bannerbanner
Siyasi Katılım
Siyasi Katılım

Полная версия

Siyasi Katılım

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 12

Sosyal katılımdan ne anlıyoruz? Hemen aklımıza gelen konuların başında iş pazarı, okula devam etmek ve eğitim, çocukları terbiyesi gibi konular yer alıyor. Ancak sosyal katılım bunlarla bitmiyor. Aynı zamanda mahalledeki kütüphanenin kullanılması, spor tesislerinin kullanılması, yaşlılara hizmet’te sosyal katılımı tanımlamakta.

İşte bütün bu konular hakkında belediye yöneticileri kararlar alıyor ve uuguluyorlar. Tartışıyorlar. Bu tartışmalara belediye sakinleri de katılabilirler. Görüşlerini ortaya koyabilirler. Karar vericileri etkileyebilirler. Ancak bu noktada vatandaşların pek aktif oldukları söylenemez. Tam da bu noktada göçmenlerin kendi kuruluşları önemli bir rol oynayabilirler. Üyelerini harekete geçirerek, söz konusu toplantılardan haberdar edip, katılımlarını sağlayabilirler. Göçmenlerin örgütlü olmaları, hükümet ve lokal yönetimlerin nasıl çalıştıklarını bilmeleri, ilgilenmeleri, kısacası aktif bireyler ve vatandaşlar olmaları hem kendi çıkarlarına hem de demokrasinin gelişmesi ve işlemesine katkıda bulunmaları açısından önem arzetmektedir.

Bu çerçevede bir başka konu hiç şüphesiz göçmen gençlerin sosyalleşme süreci ve karşılaştıkları çeşitli sorunlardır. Hepimizin ezberinde olan bir deyim vardır: gençliğe sahip olan geleceğe sahip olur. Hiç şüphesiz hepimiz her hangi bir şekilde toplumun önemli bir bölümünü oluşturan gençlik ve eğitimleri hakkında birşeyler düşünmüşüzdür. Gençlik, kültür, güvenlik hep gençleri düşününce aklımıza gelen konulardır. Diğer taraftan gençlerin karşılaştıkları sorunlar, örneğin, kuşaklar arası çatışma, kültürler arasında kalma, uyuşturucu, alkol, şiddet, kriminalite hep toplum gündemini meşgul etmektedir. Oysa göçmen kitlenin çocukları daha da zor bir ikilemle karşı karşıyadır. Ait oldukları aileler ve kültürün kendilerinden beklentileri ile günlük yaşadıkları kültürün bu gençlerden beklentileri arasında fark bulunmaktadır. Anne ve babaların bu ve benzeri ikilemler hakkında bilgi sahibi olmaları ortaya çıkacak sorunları kısmen azaltabilecektir. Gençlerin kimlik ve şahisyet gelişmeleri ve oluşturmaları içinde bulundukları sosyal şartlarla doğru orantılıdır. İşte bunun için Westerpark Türkevi derneğinin organize etmiş olduğu bu tür etkinlikler önemlidir.

Üçüncü toplantı siyasi katılım hakkında olacaktır. Başta Westerpark belediyesi olmak üzere, Amsterdam ve diğer şehirlerin meçlis üyeliklerine Türk kökenli arkadaşlarımız seçilmişlerdir. Bunların bir çoğu o belediyede ikamet eden Türklerin tercihli oylarıyla seçimi kazanmışlar aynı zamanda üye oldukları siyasi partilerede oy getirmişlerdir. Yani demokrasi mücadelesine katılmışlardır. Sedece seçilenler mi? Elbette hayır. Seçenlerde. Yani Türk vatandaşları da oylarını kullanarak siyasi katılıma destek vermişlerdir.

Şimdi sıra bu seçilen arkadaşlarımızın, o belediyedeki Türk dernek ve vakıflarıyla ortaklaşa, vatandaşa hizmet görürmek ve belediyede olup bitenleri Türklere anlatmaktır. Bu noktada siyasetcilerimiz Türk toplumu ile Hollanda kurum ve kuruluşları arasında bir köprü oluşturmuşlardır. İşbirliği kaçınımazdır.

