Полная версия
Nisgil
Gaçak Guşdan’ın sinirleri bozulmuştu; güçlü parmakları ile yakasını çekiştirerek gömleğinin düğmesini açarken:
– Biz ne yapmalıyız?
Sesinde, ümitsiz bir titreyişle beraber hükmeden bir ton vardı.
Gaçay:
– Gruptan rahatsız mısın?
Gaçay cevap beklemeden sakin bir şekilde yeniden devam etti:
– En kısa zamanda dağlara ordu gönderecekler. Tek tek de olsa hepimizi öldürmeye çalışacaklar. Hatta bu ordunun askerleri Ermenilerden oluşacak.
Gaçak Guşdan’ın gözlerinden alev fışkırıyordu. Sinirden titreyen elindeki ağaçla sobanın ateşini eşeledi:
– Yani bunca yılı dağlarda boşuna mı geçirdik?
Gaçay yine gülümsedi:
– Hayır, aksine bu iş Nahçıvan’ın Ermenilere verilmesini ciddi şekilde engelledi. Yıllardır devam eden isyan, Moskova’yı telaşlandırdı. Şimdi Ermeniler Nahçıvan’la ilgili hayallerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Daha doğrusu Moskova da Ermenilere bu fırsatı vermeyecek. Halkın genel bir isyanından korkarlar.
– Diyelim ki bizi öldürdüler, sonra ne olacak?
– Sonrası Azerbaycan’ın liderine bağlı olacak. Tarihin bütün devirlerinde Ruslar hainleri, millî bilinci olmayanları iş başına getirerek onların eliyle halkı razı etmişler. Eğer Azerbaycan’a liderlik yapan şahıs kuvvetli, millî bilince sahip, vatansever olursa o zaman halka dayanarak bütün tehlikeleri yok edebilir. Yok, eğer aksi olursa…
Sohbetleri gittikçe uzadı. Gaçak Guşdan’ın eğitim düzeyi az olduğu için anlamadığı noktaları tekrar soruyordu. Sohbetlerine atasözleri ve deyişler renk katmıştı. Gaçay’ın dediklerinin çoğu ona mantıklı gelmişti:
– Bundan sonra planlarımızı değiştirmeyi mi öneriyorsun?
Gaçay:
– Can derdine düşmek her zaman cahillik sayılmıştır. Bu gençleri korumak lazım. Çaresi de o tarafa geçmeleridir.
Guşdan, onun ne demek istediğini anlasa da “Ya Allah!” diyerek onun sözünü kesti. Oradan, önce evlerine gidip ailesiyle helalleşerek geri dönüp savaşa hazırlanma kararı verdiler. O gün, Gaçak Guşdan’ın mağarada kaldığı son gece oldu. Sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Mağaranın tavanı, karanlık gecelerin yıldızsız seması gibi canını sıkıyordu.
Sabahleyin, aynı zamanda Gaçay ile mağaranın ortasında karşılaştılar. Yerde iri bir diken bitmişti. Guşdan çizmesiyle dikeni ezdikten sonra mağaranın tavanına yorgun yorgun baktı. Yerdeki dikenin aynısı tavandan aşağı doğru sarkıyordu. Mağaranın alaca karanlığında tuhaf görünüşleriyle dikkati çeken bu dikenlerden biri sarı diğeri siyahtı. Onlar, sanki bu iki diken arasında kalmışlardı.
Guşdan, akşama doğru köye gitti. Daha önceki yıllarda olduğu gibi 1932 yılının sonbaharında Şahbuz Dağları’nda çok güçlü seller oluyordu. Sular sanki meydana gelecek felaketi anlatıyordu. Guşdan, hiçbir şeyin farkında olmadan dağdan iniyordu. Köyde doğruca ailesinin yanına gitti. Onun köyde olduğunu hükümet güçlerine haber verdiler. O gece evinde kalan Guşdan’ın mutluluğu kısa sürdü. Tan ağarırken evinin askerler tarafından sarıldığını “Teslim ol!” sesini duyunca anladı.
Evet, teslim olabilirdi ancak Guşdan bu teklifi hemen reddetti. Askerî birliklerle sonuna kadar savaşarak son mermiyi kendisine sakladı…
Gaçak Guşdan İsyanı’nın başlamasına zemin hazırlayan sebep; NKVD çalışanı, Ermeni Orbelyan’ın Nahçıvan köylerine Ermeni ailelerini yerleştirmesi ve onları silahlandırması idi. Köyün yerli halkına ise isyancı muamelesi yapılıyordu. Orbelyan, Nahçıvan’dan önce Hızı kazasının25 Ağdere köyünde kanlı işler yapmıştı. Bu köyde, 1931 yılında yüz civarında sivil halk kurşuna dizilmişti26.
