bannerbanner
Türkistan'da Dil Politikası
Türkistan'da Dil Politikası

Полная версия

Türkistan'da Dil Politikası

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 6

Orta Asya devletlerinde uygulamaya konulan modernizasyon ve standartlaşma politikalarını ele alırken Sovyetler Birliği’nin dağılması öncesi dil politikalarını incelemekte fayda vardır. Rusçanın statü olarak Sovyet toplumlarında edindiği rolün ortaya konması gerek geçmişi gerekse günümüzü anlayabilmemiz açısından önemlidir.

Rusçanın statüsü, Sovyetler Birliği döneminde ülkeden ülkeye farklılık göstermiştir. Örneğin, Litvanya ve Estonya dil kanunlarında, Rusça için özel bir statü belirlemesine gidilmemiş, Rusça yalnızca merkezi Sovyet hükümeti ile iletişimin aracı olarak gösterilmiştir. Letonya, Ukrayna, Moldova ve Türkmenistan dil kanunlarında ise Rusça, etnik gruplar arasında kullanılacak resmi dil olarak belirlenmiştir. Bunun yanında, dört ülkenin ana dilleri de iletişim amaçlı kullanılacak diller arasında sayılmıştır. Beyaz Rusya, Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan için belirlenen dil kanunlarında etnik gruplar arasında iletişimi sağlayacak tek dil olarak Rusçanın kullanacağı belirtilmiştir (Grenoble, 2003). Bunun yanında Gürcistan ve Ermenistan’ın Sovyetler dönemindeki özel statüleri dolayısıyla Kiril alfabesine geçmedikleri görülmektedir. Bu çerçevede 5. yüzyıldan itibaren temele oturmuş bir Gürcü yazı ve edebiyat dilinin varlığı göz önüne alındığında, Sovyetlerin dil politikasının temelini oluşturan Rusçalaştırma ve Kiril alfabesine geçirme politikasının Gürcistan’da kesin bir başarıya ulaşamadığı görülmektedir. Bunun yanında Gürcü dilinin ve kadim alfabesinin temellerinin sağlam oluşuyla Gürcü kilisesinin kendisine has dinî kültürü de Sovyet dil politikasının Gürcistan’da tutunamamasına neden olmuştur. Bu nedenle Sovyetlerin Gürcistan üzerinde yeni bir dil ve kimlik oluşturma politikası geçersiz olmuştur. Bunun yanında Sovyetlerin ilk döneminde etnik gruplara tanınan özerklik ve görece esneklik Gürcistan’ın bu dönemde kendine has alt kültür özellikleri nedeniyle ayrışmasına neden olmuştur (Leonardis, 2016, s. 1-23).

Sovyet ulusu oluşturma hedefi Rusçanın egemen kılınması ile paralel bir görüntü sergilemektedir. İşte tam da bu noktada dil politikaları ve eğitim politikalarının aynı düzlemde ilerlediğini söylemek mümkündür. Bu politikaların temeli Çarlık Rusyası döneminde atılmıştır. Çarlık ve Sovyet yönetimleri esas itibariyle dil ve eğitim politikalarını toplum üzerinde iktidar kurma ve topluma iktidarlarını benimsetme amacı olarak da kullanmışlardır. Foucault3 bu durumu, iktidar mekanizmasını tanımlayarak açıklığa kavuşturmaktadır. Foucault’a göre iktidar mekanizması toplumun en ücra, en küçük birimine kadar uzanan tüm temel özelliklerini etkilemektedir. Ona göre iktidar, toplumu toplum yapan ve topluma özgü hal ve tavırlardan tutun da eğitim-öğretim ve söylemlerine kadar etki etmektedir (Foucault, 2015, s. 23).

Sovyetler Birliği döneminde, okullarda Rus öğretmenlerin yerel halkın diline karşı olumsuz tutumları, yerel dilleri ikinci plana atma çabaları ve yerel dilleri öğrenme konusunda istekli olmamaları Rusça etkisini artırmaya yönelik bilinçli adımlar olarak gösterilebilir (Smith, 1998, s. 57). Buradan hareketle, dil politikasının komünizme daha hızlı ulaşmada bir araç olarak ön planda tutulduğu görülmektedir. Böylece iktidarın meşrulaştırılmasında dil politikası etkin rol oynamaktadır. Halkın, dil politikası aracılığı ile iktidarı ve rejimi içselleştirmesine çalışılmıştır. Bu bağlamda, uygulanan dil politikalarının yerel halkların geçmiş ve gelecekleri arasındaki bağları zayıflatmayı hedeflediği de değerlendirilebilir.

