
Полная версия
Özbek Edebiyatı Yazıları
Osman Nâsır, Hokand’daki kurslarda öğretmen olarak çalışırken Şehir Yoksul Yazarlar Birliği’nin toplantılarına iştirak eder, Yeŋi Fergana gazetesinin yazı heyetinde yer alır. 1931 yılında, Yeŋi Fergana gazetesinin Şubat-Mayıs sayılarında tefrika edilen Narbota adlı destanını yazar. İlk şiir kitapları olan Kuyaş Bilen Suhbet ile Seferber Satrlar, 1932 yılında Hokand’da neşrolunur.
Birinci Özbek Yazarlar Kurultayı, 7-11 Mart 1933 tarihlerinde Taşkent’te toplanır. Osman Nâsır kendisinin de delege olarak katıldığı kurultaya ithafen Tiŋle, Kurultay adlı şiirini yazar ve kürsüden okur. 10 Mart günü, Özbekistan Komünist Partisi Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Ekmel İkramov, kurultaydaki konuşmasında, edebiyatın insanların eğitilmesindeki ve ideolojik mücadeledeki emsâlsiz rolünden ve sovyet yazarlarına bu mücadelede düşen önemli görevlerden bahseder. Kurultayda alınan kararla, Yoksul Yazarlar Birliği ve bu birliğin şubelerinin kapatılarak yerine Özbekistan Yazuvçılar Uyuşması’nın kurulmasına karar verilir. Şair, aynı yıl Temmuz ayında Yazuvçılar Uyuşması üyeliğine kabul edilir. Bu yıllarda Çolpan gibi millî ruhla eserler veren bütün şair ve yazarlar baskı altına alınırlar.
Cumhuriyetlerdeki genç şair ve yazarlar, 1932-1933 yıllarında, İzvestiya gazetesinin teşebbüsüyle, hakkında eserler yazmak maksadıyla “sovyet zenaatkârlığının gururu” olan büyük fabrikaları, ziyaret ederler. Osman Nâsır ile şair Uygun da 1930’lu yıllarda sovyet edebiyatı için önemli sayılan “zenaat temasını” işlemek üzere Ukrayna’daki Harkov traktör fabrikasına giderek bir ay boyunca basit bir işçi olarak çalışırlar. Bu yıllarda ortaya atılan Leninist-Stalinist edebiyat teorisine göre, hakikî sovyet yazarı, tezgâhlar arasından çıkarak sanat eserlerine “fabrikaların nefesini ve makinaların süratini” aksettirmelidir. Osman Nâsır, Ukrayna’dan döndükten sonra 1934 yılında, Harkov traktör fabrikasında çalışan işçilerin hayatını, fedakârlıklarını, vatanperverliklerini ve proletarya diktatörlüğünün zaferlerini aksettiren Traktörâbâd adlı şiir kitabını yayımlar.
Osman Nâsır, Hokand’daki öğretmenlik yıllarından sonra 1 Eylül 1933’te, Semerkand’daki Pedagoji Akademisi’nin Dil ve Edebiyat Fakültesi’ne kaydını yaptırır. Abdurrauf Fıtrat, Sadriddin Aynî, Gazi Âlim Yunusov ve Şâkir Süleyman, bu fakültede ders veren meşhur hocalardır. Osman Nâsır güzel, olgun şiirlerini, 1934 yılından itibaren burada yazmaya başlar. Onun şair olarak bütün Türkistan’da tanınmasında ve sanatının gelişmesinde, bu üniversitedeki sanat çevresinin önemli rolü olmuştur. Fakültedeki öğrenciliği sırasında, dersten çok şiirle ilgilenir. Şiir, artık bir peri gibi onu kendisine bağlamıştır. Üniversite tarafından, 1934 yılı Mayıs ayında, Tacikistan Yazarlar Birliği’nin I. Kurultayı’na temsilci olarak gönderilir. Yine aynı yılın yaz aylarında, Ermeni Yazarlar Birliği’nin I. Kurultayı’na gönderilir. Ermenistan gezisi sırasında, biri Bakû’da, biri Tiflis’te, üçü de Erivan’da olmak üzere toplam beş şiir yazar. Bu bilgiden, şairin gezisi sırasında Azerbaycan ve Gürcistan’ı da ziyaret ettiği anlaşılmaktadır. Ermenistan gezisi ile ilgili en önemli eseri, Nahşan adlı destanıdır.
