bannerbanner
Bağımsızlık Dönemi Özbek Edebiyatı
Bağımsızlık Dönemi Özbek Edebiyatı

Полная версия

Bağımsızlık Dönemi Özbek Edebiyatı

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
9 из 10

– Kimni gapiryapsiz, ota?

– Asom zo‘rni-da, Asom zo‘rni. Sulaymonga yazna-pochcha bo‘ladi. Sulaymon esingdami, uyimizga kelib turardi-ku? Cho‘loq, yurganda bir oyog‘i g‘irchillaydigan? Senga yog‘och ot yasab bergan edi bolaligingda…

Asom zo‘r, Asom zo‘r… Ha-a, esladim, esladim… Keling, bunisi yanagi galga qolsin.

1991

NARMURAD NARKABİLOV (1953)

Narmurad Narkabilov, 7 Temmuz 1953 tarihinde Kaşkaderya vilayetinin Yekkeboğ ilçesinin Kışlık köyünde dünyaya geldi. 1976-1982 yıllarında Taşkent Devlet Üniversitesinin İletişim Fakültesinde eğitim gördü. “Yazar olmak için hayatı bilmek gerekir” düşüncesinden hareket ederek fabrikada işçi, demiryolu deposunda vagon tamircisi, istasyonlarda hamal olarak çalışarak farklı insanlarla ilişki kurdu, onların kişilik özelliklerini ve dünya görüşlerini öğrenmeye çalıştı. Bu öğrendiklerini de az çok eserlerine yansıttı. Sonrasında ise tabiata olan ilgisi arttıkça Özbekistan’ın birçok dağ ve kırlarını, tarla ve bozkırlarını adım adım gezmeye başladı. Bunun neticesinde hayvanat dünyasına ait bir dizi eser ortaya çıkardı. “Çalılık Köpeği”, “Beyaz Boyun”, “Dağ İnsanı”, “Pehmak”, “Köy Basan Kurt” gibi uzun hikâyeleri bu tür eserlerine örnek olarak verilebilir. Mutluluk nedir? Yaşam nedir? Mutsuzluğun hangi şekilleri vardır? Genel olarak mutsuzluğun rengi var mı? İnsanoğlu bu iki kutup arasında koşturarak yaşarken, birinden ikincisine doğru hareket ederken hep özünü arar. Bu aradığı sevgi değil midir, öz değil midir? Narmurad Narkabilov’un eserlerinde bu gibi sorulara cevap bulunabilir. Yazarın bu zamana kadar “Unutulmuş Şarkı”, “Mavi El”, “Yüz yüze”, “Pehmak”, “Şikâyetçi Serçe”, “Sarı Çiçek”, “Coşkun Nehir” gibi ondan fazla kitabı yayımlandı. Şuhrat Madalyası sahibi olan Narmurad Narkabilov’un eserleri Özbek, Kazak, Karakalpak, Kırgız dili ders kitaplarında yer almış olup, birkaç dile aktarıldı.

KAŞKA

“Hayvanların yalnız dili yok; faydalıyı, zararlıyı senden benden daha iyi anlarlar.”

Anamın bu dediğini hiç kabullenemiyorum. Bazen tepem atarak söyleniyorum: “Sığır sığırdır, onda fehim ne arar, akıl ne arar, sürsen yürür, seslenmezsen yatar. Size kalsa onlara aydın bile dersiniz.” Ancak anam dediklerime hiç itibar etmez, benimle boşuna laf dalaşına girmektense ahırdaki hayvanlarla ilgilenmeyi tercih ederdi.

Ahır anam için bir hayattır. Gece gündüz ahırdan çıkmaz, bir bakarsın hayvanların altını temizler, tezek hazırlar, bir bakarsın sürüye katılmayan hayvanlarla konuşur, başka bir zaman bakarsın gölgede geviş getiren keçileri azarlayarak, dürterek suya sürer. Velhasıl, kıpır kıpır dili de çalışır eli de. Ona göre hayvanlar koyun, keçi, inek, teke gibi türlere ayrılmaz. Ahırda ne kadar hayvan varsa hepsinin kendi adı vardır. Hayvanlar, dış görünüşü ve tavırlarına göre adlandırılır: Kaşka22, Çizgili, Ala, Kurnaz, Alagöz… gibi. Hayvanlara karşı davranışı da ona göredir, kimiyle tatlı konuşur, kimini azarlar, kimini de sever.