Dil Planlaması

Dil planlaması açıklanırken, aynı kavramın “dil mühendisliği”, “ dil politikası”, “dil geliştirmesi”, “dil düzenlemesi”, “dil siyasası” gibi terimlerle de ifade edilebildiğini belirtmek gerekir (Gökdağ, 2002, s. 93). “Dil planlaması, dilin gelişim sürecine bilinçli bir müdahaledir” (Aktuna, 2005, s. 77). Daha geniş kapsamlı bir tanımlamayla ise dil planlaması, “dillerle ve dil-içi farklılıkların kullanımı ile ilgili problemlerin çözülmesi için kurumsal yapılar yoluyla yapılan açık ve sistematik müdahalelerdir. Bu durum, daha çok ulus devlet kurma sürecinde ortaya çıkmakta, belli bir ülkenin dilsel olarak homojenleşmesini hedeflemektedir” (Robinson, 1988, s. 193).

Rubin ve Jernudd (1971)’e göre dil planlaması, bir veya daha fazla toplulukta dil kullanımında planlı bir değişiklik (veya değişikliğin gerçekleşmesini durdurma) hedefleyen bir fikir, yasa ve yönetmelikler (dil politikası), değişim kuralları, inançlar ve uygulamalardan oluşur. Başka bir deyişle, dil planlaması, her zaman açık olmasa da, dil kodu sistemlerine ve / veya toplumsal bağlamda konuşmaya kasıtlı olarak yapılan müdahaleleri ifade eder.

Dil planlaması, hükümet tarafından üstlenilen ve karmaşık sosyal sorunları çözmeyi amaçlayan şeydir, ancak diğer toplumsal bağlamlarda daha mütevazı seviyelerde başka amaçlar için meydana gelen çok sayıda dil planlaması vardır. En basit anlamda, dil planlaması, birileri tarafından bazı toplumların dil davranışlarını herhangi bir nedenle değiştirme girişimidir. Sebepler, bir grubun konuşma şeklinden hoşlanmama gibi önemsiz kavramından, bir topluluğun olabildiğince sofistike düşüncelerine kadar karmaşıklaşabilir (Kaplan ve Baldauf, 1997, s. 3).

Yapılan tanımlamalardan yola çıkıldığında dil planlamasının devletleşme ve ulusallaşmanın kritik bir aşaması olduğu görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Orta Asya devletlerinin dil planlaması bağlamında ulusallaşma çabasına girdiği söylenebilir. Bu itibarla, etnik gruplar arasındaki rekabet ve “üstünlük” yarışı bağımsızlığını elde eden genç devletlerin ulusal bir devlet kurma çabalarının önünde engel olarak belirmiştir. Böylelikle, bağımsızlığını yeni elde eden Orta Asya devletlerinin liderleri kendi devletlerinin ve uluslarının birinciliğini kanıtlamak ve hızlı bir ulusallaşma hamlesine girişmek için dil planlaması çalışmalarına büyük önem vermişlerdir (Musaoğlu, 2008, s. 472). Bu açıdan değerlendirildiğinde, dil planlamasının bir bütünleştirme ve homojenleştirme aracı olarak kullanıldığını görebiliriz.

Bu kapsamda Tollefson (1990, s. 16), “dil planlaması nedir?” sorusunu “dil değişkenlerinin işlev ve yapısını etkileyecek yazım, standartlaşma, çağdaşlaşma programları veya çok dilli toplumlarda belli bir dile, işlevlerin yüklenmesi gibi bütün bilinçli gayretlerdir” şeklinde cevaplamaktadır.