Şair, 1934 yılında Atlas adlı piyesini neşreder. Atlas, Özbek tiyatro edebiyatı tarihinde, ilk manzum parçaları ihtiva eden yarı manzum bir piyes olması ve konusu itibariyle de 1930’lu yıllarda üniversite öğrencilerinin hayatını tasvir etmesi bakmından yeni ve orijinal bir eser olarak karşılanır. Eserin kahramanı, bir Rus tarafından yetiştirilip terbiye edilen Atlas adlı bir Özbek kızıdır. Eserde, milletlerin, halkların gönül birliği anlatılır.
Osman Nâsır, sık sık katıldığı Taşkent’teki edebî toplantılar sebebiyle derslerini ihmal etmeye başlayınca, fakülte idaresi bu duruma rıza göstermez. 1934-1935 öğretim yılı sonu yaklaşırken şairin fakültedeki vaziyeti pek müşkül bir hâl alır. Ve nihayet Osman Nâsır’ın kaydı silinerek öğrenciliğine son verilir.
Merhaba Taşkent!
Osman Nâsır, 1935 yılı baharında Semerkand’dan Taşkent’e gelir. O günlerde Moskova’daki Bütünittifak Şora Yazuvçıları Uyuşması’ndan (Sovyet Yazarları Birliği’nden) Taşkent’teki şair ve yazarlara sık sık talimatlar gelmektedir. 1935 yılı Nisanında, Ekim ihtilâlinin yaklaşmakta olan 20. yıldönümü ile alâkalı olarak “şanlı yıldönümü”ne münasip bir hazırlık yapmak, sovyet memleketinin yirmi yıl içinde elde ettiği başarıları öne çıkarmak ve bilhassa taşra vilâyetlerine giderek şair ve yazarlarla toplantılar düzenlemek, köylerde meydana gelen ekonomik gelişme ve değişmeler hakkında eserler yazmak gibi görevler Özbek yazarlarına tebliğ edilir. Osman Nâsır’ın Taşkent’e geldiği günlerde, vilâyetlere gönderilmek üzere şair ve yazarlardan oluşan gruplar oluşturulmaktadır. Osman Nâsır da aynı sebeple Nisan ayı ortalarında önce Harezm’e, ardından Hive’ye gönderilir. Onunla birlikte Harezm’e gönderilenler bir hafta, on gün boyunca bölgenin kültür kurumlarını ziyaret ederler, İnkılâb Kuyaşı gazetesi idarehanesinde ve başka yerlerde toplantılar düzenlerler, kolhozlarda misafir olurlar, şiir geceleri tertip ederler. Osman Nâsır, bu gezi sırasında diğer şairlerle birlikte maksada uygun şiirler yazar. Onun Harezm Kızı adlı şiiri, bu gezinin hatırasıdır.
Şair ve yazarlar grubunun Harezm’i ziyaret sebebi, sadece kolhoz halkına zevk ve ilham vermek ve onları işlerinde gayrete getirmekten ibaret değildir; bundan başka, bölgenin sanat kuruluşlarına yardımcı olmak, edebî ve kültürel hayatı canlandırmak da onların görevleri arasındadır. Bu maksatla 25 Nisan akşamı Ürgenç’te, İnkılâb Kuyaşı gazetesi tarafından bir sanat gecesi düzenlenir. Osman Nâsır, buradaki konuşmasında, şairlerin “Marksist-Leninist-Stalinist” nazariyelerle mücehhez kılınması konusunda gayret gösterilmesi gereğinden söz eder, eski klâsik edebiyatlardan da istifade etmek lüzumundan bahseder, kendi şiirlerinden örnekler okur.