Özellikle Kaşka’ya duyduğu sevgi bir başka. Anamın tabiri ile Kaşka safkan bir nesilden geliyormuş, bir iki yıl sonra koca bir sığır olacakmış, kap kaçağı süt yoğurtla dolduracakmış. Böylece anam her gün onu sever, bulduğunu ona yedirir. Ancak bir tavrına hiç tahammül edemez: Kaşka yalı pek sever. Ahır yemle dolu, o ise ahır kapısındaki kabın peşinde. Artıklar kaba dökülür dökülmez yüz yıl aç kalmış canavar gibi kaba koşar, kana kana sulandırılmış artıkları içer. Bazen de buzağılar ona ortak olur. Kaşka hiç cimri davranmaz, kenara çekilip ortak yenilen yemeğin tadını çıkarır.

Anam ne kadar meşgul görünse de gündelik işlerini belli bir düzen içinde yürütür. Sabah erkenden hayvanları otlağa sürer. Sürü uzaklaşınca ahırı temizler. Bundan sonra ayakları açılsın diye ahırda kalan hayvanları tarlaya sürer ve bulaşıklara bakar. Tarla, bahçemizden avucun içi gibi görünür. Herhangi bir hayvancık keyfi harekette bulunsa anam bahçeden seslenir, kendisine çeki düzen vermesini ister.

Anamın hayvanlarla konuşması bu sefer nedense çok sinirime dokundu. Aslında daha dün gece şehirden döndüğüm halde damda gölgede ayarlanmış bir yerde yatarak keyifle kitap okuyordum. Gözüm dalmış, anamın sesine uyandım. Anam biriyle yüksek sesle sohbet ediyordu. Konu komşulardan biri gelmiştir diye kalkıp sağımı solumu düzelttim. Ancak dikkat edince yalnızca anamın konuştuğunu, komşununsa hiç sesinin çıkmadığını fark ettim. Farkında olmadan dinlemeye başladım.

– Yine kafana göre iş yaparsan benden temiz bir dayak yersin, diyen anam açıkça tehdit savurmaya başlamıştı. “Dünkü yaptıklarını hatırlıyor musun? Büyük olduğun halde böyle davranmaktan utanmadın mı? Hey, yüzsüz, sana diyorum! Tık çıkarmıyor ya, utanmaz! Yapacağını yapıp sessiz durmasına bak şunun. Ama bu sefer affetmem, elimdeki şu değnekle kolum yorulana kadar seni döveceğim! Sana yüz verdikçe tam bir kafasına buyruk oluverdin, seni kulaksız.”

Şaşkın şaşkın ayağa kalktım: “Acaba kimi azarlıyor? Yeğenlerden biri fena yaramazlık yapmışa benziyor. Uykuya mani oldu, ama” diye düşünürken, damdan gözümün önünde peyda olan manzarayı görünce ağzım açık kaldı. Baktım ki günahkâr, yeğenim değil, Kaşka imiş. Anam azarladıkça uzun dili ile burnunu yalıyor, azarları göz kırpmadan dinliyordu.

– Şimdi git! dedi anam ağzına son bir parça ekmeği tıkıştırırken kafasına hafifçe şaplak atıp. “Kardeşlerinle kırda bir gez. Soğana gidersen, seni lime lime doğrarım. Git hadi git! Çok yaltaklanma! Büyük olduğun halde hiç aklın yok ya senin. Git git!”

Kaşka emre itaat ederek çaresiz tarlaya doğru gitti. İki buzağı da onun peşine takıldı. Kaşka yolunun üzerindeki yal kabına burnuyla çarparken hoşnutsuz bir şekilde böğürdü.

– Artık yok, dedi anam elindeki sopayı göstermelik sallayarak. “Artıkları gelince alırsın. Vay, sen hâlâ duruyor musun? Hadi çabuk çabuk, git! Yoksa artıkları Alagöz’e veririm.”

Kaşka gerçekten de adımlarını hızlandırdı. Kıra çıkmak istemediği her halinden belliydi. Varana kadar hep böğürdü. Anam, çocuğunu okula uğurlayan anne gibi onu uğurladı. Sonra da dönüp tabak çanakla ilgilenmeye başladı.

