bannerbanner
Ölüm
Ölüm

Полная версия

Ölüm

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

Nerede bir an önce evlendirilecek bir kızcağız, üç bin franga ihtiyacı olan bir aile ve kendini garantiye alacak, yüksek faizlerle de olsa üç bin frank borç verecek yaşlı bir adam var ise mutlaka haberi oluyordu. Kocasının onu anlamadığı, tek derdi anlayış olan kederli bir sarışın kızcağız; genç kızını sefaletten kurtarmak isteyen iyi kalpli annenin gizli arzusu; kendisini şık akşam yemeklerine adamış bir baronun oldukça genç yaşta kızlara düşkünlüğü gibi hassas sırlar da biliyordu. Yüzünde solgun gülümsemesi ile tüm bu teklif ve taleplerin seyyar satıcısıydı. Bu insanları ağız ağıza getirmek için iki fersah boyu yol tepiyordu. Baronu iyi kalpli anne ile buluşturmuş, yaşlı adamı güç durumdaki aileye üç bin frank borç vermeye ikna etmiş, kederli sarışın kadını teselli etmiş ve evlendirilecek genç kıza ahlaksız bir koca bulmuştu. İflas etmiş soylu bir aile olan Stuartlar’ın ondan takip etmesini istedikleri, İngiltere’den Fransa’ya yaptıkları faizler ile üç milyar franga ulaşmış uzun soluklu bir anlaşmalı borç davası gibi çevresinde toplaşıp kulak kabartan insanlara göğsünü gere gere anlattığı büyük işleri de vardı. Üç milyarlık bu borç onun takıntısı gibiydi; bir tarih dersi verircesine olayı en ince ayrıntılarına kadar anlatırken yanaklarında hafif bal mumu sarısı ile karışmış bir kızıllık coşuyordu. Bazen bir mübaşiri ya da bir dostunu ziyareti sırasında muhabbetin arasına sıkıştırdığı bir cezve, kauçuk manto, bir dantel kuponu satıverdiği ya da piyano kiraladığı; bazen de bir parça Chantilly kumaşı görmek için randevu alan müşterisine doğru dükkânına koşuverdiği zamanlarda olduğu gibi hâlen yaptığı ayak işleri de vardı.

Peçesinin ardında bir gölge gibi saklanan müşteri içeri girmişti. Aynı anda Papillon Sokağı’na bakan ana kapıdan bir beyefendinin Madam Touche’un piyanolarını görmek için girmesi de az rastlanılan bir durum değildi. Madam Sidonie’nin şimdiye dek bir servet kazanamamasının tek nedeni, sırf çalışmayı sevdiği için çalışıyor olmasıydı. Bürokrasi işlerine olan düşkünlüğü yüzünden dükkânını ihmal etmesi, sürekli icra memurları tarafından yiyip bitirilerek yalnızca dava meraklılarının anlayacağı türden bir keyif almasına yol açtı. İçten içe kadınlığını öldürmüş; vücudunun bir uzvu hâline gelmiş sepeti ile Paris sokaklarında cirit atarak milyonlar kazanmayı uman, on franklık bir anlaşmazlık uğruna en gözde müşterisini barışın adaletine teslim etmekten hiç çekinmeyen bir simsardı. Evlerinin önünden geçip giden; bir avukatın cübbesini andıran kısa, ince ve rengi atmış siyah elbisesine bürünmüş bu kadını görenler onu bir avukat yamağı sanırdı.

Teni, damgalı kâğıdın iniltili solgunluğuna sahipti. Gözleri, zihnini hırpalayan her türlü kaygının curcunasında yüzerken; dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Utangaç ve ihtiyatlı yaklaşımı ile dünyevi güzelden vazgeçmiş, kalbindeki ızdıraba merhamet eden bir rahibe gibi nahif ve anaçtı. Kocasından, çocukluğundan, ailesinden ya da kaygılarından hiç bahsetmedi. Madam Sidonie bir tek kendi hikâyesini satmamıştı. Vicdanı el vermediğinden de değil, yalnızca aklına gelmemişti. Bir fatura kâğıdı kadar kuru, bir ihtarname kadar soğuk, kayıtsız ve çok daha derinlerde; bir mübaşir yardımcısı kadar acımasızdı. Körpe taşralı zamanlarında Aristide, kız kardeşinin sayısız iş kolu ile ne yapmaya çalıştığına anlam veremedi. Bir yıl hukuk eğitimi aldığı için Madam Sidonie, üç milyon franklık davayı kendisine büyük bir ciddiyet ile anlatınca kız kardeşinin aklından şüphe etmişti.