Şair Osman Nâsır, Harezm’de pamuk tarlalarında şafakla birlikte çalışmaya başlayan, fakat bunca emeklerine rağmen hiçbir şey kazanamayan köylülerle olan görüşmelerinin tesiriyle yeni bir destan yazmak ister. Âyimcan adını taşıyacak olan bu destan, Harezm hayatıyla ilgili olacaktır. Fakat bu destanı, Taşkent’e döndükten sonra, önemli bir kısmını yazdığı hâlde anlatılanlarla yaşananların, yani gerçeklerin başka türlü olmasından dolayı tamamlamaz.
Özbek şiiri, 1930’lara kadar bilhassa Süleyman Çolpan’ın tesiri altında gelişmesini devam ettirir. Edebiyata rehberlik etmek lâzım, diyen fakat gerçekte edebiyatla hiçbir ilgisi bulunmayan siyasî kadrolar, bu dönemde şair olarak çok geniş bir şöhretin sahibi bulunan Çolpan’ın sesini kısmaya çalışırlar. Edebiyattan çok kaba bir şekilde kovulan, âdeta sürgün edilen Çolpan’ın yerine yeni şairler yetişir. Osman Nâsır, bu yeni dönemin yetiştirdiği şairlerden biridir. Yeni yetişen Özbek şairleri, Rus şiirinden ve bilhassa Vladimir V. Mayakovski’den etkilenerek marksist ruhla şiir yazmayı öğrenirler. Artık Özbek şairleri için “halkın hayatı ve sosyalizm gerçeği”, sanatın birinci kaynağı hâline gelir; parti ideolojisi de sanatın temel ilkesi olarak benimsenir. Birçok şair, bu dönemde, kendilerini sosyalizmin kurulmasında partinin sıradan bir askeri, şiiri de çok keskin bir ideolojik silâh olarak görür. Meşhur sovyet şairi Gafur Gulam, Alkış adlı şiirinde bu durumu şu mısralarla ifade eder:

Buna göre şair, parti adına halkın gözü, kulağıdır; duygu, düşünce, arzu ve ümitlerinin tercümanıdır. Nitekim “sosyalizmi kuran halk” ile tek yürek olma düşüncesi, diğer şairlerle birlikte Osman Nâsır’ın sanatındaki en önemli prensiplerden birini teşkil eder.
1935 yılının, Osman Nâsır’ın sanat hayatında önemli bir yeri vardır, ilhamının daima kendisiyle beraber olduğu, kendisine âdeta yol arkadaşı olduğu bir yıldır. Artık şiir yazmak, onun için nefes almak kadar sıradan ve kolay bir hadise hâline gelmiştir. Şairlik, onun bütün vücudunu esir almış gibidir. Kendisi bu durumu, İlhâmımnıŋ Vakti Yok adlı şiirinde şu mısralarla ifade eder:
İlhâmımnıŋ vakti yok, seldey keledi, İlhamımın vakti yok, sel gibi gelmekte,Cellâddek rahm etmey, dilni tiledi. Cellât gibi rahm etmez, gönlü dilmekte.Şair, zamanının önemli bir kısmını, 1933 yılında Özbekistan Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından Taşkent’in hemen yanı başında yazarlar için kurulan İncikâbâd adlı bağda geçirmektedir. Bu bağ, o zaman için harikulâde güzellikleri bulunan mükemmel bir dinlenme yeridir. Şair, “Unutmas meni bâğım” derken bu İncikâbâd bağını kastetmektedir:

