bannerbanner
Eski Mektuplar
Eski Mektuplar

Полная версия

Eski Mektuplar

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
4 из 4

Korku ve tereddüt ile aşağı indi.

Perşembe günü öğle yemeğinde çatal bıçak gürültüsü arasında Kenan aldığı ders gereğince acele acele yemek yerken, baş görevlinin okuduğu ceza cetveli içinde kendi numarası da zikredilmişti.

Kenan yavaş yavaş mektepte uygulanan usul ve nizam ile ülfet, ünsiyet kesbetmeye başlamıştı. Şimdi ceza yerine aferin alıverdi. Günden güne muallimlerinin, görevlilerinin hüsnü teveccühlerine muvaffak oluyordu.

O zamana, yani mektebe dâhil olduğu tarihe kadar Kenan daima hayali şeyler ile uğraşmayı pek severdi. Mesela, bir roman okusa aklıselim ile asla uyuşmayan harikulade bir vaka görse hayallerini o derece ileri bir seviyeye ulaştırırdı ki, fikrince o vakaya uygun bir mekân bulur, kendisini vakanın kahramanı sayardı. Hele heyecana pek ziyade müsait olan ve aşk hissini uyandıracak küçük bir işaret elde ederse hemen derin düşüncelere dalardı. Onunla, boş zamanlarını geçirmek ve Meliha’yı düşünmek için bir haftalık düşünme sermayesi çıkarırdı.

Fakat şimdi öyle değil, Meliha nerede? Uzak, ondan pek uzak… Roman var; zemin var. Lakin zaman yok. Artık o şevkler, o can atmalar, o cezbedici hayaller, o emellerini süsleyen hatıralar sönüyordu. Ebediyen sönüyordu. Onların yerini daha ciddi şeyler alıyordu. Nazariyat oradan kayboluyor. Fen, tecrübe, hakikat baş gösteriyor. Önceki dönemlerde bunlarla meşgul olmak, bunlarla uyuşmak çok zordu. Zaman geçtikçe fikirde hayale olan meyil kalmıyor. Tabiat, ciddi şeylerle, gerçek şeylerle meşgul olmayı zorluyor. Bunlar arasında riyaziyat, yani matematik ilmi, o sonsuz rakamlar, o bir sürü harfler, o her şeye şüphe ile bakan felsefi ilimler revaç kazanıyor. O derecede ki Meliha’yı tasavvur uyku zamanlarına, rüyalara mahsus kalıyor. Oh! İlim ve irfana talip olan bir genç için bu şekilde değişmek, bu şekilde davranmak, bu şekilde yeni bir hayatı benimsemek ne büyük bir muvaffakiyet, ne büyük bir meziyettir!

Kenan artık tesellisini bulmuş, aradığına muvaffak olmuştu. Riyaziyat gibi dakik ve mühim meseleleri kapsayan bir ilimle meşgul oldukça ufku açılıyordu. Ayrıca bu şekilde bir hakikatin künhüne, esasına vâkıf olmak için nasıl düşünmek, hayallerini ne suretle yürütmek lazım geleceğini keşif ve idrake başlıyordu. İnsan o hakikatlere vakıf oldukça hem sevinir, hem de titrerdi. Sevinirdi, çünkü hakikatlere bizzat şahit oldukça debdebesi, ihtişamıyla âdeta onun cazibesine vuruluyordu. Titrerdi, zira takip eylediği hayat yolunun sonunda ne kadar müthiş uçurumlar, tehlikeli girdaplar, maverasında ne derece feci, acımasız vakalar mevcut olduğunu hissediyordu. Hülasa günden güne tekemmül eyliyordu.

Artık Kenan için hevese dair meyiller mahvolmuştu. Kalbinde iki şey, iki hakikat ön plana çıkıyordu. Biri, kalbinde hayata dair emareler baki kaldıkça orada zevalden masun olan Meliha’nın hakiki muhabbeti; diğeri de yine orada, o kalbin derinliklerinde oluşan ilme, irfana dair olgunlaşmalar ve bunun sonunda da her konuya sadece hayal olarak değil hakikat olarak vakıf olmaktı.