Ondan sonra, Ermenistan’a giderek oradan Keçili ve civar köylere yeni göç eden Ermenilere bir Fransız tüfeği ve iki yüz mermi verdi. Azerbaycan Türklerinin elindeki silahları topladı. Karşı çıkanları ise tutukladı. O, sadece Keçili köyünden yetmiş insanın kurşuna dizilmesine sebep oldu. Bu insanların büyük bir bölümü köyün yaşlılarıydı ve köylerine Ermenilerin yerleştirilmesine karşı çıkıyorlardı. Halkın itirazını gören Orbelyan sinsi bir planla Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin Dış İşler Halk Komiseri Aydemirov’u kendi tarafına çekmişti.
Gaçay, Keçili İsyanı’nda ki yenilginin sebeplerini biliyordu: bilgisizlik, plansızlık, bir de düşmanın amansız ve hilekâr olması.
İsyanların üstünden uzun yıllar geçse de bölgede siyasî ve sosyal durumu korumak için güçlü bir baskı vardı. Nahçıvan’a karşı toprak iddialarını hayata geçirmek için çaba harcayan Ermeni milliyetçileri ve kiliselerin tesiri ile devamlı olarak Ermenistan Özel Hizmet Büroları tarafından Moskova’ya sahte raporlar gönderiliyordu.
Gaçak Guşdan’ın öldürülmesi, Gaçay’ı çok etkilemişti. O, bu haberi duyduktan sonra daha dikkatli olması gerektiğini anladı. Ortaya çıkmak çok tehlikeliydi. Askerî birlikler arkadaşlarının birçoğunu öldürmüş, diğerlerini de çeşitli vaatlerle kandırarak teslim almışlardı. Onun ele geçirilmesi, kendisinden çok ailesi için tehlikeliydi. Uzun düşüncelerden sonra sahte bir kimlik çıkararak Amid Kazımov Cümşüdoğlu adı ile çobanlık yapmaya başladı.
***1965 yılının sıcak yaz günleri gelmişti. Havaların kurak geçmesi ekinleri küle çevirmişti. Albay Topçi, Nahçıvan’daki askerî hizmetini bitirip geri dönüyordu. Geldiğinde olduğu gibi geri dönerken de Topçi’nin omuzlarında üç yıldız vardı. Bu yıldızların sayısı değişmemiş, albay olarak geri dönüyordu. Askerî hizmetini şimdi Uzak Doğu’da, Kamçatka’da yapacaktı. Geri dönüşü nedeniyle Aras Nehri kıyısındaki kaçak dinlenme yerinde bir parti vermişti. Samad ve Yavuz öğretmenler beraber bu partiye gelmişlerdi. Askerler, Aras’tan yakaladıkları iri sazan balıklarını temizleyip mangalın yanına getirmişlerdi. Masaya dizilen yemeklerin hepsini askerler hazırlamıştı, bazıları ise konservelerdi. Yemekten sonra büyük bir Şahtahtı kavunu kestiler. Nina Vladimirovna, bal gibi tatlı bu kavunları bostanlardan alarak evine götürürdü. Kavunun esrarengiz kokusu etrafa yayılınca “Peh peh!” diyerek sordu:
– Samad Abiloviç, bu kavunun tadının sırrı ne?
Samad Bey, bu soruyu bekliyormuş gibi: “Meşhur bir destanda bununla ilgili sözler var.” diyerek öğretmenin sözlerine şiirle cevap verdi:
Söz aldı Abülfez âşık edepleSözleri dizmişti boncuk gibi şestle 27Kavundan konuştu o hükümdaraSözleri can verdi taşa, duvaraTüpürcek çiçeği korur miciden 28Samad Bey’in şiiri hem Azerbaycan hem de Rus dilinde söylemesi, Nina Vladimirovna’nın gülümsemesine neden oldu. Ancak bu uzun sürmedi. Tatar kadın yıllardan beri alıştığı bu yerden ve insanlardan ayrılacağı için üzülmüştü. Diğer misafirlerin üzüntüleri ise farklıydı. Kimse bu sebepleri konuşmasa da bu askerlerin Aras kıyısında bulunmaları onları içten içe üzüyordu. Buradaki yerli halkın Aras Nehri’ne doğru bakması yasaktı. Ancak Rus komutan burada kendisine ihtişamlı bir dinlenme mekânı yapabilmişti. Hele Aras’ın karşı tarafına duyulan hasret bambaşkaydı.