1930’lu yıllarda Osman Nâsır için Özbekistan’da şair ve yazar olarak itibar edilebilecek sadece iki kişi vardır: Romancı Abdullah Kâdirî ve şair Süleyman Çolpan. Bilhassa Çolpan, şair olarak, millî değerlere kıymet veren her Özbek için büyüleyici bir şahsiyettir. Osman Nâsır, kendisini onların yanında daima bir öğrenci gibi görür. Her ikisiyle de bu İncikâbâd bağında sık sık görüşür. Çolpan, Osman Nâsır’ın şiirdeki ilk üstadıdır. Çolpan’ın birçok şiirini ezberinden bilir, her yerde, her toplulukta etrafını saran genç şairlere bu şiirleri derin bir zevkle okur, bunlardan ders alınmasını ister. Çolpan’ın eserlerini, şiir sanatının parlak örnekleri olarak gösterir. Çolpan’ın, Türkistan’ın güzelliklerinin yerle bir edilişini, zenginliklerinin yağmalanışını, zavallı halkın boynu bükük kalışını anlatan hazin şiirleri ve bu sebeple döktüğü gözyaşları, Osman Nâsır’ı derinden etkiler. Osman Nâsır, bu etki sebebiyle halkın sesi, halkın imanı, halkın vicdanı ve yüreği olmak iddiasını güden kişilerin, evvelâ bu zavallı halkın kaderini anlaması gerektiği kanaatine ulaşır.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
D. Ziyâyeva, O’zbekiston Tarıxı (yıl: 2002, nu.: 1-2, s. 22-34) dergisinde yayımlanan “XIX Asr İkkinçi Yarmı XX Asr Başlarıda Çarizmniŋ Türkistan Maddiy Baylıklarını Özleştiriş Siyaseti” adlı kıymetli makalesinde, bu bahse dair çok önemli bilgiler vermektedir. Özbek ve Rus kaynaklarından istifade edilerek hazırlanmış olan bu makalede bildirildiğine göre, işgâl sırasında Rus ordusu tarafından talan edilen hazineler hiçbir zaman tam olarak tespit edilememiş, bu arada ülkeleri istilâ edilen Buhara emirinden 500.000 som (125.000 altın), Hive hanından da 450.000 som (112.500 altın) savaş tazminatı alınmıştır. Hive hanı ayrıca yirmi yılda ödenmek üzere 2.000.000 som (500.000 altın) tazminat ödemeye mahkûm edilmiş, hanlık hazinesinin tamamına da el konulmuştur. Aynı şekilde Mergilan beyliğinden de 500.000 som (125.000 altın) savaş tazminatı alınmıştır. Verilen bilgiye göre bu zikredilenler, sadece Rusya devlet hazinesine intikâl eden meblâğlardır. Bunun yanında, asker ve sivil idarecilerle memurların şahsî tasarrufunda kalan meblâğların ise Rusya devlet hazinesine intikâl edenden daha fazla olduğu bildirilmektedir.
Sömürgeciler, işgâlin ardından Türkistan’da üretilen hemen her şeyi Rusya’ya taşımışlardır. Bu bahse dair neşredilen listelerde pamuk, deri, yapağı, ipek ve ipekli mamûller, karaköl derisi denilen çok kıymetli astragan ve diğer kürkler, orman ürünleri, tuz, demir, çelik, kilim, halı, pamuk yağı gibi sanayi mamûlleri, canlı hayvan, tahıl ve her cins yaş ve kurutulmuş meyveye varıncaya kadar her şey, her yıl giderek artan miktarlarda Rusya’ya taşınmıştır. Meselâ, Hokand Ticaret Komitesi’nin tespitlerine göre 1901-1911 yıllarında Türkistan’dan Rusya’ya götürülen sadece pamuk yağı miktarının yıllar itibariyle dağılımı şöyledir: 1901’de 30.800 pud (1 pud = 16 kg.), 1902’de 66.300 pud, 1903’te 73.800 pud, 1904’te 167.700 pud, 1905’te 387.958 pud, 1906’da 556.878 pud, 1907’de 525.685 pud, 1908’de 569.733 pud, 1909’da 1.102.876 pud, 1910’da 1.575.980 pud, 1911’de 1.772.186 pud. Buna göre, Türkistan’dan gasp edilen yağ miktarında, on yıl içinde tam altmış kat artış meydana gelmiştir. Türkistan’da üretilen diğer bütün malların da aynı şekilde gasp edildiği muhakkaktır.