Westerpark Türkevi Derneğinin sosyal ve siyasi katılım başlığı altında öncelikle Westerpark’taki vatandaşlarımıza hizmet götürmesi, diğer belediyelerde etkin olan kuruluşlara örnek olmalıdır. İnsanlarımızın karar alıcılar, yöneticiler ve siyasetciler hakkında birinci elden bilgi almaları ne kadar önemliyse, insanlarımızın karşı karşıya kaldıkları problemleri anında muhatabına iletmekte bir o kadar daha önemlidir. Bu karşılıklı bir alış veriş süreci olup, hem Hollanda hem de Türk toplumu faydalanacaktır.

Ekim 2000

Çok Kültürlü demokrasi nedir?

Hollanda’da etnik azınlık grupların siyasi katılımı gündeme gelince, ister istemez, demokrasi tanımları tartışma konusu oluyor. Farklı bakış açılarına mensup düşünürler demokrasiyi ve siyasi katılımı farklı yorumlamaktalar. Bu noktada Hollanda demokrasi geleneğinde karşımıza tarihsel ve modern olmak üzere değişik yaklaşımlar çıkıyor. Atina demokratları, bütün halkın siyasi katılımının demokrasi şekillendirdiğini belirtirler. Ancak Atina dışından gelmişler, yabancılar, tabiiki kadınlar ve köleler bu katılımın dışındadır. Böylece karşımıza monokültürel bir anlayış çıkıyor. Buna karşılık tüm halkın uyması gereken önemli motal prensipler bulunmaktadır. Bu görüşten hareket edenler günümüzde de toplumsal değerlerin tüm vatandaşlar tarafından kabul edilmesini savunuyorlar. Demokratik katılımla birlikte kültürel homojenlik de söz konusudur. Düşünürlere göre ‚Atina demokrasisinin belirleyici özelliği, özel hayatın kamusal meselelere ve ortak-çıkara feda edilmesini ifade eden yurttaşlık erdemine (civic virtue) genel bir bağlılıktı‘.

Bunun karşılığında, siyasi katılım konusuna daha elitist bir yaklaşım sergileyen düşünürler, halkın bir bölümünün siyasi yeterliliğe sahip olmadığı ve bundan dolayı sağlıklı siyasal karar vermediği yönündedir. Bu düşünürlere göre halkın önemli bir bölümü liderler yoluyla siyasi tercihlerini yapmakta ve siyasi katılımları sadece sandıkta oy vermekle sınırlıdır. Dolayısiyle siyasi karar alma, yeterliliğe sahip elitlere verilmelidir.

Diğer bir elitsel görüş ise daha az ahlaksal olup, ekonomik demokrasi teorisi geliştirilerek, kararların siyasi girişimcilere bırakılmasını savunurlar. Seçmen, bu görüş içinde sadece bir müşteri olarak görülür. Dolaylı olarak siyasi kararları etkiler.

Yurakıdaki demokratik elitist bakış açınına göre, etnik azınlıkların siyasi katılımı göçmenlerin arzu, istek ve önceliklerini siyasi liderlere iletilmesiyle mümkün olabilecektir. Bu noktada göçmenler siyasi partilerin liderleriyle pazarlık yapabileceklerdir. Göçmen gruplardan listeye giren isimlerin seçilebilecek bir si getirilmesini sağlayabilecekler.

Demokratik vatandaşlık vizyonu konusunda karşımıza, süreçsel ve içeriksel olmak üzere iki seçenek çıkıyor. Örneğin liberallar daha çök süre-çe öncelik vermekteler. Leberal demokrasi görüşüne göre, süreç üzerinde anlaşma önemli olup, etnik azınlıklardan siyasette aktif olmak isteyenler, kültürel isteklerde bulunumamakta. Buna karşılık siyasette kültürel kimlik çıkarcılığı önemsenmez.

Üniter yaklaşıma göre ise, siyasette etkin olmak isteyen göçmen adayların öncelikle bazı kültürel değerleri ıspat etmiş olmaları beklenir.