Nina Vladimirovna gözyaşlarını tutamadı. Uzun yıllar kaynaştığı bu insanlardan ayrılmak ona ağır geliyordu. Sonsuzluk, kimseye söyleyemediği aşkı, bir de uzak Kamçatka’ya yapılacak olan yolculuğun zorluğu yüreğini sızlatıyordu. Nina Vladimirovna evlendikten bir yıl sonra hastalanmış ve rahmi alınmıştı. Bu nedenle çocuğu olmuyordu.
Sınav salonundaki yanlış sorunun kurduğu dostluk köprüsü, Nina ile Samad Bey’in ailesini birbirleriyle kaynaştırmıştı. Ancak eşi hasta olduğu için Samad Bey bu veda toplantısına yalnız katılmıştı.
Yavuz Öğretmen’in eşi Gülgez Hanım, sakince dinliyordu. Nina’nın duygusallığı üstündeydi. Ağlamaya başladı. Gülgez Hanım, onu sakinleştirmeye çalışarak Aras’ın kıyısına doğru götürdü. Orada yüzünü yıkamasını istedi. Nina, Aras Nehri’nin suyunu yüzüne çarparken tam karşısında küçük bir girdap meydana geldi. Tam o anda içinde sakladığı sırrı anlatmak istedi. O, aydın birisiydi. Bu sırrının kendisine veya eşine herhangi bir zarar veremeyeceğini biliyordu ama kimsenin kendisine “Gniloy jivot”29 demesini istemiyordu. Uzun yıllar çocuk sahibi olamayan Nina bu derdini, Aras Nehri kıyısında yapılan bu partide kendisine yakın bulduğu Gülgez Hanım’a anlattı. Ondan, bu sırrı kimseyle paylaşmamasını isteyerek her şeyi anlatmaya başladı.
Nina Vladimirovna, Türkolog bir ailede büyümüştü. Edebiyatçı, piyanocu ve bestekâr olarak tanınan Nina, kendisini kolaylıkla sevdiriyordu. Genç yaşına rağmen Türk halklarının tarihi ve medeniyeti ile örf ve âdetleri hakkında derin bilgiye sahipti. O, Samad ve Yavuz öğretmenlere “Siz Türk’sünüz. En eski Türk halkısınız!” diyordu. Onlarsa duyduklarının gerçek olduğunu bilseler de bu konu açılınca hep bir ağızdan “Hayır, biz Azerbaycanlıyız!” diyorlardı.
Nina, onlara bazı kitaplar verdi. Bu kitapları okuyunca, Sovyet rejiminin okullarda kasıtlı olarak yanlış bilgi verdiğini söylüyordu. Bir şeyi daha anladılar ki Sovetler sadece Azerbaycan’a değil, Kırım Türklerine de zulmetmiştir. Gülgez Öğretmen, Nina’nın sırrı için “Duyduklarımı Aras’a akıttım!” deyince, Doğu halklarının tarihini iyi bilen Nina parmak kalınlığında bir kamışı yerden alarak anlamlı anlamlı ona baktı:
– Bundan iyi ney olur, diyerek gülümsedi.
Gülgez Öğretmen çok sonraları bir kuyuda biten kamıştan yapılan neyin “İskender’in kulakları eşek kulağı!” diye çaldığını hatırlayınca Nina’nın ne demek istediğini anladı. Ama bunun kimseye faydası olmayacaktı; çünkü Nina çoktan uzak diyarlara gitmişti bile… Hatta Gülgez Öğretmen, başkasının sırrını konuşacağını ve Nina’nın ardından “çürük karın” sözünün önce köyde yayılacağını, sonra bir kıtayı dolaşacağını kendisi de tahmin edemezdi.
Nina, Gülgez Öğretmen’in “Duyduklarımı Aras’a akıttım!” sözünden çok mutsuz olmuştu. Elinde olmadan kamış parçasını yere atarak ayağı ile ezdi. Derinden bir “Ahhh” çekerek yüzünü Aras’a doğru döndü. Bir an ona öyle geldi ki burada söylediği sırrı rengârenk olup önce Aras’a akacak, sonra oradan Hazar’a, oradan Volga ile yukarı doğru akarak dünya sularına karışıp oradan da vatanı Kırım sahillerini geçerek güneşin doğduğu ülke Japonya yakınlarındaki yarımadaya ulaşacaktı.
Yanlış bir matematik sorusunun oluşturduğu dostluk köprüsü böylece sona erdi. Yıllar sonra eşinin görev yerinin değişmesi nedeniyle Nahçıvan’dan taşınan Nina Vladimirovna, içinde sakladığı sırrını anlatmış, Gülgez Öğretmen’in dediği gibi onu Aras’a emanet ederek oradan ayrılmıştı.
