama onu bekleyeceğim. Adımın Bill olduğundan emin olduğum gibi ona pusu kuracağıma eminim.”

“Bunu yapmak için çok uzaklaşmamalısın.” diye uyardı arkadaşı. “Eğer ki sürü üzerine atlarsa şu senin üç kurşun cehennemdeki üç ‘eyvah’a dönüşür. Hayvanlar feci aç ve bir kere üzerine gelirlerse seni kesinlikle ele geçirirler Bill.”

O gece erkenden kamp yaptılar. Üç köpek kızağı altı köpek kadar kısa sürede çekemiyordu. Üstelik tükenir gibiydiler. Adamlar erkenden yatağa girdi. Ama ilk önce Bill, hayvanların birbirlerinin kayışlarını kemiremeyecek mesafede olduklarına emin oldu.

Ne var ki kurtlar daha da cesaretlenmişlerdi. Adamlar da uykularından birden fazla kez kalktılar. Kurtlar o kadar yaklaşmışlardı ki köpekler öfkeden deliye döndü. Bu sebepten maceraperest yağmacıları güvenli bir mesafede tutmak için zaman zaman ateşi yenilemek gerekiyordu.

“Denizcilerin gemiyi takip eden köpek balıklarından bahsettiğini duymuştum.” dedi Bill ateşi yenilediği zamanlardan birinde tekrar battaniyeye bürünürken. “Yani, bu kurtlar karaya ait köpek balıkları. İşlerini bizden iyi biliyorlar. Bizi yakalayacaklar. Bizi kesinlikle yakalayacaklar Henry.”

“Böyle konuşmana sebep olarak seni yarı yakalamışlar zaten.” dedi Henry sert bir şekilde. “Yakalandığını söyleyen bir adam yakalanmış sayılır. Bu şekilde konuştuğuna göre seni kısmen yediler demektir.”

“Sen ve benden daha iyi adamları yakalamışlardır.” diye cevap verdi Bill.”

“Sızlanmayı kes. Bıktım senden.”

Henry öfkeyle kendi tarafına döndü. Ancak Bill’in benzer bir öfke tepkisi vermemesine şaşırdı. Bu Bill’in yapacağı şey değildi. Çünkü kendisi keskin sözlere kolay öfkelenirdi. Henry uykuya dalmadan uzun uzun düşündü. Göz kapakları kapanıp uyumaya geçerken aklındaki düşünce şuydu:

“Bill’in canının sıkkın olduğu kesin. Onu yarın neşelendiririm.”

AÇLIK ULUMASI

Günleri şanslı başladı. Gece boyunca hiç köpek kaybetmemişlerdi. Sessizliğe, karanlığa ve soğuğa doğru ilerleyen yoldaşların morali yerindeydi. Bill önceki geceye ait önsezilerini unutmuş gibiydi. Hatta öğlene doğru köpekler bozuk yolda kızağı ters çevirdiklerinde şakacı bir şekilde azarladı hayvanları.

Tuhaf bir durumdu. Kızak, bir ağaç gövdesi ile koca bir kaya arasına sıkışmıştı. Birbirine karışan kayışları çözmeleri için hayvanları serbest bırakmaları gerekiyordu. İki adam eğilmiş kızağı düzeltmeye çalışırlarken Henry Tek Kulak’ın yandan kaytardığını gördü.

“Buraya gel Tek Kulak!” diye bağırdı ayağa kalkıp köpeğin etrafında dolaşırken.

Ancak Tek Kulak, koşumları ile birlikte karların arasına daldı. Ve orada, arkalarındaki yolun karları arasında dişi kurt kendisini bekliyordu. Kurda yaklaştıkça daha da dikkatli davranmaya başladı. Tehlikeden dolayı yavaş yavaş yürüdü ve sonra durdu. Dişi kurdu dikkatli ve şüpheli aynı zamanda da arzulu bakışlarla süzüyordu. Dişi kurt da ona gülümser gibiydi. Dişlerini tehditkâr değil de uzlaşmacı bir tavırla gösteriyordu. Tek Kulak’a doğru cilveli birkaç adım atıp durdu. Köpek ise ihtiyatı ve dikkati elden bırakmadan kurda yaklaştı. Kuyruğu ve kulakları havaya kalkmıştı. Başı yukarıdaydı.