Diğer taraftan, Yeni cumhuriyetçilerin demokrasi ve siyasi katılım modeline göre, göçmen bireylerden aktif birer vatandaş olmaları beklenir. Bunun için bireyler kendi değerlerinden vazgeçmemeliler. Yani ‚öz kimliği kaybetmeden katılım‘ beklenir.

Hollanda demokrasisi bira önce belirtilen domokrasi ve siyasi katılım modellerinin bir karışımı olup, kendine has bir demokrasi geleneği geliştirmiştir. Daha çok demokratik elitism ile yeni cumhuriyetçi görüşün birleştiği görülürken, demokratik elitizm bu gidişatı zaman zaman Pazar/ekonomi demokrasisi olarak değiştirmiştir.

İşte bu kombinasyon Hollanda’da bir çok kültürlü demokrasi modelini beraberinde getirmiştir. Böyle bir demokrasi modelinde etnik grupların liderleri çok kolay bir şekilde siyasette yükselebilirler, meramlarını siyasi liderlere kolyalıkla anlatabilirler. Temsil ettikleri grupların düşüncelerini, isteklerini ve sorunlarını siyasi mercilere duyurabilirler. Kendi kimliğini koruyarak siyasi katılımı sağlama, göçmen gruplar arasında çok fazla dillendirilen bir modeldir. Bu istek günümüzde daha çok Hıristiyan Demokratlar CDA ve Sosyal Demokratlar İşçi Partisi PvdA tarafından değerlendilmektedir.

Hollanda demokrasi geleneği bu yıllarda göçmenlerin‚ kendi kimliğini muhafaza ederek‘ siyasi katılım ve uyum sağlayacaklarına imkan vermekte. Siyasette aktif olan ve olmak isteyen gençlerimizin bu geleneği bilmeleri toplumumuz açısından önem arzetmektedir. Özellikle kuruluşlarımızın, sisyasi parti liderleriyle görüşmeleri, toplumumuzun isteklerini iletmeleri siyasi katılım ve çok kültürlü demokrasi açısından önem arzetmektedir.

Aralık 2000

Türk gençleri ve siyasi katılımda engeller

Geçtiğimiz yıllarda, Hollanda’daki Türk gençlerinin adeta önü kesilmek istenircesine yayınlar yapılmıştı. Herhangi bir derneğe üye olmamış, başarılı ve Hollanda toplumunda bir yerlere gelen gençlere pilanlı veya pilansız bir şekilde suç atılarak gençlerin gelecekleriyle oynanmıştı. Bu anlamda yaşanmış sadece iki örnek vererek olayın vahametini ortaya koymak isterim. Driebergen’deki Sosyal Akademiye devam eden öğrenciler arasında, Hollanda’da doğmuş, doğru dürüst Türkçeye hakim olmayan bir gencimiz okumuş olduğu günlük gazeteden dolayı okuldan uzaklaştırılmıştır. Hepimiz çok iyi biliyoruzki, Sosyal Akademilerde okuyan ve Türkçe konuşan öğrencilerin bir çoğu, kendilerini Türkiyeli adlandırarak, marsistlikleriyle övünürler. İşte bu okullardan bir tanasi de Driebergen’deki Sosyal Akamedi. Bu Akademiye devam eden, ancak kendini Türkiyeli görmeyen veya bu işlerin farkında olmayan bir gencimiz, sadece Türkiye gazetesi okuduğu için, okuldaki devrimciler (!) tarafından bozkurt ilan edilerek, okul idaresine şikayet edilmiş. Okul idareside nasıl olduysa, bu genci tehlikeli bulmuş ve okuldan irtibatını kesmiş. Okuldan ayrılan genç, Hollanda İslam Yayın kurumunda eşiyle birlikte televizyona çıktı. Kendisiyle okuldaki olaylar ve gelişmeler üzerine söyleşi yapıldı. Genç yaşadığı olayları Türkçe anlatmakta zorluk çekiyor. Hatta bir ara, okulidaresi tarafından neyle suçlandığını hatırlayamıyor ve yanındaki eşine, `beni neyle suçlamışlardı` sorusunu soruyor. O kadar mazlum o kadar suçsuz ki, adam itham edildiği `bozkurtları‘ hatırlayamıyor. Bu genç ne kadar bozkurt olur? Ne kadar faşist olur? Varın artık siz düşünün.