Bu tavrını gözlemlerken, onu biraz azarlamayı kendime borç bildim. Duyan ne der endişesiyle şöyle dedim:

– Ana, bu gidişle adınız deliye çıkar, bu ne iş?!

– Bilmem, şimdiye kadar kimse bana deli demedi, dedi anam artıkları kaba boşaltırken.

– Ee, nasıl bir delilik etmişim?

– Dili olmayan canlıyla insan böyle konuşur mu? –dedim onun aldırış etmemesine daha da sinirlenerek. “Duyan ne der? Falan kadın tam bir deli diye düşünmez mi?”

– Kim öyle düşünürmüş?

– Mesela ben…

– Sen de kimsin?

– Kim olacak, oğlunuzum.

– Oğlumun idraki, acaba hayvanınkine yetişir mi?

– İdrakine yetişsem ne olur, hayvan hayvandır, dedim diş ağrısı çeker gibi yüzümü büzüştürerek. Akılsız hayvanla sohbet etmek şart mı sanki… kusura bakmayın ama doğru sözü annenden, babandan esirgeme derler. Akılsız canlının yanında akılsız olmanızı istemiyorum ben.

– Diğerlerini bilmem ama benim hayvanlarım senden daha akıllı gibi, dedi anam hamurlu tabağı hızla yıkarken. “Bir defada anlarlar beni onlar. Sen ise sabahtan beri beni söyletirsin. Taşı bile olmayan iki tarla yoncayı biçmek o kadar mı zor? Eve geldin mi, kitaba yapışıyorsun, gün boyunca uykudan başını kaldırmıyorsun. O Alagöz’den hiçbir farkın yok senin!

Alagöz topal bir teke. Anasından mecruh doğduğu için ahırın dışına çıkmaz. Her canlının kendine has tavırları olduğu gibi, Alagöz gündüzleri tuhaf bir şekilde uyur; ölmüş bir hayvan gibi dört bacağını uzatarak yatar. Bunu bilmeyen birinin onu ölmüş zannetmesi kesindir. İlk önce ben bile öyle düşünmüştüm, hatta birkaç defa dürtmüştüm bile. Buna rağmen o, ölü gibi duygusuz, dürtsen de kalkmaz, donuk donuk bakarak yatmaya devam eder.

Alagöz’e benzetilmekten dolayı çok kızdım. Elimdeki kitabı hemen kapattım ve ayağımın altındaki boş kovalardan birini çevirip üzerine oturdum. Bu şekilde anamla tartışmak düşüncesindeydim. Her olmadık şeye benzetilmekten bıktım artık! Ancak çoktan kıra varmış Kaşka’nın böğürmesi tartışmayı kesti.

Kaşka’nın böğürmesiyle, anam, çocuğu ağlamış anne gibi ilginç bir telaşla ayağa kalktı ve elini alnına koyarak tarla tarafına baktı. Kaşka kâh ev tarafına kâh az ilerideki soğan tarlasına kafasını çevirerek tehditkâr bir ş ekSioldğea nbaö ğilüişr,düb.̶enden göreceğini görürsün! dedi anam yumruğunu sallayarak.

Kaşka kulaklarını dikerek lafı sonuna kadar dinledikten sonra isteksizce kuru otu yolmaya başladı. Bu arada tarlanın başında atlı bekçi göründü. Soğan, hayvanlara çok tatlı geliyormuş. Bekçi, tarladaki hayvanlara endişeyle baka baka uzaklaştı. Bekçinin gözden kaybolmasıyla Kaşka yine böğürmeye başladı. Bu sefer de tehditkâr böğürdü. Anam cevap vermeyince o küsmüş bir edayla tarla tarafına yürüdü, yavaş yavaş gösteriş yaparcasına yürüdü.

– Dön!

Kaşka kafasını çevirip bakmasına baktı ama sahibinin emrine itaat etmeden yürümeye devam etti.

– Git hadi git, dedi anam. “Artıkları sana vermem, Alagöz’e veririm. Bekçi seni önüne alarak bir kovalasın, seni, laf dinlemeyeni!”

– Şikâyet etme, dön geri! dedi anam. “Yoksa benden göreceğini görürsün. Şuna bak ya, şımarık.”