Madam Sidonie, Saint-Jacques Sokağı’nı arşınlamaya gittiği günlerden birinde Angèle’i bir bakışla tartmış; o günden sonra da o bölgeye işi düşünceye ya da üç milyon frank konusunu bir kez daha masaya yatırmak arzusu duyuncaya dek dönmemişti. Angèle, İngiliz borcu hikâyesini neredeyse ezberlemişti. Simsar yine şovunu yapmıştı. Müşterilerinden daha da saf olan bu kadıncağızı da allayıp pulladığı yemi ile oltasına almış, sefil insan ticareti ve yitmiş kayıp hayatı ile çürümüş ruhunun çatlaklarını onlarla birlikte eğliyordu. Başında etrafı harikulade bir ayla ile çevrili, metali gözüken pirinç kaplamalı çubuklarından solgun menekşeler sarkan zavallı şapkası ile er ya da geç hâkimlerin üç milyon frangı şahsi servetiymiş gibi ona geri vereceğinden sarsılmaz bir ikna ile bahsederek konuşmayı bitirdi. Angèle’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Kocasına gelininden saygı ile bahsettiği bazı anlardan birinde, Madam Sidonie’nin bir gün kendilerini zengin edebileceğini söylemişti. Saccard omuzlarını silkmiş; Fauborg-Poissonière Sokağı’ndaki asma katını ziyarete gittiğinde karısının aksine yaklaşan bir iflastan başka bir şey sezmemişti. Ağabeyi Eugène’e, kız kardeşi ile ilgili ne düşündüğünü sorduğunda basitçe onu fazla görmediğini ancak bazen kendisini tehlikeye soksa da çok zeki bir kadın olduğu için başının çaresine bakabileceğini söylemişti. Saccard kısa bir süre sonra Penthièvre Sokağı’na dönerken kız kardeşinin siyah elbisesini, ağabeyinin evinden ayrılıp hızla kalabalığa karıştığını gördüğünü sandı. Peşinden koştu ancak siyah elbiseyi bir daha göremedi. Madam Sidonie, kalabalığın içinde seçilemeyen türden silik insanlardandı. Anlık bir duraksamadan sonra kız kardeşini düşünmeye başladı. Bu kırışıklar ile erimiş gibi görünen solgun yüzü anımsamak, çok vaktini almadı. Kız kardeşine saygı duyuyordu. Rougon kanına yakışır bir kadındı. Bu para doyumsuzluğunu, genetik entrika ihtiyacını hemencecik tanıdı; ancak sabah akşam ekmeğini taştan çıkarmaya çırpındığı Paris’te olgunlaştığı çevre yüzünden, ailesinin mizaç rotasından sapmıştı; aşırı erkeksiliği, simsarlığı ve seyyar umut satıcılığını bedeninde ayrı ayrı yaşatıyordu.

Saccard, sermaye aradığı dönemde aklına normal olarak önce kız kardeşi gelmişti. Madam Sidonie, üç milyon franktan bahsederken iç çekerek başını sallıyordu. Saccard onun deliliklerine müsamaha göstermiyordu. Kız kardeşi, Stuartlar’ın borç konusunu her açtığında onu hiddetle sarsıyor; aklına onursuzluk ettiğini söylüyordu. Bu konuda en ufak bir şüphesi olmadığını söyleyerek kardeşinin en acımasız alaylarına dahi büyük bir sakinlik ile göğüs geriyor; Saccard, onun neye güvendiğini bilmediğini ancak beş kuruş alamayacağını çok iyi bildiğini söylüyordu. Bu konuşma, Madam Sidonie’nin birikimleri ile Borsa’nın önünde kumar oynamaya gireceği sırada gerçekleşmişti. Saat üç civarında postanenin tırabzanlarına yaslanmış, kendisi gibi kaybolmuş ve muğlak bireyleri huzuruna kabul ederdi. Saccard yanından ayrılırken Madam Sidonie: ‘‘Ah! Eğer evli olmasaydın…’’ diye mırıldandı. Gerçekte ne kastettiğine anlam veremeyen ve öğrenme arzusu da duymayan Saccard, bu cümle karşısında hüsrana uğradı.