Aynı çerçevede bir başka oyun da İşçi Partisinde oynanıyor. Malum olduğu üzere Hollanda’daki Türkler 1986 yılından itibaren, mahalli seçimlerde oy kullanabiliyorlar, seçimler katılıp, aday olabiliyorlar. İşte bu bağlamda bir çok Türk gencide çeşitli siyasi partilerden belediye yönetimlerine, eyalet yönetimlerine adaylıklarını koyarak bu ülkenin yönetimine katkıda bulunmak istiyorlar. Ancak Hollanda’da kraldan çok kralcılar olduğu için, solcu olmayan Türk gençleri siyasi partilerde ilerlemek istedikleri zaman, bir vesileyle önleri kesiliyor, partilerde ilerlemeleri, yükselmeleri engelleniyor. Solcu ya da kendilerince Türkiyeli olamyan bir gencin önü en iyi bir şekilde, o genci bozkurt ilan etmek, veya camide, pazarda, markette bir bozkurtla konuştuğunu söyleyerek, ilerlemesini durdurmak. Haarlem kentinde siyasette aktif bir genç arkadaşımız, kendi partisinin içindeki Türkiyeliler tarafından, bir camide konuştuğu insanın bozkurt olduğu iddiasıyla, suçlanarak siyasi geleceği bitirilmiştir. Camide onlarca insan var. Camiye her görüşten insan gelir. Kimsenin alnında bozkurt, milli görüş, vs. yazmıyor ki, insan ona göre kendisini ayarlasın. Selam veren herkesle görüşür, merhabalaşır, sohbet edersin. Hem böyle bir iddianın isbatı nasıl mümkün olabilir. Velhasıl Hollanda’da böyle bir sistem ne yazıkki yıllardır işleyip gidiyor. Ancak bu böyle uzun boylu sürmez. Türkiyelilerin bu inanılmaz oyunu burada yetişen ve kendi anne babasına ters düşmeyen, onları hor görmeyenler tarafından bozulacaktır. Türkiyeliler darma dağın olacaklar. Masum gençlere yaptıklarına belkide pişman olacaklardır. Buradan ilan ediyorum. 2010’lı yıllara geldiğimiz zaman, işler daha farklı yürüyecek. Bir kaç yıl önce, yukarıdaki olaylardan da hareketle Amsterdam Üniversitesi ve Türkevi Derneğinin Hollanda’daki Türk gençleri üzerine yapmış olduğu araştırma ve yayınladıkları kitap, bir çok önyargıyı kıracak ve bertaraf edecektir. “Türkler Ne Kadar Tehlikelidir?” başlığıyla yayınlanan kitap bugüne kadar Hollanda’daki Türkler hakkınaki ezberleri bozacak bir çalışmadır. Yüzlerce halk kütüphanesi bu kitabı sipariş ederek, merakla okumaktalar. Bu kitap ve sonrasında yayınlanacak başka bilgiler ve kitaplar var olan yargıları sarsacaktır. Zira; Hollandalılar, bu güne kadar hep Türkiyelilerin yazdıkları, gerçi yazdıkları fazla bir şey yok ama, anlattıkları hikayeler ve yalanlardan hareketle Türkleri yargıladılar. Artık su gelmiş teyemmüm bozulmuştur. Öyle zannediyorum ki, Türkiyelilerin yalan yanlış anlattıklarından rahatsızlık duyan bir çok sağduyulu Hollandalı vardır. Yeni yetişen gençlerimiz bu sağduyulu Hollandalıları bulup, birlikte çalışmalar yapmaları, Türklerin siyasi ve sosyal katılımlarına destek vermeliler. Tabiiki, Türkiyeliler bu gelişmeden kesinlikle hoşnut olmayacaklar. Ama suçlamaları gün gelecek, itibar görmeyecek ve geçersiz olacaktır. İşte bu süreci şu anda görür gibiyim. Ne Türkiyeliler ne onlara yardım eden medya Türklerin bu ülkede başarılı olmalarını engelleyemeyecektir.