Onlar Şerur-Bakü yolcu trenine bindikleri gün köyde bir dedikodu yayıldı. Buna göre Nisgil Samad Bey’in gizli kızı değil, Yavuz Öğretmen’in Rus Nina ile olan gizli aşkının meyvesiydi. Samad Bey, sadece arkadaşı Yavuz’a yardım etmişti. Aynı gün, baska bir işi olduğu için onun yerine Samad Bey köy sığırtmacı olarak görev almış ve o gün doğan çocuğu çöplükten alarak Yavuz Öğretmen’e vermişti.
Nina ile Yavuz Bey birbirlerine öylesine âşıklardı ki Nina yeni doğum yaptığı için iç organları yara olduğu hâlde çimenlikte birbirlerine sarılarak saatlerce kalmışlardı. Kadının sütü olmadığı için de koyun sütü sağarak bebeğe vermişlerdi. Bütün bunları Gülgez Öğretmen duyduğu zaman, Aras kıyısındaki o partinin üstünden epey zaman geçmişti. Yavuz Öğretmen’in onurunu korumak için Aras’ın kıyısında konuşulanları tek tek yeminler ederek anlattı. Bütün bu yeminler karşısında ona inanmamak mümkün değildi. Hatta olay öyle bir hâl aldı ki Nina’nın yerine okul müdiresi olarak atanan sarı saçlı kadın bile tüm olanları duydu.
Tanıştıkları ilk günden beri Nina’yı sevmeyen yeni okul müdiresi bu haberi ilgi ile dinledi. Nina’yı sevmiyordu çünkü onların görev yerleri eşleri ile birlikte karşılıklı değiştirilmişti. Onların yüzünden çok sevdikleri Kamçatka’daki görev yerlerinden olmuşlardı. Yeni okul müdiresi, duyduğu haberi iletmek için hemen postaneye koştu. Oradaki eski arkadaşlarına haberi verirken biraz da ekleme yaptı. Başka biriyle yasak ilişki yaşadığı ve bu ilişkiden bir çocuk sahibi olduğunu, daha sonra hastalandığı ve rahmini aldırdığını hatta Nina’nın beş altı ay içinde öleceğini ekledi.
Nina, birkaç gün sonra Kamçatka’da yeni müdire olduğu okulunda göreve başlamıştı. Arkadaşlarının bakışlarının ardındaki mananın ne olduğunu anlamaya çalışırken, Aras’a emanet ettiği sırrının çalıştığı yere ulaştığını fark etti. Artık bu gerçekten kaçmak imkânsızdı. Nina Vladimirovna ise Samad Bey’i nasıl büyük bir aşkla sevdiğini, yıllar sonra Çernobil’deki faciada kendisini ölümden kurtaran doktor Nisgil’e anlatacaktı.
***23 Ağustos 1966 günü Nisgil ile Kabil, Şerur-Bakü treniyle bir kompartımanda beraber yola çıktılar. Şimdi onlar için her şey gelecekteydi, hem mutlulukları hem mutsuzlukları… Bu yolu Yavuz Öğretmen de onlarla birlikte gidiyordu. Yaklaşık on üç saat gideceklerdi. Tamamen tesadüf sonucu oluşan bu yolculukta, eski sınıf arkadaşı olan bir öğrenci ve bir kursiyerle birlikte mutlu anlar yaşayacaktı. Her ikisi de doktor olacaktı. Aralarındaki tek fark Kabil Harp Akademisi’nde tıp okuyacak, Nisgil ise Bakü’de okuyacaktı. Kabil ve Nisgil, en mutlu anlarını yaşadıklarının farkındaydılar. Hiçbir zaman akıllarına bile getirmedikleri mutluluk onları takip ediyordu. Eğer onların yanında anneleri olsaydı birbirlerini ne kadar büyük bir aşkla sevdiklerini hemen anlayacaklardı. Çünkü anne, evladının yüreğini gözünden okurdu. Sık sık vagonun koridoruna çıkan gençler trenin demir tekerleklerinden çıkan sesi bile aşk müziğinin notaları gibi kabul edip ondan zevk alıyorlardı. Yavuz Öğretmen, Kabil’i restorandan su almak için gönderdi. O zaman Nisgil, denizdeki yosunlar gibi yemyeşil gözlerini açarak merakla sordu:
– Trende restoran var mı?