İlk olarak 1959 yılında Haugen tarafından, ulusal dilin çağdaşlaştırılması ile geliştirilmesi çalışmalarını ifade etmek için kullanılan dil planlaması terimi, 1970’li yıllardan itibaren genel bir kabul görerek yaygınlık kazanmıştır. Dil planlaması kapsamında yürütülen başlıca faaliyetlere, yerel bir dilin ulusal dil olarak kullanılmak üzere geliştirilmesi, kaybolmaya ve unutulmaya yüz tutmuş dillerin tekrar canlandırılarak kullanıma sunulması, alfabenin değiştirilmesi örnek gösterilebilir (Açık, 2014, s. 594). Haugen, dil planlaması süreçlerini, homojen olmayan dil topluluklarının yazılı ve sözlü konuşmalarını düzenleyici (normatif) yazım kılavuzları, dil bilgisi kitapları ve sözlükler hazırlanması faaliyeti şeklinde ifade etmiştir (Aktaran Cooper, 1989, s. 29). Başka bir ifadeyle dil planlaması “dil politikasının amaçlarının yaşama geçirilmesi ile ilgilenir” (Coulmans, 2005, s. 186). Planlamanın; uzmanlar tarafından sistemli, tutarlı ve gerçekçi olarak tasarlanması gerektiği göz önüne alındığında, dil planlaması, “yalnızca dilin standartlaşması değil; özellikle çok dilli siyasal birimlerde bir normun seçimi, değiştirilmesi, geliştirilmesi ve yaygınlaştırılmasını” ifade etmektedir (İmer, 1990, s. 155-156).

Haugen’den önce, “dil yapılanması”, “dilin sınıflandırılması”, “dilin gelişimi” gibi terimler kullanılmaktayken, akademik-kurumsal alanda dil planlaması konusuna giderek daha yeni bakış açıları getirilmiştir (Garibova, 2013, s. 16). Bu bölümde dil planlaması kavramı açıklanmaya çalışılmıştır. Takip eden bölümlerde ise dil planlamasının aşamaları ele alınacaktır.

DİL PLANLAMASININ AŞAMALARI

Dil, yapısı itibariyle hem bireysel, toplumsal ve kültürel bir kurumdur. Bu açıdan bakıldığında dili, yaşamın her alanı ile yakın ilişkili olarak kabul etmek mümkündür. Toplum ve dilin birbirini biçimlendirmesi de dil planlaması konusunu önemli bir yere taşımaktadır. Toplumsal bir iletişim aracı olan dil, aynı zamanda ulusal ve üniter siyasi yapıların da bir güvencesi hükmündedir. İktidar, dili kullanarak egemenliğini icra edebilir ve kabul ettirir. Bu nedenle, dil planlamasının resmi ve kamusal bir yanı bulunmaktadır (Eker, 2007, s. 132).

Ekonomik, toplumsal, kültürel ve politik yapının kurucu süreçlerinden biri olan dil planlanması ve yapılan plan dairesinde hayata geçirilen uygulamalar, belirli yöntemler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Belirli bir dil durumunu değiştirmek için stratejiler tasarlamak ve uygulamaya geçirmek önemli olmakla birlikte yeterli değildir; stratejilerin ve ilerlemenin başarısını izlemek ve değerlendirmek de aynı derecede önemlidir. Bu kapsamda dil politikalarının gelişimini ve başarıya ulaşma düzeyini takip etmek ve bu sırada meydana gelen toplumsal olayları gözlemlemek de sürecin önemli bir aşamasıdır. Uygulamanın toplumsal hedeflere ulaşması için gerektiğinde planın kendisinde de uygun değişiklikler yapılabilmesi, hem plan düzeyinde hem de toplumsal düzeyde bu değişikliğin izlenmesi zorunludur (Kaplan ve Baldauf, 1997, s. 37).

Dil planlamasının çok yönlülüğü, onu birtakım aşamalardan oluşan bir bütün haline dönüştürmektedir. Bu bağlamda dil planlaması, statü planlaması ve korpus (bütünce) planlaması olmak üzere iki temel aşamadan oluşmaktadır. Aşağıdaki bölümlerde dil planlamasının aşamaları hakkında bilgi verilmektedir.

Statü Planlaması

Toplumsal bir iletişim aracı olan dilin işlev alanlarının genişletilmesi ve belli bir dilin saygınlığının planlı bir çaba ile düzenlenmesi dil planlamasının konusunu oluşturmaktadır. Belli bir amaca yönelik bu çabalar sonucunda ise, söz konusu dilin sözlük, dilbilgisi ve yazım kurallarının belirlenmesi ile bir süreklilik elde edilmiş olur. Bu sürekliliğin elde edilmesinde ise ilk aşamalardan biri, üzerinde bir mutabakata varılmış olan dilin statüsünün belirlenmesidir (Fidan, 2005, s. 44).