Nisan 2001

Zeeburg belediyesinde neler oluyor?

Zeeburg belediyesi, Amsterdam’ın doğu bölgesinde Türklerin de yoğun bir şekilde yaşadığı bir belediyedir. Dappermarkt pazarı başta olmak üzere, Javastaat Türk işyerlerinin bulunduğu, insanların alışveriş yaptıkları yerlerdir. Oosterpark bu belediye sınırları içindedir. Türklerin Amsterdam’da açmış oldukları ilk cemiyetlerden bir tanesi bu bölgededir. Hemen hemen her sokakta onlarca Türk görebilir, konuşabilirsiniz.

Göçmenlerin yoğun olduğu bu belediyede son zamanlarda şikayetler artıyor. Bunlardan bir tanesi de geçtiğimiz ay, şubat ayında medyada yankı buldu. Zeeburg’ta değişim istiyoruz başlığıyla yayınlanan bildiride, göçmenlerin belediye yönetiminde pasivize edildikleri belirtilmekte. Bildiri şu cümlelerle başlıyor: amacımız emasipasyon, adalet, sosyal haklar ve mahalle sakinlerinin haklarının sadece belediye düzeyinde değil aynı zamanda kentsel ve ülkesel olarak savunulmasıdır.

Bildiri şöyle devame diyor: 2011 yılı Zeeburg belediyesi bütcesinde bu belediyede yaşayan göçmenlerin sesini duymamaktayız. Yine geleneksel kuruluşlar bütcede hakimiyetlerini sürdürmüşler. Her ne kadar Belediye politikasında göçmenlerin toplumsal katılımlarına öncelik verileceği ve bütce ayrılacağı yazılmış olsada, belediye yönetiminin bunları görmemesi bizi ziyadesiyle üzmüştür. Oysa 1998 yılında sosyal işlerden sorumlu encümen üyesi göçmenlere yönelik politikları gayet mükemmel bir şekilde formüle etmiş ve uygulamıştır. Bu çerçevede belediye sınırları içinde yer alan bütün göçmen kuruluşlarla görüşmeler olmuş, bu kuruluşların desteği sağlanmıştır.

Bu bölgede etkin olan Faslı kuruluşlar adına bu bildiriyi yazan Mustafa Aljedyan belediye yönetiminden şu isteklerde bulunuyor: – Göçmen kuruluşların, eski yıllarda olduğu gibi demokratik tartışma kütürüne katılımları devam ettirilmelidir. Göçmen kuruluşların istekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer kuruluşlara olduğu gibi göçmen kuruluşlarada proje ve etkinliklerinde mali yardım devam etmelidir. Belediye içindeki bölünmeler yüzünden göçmenlerin sosyal ve siyasi katılımı zarar görmemelidir. Göçmenler de etkinliklerini gerçekleştirebilmek için tüm imkanlardan yararlanmalı ve dışlanmamalıdır.

Evet öyle anlaşılıyorki, Zeeburg belediyesi göçmen kuruluşları ciddiye almıyor. Oysa göçmenlerin seçimlerde gösterdikleri ilgi ve istek, bu insanların siyasi katılıma önem verdiklerini yani karar alma mekanizmalarında etkin olmak istediklerini açıkca ortaya koymaktaydı. Kaç seçim önemidir, siyasi partiler göçmen oylarını alabilmek için türlü stratejiler yürütmekte, bazı siyasi partiler listelerinde göçmen adaylar göstermekteler.