Nisgil’in içindeki aşk, gözlerinden süzülen mutluluk ile birleşerek kalbinde öyle bir çarpıntıya sebep oldu ki göğüs kafesi gözle görülür şekilde inip çıkmaya başladı. Trendeki restoranı görme isteği ile Kabil’i yalnız bırakmama isteği çakıştı. Diğer vagonun koridoru Aras tarafındaydı. Hava sıcak olduğu için koridordaki pencerelerin birkaç tanesi açıktı. Açık pencerelerden giren rüzgâr sağa sola çarparak farklı sesler çıkarıyordu. Nisgil, saçlarını arkada toplamıştı. O zamanların modası olan yumruk büyüklüğündeki toka ile saçlarını tuttursa da vagonun pencerelerinden giren rüzgâr saçlarını dağıttı. Dirseğini pencereye dayayan Kabil, onun bu romantik görünüşünden zevk aldığını gizlemedi. Fısıldayarak:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Kolhoz: Eski Sovyetler Birliği’nde tarım üretim kooperatifi.
2
Nahçıvan’da bir yer ismi.
3
Nahçıvan’da bir ilçe olan Şerur: Halk arasında bu bölge “Şeril” diye bilinir.
4
Şimdiki Erivan
5
Batabat: Nahçıvan’da çok meşhur bir göl. Gölde yüzen adalar bulunur.
6
NKVD: Halk Dâhilî İşler Komiserliği (Kısaltma Rusça’dır). Olay tarihinden 3 yıl önce ismi değişse de halk arasında aynı adla tanınıyordu.
7
Nisgilli: Dertli, gamlı, kederli.
8
“Tarihi ve Çağdaş Nahçıvan” İstanbul, 2016, s.206
9
Hacı Cabbar Şeyhzade: Nahçıvan’da Sovyet hakimiyeti kurulduktan sonra Türkiye’yi ümit olarak gören Hacı Cabbar Şeyhzade, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakın arkadaşı olmuştu. Yeni Türk Cumhuriyeti’ne epeyce maddi yardımda bulunmuştu. Bu yardımlarından dolayı Atatürk ona “Kömek” adını vermişti. Ömrünün son yıllarında Atatürk ona nerede yaşamak istediğini sorunca, “Iğdır’da kalmak isterim, böylece Nahçıvan’ın havasını teneffüs edebilirim!” diye cevap vermişti.
10
Vladimir İlyiç Ulyanov (bilinen adıyla Lenin 22 Nisan 1870, Simbirsk – 21 Ocak 1924, Moskova): Rus sosyalist devrimci ve politikacı. Marksist Leninist ideolojinin fikirsel önderi, Ekim Devrimi’nin lideri ve Sovyetler Birliği’nin kurucusu.
11
Traverten: Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nde yatakları olan inşaat ve montaj işlerinde kullanılan antibakteriyel özellik taşıyan bir taş.
12
Bu meyve türü Şahtahtı’da yetişir ve çiçek, bar verdiği andan itibaren özel bir teknikle yetiştirilir. Şahtahtı S., Tanrı Sevgisi, Sumgayıt, Neşrler Evi, 2013, s. 104-105.
13
Rus Diki: Bu tepenin halk arasında birkaç adı vardır. Rusların Aras’tan su almak için kurdukları tesis nedeniyle bu ad ile anılmaktadır.
14
Sovhoz: SSCB’de devlet mülkiyetindeki tarım işletmeleridir.
15
Samad Abiloviç (Samad Ebil oğlu): Rus dilinde saygı belirten hitap ifadesidir.
16
Çuda: Esrarengiz.
17
Çotko: Eskiden hesaplamaların yapıldığı bir tür abaküs.
18
Vayenniler: Askerler.
19
Frujka: Geniş güneşliği olan şapka.
20
Oho, yoldaş öğretmen!
21
Bozbaş: Parça et ve nohutla özel kaplarda pişirilen yöresel bir yemek.
22
Piroğ: Poğaça türü bir yiyecek.
23
Nabat: Nahçıvan’da meyve suyu ve şekerden yapılan kristal bir şeker türü.
24
Faşistlere karşı partizan birlikleri kurarak kahramanca dövüşen Mihaylo adlı Azerbeycanlı bir gencin dramı. Romanla aynı isimde bir film çekilmiştir.
25
Azerbeycan’ın bir ili.
26
Bununla ilgili 1940 yılı 145-205 liste, P-4768, No: 3 adlı arşiv belgesinde geniş bilgiler vardır.
27
Şest: Şeref, haysiyet.
28
Mici: Sineğin bıraktığı larva.
29
Slavlar arasında “çürük karın” anlamında kullanılan bir söz.