Rusya’ya götürülen malların önemli bir kısmı, Rus mamûlü olarak dünya pazarlarında yüksek fiyatlarla satılarak Rusya hesabına büyük gelirler elde edilmiştir. Bunlardan başka Türkistan halkından zekât, ev vergisi, arazi vergisi, can vergisi ve ticarî vergi adı altında ve halkın ödeme gücünün çok üzerinde ağır vergiler toplanmıştır. Ruslar, insanı dehşete düşüren bu soygunlarla hiçbir zaman yetinmemişler, bilâkis Türkistan’ı, “kendileri için yaratılmış bitmez tükenmez zenginlik kaynağı”, Türkistan halkını ise, “bu zenginliği kendilerine teslim etmekle yükümlü itaatkâr kul”lar olarak görmüşlerdir.
Bu bilgiler, 19. yüzyılda Türkiye’ye “hasta adam” adını veren Çarlık Rusyasının, aynı dönemde açlıktan can çekişmekte olduğunu düşündürmekte ve Sovyetler Birliği döneminde de devam eden sömürgecilik faaliyetleri de buna ilâve edilecek olursa, Rusya’nın yüz elli sene boyunca Türkistan Türklerinin el emeği ve alın teri sayesinde karnını doyurabildiğini ve nihayet sömürülecek bir şey veya sömürebilecek gücü kalmayınca da Sovyetler Birliği’nin kendi kendisini bilerek ve hattâ isteyerek tasfiye ettiğini akla getirmektedir. Bugün Rus sovyet imparatorluğundan geriye kalan Türkistan Türk cumhuriyetlerinin içinde bulunduğu ekonomik şartların, sömürgeci Fransız, İspanyol, Belçika, Hollânda, Portekiz, İngiliz imparatorluklarından geriye kalan Afrika, Güney Amerika, Güney-Doğu Asya ve Uzak-Doğu ülkelerinden daha iyi olmaması, bu kanaate haklılık kazandırmaktadır.
2
Rus işgâliyle birlikte başlayan bu yeni dönem hakkında daha geniş bilgi için bkz.: Abdülahad Muhammedcanov, Abdukayum Abdurrahimov, “Rassiya İstilâsı”, Özbekistan Respublikası-Ensiklopediya, Taşkent, 1997, s. 156-159; Hamid Ziyayev, “Özbek Hanlıkları”, Özbekistan Respublikası-Ensiklopediya, Taşkent, 1997, s. 147-156; Ahmed Aliyev, Mahmudhoca Behbudiy, Taşkent, 1994; Şühret Rızayev, Cedid Draması, Taşkent, 1997; Cora Yoldaşev, “Ta’lim Tizimi”, Özbekistan Respublikası-Ensiklopediya, Taşkent, 1997, s. 374-383; Tursunkul (Rahim Hâşim), “Sıddıkiy Toğrısıda Mülâhazalar”, Maarif ve Okıtuvçı (Taşkent), Mart-3 (39), s. 39-42, (yay. haz. U. Dalimov, Ş. Rızayev, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent, 1993, s. 86-93); Hemdem Sâdıkov, Rüstembek Şemsütdinov, Pâyan Revşenov, Kameriddin Usmanov, Özbekistannıŋ Yeŋi Tarihi, Birinçi Kitab, Türkistan Çar Rassiyası Müstemlekeçiligi Devride, Taşkent, 2000.
3
Mahmudhoca Behbûdî Efendi’nin hayatı ile ilgili bilgiler, esas olarak Begali Kâsımov’un “İstiklâl Kahramanları” serisinde yayımlanan Mahmudhoca Behbudiy (Taşkent, 1997) adlı kitabından derlenmiş olup metin içerisinde zikredilen sayfa numaraları da bu esere göre verilmiştir.