Aradan aylar geçmiş, Kırım Savaşı yeni ilan edilmişti. Bu uzak savaştan etkilenmeyen Paris, gitgide piyasa vurgunculuğunun ve kadın ticaretinin coşkusuna kapılmıştı. Saccard, önceleri sezinlediği bu büyüyen öfkeyi yumruklarını sıkarak seyrediyordu. Dev döküm ocağından yükselen, örs üzerinde altınları döven her bir çekiç darbesinde öfke ve tahammülsüzlük ile sarsılıyordu. Zihninin ve duygularının muharebesinde, galibiyet kamçılarının altında, çatı kenarlarında dolaşan bir uyurgezer gibi düşler âleminde yaşıyordu. Öyle ki bir gün Aristide’i hasta yatarken bulduğunda da şaşırdı ve öfkelendi. Bir saat gibi düzenli işleyen iç dünyasının, kaderin kötü bir cilvesi gibi bozulması onu çileden çıkardı. Soğuk almış ve ateşlenmiş zavallı Angèle usulca inliyordu. Doktor gelmiş ve muayenenin ardından endişeli gözlerle bakınan Saccard’a, karısının zatürre olduğunu ve tedaviye geç kalındığını söylemişti. O andan itibaren genç adam artık öfke duymaksızın hasta karısı ile ilgileniyordu. İşe gitmiyor ve başından ayrılmadan ateşten kıpkırmızı olmuş, ağır ağır nefes alarak uyuklayan karısına tarifsiz bir ifade ile bakıyordu. Madam Sidonie işlerinin yoğunluğuna rağmen, her akşam elinde bir başka şifalı bitki çayı ile gelmenin yolunu buluyordu. Tuhaf mesleklerinin arasına bir de acıdan, çaresizlikten ve ölüm döşeklerinde geçen yürek burkan muhabbetlerden keyif alan hasta bakıcılığını eklemişti. Daha sonraları Angèle’e şefkat dolu bir dostluk besledi. Erkeklere verdikleri koşulsuz zevklerden dolayı aşk kadınlarını; tüccarların vitrinlerinde sergiledikleri değerli parçalara gösterdikleri özen ile sever, “tatlım benim, güzelim benim” nidalarında metresinin önündeki bir âşık gibi kendinden geçerdi. Angèle’i aşk kadınlarından saymasa da prensibi gereği onu da diğerleri gibi kandırdı. Genç kadın yataktayken Madam Sidonie, sessiz odayı gözyaşları ile cömertçe doldurdu. Kardeşi onu, bu sessiz ızdıraba yenik düşmüş gibi sımsıkı dudakları ile izliyordu. Hastalık daha da kötüleşti. Bir akşam doktor, genç kadının sabahı göremeyeceğini söyledi. Madam Sidonie erkenden gelmiş, ufak alev parlamalarında gözleri boğulmuş Aristide ve Angèle’e kaygı ile bakıyordu. Doktor gidince lambayı kıstı, kulakları sağır eden bir sessizlik odaya çöktü. Ölüm bu sıcak ve nemli odaya, can çekişen kadının bozuk bir saatin tıkırtısı gibi düzensiz soluklarında yavaşça giriyordu. Madam Sidonie, şifalı bitki çaylarını artık bırakmış; hastalığın işini yapmasına izin veriyordu. Bir yandan şöminenin önünde ateşi harlarken bir yandan da göz ucuyla yataktaki karısına bakan kardeşinin yanına oturdu. Aristide bir anda, bu içler acısı seyirliğin ağır havasını artık soluyamıyor gibi yandaki odaya çekildi. Küçük Clotilde burada, küçük bir halı parçasının üzerinde oturmuş sessizce bebekleri ile oynuyordu. Madam Sidonie kardeşinin arkasında belirmiş kısık ses ile bir şeyler mırıldanırken küçük Clotilde babasına gülümsüyordu. Kapı açık kalmıştı. Angèle’in cılız hırıltıları duyuluyordu. Madam Sidonie hıçkırarak: ‘‘Zavallı karın… Korkarım yakında bitecek. Doktorun dediklerini duydun mu?’’ diye sordu. Saccard yalnızca keder ile başını eğebildi. ‘‘İyi bir ruhtu. Daha zengin, daha yaşama alışkın kadınlar bulsanız da böylesi bir kalbi bulamayacaksınız.’’ dedi simsar; Angèle çoktan ölmüş gibi konuşuyordu. Ablasının duraksamasında, gözyaşlarını silerken bir başka konuya değinmeye çırpındığını gören Saccard: ‘‘Bana söyleyeceğin bir şey mi var?’’ dedi.