Bu aşamada statü planlaması, bir topluluğun sahip olduğu dilin işlevlerinin/işlev alanlarının belirlenmesini amaçlayan çalışmaları anlatmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda bir iletişim aracı olma özelliğine sahip olan o dile, o ülke sınırları içinde resmi dil, standart dil, eğitim dili gibi roller tanımlanır. Böylelikle, dilsel topluluğun iletişim aracı konumunda olan dil, daha geniş kapsamlı birtakım işlevlere de sahip olur. Böylece dile statü kazandırılmış olur. Böylelikle bir dilin toplumsal alanda işlevlerinin belirlenmesi ile dilin “temsil” değeri ortaya çıkmakta ve dil bir statü planlamasının konusu hâline gelmektedir. Statü planlaması sayesinde dilin saygınlığı artar ve bir topluluk o dil ile temsil edilir hâle gelir (Fidan, 2005, s. 44).

Statü planlamasına genellikle çok dilli toplumlarda rastlanmaktadır. Örneğin, toplum için seçilen bir dilin diğer diller arasında öneminin ve statüsünün artırılması ve bu dilin saygınlığının genişletilmesi de statü planlamasının konusunu teşkil etmektedir (Aliyeva, 2005, s. 23). Bu durumu dile yer belirleme olarak tanımlamak mümkündür. Gorman bunu, “belli yapılar içinde bir dilin kullanım alanlarını muhafaza etmek, genişletmek veya sınırlamak amacıyla alınan otoriter kararlar” şeklinde ortaya koymaktadır (Gorman, 1973, s. 73). Statü planlaması çalışmalarına Sovyetler Birliği döneminde Rusçanın yüksek dil olarak kabul edilip eğitim, öğretim, bilim ve sanat alanlarında egemen dil olarak kullanılıp yaygınlaştırılmasını, günlük hayatta ise daha çok ikincil (düşük dil) olan yerel dillerin kullanılmasını örnek göstermek mümkündür (Açık, 2014, s. 594).

Sovyetler Birliği döneminden sonra ise Orta Asya devletleri, kendi dillerini Rusçanın egemenliğinden “arındırma” çabalarına girişmişlerdir. Bağımsızlık döneminde, Azerbaycan’da Azerbaycan Türkçesi, Türkmenistan’da Türkmen Türkçesi, Özbekistan’da Özbek Türkçesi, resmi dil olarak kabul edilirken Kazakistan ve Kırgızistan’da Rusçanın resmi dil statüsünü kısıtlayacak tedbirler alınmıştır (Şahin, 2012, s. 377). Verilen bu örnekler, bir zamanlar çift dilli bir toplum yapısına sahip olan bu devletlerde zamanla tek dilin saygınlığının artırılmasına gayret edilen bir dönemin başladığını göstermektedir.

Dilin standart dil, devlet dili, eğitim dili, medya dili, teknoloji ve ibadet dili gibi işlevleriyle ilgili olarak yapılacak ter türlü düzenleme statü planlamasıyla ilgilidir (dilin işlevleriyle ilgili ayrıntılı bir değerlendirme için bk. Demir ve Yılmaz, 2014, s. 12-21). Statü planlaması sırasında dile yüklenen fonksiyonları Cooper (1990, s. 99-121) şu şekilde belirlemiştir:

1. Resmi Fonksiyon: Bütün bir ulus üzerinde kabul edilir ve meşru olan dil olma fonksiyonudur. Burada resmi olma durumu, yasalar kullanılarak belirlenmektedir. Resmi dil iki türlü olabilir. Birincisi hükümetin günlük idari ve siyasi faaliyetlerde kullandığı dil iken, ikincisi ise ülkeyi temsil eden simge olan dildir. Buna İrlanda örnek olarak verilebilir. 1937 yılında İrlandaca birincil resmi dil, İngilizce ise ikincil resmi dil olarak kabul edilmişken uygulamada İngilizce gerek parlamentoda gerek günlük resmî faaliyetlerde baskın bir şekilde kullanılmaktadır. Bu bakımdan, İrlanda’da İngilizce hem statü dili hem de bir çalışma resmi dilidir.

2. Bölgesel Fonksiyon: Ulusal olmaktan ziyade, dilin bir bölgenin ya da eyaletin resmi dili olması fonksiyonudur. Burada, dil tüm ulusa ait olmaktan ziyade daha küçük bölgelere aittir. Buna ise resmi dili Fransızca olan Quebec örnek verilebilir.