Kaşka gerçekten de gittiği yerden döndü. Buzağılara katılarak otlamaya başladı. Ancak bu hal çok devam etmedi. Birazdan tekrar böğürdü. Bu sefer açık açık bir şeyler sorarak böğürdü. Anam itibar etmeyince ikinci kez böğürdü, sesine açıkça inadını yansıttı. Anam kafasını kaldırıp bakmasıyla küsmüş çocuk gibi tarla tarafına gitmeye başladı.

– Dön!

Kaşka dönmedi, sana bir ders vereceğim dercesine ilerlemeye devam etti.

– Ha, öyle mi! “Anam tabaktaki artıkları kovaya boşaltarak tehditkâr bir sesle: “Nasibini artık Alagöz’e vereceğim. Al, Alagöz. Şu aptalın nasibini içiver.”

Kaşka donakaldı. Yalvarma ve pişmanlığa has böğürme kıra yayıldı. Evin bahçesi duvarsız; Kaşka bir anama bir etrafı çerçöple çevrilmiş ahırın başköşesinde, gölgede ayaklarını uzatarak yatan Alagöz’e bakınarak, yalvarırcasına böğürmeye devam ederken, sesine gitgide öfke ve aşikâr bir kıskanma ahengi indi. Sonra ön bacakları ile yeri kazıyarak uzaktan Alagöz’e bakıp tehditkâr bir edayla böğürmeye başladı. Bu hal anam müdahale edene kadar devam etti.

– Kendini parçalama, dedi doğrularak. “Korkma, vermeyeceğim Alagöz’e. Fakat yaygara koparma. Şu haline bak, sesimi çıkarmazsam şimdi belki ağlamaya da başlarsın.”

Gerçekten de Kaşka sakinleşti. Ahır tarafına şüphe içinde baka baka kuru otları yolmaya başladı.

– Bu şekilde yediğin içine düşmez senin, dedi anam kendi kendine söylenerek. “Tamam, azıcık sabret. Kazananımı, tavamı tavlayıvereyim.”

Olanları gözlemlerken ister istemez şaşakaldım. Anam gözüme başka, bambaşka görünüverdi.

– Hayvanlarınızın hepsi böyle anlar mı? dedim hayretimi gizlemeden.

– İyi konuşursan, sütten ayırmadan önce terbiye edersen, hepsi de laftan anlar, dedi anam benim şaşırdığıma hayret ederek. “Ne olmuş?”

– O topal … ııı … Alagöz de sizi dinler mi?

– Hayır, o senin gibi laf dinlemez.

Benzetilmiş olmaktan bu sefer kızmadım. Anamın hayvanlarla olan ilginç diyaloğu beni çok meraklandırdı.

– Buna da sözünüzü geçirebilirseniz, dedim ciddi bir şekilde. “Yoncanızı hemen şimdi biçiveririm.”

– Biçmesen de olur! Anam kâseyi kazana, kazanı kâseye vurarak söylendi. “Koskoca insanı küçük çocuğa döndürmeye mi çalışıyorsun.”

– Çok ilginç ya, ana, dedim yalvararak. “Sözüm söz, eğer şu tekeye sözünüzü geçirebilirseniz, yarın o küçük çatınızı da sıvarım.”

– Sanki hiç hayvan görmemiş gibi konuşuyorsun yavrum, derken anam azıcık razı olur gibi oldu. “Bırak, adamı utandırma.”

– Canım, ana! diyerek gidip omuzundan tuttum. “Hayır deme!”

Anam şımartılmaktan yumuşayıp ayağa kalktı. Bir bana, bir ayaklarını uzatarak yatan Alagöz’e baktıktan sonra fikrini tekrar değiştirdi.

– Adamdan artist çıkarmaya çalışma, yavrum, dedi. “Yaşlı halimle artistlik de neyime? Gerekiyorsa, git kendin yap.”

– Bende iş yok, dedim vaz geçmeyerek. “Ben bin kez söylesem de bu hiç tepki vermez. Şimdi de geri çevirmeyin, ana. Nesi zor bunun, gidip konuşacaksınız, bu kadar işte.”

– Sonra da bana kıkır kıkır güleceksin, öyle mi? diyerek anam bana şüpheyle baktı. “Bilirim seni…”

– Gülen namerttir, dedim biraz kızışarak. “Öyle şey olur mu, insan annesine güler mi? Her gün yaptığınız işi gözümün önünde tekrar yapın diyorum, o kadar.”