Madam Sidonie yeniden gözlerini silerek:

‘‘Evet, malum konu ile ilgileniyordum ve sanırım birini buldum ancak böyle bir anda… Görüyorsun, kalbim kırık.’’

Saccard tek kelime etmeden kız kardeşine her ne yapıyorsa müsaade etti. Simsar, vakit kaybetmeksizin konuya girerek: ‘‘Hemen evlendirilmesi gereken genç bir kız var. Sevgili çocuk talihsiz bir olay yaşadı ve her türlü fedakârlığı yapmaya hazır bir halası var.’’

Hıçkıra hıçkıra ağlayarak duraksıyor, zavallı Angèle’in yasını tutmaya devam edercesine konuşuyordu. Döktüğü gözyaşları ile kardeşini yıldırarak konu ile ilgili soru sormasını sağlamayı amaçlıyordu. Böylece yaptığı teklif, yersiz bir ısrar olmaktan çıkacaktı. Aristide donuk bir öfkenin tesiri altında:

‘‘Hadi, çıkar ağzından baklayı. Neden evlendirilmek istiyor bu kız?’’

Madam Sidonie acılı sesiyle:

‘‘Okuldan dönüyormuş, kasabada arkadaşlarından birinin ailesinin evinde bir adam kızcağızı baştan çıkarmış. Babası olanları yeniden öğrendi ve kızı öldürmeye kalktı. Halası araya girerek kızı kurtardı ve birlikte kızın babasına, bir anlığına günaha kapılan onurlu bir adamın bu hatayı telafi etmek istediğinin hikâyesini anlattılar.”

Saccard şaşkın bir öfkeyle:

‘‘Öyleyse taşralı adam, genç kızla evlenecek mi?’’

Kardeşi çıkışarak:

‘‘Hayır, yapamaz. Adam evli.’’

Bir sessizlik çöktü. Angèle’in hırıltısı, bu titrek havada daha da acı veriyordu. Küçük Clotilde bebekleri ile oynamayı bırakmış; Madam Sidonie ve babasına, ne konuştuklarını anlıyormuş gibi iri gözlerinde bir çocuğun kuşkusu ile baktı. Saccard kısa sorular sormaya başlamıştı: ‘‘Kaç yaşında?’’

‘‘On dokuz.’’

‘‘Kaç aylık hamile?’’

‘‘Üç ancak şüphesiz düşük yapacak.’’

‘‘Ailesi zengin ve onurlu, öyle mi?’’

‘‘Hâli vakti yerinde, emekli yargıç bir babanın eski burjuva ailesi…’’

‘‘Pekâlâ, bu halanın fedakârlığının bedeli nedir?’’

‘‘Yüz bin frank.’’

Bir sessizlik daha çöktü. Madam Sidonie artık zırıldamıyor, yalnızca işini yapıyordu. Sesi, bir pazarlık masasına oturan antikacının soğuk tonu ile aynıydı. Kardeşi, tepeden bakışında biraz tereddütle:

‘‘Peki ya sen, sen ne istiyorsun?’’

‘‘Sonra konuşuruz, vakti geldiğinde bana bir iyilik yapacaksın.’’

Birkaç saniye Aristide’in sessizliğinde bekledikten sonra açıkça:

‘‘Eh, kararın nedir? Zavallı kadınlar perişan hâlde, kopmaya yakın kıyameti önlemeye çalışıyorlar. Yarın babaya adamın adını bildireceklerine dair söz verdiler. Kabul ediyorsanız onlara bir vekil vasıtasıyla kartvizitinizi göndereceğim.’’