Acaba,Zeeburgbelediyesininbututumu,göçmenlersadeceseçimzamanı oylarını kullansınlar, kendi adaylarını da seçsinler, ancak yönetime yani karar verme mekanizmalarında pek etkin olmasınlar’düşüncesini mi ele veriyor. Zira bu ve benzeri şikayetler artmaya başladı. Karar verenlerin, yani toplum adına karar alıcıların temsil ettikleri belediyelerdeki halkın farklılığını pek görmek istemedikleri, alışılagelmiş bir şekilde, biraz da Hollanda arrugantlığı ile bu işi geçiştirmek istedikleri anlatılmakta. Seçimlerle belediyelere görev alan göçmenleri de pek ciddiye almadıkları, hatta bunların bazılarının Hollandacayı iyi bilmedikleri ve raporları tam anlayamadıkları gerekcesiyle, devre dışı bırakılmak istendiği bilinmektedir. O zaman eğer bu iddia ve uygulama, özellikle bürokraside yani memurların bu uygulamaları doğru ise, o zaman Hollanda demokrasisi yara almaktadır. Bu ve benzeri uygulamalar ileride başımıza iş açacaktır. Zeeburg belediyesindeki olan olaylar bunun habercisidir. Uyanık olmak, dayanışma içinde olmak zorundayız. Belediye yönetimi ve bürokrasisi o belediye içindeki halkın iz düşümü olmalıdır.

Mart 2001

Belediye ile Cami yönetimi arasında iktidar kavgası

De Baarsjes belediyesi Amsterdam’ın batı kısmında kalan ve göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bir ilçe belediyesidir. Türkler bu belediyenin Mercatorplein diye bilinen kısmında yoğun olarak yaşarlar. Mercatorplein, Hoofdweg gibi caddelerde Türklerin işyerleri bulunmaktadır. Bu caddelerin yan sokakları da yine Türklerin yoğun olarak ikamet ettikleri yerlerdir.

Ancak de Baarsjes belediyesi son yıllarda hem Hollanda’daki Türklerin hem Hollandalıların gündemine çok farklı konuyla gelmektedir. Konu bu belediyede yapılması pilanlanan Wetsermoskee/Batı Camii ile ilgili. Bu konuda ilçe belediyesi de Baarsjes ile aynı belediye sınırları içinde bulunan Ayasoya Camii yönetimi arasındaki anlaşmazlık ve zaman zaman kavgalar, de Baarsjes belediyesini gündeme taşımakta.

Hollanda’daki göç ve göçmen uzmanları bu anlaşmazlığın göçmen kuruluşları ile, yerel politikanın karşı karşıya geldiği bir örnekten hareketle bu sürecin göçmenlerin entegrasyon ve siyasi katılımına nasıl etki yapacağını araştırmaktalar. Bir tarafta siyasi bir güç: belediye, diğer tarafta sivil bir güç: Ayasofya camii yönetimi.

Göçmenler üzerine yaptıkları araştırmalar ile tanınan Rinus Penninx ve Marlou Schrover geçen ay yayınlamış oldukları “Bastion of bindmiddel” adlı raporlarıyla göçmen kuruluşların toplumdaki konumuna dikkat çekmişler. Yayınladıkları kitabın giriş bölümünde bu konuya yer ayırmışlar.

Kitapta; 1994 yılında belediye yönetimi ile Ayasofya yönetimi arasında başlayan kavganın her iki tarafın ‘entegrasyon’ kavramına farklı baktıkları ve ideolojik yaklaşımlarla, iki ayrı aktörün bir türlü anlaşma sağlayamamasıyla olayın 2000 yılında yargıya inkital ettiğine dikkat çekilmekte.

Antropolog Lindo(1999)’nın belediye ile Ayasofya camii yönetimi arasındaki görüş farkını ‘Amsterdam’da Kutsal Bilgelik’ olarak nitelendirdiğini belirten araştırmacılar çatışmanın nasıl başladığını anlatmaktalar.

Görüş ayrılığı, Milli Görüş hareketine bağlı Ayasofya camii yönetiminin 1994 yılında, ilçede bir cami ve çok amaçlı bir dini merkez yapımı için aldığı arsayla başlamış. Yapılacak bu merkezde entegrasyonu geliştirici dini, sosyal ve kültürel etkinlikler yapılcaktı. Belediye yönetimi böyle bir merkezin yapılmasında farklı düşünmeyip, ancak entegrasyonu geliştirici etkinlikler hakkında Camii yönetiminden farklı düşünüyormuş.