Geceleri, meşguliyetlerin çokluğundan istirahata muhtaç olan başını şöylece bir yastığa koyduğu, gözlerini dinlendirmek için kapadığı zaman Meliha olanca varlığı, şaşaası ve azametiyle nazarında âdeta canlanırdı. O melek, o gül goncası sevgili gelir “uyku perisi” gibi o güzel kokulu saçlarını çocuğun yüzüne temas ettirir, sonra yavaş yavaş bin cilve ve eda ile çekilir giderdi. Kenan da tatlı bir uykuya dalardı.

Çocuğun bu hâlini, çalışmalarını, ciddiyet-i ahlâkını gören muallimler, görevliler kendisini yalnız mükâfat ile değil lisan ile dahi takdire, beğeniye başladılar. Öyle bir derecede ki, muallimleri bir defa anlatmakla zor olan derslerin tekrarını, müzakeresini ona havale ederler, görevliler ise sınıfta çıkan bir gürültünün hakiki sebebini doğrulatmak için Kenan’ın reyine müracaat ederlerdi.

Ah, iki üç ay kadar devam edebilen bu muvaffakiyet pek çabuk zevale yüz tutmuş ve sönmüş gitmişti. Kenan bu verimli geçen hayat ve saadet içinde ne kadar müsterih, mesut ve ümitli idi. Hele ekser zamanlar memleketinden aldığı mektuplar onu o kadar sevindirdi ki, vicdani olan bu duygunun tasviri mümkün olamaz. O mektupların içinde bazen istikbalin parlaklığına o zamandan itibaren sürülecek ömrün lezzetine dair o kadar samimi ve ibretli sözler okurdu ki onların her birini birer yadigâr-ı muhabbet olarak kalbinde hıfzederdi.

O günü hayatının en saadetli bir devresi addederdi. Geçici bir müddetle okuduğu o tatlı sözlerle zihnini meşgul ederek tatlı düşüncelere dalardı. Oh! O düşünceler o derece ruhuna ferahlık verirdi ki onların lezzet ve safiyeti gönlünün en münevver köşelerinde tesirini hissettirirdi. O hayallerin, o düşüncelerin maziye dair olduğunu zikretmeye hacet yoktur. O devirler, o ömürler ki onların içinde namütenahi şevkler, neşeler, bitmez tükenmez kederler, vaveylalar vardır.

Sınıf içinde sohbetinden istifade edilecek yalnız bir iki efendi vardı. Onlar için Kenan’ın her hâli malum idi. Zamanını laklakiyat ile geçirmediğini, tatil zamanlarını da istirahate hasrettiğini bildiklerinden pek yanına sokulmazlardı. Yalnız vatanından tatlı haberler aldığı zamanki neşesini bir türlü setre muvaffak olamadığı cihetle, derslere dair bahislerden istifadeye can atanlar etrafını alırlar, onu meşgul ederlerdi.

Bir gün Kenan mektebin bahçesini süsleyen ağaçlardan birinin altında oturuyordu. Mevsim sonbaharın sonuydu. Sararmış yaprakların titreye titreye sukutunu seyrediyordu. Bu temaşa derin bir ıstıraba sebep oldu. Kalktı birkaç defalar bahçeyi devretti. Neşe tahsil edeyim derken bilakis hüznü artıyordu. Bu hâl İstanbul’a geldiği, bahusus mektebe dâhil olduğu zamandan beri hiç başına gelmemişti. Tekrar kanepelerden birine yaslandı. Hüznüne sebep olan sebepleri düşünmeye daldı fakat makul bir sebep bulamadı. Kitapları, ufak bir okuma ile onun bütün dertlerini, kederlerini teskine medar olan sevgili kitapları o gün âdeta kendilerinden nefret ediyorlardı. Hayrette kaldı. Ne yapacağını şaşırdı. Dertleşecek, kalbinin derinliklerinde oluşan bu huzursuzluğu dinleyerek ona teselli verecek samimi bir arkadaşa henüz malik değildi. Başka çare bulamadı. Bahçenin bir köşesine sık ağaçlar içine sokularak arkadaşlarının nazarından kurtulmak bu içindeki sıkıntıyı bütünüyle defedinceye kadar ağlamak tasavvurunda bulundu. Neyse ki, bu tasavvurunu da icraya koydu.