Saccard bir düşten uyanmış gibi irkilerek bir ses duyduğunu zanneden karısının yattığı odaya tekrar döndüğünde acıyla:

‘‘Fakat yapamam… Yapamayacağımı çok iyi biliyorsun.’’ dedi.

Madam Sidonie ona gözünü kırpmadan soğuk bir küçümseme ile bakarken; Aristide’in, içinde doymak bilmeyen arzular pompalanan tüm Rougon kanı gırtlağına kadar yükseldi. Cüzdanından çıkardığı kartvizitini, itina ile adresi yazdıktan sonra bir zarfa koyan kız kardeşine verdi. Ardından, simsar aşağı indi. Saat henüz dokuzdu.

Tek başına kalan Saccard, alnını soğuktan buz tutmuş pencereye dayadı. Parmak uçları ile tıkırdattığı camın sesini duyuncaya dek kendisini unuttu. Gecenin tuhaf kütleler hâlinde asılı karanlığından huzursuzluk duyarak Angèle’in ölmekte olduğu odaya döndü. Ardına kadar açık gözleri, koca bir yaşam dolmuş yanak ve dudakları ile yastığının üzerinde doğrulan karısını görünce müthiş bir korku ile sarsıldı. Küçük Clotilde, babası arkasını döner dönmez; bir kenarda oyalandığı odadan, masum çocukluk merakına kapılarak hızla annesinin yanına dönmüş, elinde bebeği ile yatağın kenarında oturuyordu. Kafası kız kardeşinin hikâyesi ile dolu olan Saccard’ın hayalleri suya düştü. Gözlerinde iğrenç bir fikir ışıldamış olmalıydı ki Angèle, dehşete kapılarak kendisini yere atmak istedi ancak ölüm yaklaşıyordu. Izdırap içindeki bu uyanış, sönen lambanın son ışığıydı. Ölmekte olan kadın artık kımıldayamıyor, yavaşça çöküyordu; ancak gözleri, kocasının her hareketini takip etmek üzere hâlen ardına kadar açıktı. Kaderin onu yoksulluğa çivilemek için icat ettiği şeytani bir dirilişe inanmış olan Saccard, kadının yaşayacak bir saati bile olmadığını görünce rahatladı. Dayanılmaz bir tedirginlikten başka bir şey hissetmiyordu. Angèle’in gözleri; kocası ve kız kardeşinin konuştuğu her şeyi duyduğunu ve bir an evvel ölmez ise kocasının boğazına sarılacak olmasından korktuğunu söylüyordu. Bu son saatte dünyanın alçaklığını, bir haydudun yanında yiten ömür düşüncesi ile titreyen nahif ve zararsız şaşkınlığı anlatıyordu. Yavaş yavaş yumuşayan bakışları artık korkmuyor, bu zavallının uzun yıllardır talih uğruna verdiği amansız mücadelesini affetmenin bir yolunu arıyordu. Böylesi uzun bir sitem eden ölmekte olan bakışın izlediği Saccard, kendisini mobilyaların arasına atarak bir tanesinin gölgesinde kaybolmaya uğraştı. Onu deli eden bu kâbusu kovalamak isteyen adam, son gücü ile lambanın aydınlığına doğru öne çıktı ancak Angèle ona konuşmamasını söyleyen bir işaret yaptı. Şimdi ise dehşete düşmüş ızdıraplı bakışlarına, bir af vaadi karışmıştı. Bu bağışlamanın, vaktin geldiğinin habercisi olduğunu anlayan Saccard; küçük Clotilde’i kucaklayıp diğer odaya götürmek için eğildiğinde genç kadın, bir dudak hareketi ile ona kalmasını söyledi. Gözlerini üzerinden çekmeden yavaşça öldü. Bedeni soldukça bakışları daha da yumuşadı. Kocasını son nefesinde affetti. Yaşadığı gibi öldü; ağır ağır, belli belirsiz varlığı ölüm ile silindi. Saccard, hareketsizce onu izlemeye devam eden ölü bir çift gözün önünde titremeye devam ediyordu. Küçük Clotilde, annesini uyandırmamak için sessizce çarşafın kenarında bebeğini sallıyordu. Madam Sidonie döndüğünde her şey bitmişti. Tuhaf mesleklerinden biri gibi, bir tek parmak hareketi ile Angèle’in gözlerini kapatması Saccard’ı çok rahatlatmıştı. Küçüğü de yatırdıktan sonra, bir çırpıda cenaze odasını temizledi.