– Öyleyse, tamam. Anam ellerini kirli havluya sile sile ahıra doğru yürüdü. Ancak şimdi yapacağı işin kendisi için uygun olmadığını düşündüğü hâl ve hareketlerinden belliydi. Hatta yarı yolda dönecek gibi oldu. Yalvarırcasına baktığımı görünce isteksizce ilerledi. Tekenin başına varınca bana doğru çekingen bir bakış attıktan sonra birinin lafını kelime kelimesine tekrar eden bir insan gibi, tereddütlü bir sesle emir verdi:

– Alagöz, yerinden kalk! –Alagöz geviş getirerek hareketsiz yatmaya devam etti. Tekenin itaatsizliği anamın asıl haline dönmesine yardım etti. Lafının iki edilmesini kabullenemeyen anam birden tutuştu.

– Ne o, sağır mısın, kalk yerinden diyorum! diye bağırdı.

Alagöz yavaşça yerinden kalktı. Ayaklanınca anama memnuniyetsizce bakarak “Beeee” dedi.

– Git su iç gel! diyerek anam eliyle sol tarafı işaret etti. “Çabuk çabuk kımılda!”

Alagöz topallayarak ahırın kenarına gitti ve koca demir kaptan su içti. Sonra ise yerine dönüp tekrar yattı.

– Hayret! derken alkış tuttum ben.

Bu sırada kırdan endişeli böğürme sesi duyuldu. Meraklanıp o tarafa baktım. Kaşka, kulaklarını dikerek bu tarafa bakıyordu.

– Ödün kopmasın, dedi anam ahırdan çıkarak. “Artıklarına kimse dokunmuyor.”

Ancak bu laf Kaşka’yı sakinleştirmemiş olmalı ki birden küstü. Şimdi soğana dalacağım dercesine arka arkaya böğürüp, soğan tarlasına doğru yürüdü.

– Yaptığın işe bak, dedi anam memnuniyetsizce, “Durup duruken Kaşka’yı rahatsız ettik. Şimdi o zor razı olur. Hayvan diyorsun ama bak, soğana dalmanın kötülüğünü o da biliyor. Kasten gidiyor. Ses çıkarmasan gider de. Sonra başıma bir sürü kavga, gürültü patlar.”

Gerçekten de Kaşka tedirgin bir şekilde adımlarını yavaş yavaş hızlandırıyordu. Anamın azarları de ona kâr etmemeye başladı. Çaresiz kalan anam demir küreği alıp yal kabına tak tak vurarak sevecen bir sesle çağırmaya başladı.

– Kaşka, gel hadi! Gel buraya! Kaşka! Kaşkacığım!

Kaşka durdu ve kuşkuyla kafasını bizim tarafa çevirdi. Anam kaba vurmaya devam etti.

– Gel hadi! Çabuk gel!

Kaşka hâlâ kuşkulu bir şekilde burnunu uzatarak biraz bakındı, sonra da küçük bir buzağı gibi oynaşarak bahçe tarafına koşmaya başladı. Buzağılar da arkasından takıldı. Üçü oynaşarak, zıplayarak geliyordu.

Başka çarem kalmayınca, orağı omzuma atıp yonca tarlasına doğru gittim. Gün ısındıkça ısınıyor, ama verilen sözde durmak gerek. Giderken suçluya, Alagöz’e tekme atmaktan kendimi alamadım. Ancak o rahatını hiç bozmadı.

Bu sırada buzağılar Kaşka’nın önderliğinde kaptan kana kana yal içiyorlardı.

(Narmurad Narkabilov, “Kaşka”, Pehmak, Okıtuvçı, Taşkent, 1997, s. 68– 76.)

(Aktaran: Kamila Topal)

NORMUROD NORQOBILOV QASHQA

(hikoya)

“Jonivorlarda faqat til yo‘q, emasam, nafi-zalolni sendan-mendan yaxshiroq fahmlaydi”.

Enamning mana shu gapini hech hazm qilolmayman. “Mol – molda, – deyman ba’zan jinim qo‘zib, – unda fahm nima qiladi, aql nima qiladi, haydasang – yura- di, indamasang – yotadi, sizga qolsa, ularni ahli donishga ham chiqarib qo‘yasiz”. Ammo enam gaplarimga mutlaqo e’tibor bermaydi, kamina bilan pachakilashishdan ko‘ra ko‘proq qo‘radagi mollar bilan andarmon bo‘lishni afzal biladi.