Dişi kurtla koklaşmaya kalksa da hayvan oynak bir tavırla geriye çekildi. Tek Kulak’ın yaptığı her hamleye geri çekilerek karşılık veriyordu. Köpeği cezbederek adım adım uzaklaştırıyordu insanların güvenli refakatinden. Bir seferinde belli belirsiz bir uyarı aklından geçmişçesine geriye dönüp devrilmiş kızağa ve kendisini çağıran adamlara baktı.

Fakat aklına gelen fikir, her neyse kendisine yaklaşıp kısa bir süre için koklaştıktan bir sonraki hamlesinden önce cilveyle geri çekilen dişi kurt tarafından yok edilmişti.

Bu arada Bill, tüfeği düşündü. Ne var ki silahı ters çevrilmiş kızağın altına sıkışmıştı. Bu arada Henry kendisine yardım edip de kızağı düzelttiklerinde, Tek Kulak ve dişi kurt fazlasıyla yakınlaşmışlardı. Aralarındaki mesafe o kadar fazlaydı ki ateş etme riskine girmek yersizdi.

Tek Kulak yaptığı yanlışı anladığında çok geçti. İki adam ne olduğunu anlayamadan köpeğin geri dönüp kendilerine doğru koşmaya başladığını gördüler. Daha sonra köpeğin geri çekilmesine mani olmak için bir düzine kadar cılız gri kurdun karlar üzerinde zıplayarak yolunu kesmek üzere uygun açılardan geldiğini gördüler. Dişi kurdun oynaklığı ve cilveli hâli bir anda yok olmuştu. Hırlayarak Tek Kulak’ın üzerine fırladı. Köpek, dişi kurdu bir omuz darbesiyle itti. Ancak geri çekilme yolu kesildiğinden tekrar ulaşma niyetiyle kızağın etrafında bir daire çizerek yolunu değiştirdi. Bu kovalamacaya dâhil olan kurtların sayısı her an artıyordu. Dişi kurt Tek Kulak’ın bir adım arkasındaydı ve takibi bırakmıyordu.

“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Henry aniden elini ortağının koluna yerleştirerek.

Bill, silkinerek arkadaşının elini çekmesini sağladı. “Buna dayanamıyorum.” dedi. “Daha fazla köpek alamayacaklar bizden.”

Elinde silah yol kenarındaki çalıların arasına girdi. Niyeti belliydi. Tek Kulak’ın kızağa ulaşmak üzere etrafını çevrelediği yola kurtlardan önce ulaşmayı planlıyordu. Tüfeği sayesinde gün ışığında kurtları korkutup köpeği kurtarabilirdi. Henry arkadaşına seslendi:

“Dikkatli ol Bill. Tehlikeye atılma.”

Henry kızağa oturdu ve izlemeye başladı. Yapabileceği bir şey yoktu. Bill çoktan gözden kaybolmuştu. Arada bir dağınık hâldeki ladin ağaç kümelerinin ve çalıların arasından Tek Kulak’ı görebiliyordu. Henry onun çaresiz olduğunu düşünüyordu. Köpek tehlikenin fazlasıyla farkında olsa da dairenin dışından koşuyordu. Kurtlarsa içerdeki daha kısa dairede ilerliyorlardı. Tek Kulak’ın peşindekilerle mesafeyi açıp onların çevrelediği dairenin içinden geçerek kızağa ulaşacağını düşünmek yersizdi.

Hepsi de hızla bir noktaya doğru yaklaşıyorlardı. Ağaçların ve çalıların arasından gördüğü kadarıyla Henry, kurt sürüsünün, Tek Kulak’ın ve Bill’in bir araya geldiğini biliyordu. Her şey beklediğinden daha kısa bir süre içinde gerçekleşti. Önce bir el ateş edildiğini işitti. Buna müteakip kısa süre sonra duyduğu iki kurşun sesi üzerine Henry, Bill’in cephanesinin tükendiğini anladı. Daha sonra hırlamalar ve acılı havlamalardan oluşan feryat sesleri duydu. Tek Kulak’ın acı ve dehşet dolu havlamalarını tanımıştı. Yaralı bir kurdun feryadını da duymuştu. Hırlamalar kesildi. Feryatlar kayboldu. Issız topraklara yeniden sessizlik çökmüştü.

Kızağın üzerinde uzunca bir süre oturdu. Ne olduğunu görmeye gitmesine gerek yoktu. Olay gözlerinin önünde gerçekleşmişçesine biliyordu her şeyi. Bir keresinde irkilerek aniden kalkıp kızaktan baltasını aldı. Ancak tekrar oturdu ve kara kara düşünmeye başladı. Ayakları hizasındaki iki köpek büzülmüş, tir tir titriyordu.