3. Daha Geniş İletişim: Kullanılan bir dilin, bir iletişim aracı olarak topluma yayılması fonksiyonudur. Daha geniş iletişim fonksiyonuna ise İspanyolların 17. ve 18 yüzyıllarda birden çok dilin kullanıldığı Peru’da Quechua’yı, birden çok dilin konuşulduğu Batı Afrika’daki bölgelerde ise Fransızların yerel nüfusla kolay iletişime geçmek için Mandingo’yu ön plana taşımaları örnek verilebilir.

4. Uluslararası Fonksiyon: Bir dilin uluslararası ilişkiler düzeyinde hâkim dil olması ve kullanılmasıdır. Örneğin İsrailliler uluslararası ilişkilerinde İngilizceye iletişim aracı olma statüsünü vermişlerdir. Bu bakımdan İsrailliler, yabancılarla iletişimlerinde İngilizceyi yaygın bir şekilde kullanırlar. Ayrıca İngilizce okullarda da yabancı dil olarak öğretilmektedir.

5. Başkent Fonksiyonu: Özellikle siyasi otoritenin ve gücün başkentle özdeşleştiği ülkelerde bu fonksiyon geçerlidir. Başkent fonksiyonuna sahip diller, merkez çevreye yayılırlar. Bu durumda ise merkezin siyasi ve ekonomik gücünü temsil eden dilin çevreye yayılması söz konusu olabilir.

6. Grup Fonksiyonu: Bir dilin belirli bir toplumsal grubun kendi içerisinde yaygın bir iletişim aracı olarak kullanılması fonksiyonudur. 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başlarında İrce ve Hebrew (İbranice) dilinin İrlandalılar ve Yahudiler arasında iletişim aracı olarak kullanılması statü planlamasının grup fonksiyonuna verilebilecek güzel bir örnektir.

7. Eğitim Fonksiyonu: Bir dilin yerel ya da millî düzeyde ilk ve orta eğitimde kabul edilmiş ve yaygın olarak kullanılması ve öğretilmesi fonksiyonudur. Örneğin, Etiyopya’daki okuma yazma kampanyası sırasında yerel dil yaygın olarak kullanılmıştır.

8. Okul Konusu: Bir dilin okul ortamında yaygın olarak öğretilmesi durumudur. Öğrencilerin ulusal çapta konuşulmayan bir dili okul konusu olarak öğrenip kullanmaları bu duruma örnek teşkil eder. Bu tür dillerin öğretilmesinin nedeni genelde klasik metinlerin okunup anlaşılması, öğrencilerin ikinci bir dile hâkim olmasıdır.

9. Edebi Fonksiyon: Dilin edebi ve bilimsel amaçlara hizmet etmek adına kullanılması durumudur. Edebi ve bilimsel amaçlarla dil tesisi milliyetçi hareketlerin ortak özelliğidir. Böylelikle millî şuurun uyandırılması amaçlanır.

10. Dinî Fonksiyon: Bir dilin dinî ritüellerin gerçekleştirilmesi için kullanılması durumudur. Burada dualar, ibadet ve kutsal metinlerin okunmasında dini fonksiyon geçerli bir kavramdır.

Korpus (Bütünce) Planlaması

Dil planlamasının ilk aşaması olan statü planlamasına yukarıda değinilmişti. Bu bölümde ise dil planlamasının ikinci aşaması olan korpus (bütünce) planlaması incelenecektir. Korpus (bütünce) planlaması aşaması, dilde düzenlemenin dilsel boyutu ile ilgilenir. Bu aşama aynı zamanda standartlaşma olarak da adlandırılmakta olup temel odaklanma noktası gramer, sözcük, alfabe ve yazım kuralları bakımından dilin düzenlenmesidir. Bu aşama, dilin toplumsal yanı ile ilgili olup, dilde düzeltici önlemler alınarak elde edilen sonuçlar değerlendirilir (Bosnalı vd., 2016, s. 22).

Korpus/bütünce planlaması, statü belirleme aşaması sırasında kendisine bir konum belirlenmiş olan seçili dil ile ilgili kodlama sürecini ifade etmektedir (Ferguson, 1968, s. 29). Genelde politikacılar ya da idareciler tarafından yürütülen statü planlamasının aksine, korpus planlaması dil uzmanları ve dil planlamacıları tarafından yapılmaktadır (Dinc, 2011, s. 16). Böylelikle korpus planlaması, daha derli toplu, bilimsel adımların atıldığı ve daha sistemli çabalardan oluşan bir aşamadır.