Qo‘ra enam uchun bir hayot. Kunu tun qo‘radan chiqmaydi: hali qarasang, mollarning tagini tozalagan, tappi yopgan, hali qarasang, podaga qo‘shilmaydigan mollar bilan tillashgan, hali qarasang, soyada kavsh qaytarib yotgan echkilarni urishib-turtkilab suvga haydagan. Xullas, g‘imir-g‘imir, qimir-qimir, tili ham tinmaydi, qo‘li ham. Uning uchun jonivorlar qo‘y, echki, sigir, taka deya turlarga ajratilmaydi. Qo‘rada nechta jonivor borki hammasining o‘z oti bor. Mollarning tusi va fe’liga qarab nomlaydi – qashqa, targ‘il, ola, mug‘ambir, olako‘z… deganday. Muomalasi ham shunga yarasha – biriga shirin gapiradi, birini jerkiydi, birini esa silab-siypaydi.

Ayniqsa, Qashqaga mehri bo‘lakcha. Enamning ta’biri bilan aytganda, Qashqa zotdor nasldan, biror ikki yildan so‘ng tomday sigir bo‘larmish, idish-tovoqni sut-qatiqqa to‘ldirarmish. Shu bois, kunora silab-siypaydi, topganini og‘ziga tutadi. Faqat bir fe’li bilan hech chiqisholmaydi: Qashqa yuvindini yaxshi ko‘radi. Oxuri to‘la yemishu mudom qo‘ra eshigi yonidagi idishni poylaydi. Idishga yuvindi to‘kildi deguncha yuz yil och yotgan yuhodek idishga talpinadi, yutoqibyutoqib yuvindi ichadi. Ba’zan unga buzoqlar sherik bo‘ladi. Qashqa qizg‘anmaydi, chetga xiyol surilib, sherikchilik oshni totuvlik bilan baham ko‘radi.

Enam nechog‘li band ko‘rinmasin, kundalik yumushni ma’lum bir tartib asosida olib boradi. Ertalab mollarni podaga haydaydi. Poda qir oshib ketguncha qo‘rani tozalaydi. Shundan so‘ng, oyoqlaringni chigalini yozib kelinglar deya, qo‘rada qolgan jonivorlarni dalaga haydaydi-da, idish-tovoqqa unnaydi. Hovlidan dala kaftdagidek ko‘zga tashlanib turadi. Biror jonivor o‘zboshimchalik qilsa, enam hovlidan turib ovoz beradi, ya’ni tartibga chaqiradi.

Enamning jonivorlar bilan tillashuvi negadir bu gal qattiq g‘ashimga tegdi. Hamma gap shundaki, kuni kecha shahardan qaytib, endilikda tomning soyasiga tashlangan o‘rinda maza qilib kitob o‘qib yotardim. Ko‘zim ilingan ekan, enamning ovozidan uyg‘onib ketdim. Enam kim bilandir gangir-gungir suhbatlashmoqda edi. Biror qo‘shni kiribdi-da, degan o‘yda o‘rnimdan turib, u yoq-bu yog‘imni tuzatgan bo‘ldim. Ammo razm solsam, yakkash enam gapirar, qo‘shnining esa sasi chiqmasdi. Beixtiyor quloq tutdim..

– Agar yana bevoshlik qilsang, naq mendan kaltak eysan, – deya enam endi ochiqdan-ochiq do‘q-po‘pisaga o‘tdi. – Kechagi qilig‘ing esingdami? Kap-katta bo‘lib, uyalmadingmi shunday qilgani? Hay, bezbet, senga aytayapman! Miq etmaydi-ya, uyatsnz. Qilg‘iliqni qilib, bez bo‘p turishini qara buni. Ammo bu gal kechirmayman, manovu kaltak bilan qo‘lim tolguncha savalayman! Siylaganim sayin toza bevosh bo‘p ketayapsan, sen quloqsiz.

Ajablanib oyoqqa qalqidim: “Kimni bu qadar qasdi-basdiga olayotgan ekan? Jiyanlardan birovi yomon sho‘xlik qilganga o‘xshaydi. Lekin uyquni beliga tepdi”, – degan xayolda tom aylanib o‘tarkanman, ko‘z o‘ngimda hosil bo‘lgan manzaradan og‘zim lang ochilib qoldi. Ne ko‘z bilan ko‘rayki, gunohkor jiyanim emas.