Şifonyerin üzerinde iki mum yakıp çarşafı dikkatlice ölü kadının çenesine kadar çektikten sonra etrafına memnun bakışlar atarak bir koltuğa uzandı ve gün ağarıncaya kadar uyudu. Saccard ise geceyi yan odada, ölüm bildirilerini yazarak geçirdi. Ara sıra duraksayarak varlığını unutana dek bildirilerini numaralandırdı. Cenaze akşamı Madam Sidonie, Saccard’ı asma katına götürdü. Büyük kararlar orada alındı. Küçük Clotilde’i; yalnız başına yaşayan, makale okumaktan başka bir uğraşı olmayan, Plassans’ta doktorluk yapan ve birkaç kez yeğenini âlim sessizliğindeki evine neşe katsın diye yanında götürmeyi isteyen kardeşi Pascal Rougon’a gönderecekti. Kız kardeşi ise artık onun Saint-Jacques Sokağı’nda yaşayamayacağını söyledi. Saccard’a bir aylığına, belediye binası yakınlarında, ona aitmiş gibi gözüksünler diye şık eşyalar ile döşenmiş bir burjuva dairesi bulacaktı. Saint-Jacques Sokağı’ndaki eşyalar ise geçmişin son kokularını silmek için dahi satılır, parası ile de çeyiz ve şık giysiler alınırdı. Clotilde, üç gün sonra güneye gitmekte olan yaşlı bir kadına teslim edildi. Aristide Saccard, kaderin ilk gülümsemeleri ile üç gün içinde yanakları dolmuş ve kızarmış gibi muzaffer; Marais’nin Payen-ne Sokağı’ndaki beş odalı ağır ve saygın evinde işlemeli terlikleri ile dolaşıyordu. Bu ev, acilen İtalya’ya gitmesi gereken genç bir başrahibin, hizmetçisine bir kiracı bulmasını söylediği evdi. Hizmetçi, ara sıra Madam Sidonie’den kumaş almaya giden bir arkadaşıydı. Özel giysileri ile kadınların ipek etekleri arasında duyumsadığı benzerliklerin içgüdüsü ile rahipleri, kadınları sevdiği gibi seviyordu. Saccard artık hazırdı, oynayacağı rolü eşsiz bir sanat ile bestelemişti. Madam Sidonie’nin; Angèle’in ölümle pençeleştiği korkunç gecede anlattığı Béraud ailesini kabul etmiş, durumun zorluklarını ve inceliklerini gözünü kırpmaksızın bekliyordu. Altmış yaşında yaşlıca bir adam olan Mösyö Béraud du Châtel, unvanları kimi soylu ailelerinkinden daha eski olan bir burjuva ailesinin son temsilcisiydi. Atalarından biri Etienne Marcel’in5 dostuydu. 93 yılında babası, damarlarında şehrin cumhuriyetçi kanının aktığı bir Paris burjuvası olarak, cumhuriyeti tüm coşkusu ile selamladıktan sonra giyotinde can verdi. Kendisi, mutlak adalet ve bilge özgürlük hükûmeti hayal eden Sparta Cumhuriyetçileri’ndendi. Katılık ve ciddiyet gerektiren mesleği yargıçlıkta bunamış, 1851 yılında Fransız adaletini lekeleyen karma komitelerden birine katılmayı reddettikten sonra darbe sırasında görevinden istifa etmişti. O zamandan beri Lambert Konağı’nın neredeyse karşısında bulunan adanın, Saint Louis Adası’nın sonundaki konağında yalnız ve içine kapanık bir adam olarak yaşıyordu. Karısı genç yaşta ölmüştü. Yarası hâlen kanayan bir aile sırrı, yargıcın katı yüzünü daha da karartmıştı. Karısı ikinci kızlarını doğurduğu sırada öldüğünde büyük kızları Renée, sekiz yaşındaydı. Yeni doğan bebek Christine, Aubertot noteri ile evli olan Mösyö Béraud du Châtel’in kız kardeşi tarafından evlat edinilmişti. Renée manastıra gidiyordu. Hiç çocuk sahibi olmayan Madam Aubertot, evlat edindikten kısa bir süre sonra içinde yeşeren anne şefkati ile Christine’i öz kızıymış gibi büyüttü. Kocasının ölümü üzerine küçük kızı babasının evine geri getirdi ve bu sessiz, yaşlı adam ile güler yüzlü sarışın kız çocuğunun yanlarına yerleşti. Renée ise manastırda unutulmuştu. Yalnızca tatillerde dönen Renée’nin çocuksu eğlenceleri konağa öyle fazla geliyordu ki halası onu nihayet Visitation Manastırı’na geri bıraktığında rahat bir nefes almıştı.