4
Ahmed Aliyev, Mahmudhoca Behbûdiy, Taşkent, 1994, s. 8.
5
Ayrıca bkz. S (âbir) Mirveliyev, “Mahmudhoca Behbudiy”, Özbek Edibleri, Taşkent, 1993, s. 11-12.
6
General Kuropatkin, 1866-1871, 1875-1877, 1879-1897, 1916-1917 yılları arasında, çok uzun sayılabilecek bir süre Türkistan’da görev yapmıştır. 1916 yılı Temmuz ayından 1917 yılı Şubat ayına kadar Türkistan askerî valisi olmuş; 1916 yılında, hemen bütün Türkistan’ı içine alan meşhur isyan hareketinin bastırılmasında birinci derecede rol oynamıştır. Bkz. Özbek Sovyet Ensiklopediyası-VI, Taşkent, 1975, s. 183.
7
Begali Kâsımov, “Cedidçilik, Ayrım Mülâhazalar”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent, 1993, s. 18.
8
Türkistan Vilâyetiniŋ Gazeti (Turkestanskaya Tüzemnaya Gazeta, Turkestanskie Vedomosti), 1869 yılından itibaren Taşkent’te, Türkistan Askerî Valiliği tarafından çıkarılmıştır. 1917 yılı Şubat İhtilâli’ne kadar aralıksız çıkan gazete, 1883’ten 1917’ye kadar meşhur Rus şarkiyatçı Nikolay Petroviç Ostroumov (1846-1930) tarafından yayımlanmıştır. (Bkz. Özbek Sovyet Ensiklopediyası-VIII, Taşkent, 1976, s. 309-310) Türkistan’da mahallî dilde yayımlanmış ilk gazete olmak özelliğini de taşıyan bu yayın organında, Türkistan halkının Ruslaştırılması veya Rusya’ya karşı sempati uyandırılmasını sağlayacak bir yayın politikası takip edilmiştir. 20. yüzyılın başlarından itibaren yenilikçi fikirlere sahip Türkistanlı Ceditçi gençlerin de bu gazetede yazıları neşrolunmuş, fakat bu gençlerin kalem faaliyetleri hiçbir zaman uzun süreli olmamıştır. 1905 ihtilâlinden hemen sonra İsmail Âbidî tarafından Taşkent’te haftada iki defa yayımlanan Terakkî (Ocak 1906-31 Mart 1906), imtiyaz hakkı Türkistan Türklerine ait olan ilk gazetedir. Ceditçilerin ilk yayın organı olarak da bilinen gazete, 19 sayı çıkmıştır. Hurşid, Rus idaresinin Terakkî’yi kapatmasının ardından Münevver Kaarî Abdürreşidhanov tarafından 1906 yılında ve 6 Eylül-16 Kasım tarihleri arasında haftada bir defa olmak üzere toplam 10 sayı yayımlanmış bir gazetedir. Türkistan Vilâyetiniŋ Gazeti ile kalem mücadelesine giriştiği için kapatılmıştır. 1 Aralık 1907 tarihinden itibaren 1908 yılı Mart ayı ortalarına kadar Abdullah Avlânî tarafından çıkarılan Şühret gazetesi de ancak 15 sayı yayımlanabilmiş, ardından kapatılmıştır. 9 Nisan 1908 tarihinden itibaren Ahmedcan Bektemirov tarafından çıkarılan Asiya gazetesine ise Rus sansür idaresi sadece 5 sayı tahammül edebilmiştir. Tüccar gazetesi ise, Taşkent’in zengin tüccarlarından Saidkerimbay Saidazimbayoğlı tarafından 36 sayı çıkarılabilmiştir. (Bkz. Abdulla Avlânî, “Burungı Özbek Vaktlı Matbuâtınıŋ Tarihi”, yay. Şühret Rızayev, 24 Haziran 1924 tarihli Türkistan gazetesinin 295. sayısından naklen Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, Taşkent, 1993, s. 115-123.)