Tambur çalınmıştı. Her sınıf birer saf teşkil ederek odalarına giriyorlardı. Kenan en son sırayı teşkil eden talebeler arasında bulunuyordu. Gerek muallimlerine, gerek arkadaşlarına bu hüzünlü hâlini göstermemek için yüzüne arız olan değişikliği gidermekle uğraşıyor ve yüzünü de mendil ile kapıyordu.

Sınıflara girdiler. Beş dakika sonra muallim gelmiş, ders anlatmaya başlamıştı. Zavallı Kenan bu dersten edeceği istifadeleri düşünerek memnun, diğer taraftan da coşmuş hüzünlerinden azap duyuyordu. Zihni bu iki zıt hissin arasında ezile ezile saat geçmiş, üçüncü teneffüs yine aynı vasıta ile ilan edilmişti.

Herkes bahçede dolaşıyordu. Kenan bir sigara yaktı. Zihnine ve gönlüne belki bir ferahlık verir diye bunu yaptı. Zavallı sigara iki dakika zarfında mahvolmuştu. Hayır, hayır mahvolmamıştı. Kalbindeki ateşi söndürmeye gitmişti.

O sırada görevli olan nöbetçi, elinde birtakım mektuplarla, mektep talebelerinin isimlerinin yazılı olduğu bir cetvel bulunduğu hâlde efendilerin birer birer numaralarını çağırıyordu. Ah bu avaz ne kadar can yakıcı olsa da, o mertebe de kulağa hoş geliyordu. Zira o müthiş avaz o müthiş ses arasında numaraları okunan olunan efendiler memleketlerinden mektup almış olurlardı.

Birçok talebeler görevlinin etrafını sardılar. Kenan ise -ilhama mazhar olmuş gibi- korku, tereddüt ile sesin geldiği tarafa gitmek üzere iken numarasının çağrıldığını hissetmişti. Acele ile koştu. Talebelerin bağırtıları, gürültüleri arasında hademeden mektubunu alabildi. Fevkalade şiddetli bir heyecan ile yerine avdet etti. Mektubu okumaya koyuldu. Of! O satırlar ne musibet kokan bir vakayı, ne ıstırap veren bir hakikati ihtar eyliyordu. O mektup eniştesinin siyah bir kalemle yazılmış yalnız bir imzasını taşıyordu. Geri kalanı hem başka bir kalemin hem de etkileyici ve can yakıcı bir fikrin mahsulüydü. Ya Rabbi aşkın sırlarını, ömrün geçici lezzetlerini, ruhun ezeliyetini mucizevi bir hisle dile getiren bir kalem, nasıl oluyor da bir anda hicrana, ümitsizliğe, ölüme ve ah u zara dönüşebiliyor.

O satırlar, o cümleler hayatının renkli safhalarını nasıl oldu da bir anda değiştirerek bir matem kisvesine büründü. Bir gece evvel neşe ve zevk ile huzur ve istirahatle yatağına girip dinleniyordu. Hayal âlemindeki o eski tazeliği, güzelliği, feyzi ve heyecanı bütün şaşaasıyla uyandıran ve kendisine latif iltifatlar eden o gül cemal sevgili neredeydi acaba ah! Elemler içinde kıvranan hayale eyvah! Ne karanlık ve elemli bir hayal idi. Kapalı ve siyah bir matem içinde yine göz kamaştıracak, yine ruh okşayacak latif bir seyir ile Kenan’ın yanına yaklaşacaktı ve gözlerinden yaş yerine bela selleri akan, kalbinden muhabbet nuru yerine ayrılık tufanları coşan Kenan’ın dizleri ucuna oturarak: “Kenan bu karanlık olan gaflet uykusundan hâlâ kendini kurtarmayacak mısın? Hâlâ etrafını saran kâbuslardan nefsini arındırmayacak mısın? Âlemde neler oluyor, neler! Ne fesat planları kuruluyor; ne fitneler icat ediliyor. Artık yeter! Kalk, karşında duran, seni büyük bir üzüntü ve ibretle temaşa eden şu hüzünlü yüzü şöyle dikkatlice bir tetkik et. İstikbal için, o istikbalin sana verdiği ümit için, çektiğin bu kadar meşakkatler, sitemler zannediyor musun ki kısa ve geçici bir zaman has ve kısa bir süre zarfında oluşmuştur? Etrafımız büyük belalarla sarılıyor. Onlardan kendimizi uzak tutmak belki şimdilik elimizdedir. Fakat bu durum gün geçtikçe zevale, yani yokluğa doğru ilerlemektedir. İrademin dışında gelişen hislerim, bana o şer kuvvetin gün geçtikçe planlarını geliştirdiğini söylüyor. Yine benim o hislerim buna karşı, gayret ediniz, ittihat ediniz, sonra pişman olursunuz, elden kaçırırsınız, diyor. O zaman bu ne gaflet, bu ne hâl Kenan?”