Yakın arkadaşı Adeline’in ailesinin, Nivernais’deki takdire şayan mülklerinde güzel bir tatil geçirmeyi dilediği manastırdan on dokuz yaşına dek ayrılmamıştı. Ekim ayı yeniden geldiğinde genç kızı derin bir keder içinde gören hala Élisabeth hayrete düştü. Bir akşam yeğenini, yatağında acı ile kıvranır hâlde yastığında hıçkırıklara boğulurken buldu. Çaresizliğinde kaybolmuş Renée, halasına; gittiği kasabada kırk yaşlarında, varlıklı ve karısı da orada bulunan bir adamın, gıkını çıkaramadan tecavüzüne uğradığı yürek burkan hikâyeyi anlattı. Bu itiraf karşısında Élisabeth hala; küçük kardeşine olduğu kadar genç kıza da ilgi göstermiş olsaydı bu korkunç hadisenin başına gelmeyeceğine inanarak kendisini, kırk yaşındaki adamın suç ortağıymışçasına suçladı. O andan itibaren, anne şefkati ile körüklenen pişmanlığını kovalamak için genç kızın her anında yanında oldu; aldıkları tüm tedbirlere rağmen korkunç gerçeği öğrenen babanın öfkesini dindirdi; doğabilecek utanç verici ya da feci sonuçlarını düşünmeksizin babayı yatıştırmak ve Renée’yi onurlu kadınların dünyasına yeniden kavuşturmak için korkunç bir kaygıyla bu evlilik projesini geliştirdi.

Madam Sidonie’nin bu projenin kokusunu nereden aldığı bir sır olarak kaldı. Béraudlar’ın onuru bu simsar kadının sepetinde, Paris’teki her fahişenin şikâyet dilekçeleri ile birlikte sürükleniyordu. Yürek burkan hikâyeyi duyduğunda karısı ölüm döşeğinde yatan kardeşini bu proje için neredeyse zorladı. Élisabeth hala; kendisini kadersiz Renée’ye ailesinden bir koca bulacak kadar kendisini adayan bu tatlı ve alçak gönüllü kadına karşı mahcup hissediyordu. Hala ile Saccard’ın ilk görüşmeleri Fauborg-Poissonière’deki asma katta gerçekleşti. Papillon Sokağı’na bakan arka kapıdan içeri giren Saccard, ön taraftaki dükkân kısmından küçük merdiveni kullanarak gelen Madam Aubertot’u görünce iki ayrı girişin zekice tasarlanmış düzeneğini sonunda anladı. Genç adam oldukça zarif ve nazikti. Bu evliliğe borcuna sadık bir adam gibi iş ilişkisi gözü ile bakıyordu. Élisabeth hala, genç adamın karşısında titriyor; konuşurken kekeliyor ve vadettiği yüz bin frangın bahsini açmaya cesaret edemiyordu. Bir müşterinin davasını tartışan avukat edasıyla para mevzusunu önce açan Saccard’dı. Ona göre, Matmazel Renée’nin kocası olmak söz konusu olduğunda yüz bin frank gülünç bir meblağ idi. Matmazel, kelimesini özenle vurgulamıştı. Neticede, Mösyö Béraud du Châtel gibi bir adamın; meteliksiz bir damadı hor göreceği, serveti için kızını baştan çıkarmak ile suçlayacağı, hatta gizlice kendisini araştırmak gibi bir fikre kapılabileceği gibi riskler vardı. Madam Aubertot, kesinlikle bir servet avcısı olduğu yanılgısına düşülmemesi gerektiğini; söz konusu bu riskler altında, iki yüz bin franktan daha azına Renée’nin elini dahi tutamayacağını müthiş sakin ve kibar bir üslup ile açıklayan genç adamın karşısında aklını yitirse de çaresizce fiyatı ikiye katlamayı kabul etti. İyi kalpli kadın, içinde beslediği bu denli bir öfke ile bu pazarlığa oturan bir adam hakkında ne düşüneceğini bilemeden asma kattan ayrıldı.