9
S. Mirveliyev, age., s. 11.
10
Abdulla Avlânî, age.
11
Özbek Sovyet Ensiklopediyası-VIII, s. 173.
12
Tâhir Pidayev, “Özbekistan Matbuatı ve Ammeviy Ahbarat Vâsıtaları”, Özbekistan Respublikası-Ensiklopediya, Taşkent, 1997, s. 488-492.
13
Behbûdî Efendi, bu haber üzerine Ayna (1914, nu. 50, s. 1186-1188) dergisinde neşrettiği İsmailbek Hazretleri adlı yazısında Gaspıralı için şunları yazmaktadır: “Her türlü külfeti kendilerine revâ görerek milleti uyandırmak ve dünyadan, siyasetten ve medenî milletlerin hâlinden haberdâr etmek için bedenen ve rûhen hiç durmadan otuz beş sene çalıştılar. Müslümanları dünyadan haberdâr etmek için bütün Rusya’da, Türkiye, Mısır, Tunus, Cezayir’de, Hint ve Afrika’da, Türkistan ve Buhara’da defalarca seyahat ederek her yerde Müslümanları çağdaş medeniyete, çağdaş ilimlere, sanayi ve ticarete ve Rus medeniyetine davet ve teşvik ettiler. Usûl-i Savtiyye mekteplerinin Rusya’daki kurucusu İsmail Bey Hazretleri’dir. Yeni elif-bâ’nın ilk hazırlayıcısı ve yayıncısı, yine İsmail Bey Hazretleri’dir. Çağdaş ilerlemeye yalnız davet değil, fiilen iştirâk ederek ‘cemiyet-i hayriye, kıraathâne, terakkiyyûn-ı İslâm ve teâvün cemiyetleri’ni kurdular, bunların tüzüklerini hazırlayarak neşrettiler, bugün Rusya’daki sayıları yüzlerle ifade edilen mevcut ilmî ve medenî cemiyetleri kurdular. Yine bugün Rusya’daki binlerce nizamî mektebin, eskiden yayımlanan ve hâlâ yayın faaliyetlerine devam eden yüzlerce İslâmî gazete ve derginin bütün yazar ve müdürleri, bu zâtın öğrencileridir. Aynı şekilde bugün Rusya Müslümanları arasından çıkan her gazeteci, her muallim, her Usûl-i Savtiyye mektebi öğrencisi ve her gazete yazarı, merhumun dolaylı olarak öğrencileri sayılırlar. Yani, büyük üstadın bugün Rusya Müsümanları arasından ulemâ, yazar, muallim ve okuyuculardan ibaret milyonlarca öğrencisi vardır. Hem de nasıl öğrenci!? Bunlar otuz seneden beri daima ondan ders okuyan öğrencilerdir. Bu öğrenciler, ömürlerinin sonuna kadar üstadın mukaddes nefesi sebebiyle ilelebed câri yüce fikirlerinden ders ve feyz alacaklardır. Kısacası İsmail Bey Hazretleri, otuz seneden fazla süren eğitim devresinde, milyonlarca Müslümana ders verdi. Şimdi onun fikirleri ve ruhu sayısız ve sonsuz Müslümana irfan dersi vermektedir… Rusya Müslümanları arasından böyle başka bir zât çıkmamıştır. İşte bu emsâlsiz insan, bu sene 5 Zilkâde (12 Eylül)’de bu fâni âlemden göç ederek Müslüman dünyasının bütün irfan sahiplerini elem ve kedere gark etti. Allah’ın engin rahmeti onun üzerine olsun.” (B. Kâsımov, Mahmudhoca Behbudiy, s. 162-164.)
14
S. Mirveliyev, age., s. 12.
15
Begali Kâsımov, “Cedidçilik, Ayrım Mülâhazalar”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, s. 20.
16
Özbekistan Sovyet Ensiklopediyası-II, Taşkent, 1972, s. 203.
17
Hürriyet, 26 Ocak 1918, yay. Narmurad Avazov, Fen ve Turmuş, 11-1991, s. 13.