Sonunda tükenmiş bir hâlde ayağa kalktı. Bütün direnci yok olmuşçasına köpekleri kızağa bağlamaya davrandı. Omzuna bir halat geçirip köpeklerle birlikte kızağı çekmeye başlasa da çok fazla ilerlemedi. Karanlık çökmeye başladığı anda kamp yapmaya koyuldu. Büyükçe bir ateş yaktı ve köpekleri doyurdu. Kendisi için pişirdiği yemeği yiyip ateşin yakınlarına yatağını yaptı.

Ancak o yatağın keyfini çıkaramayacaktı. Daha gözlerini kapatamadan kurtlar tehlikeli bir mesafeye kadar yaklaşmışlardı. Onları görmek için çabalamaya gerek yoktu. Ateşin ve kendisinin yakınındaydılar. Ateşin ışığında yere yatıp kalkanlar, karınlarının üzerinde sürünerek ilerleyenler, ileri geri sinsice yürüyenler vardı. Hatta bazıları uyuyordu bile. Karın üzerinde orada burada köpekler gibi kıvrılarak kendisinden alınmış uykuyu çekiyorlardı.

Ateşi harladı. Bedeni ile kurtların aç dişleri arasındaki tek şeyin ateş olduğunun farkındaydı. İki köpeği kendisine yakın duruyordu.

İki taraftan kendilerini korumaları için yaslanıyorlardı. Kâh bağırıyor kâh sızlanıyorlardı. Olur da bir kurt her zamankinden daha fazla yaklaşırsa çaresizce hırlıyorlardı. Böyle zamanlarda yani köpekler hırladığında kurtlar tedirgin oluyor, tereddütle öne doğru ilerliyorlardı. Hırlamalar ve istekli havlamalardan oluşan bir koro meydana geliyordu etrafında. Daha sonra kurt sürüsü tekrar çöküyor ve bazıları bölünen uykularına devam ediyordu.

Ne var ki kurtlardan oluşan dairenin kendisine yaklaşma gibi bir eğilimi vardı. Azar azar, santim santim bir kısmı karınlarının üzerinde ilerleyerek aradaki mesafeyi azaltıyorlardı. O kadar ki neredeyse bir atlayışlık mesafe vardı aralarında. Böyle zamanlarda Henry ateşten odunlar alıp sürüye fırlatıyordu. Her seferinde hızla geri çekiliyorlardı. Olur da içlerinden birine bir parça isabet edecek olursa öfkeli havlamalar ile korkmuş hırlamalar da işitiliyordu.

Sabah olduğunda adam bezgin ve yorgundu. Gözleri uykusuzluktan genişlemişti. Karanlıkta kahvaltısını hazırladı. Saat dokuz olduğunda gün ışığının görünmesiyle beraber kurt sürüsü geri çekildi. Uzun gece boyunca planladığı işi hayata geçirmeye koyuldu. Birkaç genç ağaç keserek oluşturduğu sırıkları çaprazlama bağlayıp ağaçların gövdesinin üzerine yerleştirdi ve bir iskele meydana getirdi. Sonra da halat ve köpeklerin yardımıyla tabutu iskelenin üzerine koydu.

“Bill’i yakaladılar, beni de yakalayabilirler. Ama seni asla yakalayamayacaklar genç adam.” dedi ağaç-mezardaki ölüye seslenerek.

Daha sonra yola koyuldu. Hafiflemiş kızak, istekli köpekler tarafından çekiliyordu. Onlar da iyi biliyorlardı ki Fort McGurry’e ulaştıklarında güvende olacaklardı. Kurtlar artık açıktan takip ediyorlardı. Sakin bir şekilde iki taraftan ilerliyorlardı. Kırmızı dilleri ağızlarından dışarı sarkıyor, zayıf bedenlerindeki kaburgalar görünüyordu her hareket edişlerinde. Aşırı sıska, bir deri bir kemiktiler. O kadar zayıftılar ki Henry karın üzerine öylece yığılmamalarına şaşırıyordu.