Qashqa bo‘lib chiqdi. Enam hanuz koyir, u esa uzun tili bilan tumshuq yalab, uning koyishlarini kiprik qoqmay tinglab turardi.

Endi jo‘na! – dedi enam so‘nggi burda nonni uning og‘ziga tiqishtirarkan, boshiga yengil shapatilab. – Ukalaring bilan dashtda aylanib kel. Piyozga tushsang, etingni nimtalayman. Jo‘na-jo‘na! Ko‘p yaltoqlanma! Kap-katta bo‘la turib hech esing yo‘g‘-a seni. Bor-bor!

Qashqa uning amriga bo‘ysunib, noiloj dala tomon yurdi. Unga ikki buzoq ham ergashdi. Qashqa yo‘l-yo‘lakay yuvindi idishni tumshug‘i bilan turtib o‘tarkan, norozilanib mo‘ngradi.

– Yuvindi yo‘q, – dedi enam qo‘lidagi cho‘pni xo‘jako‘rsinga silkib. – Yuvindini kep ichasan. Voy, haliyam shu yerda turibsanmi? Qani, tez-tez qimirla! Yo‘g‘asam, yuvindini Olako‘zga beraman.

Qashqa haqiqatan qadamini tezlatdi. Dashtga chiqqisi kelmayotgani yurish-turishidan shundoqqina sezilib turardi. Bora-borguncha mo‘ngrab ketdi. Enam esa bolasini maktabga kuzatgan onaday ularning ortidan kuzatib qoldi. Keyin iziga qaytib, qozon-tovoqqa unnadi.

U kishining qilig‘ini kuzatarkanman, bir oz koyib qo‘ymoqni o‘z burchim deb bildim. Eshitgan quloq nima deydi degan andisha ostida shunday dedim:

– Ena, bunaqada jinni degan nomga ega bo‘lasiz- ku, nima qiliq bu?!

– Bilmadim, haligacha hech kim jinniga chiqargani yo‘q, – dedi enam qolgan-qutgan narsalarni yuvindi idishga ag‘dararkan. – Xo‘sh, nima deb jinnilik qipman?

– Tilsiz jonivor bilan shunaqa gaplashadimi odam? —dedim u kishining beparvoligidan battar jinim qo‘zib. – Eshitgan quloq nima deydi? Falonchi xola g‘irt tentak ekan deb o‘ylamaydimi?

– Kim shunday deb o‘ylarkin?

– Masalan, men…

– Sen kimsan?

– Kim bo‘lardi, o‘g‘lingizman.

– O‘sha o‘g‘lim molning fahmiga yetarmikan?

– Fahmiga yetib-yetmay nima, mol – mol-da, – dedim tishim og‘riganday aftimni tirishtirib, – Aqlsiz jonivor bilan suhbat qurish shartmikan, xuddi… kechirasiz endi, gap kelganda otangni ayama deganlar. Aqlsiz jonivor oldida aqlsiz bo‘lishingizni istamayman men.

– Boshqalarnikini bilmadimu, lekin mening mollarim sendan ko‘ra aqlliroqqa o‘xshaydi, – dedi enam xamir yuqi tovoqni chaqqon yuvarkan. – Bir so‘zdanoq anglashadi ular meni. Sen esa ertalabdan beri koyintirasan. Belingga tosh tegmagan, ikki pol yo‘ng‘ichqani o‘rib tashlash nahotki shunchalar qiyin bo‘lsa. Uyga kelding, kitobga yopishasan, uzzu-kun uyqudan bosh ko‘tarmaysan, Anovu Olako‘zdan hech farqing yo‘q seni!

Olako‘z – cho‘loq taka. Onadan majruh tug‘ilgani bois qo‘radan chetga chiqmaydi. Har bir jonivorning o‘z fe’li bor deganday, Olako‘z kunduzlari g‘alati alfozda uxlaydi, ya’ni o‘lgan moldek to‘rt oyog‘ini uzatib yotadi. Bilmagan odam o‘lgan gumon qilishi tayin. Dastavval, o‘zim ham shunday deb o‘ylagandim, hatto bir necha bor turtkilab ko‘rganman. Boz ustiga, u o‘lgudek bez, turtsang-da turay demaydi, ko‘zlarini baqraytirib yotaveradi.