O karanlık, çirkin ve elemli hayaller zulmetler içinde yavaş yavaş kaybolup gidiyor. Kenan perişan bir hâlde yatağından fırlıyor. Gözlerini açıp yarı karanlık koğuşun içinde o kötü hayallerini tutmak, onların iç yüzünü anlamak istiyor. Feryada başlıyor. O feryatları o sükûnet içindeki mekânda dalgalanıyor. Müthiş gümbürtüler vücuda getiriyor. Aradan bir iki saniye geçiyor. O can yakan feryatlar ile yataklarından fırlayanlar o biçare gafletzedeyi karşılarında buluyor. İşte o zaman, o hayal, acı, pek acı bir hakikat rengini alıyor. Arkasından yine elemli bir feryat kopuyor. Sonra o hâl tekrar sükûnete eriyor.

İşte Kenan’ın o günkü hazin hâlet-i ruhiyesi! İşte bu görülen ve izahından acze düştüğü bütün bu hadiseler onun bir gece evvel görmüş olduğu rüyası idi. Acaba o görmüş olduğu heybetli heykel kimin timsaliydi? Ne demek istiyordu? Maksadı ne idi? İşte bu noktalar, bu hakikatler karanlık, onun için karanlıktı.

Biz o zulmetli noktaların, o karanlık ve anlaşılmaz sırların, ne gibi manalara geldiğini, tarafsız bir gözle, belki bir dereceye kadar tayin ve idrak edebiliriz. Fakat Kenan bunun ailesiyle ilgili felaketli bir haber olduğuna ihtimal verebilir miydi? Acaba hiç bunu hayaline getirebilir miydi?

Eyvah, eyvah ki suretini aşağıda derç ettiğimiz şu mektup her şeyi açıktan açığa bildiriyordu:

Nur-ı Aynım Oğlum, 2

Bir hafta oluyor ki sana mektup gönderemiyorum. Biliyorum merak edeceksin. Seni bu meraktan kurtarmak güç şey değil. Fakat yazacağım şeylerden korkarım ki mustarip olacaksın. Şu viran gönül hiç senin gurbet ellerinde hasta olmanı, ıstırap çekmeni arzu eder mi? Ya Rabbi ne müşkül mevkide bulunuyorum. Gerçi bu sıkıntılı dertten kurtulmak için her şeyi göze aldırarak şu perişan hâlimi beyan etmek lazım. İşte yazıyorum.

Kenan’ım, nurum, senin buradan hareket ettiğin, yani benden Meliha’dan ayrıldığın gün biz baba kız baş başa vererek ne kadar ağlaşmıştık! Seni ne mertebe sevdiğimi bilirsin. Fakat emin ol ki şimdiki muhabbetimin ulvi derecesini tayin edemezsin. Burada olmamanın bizi bu kadar keder ve elemli bir hâlde bırakacağını bilseydim seni yanımdan ayırır mıydım? Meliha’yı görsen -tabirimi mazur gör çünkü sen de benim bir evladım oldun- ne kadar sarardı, soldu. Eski canlılığı ve neşesi mahvoldu. Ne zaman tesadüf etsem daima düşünüyor. Bazen kitap okuyor, okudukça ağlıyor. Bu gözyaşları şüphe yok ki senin gaybubetinden tevellüt ediyor. Çok şükür Cenabıhak şimdi ona biraz teselli ihsan buyurdu. Yavaş yavaş bu ayrılık ile evet! Öyle genç bir kız için pek tahammülsüz bir ayrılık ile ünsiyet peyda etmeye başladı. Ben bu hâli görünce pek müteselli, müsterih olmaktaydım. Çünkü sen tahsilini tamamlayacak, insanlara ve insanlığa bizden çok, pek çok hizmetler eyleyecek, yararlıklar göstereceksin.