Karanlıkta yola devam etmeye cesaret edemedi. Öğle vakti güneş, güney ufuklarını ısıtmanın yanı sıra soluk ve altın sarısı ışıklarıyla ufuk çizgisinin üzerine de uzanıyordu. Bunu bir işaret saydı. Günler uzamaya başlamıştı. Güneş geri dönüyordu. Ancak tam da ışığı gözden kaybolunca kamp kurmaya koyuldu. Soluk gün ışığı ile loş alaca karanlık birkaç saat daha devam edecekti… Henry bu soluk ışıktan faydalanarak bol miktarda odun kesti.

Gece korku ile beraber geldi. Aç kurtlar daha da cesaretlenmekle kalmamış, uykusuzluk Henry’nin daha fazla yorgun düşmesine sebep olmuştu. Omzunda battaniyelerle ateş kenarına çökmüş, baltayı dizlerinin arasına almıştı. Köpekler iki yanında yaslanıyordu. Kendini tutamayarak uyudu. Bir kere uyandığında üç dört metre kadar uzağında sürünün en büyüklerinden bir gri kurdun durduğunu gördü. Ona baktığında hayvanın tembel bir köpek misali gerindiğini, ağzını yayarak esneyerek gözlerinin içine sahiplenmiş bir tavırla baktığını gördü. Sanki kısa süre sonra yiyeceği ertelenmiş bir yemekti.

Bu kendinden emin hâl bütün sürüde hâkimdi. Kendisine aç gözlerle bakan ya da kar üzerinde sakince uyuyan yirmi tane köpek saydı. Sofranın etrafına yayılmış yemek için izin bekleyen çocukları andırıyorlardı. Yiyecekleri yemek de kendisiydi. Yemeğin nasıl ve ne zaman başlayacağını merak etti.

Ateşe odun attığı sırada bedeninin değerini daha önce hiç anlamadığı kadar anladı. Hareket eden kaslarını izleyerek parmaklarının hünerli mekanizmasına dikkat kesildi. Ateş ışığında parmaklarını yavaşça ve sürekli olarak teker teker büküp sonra da hepsini birden gererek açıyor, bazen de bir cismi kavrar gibi bir hareket yapıyordu. Tırnak yapısını inceledi ve parmak uçlarını önce keskin sonra da yumuşakça sinir duyarlılığını ölçmek amacıyla bastırdı. Etkilenmişti. Öylesine hassas, düzgün ve güzelce çalışan vücudunu sevmeye başladı aniden. Sonra da etrafını beklenti içinde saran kurt çemberine korku dolu bir bakış attı. Ani bir darbe alır gibi anladı o an: O muhteşem vücudu, hayatta olan bedeni sadece bir et yığınıydı av peşindeki yırtıcı hayvanlar için. Aç dişleri tarafından parçalanarak bir yiyecek olacaktı onlara. Tıpkı bir geyiğin ya da bir tavşanın zaman zaman kendisi için bir yiyecek olduğu gibi.

Yarı kâbus bir uykudan uyandığında kızılımsı dişi kurdun karşısında olduğunu gördü. İki metre kadar ötesinde karda oturuyor, istekli gözlerle kendisine bakıyordu. Ayaklarındaki iki köpek sızlanıyor ya da hırlıyordu ama dişi kurt onları önemsemedi. Adama bakıyordu. O da bu bakışa bir süreliğine karşılık verdi. Dişi kurtta tehditkâr bir şey yoktu. Ona sadece büyük bir istekle bakıyordu. Ancak Henry biliyordu ki bu muazzam bir açlığa denk bir isteklilikti. Kendisi yemekti ve görüntüsü tat alma duyularını harekete geçiriyordu. Ağzı açıktı, salyaları dışarı akarken dudaklarını beklentinin verdiği hazla yalıyordu.

Adamın içinden korku dolu bir his geçti. Ona atmak üzere yanan bir oduna uzandı derhâl. Ancak oduna ulaşıp da parmaklarını geçirmeden dişi kurt geriye doğru sıçrayarak güvenli bir mesafeye sıçradı. Henry kendisine bir şeyler atılmasına alışkın olduğunu anladı. Hırlayarak geriye çekildiğinde beyaz dişlerini köklerine kadar gösterdi. İstekliliği yok olurken yerini adamı ürküten vahşi bir kötülüğe bırakıyordu. Elindeki oduna baktı ve parmaklarının ne kadar hünerli bir şekilde kavradığını gördü. Yüzeydeki düzensizliklere nasıl uyum sağladıklarına, kaba odunun altında ve üstünde nasıl kıvrıldıklarını gördü. Odunun yanan kısmına yakın küçük parmağı sıcaktan acı çekip nasıl da hassas ve otomatik bir şekilde daha soğuk bir kısmı tutmaya başlamıştı öyle. Bir anda o hassas ve narin parmakların dişi kurdun beyaz dişleri ile ezilip parçalandığını görür gibi oldu. Kullanım ömrü artık belirsiz vücuduna hiç böyle sevgi duymamıştı.