Ayasofya yönetimi entegrasyonun grubun kendi egemenliğiyle olabileceğini, zira Hollanda tarihinde bunun örneklerinin olduğunu belirtmekte. Ayasofya sözcüsü Üzeyir Kabakyer konuyla ilgili şunları söylemekte: “Kendi kültürünü koruyup, geliştirerek emansipasyonu sağlamak tam bir Holladalılıktır. Katolikler böyle yapmışlardır. Kendi sosyal yapılarını ve ağlarını oluşturarak Hollanda toplumuna katılmışlardır. Türklerin ve Faslıların kendi kültürlerini kaybetmeden, asimile olmadan bu süreci yaşamaları gayet doğal haklarıdır.”

Bunun karşılığında, de Baarsjes belediye başkanı Salm ise, yapılacak merkezin Türklerin kalesi olacağından, ilçede sosyal uyum için bir tehlike arzedeciğini savunmakta.

Salm şunları söylemekte: “İlçede kendi dükkanları, eğlence yerleri, gençlik merkezi, spor tesisleri olan kendi içine kapalı bir merkeze izin verilirse, emasipasyon tehlikeye girer. Özellikle genç kızların emansipasyonu. Kapalı bir sistem, eğer bir şeyler yanlış giderse, ülkedeki göçmenlerin konumlarını düşünün artık siz. Fundamentalistlerin yeri olur, ondan sonra aşırılarla mücadeleye başlarsınız.”

Evet, şimdi kavgayı ve görüş ayrılıklarını bir tarafa bırakalım. Uzmanların bu olaya bakışı bizim için önem arzediyor. Göçmen kuruluşların toplumsal rolüne dikkat çeken uzmanlar, bu tür girişimlerin göçmenlerin entegrasyon sürecine nasıl etki yapacağını merak ediyorlar. Acaba bu tür mücadeler sonrasında göçmen kuruluşları partikülizm’in merkezi olup, entegrasyona bir engel mi teşkil ederler? Yok sa hükümetin, karar vericilerin, yöneticilerin göçmenler politikasını uygulayamalarında işbirliği yapılacak ortaklar olarak mı? görülürler.

Uzmanların da ifade ettikleri gibi, hem devletin yöneticileri hem göçmenleri temsil eden kuruluşlar yeni bir süreçle karşı karşıyalar. Yöneticiler, göçmen kuruluşların isteklerini göz önüne alıp yeni uyum politikları mı geliştirecekler? Yok sa göçmenlerin istekleri önemsenmeden bilim adamları tarafından tavsiye edilip, bürokratlar tarafından uygulanan ve bu meyanda göçmen kuruluşlara da bir görev mi verilecek? Doğrusu önümüzdeki yıllarda de Baarsjes ve Ayasofya camii mücadelesi örnekleri daha çok görmeye devam edeceğiz.

Mayıs 2001

Çok kültürlü toplum, vatandaşlık ve siyasi yaklaşımlar

Hollanda’da çok kültürlülük tartışılmaya devam ediyor. Biz göçmenler bu tartışmaları her ne kadar ana konusu olsakta, tartışmaların hep kıyısında, köşesindeyiz. Toplumda, ya da çok kültürlü toplumda, vatandaşlık ile ilgili görüşler, hiç şüphesiz göçmenler politikasıyla doğrudan ilgilidir. Bu noktada, önemli soru: vatandaşlar (gruplar) hangi haklara sahipler ve bu haklar neleri beraberinde getirmektedir? Bu soru doğrultusunda çok kültürlü toplumda vatandaşlık kavramı hakkında görüş beyan eden çeşitli siyasi-felfesi bakış açılarına şöyle bir göz atalım. Tabiiki soru sadece vatandaşlıkla sınırlı kalmıyor. Aynı zamanda göçmen kuruluşların üstlendikleri rol ve görev de önem arzediyor.

Bu soru doğrultusunda karşımıza üç ayrı grup görüşü ortaya çıkıyor. Bunlar liberal/milliyetci ve liberal/tarafsız görüş, çoğulcu yaklaşanların görüşü ve liberal çok kültürcülerin görüşü.