Bu ilk görüşmeyi, Élisabeth halanın genç adamın Payenne Sokağı’ndaki dairesine yaptığı resmî bir ziyaret izledi. Bu kez Mösyö Béraud du Châtel adına orada bulunuyordu. Eski yargıç, evlilik gerçekleşinceye ve hem kendinin hem de Renée’nin onuruna sahip çıkıncaya kadar kızını baştan çıkaran bu adamı görmeyi reddetmişti. Madam Aubertot, anlaşma için tüm yetkiye sahipti. Buruşuk etekli Madam Sidonie’nin kardeşinin, çapsız herifin teki olduğu korkusunun yerini; genç adamın sahip olduğu lüksten duyduğu memnuniyet almıştı. Élisabeth halayı çok şık bir sabahlık ile karşılamıştı. Aralık maceracılarının borçlarını ödemelerinin, eskimiş çizmelerini ve dikiş yerlerinden beyazlamış fraklarını kanalizasyona atmalarının, sekiz günlük sakalını tıraş etmelerinin ardından bugünün saygın adamıydı. Tırnak aralarını temizleyen, en pahalılarından pudra ve parfümler ile yıkanan Saccard; nihayet onlardan biri olmuştu. Kibar adam ayaklarını geride bırakarak fevkalade bir kayıtsızlığa bürünmüştü.

Yaşlı kadın kontrat konusunu açtığında genç adamın yüzünde umursamıyormuşçasına bir ifade vardı. Önceki haftayı, gelecekte özgürce yapacağı dalaverelerin bağlı olduğu saygınlığın ilmini öğrenmeye çalışarak geçirdi. Kontrat konusunda:

‘‘Lütfen, bu nahoş para konusuna artık bir son verelim. Benim görüşüm; Matmazel Renée’nin kendi servetinin, benim de kendiminkinin sahibi olmamız gerektiği yönünde. Bundan sonrası ile avukatım ilgilenecektir.’’

Yeğeninin mal varlığına burnunu sokmasından endişe ettiği bu adamdan duyduğu bu cümleler karşısında rahatlamış hâlde:

‘‘Ağabeyim servetinin çoğunu toprak ve mülklerden elde etti. Kızını cezalandırmak için mallarından esirgeyecek türde bir adam değildir. Renée’ye, Sologne bölgesinde ederi üç yüz bin frank değerinde olduğu tahmin edilen toprak; yaklaşık iki yüz bin frank değerinde de Paris’te bulunan bir ev verecek.”

Böyle bir miktarı aklının ucundan geçirmeyen Saccard’ın gözleri kamaşmış, yüzünde yükselen kan akışını görmemesi için kadına yarı arkası dönük konuşuyordu. Madam Aubertot:

‘‘Beş yüz bin franktan söz ediyoruz ancak Sologne’daki mülkün getirisinin yalnızca yüzde iki olduğunu da sizden saklamak istemem.’’

Yüzündeki kayıtsızlığa eklediği bir gülümseme ile Saccard, karısının servetine müdahale etmeyeceği için tüm bunların kendisini ilgilendirmediğini anlatıyordu. Sandalyesinde oturmuş, salladığı ayağındaki terliğinin hareketini seyre dalan sevimli denebilecek umursamaz tavrı ile genç adam, yaşlı kadını saf bir nezaket ile dinliyor gibi görünüyordu. Madam Aubertot, tüm iyi kalbi ile Saccard’ı gücendirmemek adına kelimelerini dikkatlice seçerek:

На страницу:
5 из 6