Bütün gece boyunca yanan odunlarla mücadele etti aç sürüyle. Kendine hâkim olamayarak uyuyakaldı. Yanındaki köpeklerin sızlanmaları ve hırıltıları uyandırdı onu. Sabah olduğunda gün ışığı ilk kez sürüyü dağıtmayı başaramadı. Onların gitmesini beklemesi boşunaydı. Kendisinin ve ateşin etrafında bir çember hâlinde durmaya devam ettiler. Öylesine kibirli bir sahiplenme tavrı ortaya koyuyorlardı ki gün ışığının getirdiği cesareti sarsıldı.

Yola çıkmak için çaresiz bir hamle yaptı. Ancak ateşin güvencesinden ayrılır ayrılmaz kurtlardan en gözü pek olanı ileri doğru sıçradı. Ancak kısa bir sıçrayıştı bu. Geri çekilerek kurtardı kendini Henry. Dişlerini kalçalarına geçirmesine on beş santim kalmıştı. Sürünün geri kalanı üzerine hücum ediyordu. Sağa sola yanan odun atarak uygun bir mesafeye çekilmelerini sağlıyordu.

Gün ışığında dahi ateşin yanından ayrılıp odun kesmeye cesaret edemedi. Altı metre kadar ileride kocaman ölü bir ladin ağacı vardı. Günün yarısını kamp ateşini ağacın yanına yaklaştırmakla harcadı. Düşmanlarına atmak üzere yarım düzine kadar odun parçası tutuyordu elinde sürekli. Ağaca ulaştığında en çok odunun olduğu kısma düşmesini sağlamak için etrafını inceledi.

Uyku ihtiyacının etkisini daha fazla şiddetlendirmesinin dışında gece, bir öncekinin aynısıydı. Köpeklerinin hırlamaları etkisini yitiriyordu. Ayrıca her zaman hırladıklarından duyarsızlaşmış ve uyuşuk duyuları seslerinin değişik tonlamalarını ve yoğunluğunu dikkate almıyordu. Ürpererek uyandı. Dişi kurt, bir metreden daha az bir mesafedeydi. Mekanik bir hareketle eline aldığı odunu kısa mesafeden açık ve hırlayan ağzına soktu. Acıyla haykırarak geri çekildi. Yanan etinin ve kürkünün kokusunun tadını çıkarırken altı metre kadar ötede kafasını sallayıp öfkeyle kükrediğini gördü.

Fakat bu kez uykuya dalmadan önce sağ eline yanan bir çam dalı bağladı. Gözlerini kapattıktan birkaç dakika sonra yanan etinin acısıyla uyandı. Birkaç saat boyunca böyle devam etti. Bu şekilde her uyandığında yanan odunlarla kurtları püskürttü, ateşi harladı ve eline yeniden çam dalı bağladı. Her şey yolunda gitse de bir keresinde dalı eline iyice bağlamadığından gözlerini kapattığında elinden düştü.

Rüya görüyordu. Fort McGurry’deydi. Sıcak ve rahattı. Kâğıt oynuyordu. Ayrıca kalenin etrafını kurtlar kuşatmıştı. Kapılarda kükrüyorlardı. Bazen kendisi ve oyun arkadaşları oyuna ara vererek hayvanların beyhude içeri girme çabalarına gülüyorlardı. Rüya öylesine tuhaftı ki bir çarpışma sesi duyuldu. Kapı patlayarak açıldı. Kurtların kalenin devasa oturma odasına akın ettiklerini gördü. Üzerlerine atlıyorlardı. Kapının açılmasıyla beraber kükreme sesleri fazlasıyla arttı. Kükreme onu rahatsız etmeye başladı. Rüyası başka bir şeyle iç içe giriyordu. Ne olduğunu bilmese de kükremeler devam ediyordu.