Olako‘zga mengzalishimdan qattiq jahlim chiqdi! Qo‘limdagi kitobni shartta yopdim-da, oyog‘im ostidagi bo‘sh chelaklardan birini to‘nkarib, ustiga joylashib o‘tirib oldim. Shu sozda enam bilan janjallashmoq o‘yida bo‘ldim. Yetar har baloga mengzagani! Ammo allaqachon dashtga yetgan Qashqaning mo‘ngrashi janjalning beliga tepdi.

Qashqa mo‘ngrashi bilan enam, xuddi bolasi yig‘lagan onadek, ajib bir shoshqaloqlik bilan dik etib o‘rnidan turdi-da, kaftini peshonasiga qo‘yib, dala tomon qaradi. Qashqa goh uy tomonga, goh sal olisroqdagi piyoz ekilgan paykal tarafga boshini burib po‘pisali mo‘ngradi.

– Piyozga tushkin, naq mendan ko‘rasan! – dedi enam musht o‘qtalib.

Qashqa qulog‘ini ding qilib, gapni oxirigacha eshitib turdi-da, so‘ng istar-istamas, xas chimdishga tushdi. Shu orada paykal etagida otliq qorovul ko‘rindi. Piyoz mol uchun mazali yemish. Qorovul dalada yurgan mollarga hadikli qaray-qaray nari o‘tib ketdi. Qorovulning qorasi o‘chishi bilan Qashqa yana mo‘ngrashga tushdi. Bu safar ham po‘pisali mo‘ngradi. Enam javob bermagach, u arazlagan qiyofada paykal tomon yurdi, sekin-asta, namoyishkorona yurdi.

– Qayt!

Qashqa boshini o‘girib qaradi-yu, lekin egasining amriga bo‘ysunmadi, yurishda davom etdi.

– Boraver-boraver, – dedi enam. – Yuvindini senga emas, Olako‘zga beraman. Qorovul oldiga solib bir quvlasin sen gap uqmasni!

Bu gapdan so‘ng Qashqa taqqa to‘xtadi. Hovli tomon qarab zorlanibroq mo‘ngradi.

– Zorlanmay, izingga qayt! – dedi enam. – Yo‘g‘asam mendan ko‘radiganingni ko‘rasan. Seni qara-yu, erkatoy.

Qashqa haqiqatdan iziga qaytdi. Buzoqlarga qo‘shilib o‘tlay boshladi. Ammo bu hol uzoq davom etmadi. Bir ozdan so‘ng tag‘in mo‘ngradi. Bu safar ochiqdan – ochiq nimadir so‘rab mo‘ngrardi.

– Hali erta, o‘tlayver!—dedi enam.

Qashqa uch-to‘rt og‘iz xas chimdib, yana mo‘ngradi. Enam e’tibor bermagach, ikkinchi bor mo‘ngradi, ovozida oshkora o‘jarlik aks etdi. Enam bosh ko‘tarib qarashi bilan esa, arazlagan boladay paykal tomon keta boshladi.

– Qayt!

Qashqa qaytmadi, hap senimi deganday, olg‘a yurishda davom etdi.

– Hali shunaqami! – Enam tog‘aradagi yuvindini idishga ag‘darib, po‘pisali ohangda dedi: – Nasibangni endi Olako‘zga beraman. Ma, Olako‘z. Anovu tentakning nasibasini ichib qo‘y.

Qashqa taqqa-taq to‘xtadi. Yalinishu tavba-tazarruga xos mo‘ngrash dashtni tutdi. Hovli devorsiz, Qashqa goh enamga, goh tevaragi chorcho‘p bilan o‘ralgan qo‘ra to‘ridagi soyada oyoqlarini uzatib yotgan Olako‘zga alanglab, yalingannamo mo‘ngrashda davom etarkan, bora-bora uning ovoziga zarda va oshkora qizg‘anish ohangi indi. Keyin oldingi oyog‘i bilan yer tirnab, uzoqdan Olako‘zga tikilgancha tahdidli mo‘ngray boshladi. Bu hol enam aralashmaguncha davom etdi.

– Ko‘p ich-etingni yeyaverma, – dedi u qaddini rostlab, – Qo‘rqma, bermayman. Olako‘zga. Faqat to‘polon qilma. Seni qara-yu, indamasa, halizamon yig‘lashga ham tushasan, shekilli.

На страницу:
9 из 10