Bu düşünce şu hasta hâlimde, belki de ecelle pençeleştiğim şu müthiş anda bile viran olmuş gönlümü neşelendiriyor.

Bak şu Meliha ne kadar tahammülsüz bir vücuda, ne derece zayıf bir kalbe maliktir. Bunları, bu acı hakikatleri yazarken “Baba, böyle şeyler söyleme. Bize yazıktır. Kenan bunları okursa harap, perişan olmaz mı?” diyor. Ah ben de seni, onu, viran ve berbat etmek ister miyim?

Sen buradan gittin. Zaten hasta, marazlı olan vücudum o zamandan beridir yavaş yavaş kuvvetten düşmeye başlamıştı. Şimdi ise pek hâlsiz ve takatsizim. Kalbimde fena bir ıstırap var. Ara sıra bayılıyorum. Son defaki nöbet pek şiddetliydi. Bu hâl bir daha tekrar ederse korkarım ki netice vahim olacak. İşte yavrum hakikat şimdilik bu merkezde. Fakat sen o kadar sıkılma, üzülme. Takdirde ne varsa o zuhur edecek değil mi? Sana yalnız şunu nasihat ederim. Şayet bana bir hâl olursa Meliha’yı terk etmeyesin. Sen ona hem babalık, hem zevcelik edeceksin. Anlıyor musun oğlum? Başka yazacak ne var? Sana göre fazla nasihat gereksiz değil midir? Şu kadar ki beni unutmayasınız. Göçmüşleri ne ile yâd ederlerse siz de bana o güzel hediyelerden yollayasınız.

Kenan bitmişti, mahvolmuştu. İnsani hüviyetini kaybetmişti. Başında yıldırımlar patlasa, kalbinden yanardağlar boşansa bu kadar müteessir olmazdı. O mektep onun bütün dertlerini, bütün elemlerini ufacık bir okuma ile teskin eden, ona her şeyi hoş gördüren o safalı köşk ve mektep, döndü döndü de bütün kuvvetiyle başına yıkıldı.

Sükûnetle, pek garip, pek hazin bir sükûnetle, o felaketli haberleri ihtar eden kâğıdı katladı cebine soktu. Bir müddet hiçbir şeyi düşünmeye muktedir olmaksızın dalgın bir hâlde durdu. Etrafını kaplayan eşyaya hayran hayran bakıyordu. Fakat bir şey göremiyordu. Bu hâl beş, on dakika kadar devam etti. Sonra kendine gelebildi. Gözlerine inanamıyormuş gibi mektubu bir daha okudu. Kanlı yaşlarla ıslanan o kâğıt, farkına varmadan elinden yuvarlandı. Artık bütün hissi, bütün kuvvetiyle ağlıyordu.

İşte o zaman hatırına bir gece evvelki rüyası geldi. O siyah ve matemli elbiseye bürünen, onu ikaza çalışan vücudun kim olduğunu anladı. Evet, o heybetli olan hayal Meliha idi. Bu kara satırları yazan da yine Meliha idi…

Sınıflarına sabıkı veçhile tertip edilmiş talebeler dershanelere girmeye başlamıştı. Kenan’dan başka memleketinden mektup alanlar şen şatır idiler. O zavallı ise, en geride boynu bükük yetimler gibi mahzun gidiyordu. Kendisinden her suretle istifade eden arkadaşlarından hiçbiri biçareye, “Hâlin nedir?” bile demiyorlardı. Bu insaniyetsizlik, bu yalnızlık çok gücüne gitmişti.

Şimdi öncekiler gibi ön sıralarda muallimlerinin gözü önünde durup ders dinleyemiyordu. Tembellere mesken olan arka sıralarda, o haylazların içinde oturuyordu. Yalnız düşünüyordu. Muallimlerden talebelere varıncaya kadar herkes Kenan’da olan şu ani değişmeye hayret ediyordu. Derdini bilseler ona hayret etmez; çok acırlardı.

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Her ne olursa olsun.

2

Gözümün nuru oğlum.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
4 из 4