Uyandığında kükremelerin gerçek olduğunu gördü. Hırlamalar ve ciyaklamalar gerçekti. Kurtlar üzerine hücum ediyordu. Etrafında ve üzerindeydiler. İçlerinden birinin dişi koluna saplanmıştı. İçgüdüsel bir hareketle ateşe sıçradı. Sıçrarken de bacağının etini delen keskin dişi fark etti. Daha sonra ateş kavgası başladı. Sağlam eldivenleri geçici bir süreliğine ellerini korudu. Alev alev yanan odunları dört bir yana savurmaya başladı. Ta ki kamp ateşi bir yanardağa benzeyinceye dek.

Fakat bu uzun süremezdi. Yüzü sıcaktan kabarmıştı. Kaşları ve kirpikleri hafifçe yanmıştı. Ayakları da sıcağa dayanamıyordu artık. İki elinde yanan odunlarla ateşin kenarına sıçradı. Kurtlar geri çekilmişti. Yanan odunların düştüğü her yerde kardan bir cızırtı sesi geliyordu. Arada bir vahşi sıçrayışla geri çekilen bir kurt kükreyerek ve hırlayarak bu odunlardan birine bastığını ilan ediyordu.

Yanan odunları en yakındaki düşmanlarına atan adam, alev almış eldivenlerini kara fırlatarak ayaklarını soğutmak üzere yere sert sert bastı. İki köpeği de kayıptı. Pekâlâ biliyordu ki Şişko ile başlayıp ilerleyen günlerde kendisi ile sona erecek uzun süreli bir yemeğin ara öğünleri olmuşlardı.

“Beni daha ele geçiremediniz!” diye bağırdı aç hayvanlara yumruklarını savururken. Bağırma sesiyle beraber kurtlar telaşlandı. Hırlamaya başladılar. Dişi kurt karlar arasından yanına yaklaşarak aç bir arzuyla onu izlemeye başladı.

Aklına yeni gelen bir fikri hayata geçirmeye koyuldu. Ateşten geniş bir çember yapıp içine çöktü. Kıyafeti eriyen kardan kendisini koruyordu. Bu şekilde alevlerin güvencesinde kaybolunca sürü, ona ne olduğunu anlamak için yaklaştı. O zamana kadar yanaşmadıkları ateşin yakınında bir daire oluşturup âdeta köpek misali gözlerini kırpıp esneyerek zayıf bedenlerini alışkın olmadıkları sıcaklıkta esnettiler. Daha sonra dişi kurt oturdu, burnunu yıldıza kaldırıp ulumaya başladı. Diğer kurtlar da teker teker ona eşlik ettiler. Bütün sürü burunları havaya dikilmiş vaziyette açlık ulumalarını gerçekleştiriyorlardı.

Şafak geldi sonra da gün ışığı. Ateş azalmıştı. Yakıtları bittiğinden daha fazlasına ihtiyaç vardı. Adam alev çemberinden dışarı çıkmaya davransa da kurtlar onu karşılamaya hazırdı. Yanan odunlar yana çekilmelerini sağlasa da artık geri çekilmiyorlardı. Onları püskürtmeye çalışması boşunaydı. Vazgeçip çemberin içinde tökezlediğinde kurtlardan biri üzerine atladı ve hedef şaşırarak dört ayağının üzerinden alevlerin içine düştü. Dehşetle haykırıp hırladı ve pençelerini karda soğuttu.

Adam battaniyelerinin üzerine çömelir vaziyette oturdu. Vücudu öne doğru eğilmiş, rahatlamış omuzları düşmüştü. Dizlerinin üzerine dayadığı başı mücadeleyi bıraktığını ilan ediyordu. Arada bir kafasını kaldırıp sönmeye başlayan ateşe bakıyordu. Alevlerden oluşan çemberin arası açılıyordu. Bu açıklıklar gittikçe daralıyordu.

“Galiba her an beni ele geçirebilirsiniz.” diye söylendi. “Her türlü uyuyacağım.”

Uyandığında çemberin açılmış kısımlarından birinde, tam karşısında dişi kurdun kendisine baktığını gördü.

Kendisine saatler gibi gelen kısa bir süre sonra tekrar uyandı. Tuhaf bir değişim olmuştu. O kadar tuhaf bir değişimdi ki bu şaşkınlığı iyice uyandırdı onu. Bir şeyler olmuştu. İlk başta ne olduğunu anlayamasa da sonra fark etti. Kurtlar gitmişti. Geriye sadece ne kadar yakında olduklarını gösteren ezilmiş karlar kalmıştı. Yeniden uykusu gelmeye başladı. Başı dizlerinin üzerine düştü. Aniden irkilerek uyandı.

На страницу:
2 из 4