İlk önce liberal/milliyetci ve liberal/tarafsız görüş üzerinde dumamamız gerekirse. Bu gruptaki düşünürlerin görüşü; milli kültür ve hakim grup içinde bireyin var olan temel hakları önemlidir. Bu görüşe göre göçmenler birey olarak görülmekte ve göçmen kuruluşlar özel etki alanlarıdır. Devlet bu kuruluşları yasaklayamaz. Ancak tanımak ve desteklemek zorunda da değildir. Göçmen kuruluşlar, hitap ettikleri gruplarının kimlikleri ve kültür değerlerini koruyan, geliştiren etkinlikler organize edebilirler. Üyelerinin çıkarlarını savunabilirler.

Çoğulcu yaklaşıma göre; göçmenler birey olmakla birlikte, kollektif haklara sahiptirler, göçmen kuruluşları çok önemli fonksiyon asahip olup, değerlendirilmeliler. Bu görüşe göre devlet göçmen kuruluşlarını muhatap almalı ve tanımalıdır. Göçmen kuruluşları göçmenlerin kütür ve kimlik alanındaki tüm sorularına cevap bulmalı ve imkanlar sunmalıdır. Bu tür talepler göçmenlerin çıkarları olarak görülmelidir. Devlet bu kuruluşları aktif bir şekilde desteklemeli, tanımalı ve yapacakları işlerin muhtevasına karışmamalıdır.

Üçüncü yaklasım; liberal çok kültürcülerin yaklaşımı olup, yukarıdaki iki farklı görüşün ortasında yer almaktadır. Bu görüşe göre ulusal kültürün egemenliği reddelirek, kamusal alanda kültürel etkinlik eşitlik ölçüsünde olmalıdır. Göçmen kuruluşları tanınmalı, kabul edilmeli ve çok kültürlü toplumun oluşmasında birlikte çalışılmalıdır. Göçmenlerin sosyal emansipasyonunda devletin birlikte çalıştığı diğer kurumlar arasına alınarak, göçmen kuruluşlara etkin görev biçilmeli.

Evet ikibinli yıllara girmiş olduğumuz bir zaman diliminde Hollandalı uzmanlar, hem çok kültürlülük hem de göçmen kuruluşların muhtemel yükleneceği görevler üzerinde farklı yaklaşımlara sahipler.

Hollanda göç ve göçmenler politikaları hiç şüphesiz bu görüşler ve yaklaşımlar doğrultusunda belirlenecek, şekillenecek ve uygulanacaktır. Önümüzdeki yıllarda iş başına gelecek hükümetler yuakarıdaki üç ana görüş dogrultusunda biz, göçmenlerle ilgili politiklarını uygulayacaklardır.

Elbette biz, Hollanda toplumunun birer bireyleriyiz. Liberal görüşe göre bizim birer birey olarak haklarımız ve bu haklarımızın beraberinde gelen sorumlulukların bilincinde olmamız çok önemlidir. Ancak biz bu toplumda aynı zamanda bir kültür ve etnik grup olarak görülmekteyiz. Yerlilere göre sorunlarımız farklı. Yaşadıklarımız, karşılaşacak olduğumuz sorunlar farklı. Positif ayırımcılık yapılsın, bizim bazı yaptıklarımıza göz yumulsun diye bir isteğimiz asla olamaz. Ama, bizim de toplumun diğer sosyal, kültürel grupları gibi eşit konuma gelmemiz için bir özen gösterilsin. Her şeyden önce, bizimle ilgili kararlarda, bizimle ilgili oluşturulacak politikalarda, bizim ne düşündüğümüz sorulsun. Bizim bu ülkede var olduğumuz bize hissettirilsin.

Göçmenlere hizmet görüren kuruluşların kalitesi arttırılması için özel bir uğraş sergilensin. Elbette biz, göçmenlerde bu noktada istekli olmalıyız. Etkin ve aktif bir katılım göstermeliyiz. Haklarımız ve sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız.

На страницу:
2 из 12