18
Abdurauf Fıtrat, Çin Seviş, Taşkent, 1996, s. 33.
19
Çolpan, Yene Aldım Sazımnı, Taşkent, 1991, s. 401.
20
Begali Kâsımov, Ceditçilerin tiyatroya olan ilgilerini izah ederken bu dönemin temsilcilerinden Abdullah Avlânî’nin 1924 tarihli Tercime-i Hâl’inden şu ifadeleri nakletmektedir: “1913 yılından başlayarak halkın gözünü açmak ve medeniyete yakınlaştırmak için tiyatro işlerine girişip Taşkent’te birkaç temsil verdikten sonra bütün Fergana’yı dolaşıp her şehirde temsiller verdik. Bu sırada bizim maksadımız, zâhirde tiyatro ise de, bâtında Türkistan gençlerini siyasî bakımdan birleştirmek ve inkılâba hazırlamaktı.” “Ceditçilik-Ayrım Mülâhazalar”, Milliy Uyganış ve Özbek Filologiyası Meseleleri, s. 21.
21
Şühret Rızayev, Cedid Draması, Taşkent, 1997, s. 49.
22
İsmail Tölek Andicâniy, XX Asr Özbek Edebiyatı, Andican 1993, s. 36; Pederküş piyesinin Türkiye Türkçesindeki neşri için bk.: Şuayip Karakaş, “Türkistan’da İlk Tiyatro Faaliyetleri ve Pederküş Piyesi”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi / Manas Universiteti Koomduk İlimder Curnalı, Sayı: 2, s. 162-186.
23
Ş. Rızayev, age., s. 53.
24
Ş. Rızayev, age., s. 55.
25
Ş. Rızayev, age., s. 57.
26
Ş. Rızayev, age., s. 59.
27
Behbûdî Efendi, “Teyatr Nedür?” (Ayna, 1914, nu. 29, s. 550-553) adlı yazısında, tiyatrodan ne anladığını şu şekilde ortaya koymaktadır: “Tiyatro nedir? Tiyatro ibret alınan yerdir, tiyatro dinî nasihat edilen yerdir, tiyatro terbiye yeridir. Tiyatro öyle bir aynadır ki, somut bir şekilde ve açıkça sergilediği genel durumdan görmeyenler işiterek, sağırlar görerek etkilenir. Kısacası tiyatro, nasihat ve ikaz edici, ayrıca zararlı örf ve âdetlerin çirkinliklerini ve zararlarını açıkça göstermektedir. Hiç kimseye boyun eğmeden doğruyu söyleyen ve açık hakikati bildirendir. Aynı zamanda bir temâşâ yeridir, gönül eğlendirendir, millî ve edebî cemiyetlerin esasıdır. İlerlemiş olan milletler, tiyatrolarını terbiye ve ibret mektebi olarak adlandırıyorlar. İlerlemenin en önemli sebeplerinden birisinin de tiyatro olduğunu söylüyorlar. Tiyatroların, güzel ve çirkin âdetlerin sarraf ve tenkitçisi olduğunu bildiriyorlar. İnsanları etkilemek sûretiyle daha çok iyilik etmelerine sebep olmak için âdetlerin fayda ve zararlarından hâsıl olan neticeleri, tiyatro salonunda olduğu gibi gösteriyorlar. Her devrin kendine göre bir hesaplaşma usûlü vardır. Bu devirde tiyatro salonları, kötü ve zararlı âdetleri hesaba çekerek ve tenkit ederek kötü ve çirkin taraflarını halka gösteren nasihat edici bir mekândır. Tiyatro sahnelerinde sergilenen trajik, komik veya dramatik hadiseler, halka tasvir edilerek gösterilir. Tiyatroda tasvir edilen hadiselerdeki kötülük veya iyiliğin ortaya çıkış şeklini ve sebeplerini idrâk edip ibret almak, kötülükten uzaklaşarak iyiliğe yönelmeye sebep olur.