Ferguson (2006, s. 20-21)’a göre dilin biçimini, kodun kendisini ifade eden ve bu kod içerisindeki değişimleri düzenlemeye çalışan korpus planlaması için grafikleştirme (yazı/yazma sistemlerini geliştirme), standartlaştırma, kodlama ve çağdaşlaştırma adımları birincil öneme sahiptir.

Korpus planlamasını oluşturan bu adımlar aşağıda incelenmektedir:

1. Grafikleştirme (Yazılaştırma, yazı/yazma sistemlerini Geliştirme)

Grafikleştirme, yeniden yazılaştırma, yazılaştırma adımı kısaca, “bir yazı dizgesinin benimsenmesi, yazının oluşturulması ve yazımsal uzlaşmaların sağlanması” şeklinde tanımlanabilir (İmer, 2002, s. 40). Yazılaştırma, mevcut yazı sisteminin düzeltilmesi, yerine başka bir yazı sisteminin konması, yeniden yazılaştırmanın hayata geçirilmesi olarak tanımlanabilir (Cooper, 1990, s. 154).

Bağımsızlık sonrası Orta Asya devletlerinin temel amacı bu doğrultuda özellikle Stalin döneminde unutturulan ortak yazı stili, ortak alfabe düşüncesini tekrar uyandırmak olmuştur (Şahin, 2012, s. 378). Bu, Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçiş projesinin hayata geçirilmesi ile mümkün hale getirilmiştir. Çünkü Sovyetler sonrası Orta Asya devletleri, kendi sınırları içerisinde ulusal kimliğe sahip, klasik ulus devlet modelini temel alan bir yönetim anlayışını benimsemişlerdir (Musaoğlu, 2008, s. 471). Bu bakımdan, ulus devlet kurma çabaları ile yazılaştırma konusu örtüşmektedir. Çünkü ulus devlet kurma aşamasında ulusal dil ve ulusal kültürün baskın Sovyet mirasının etkisinden kurtarılması, ulusal benlik ve kültürün yeniden doğması, ulusal tarih ve kahramanların yüceltilmesi yazılaştırma çalışmaları ile örtüştürülerek mümkün hâle getirilebilmiştir.

Öte yandan, yazılaştırma adımının planlanmasında ve uygulanmasında güçlü bir siyasi otoritenin varlığına ihtiyaç olduğu da yadsınamayacak bir gerçektir. Yazılaştırma adımının bu yönüne Türk Dil Devrimi örnek verilebilir. Türk Dil Devrimi ile hayata geçirilen Latin alfabesi kullanımı, eski mirasın üzerine bir sünger çekme ve Batı’ya yönelme siyasetinin bir koşuludur. Türk Dil Devrimi ile amaçlanan çağdaş medeniyetler topluluğunun bir üyesi olma ülküsü, yazılaştırma çabalarına hız verilmesini sağlamıştır. Bu bağlamda Türkiye’de yapılan aslında yeniden yazılaştırma olup, bir yazı dizgesi yerine başka bir yazı dizgesinin konulmasıdır. Bunu kısaca Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin benimsenmesi şeklinde özetlemek mümkündür (İmer, 2002, s. 40).

Bu kitap çalışmasının ana teması ve inceleme konusu olan Özbekistan’da ise yazılaştırma çalışmaları bağımsızlığın kazanıldığı 1991 tarihinden iki yıl öncesine (1989) dayanmaktadır. 21 Ekim 1989 tarihinde çıkarılan bir kanun ile Özbekçe resmi dil olarak kabul edilmiş, Eylül 1993 ve Ağustos 1995 tarihlerinde kabul edilen iki yasa ile de alfabe reformunun önü açılmıştır (Schlyter, 1998, s.144). Özbekistan’ın Latin harflerine geçiş ve millî benliği tekrar tesis çabaları yeniden yazılaştırma konusuna güncel bir örnek teşkil etmektedir. Bu kapsamda, Özbekistan’daki yeniden yazılaştırma konusunu Rusçadan arındırma ve standartlaştırma ile ilişkilendirmek olacaktır.

Latin alfabesinin kabulünden sonra Özbekistan’da 1993, 1995 ve 2000 yıllarında çeşitli Latin alfabesi denemelerinin yapıldığı görülmektedir. Bu durum yeniden yazılaştırma çalışmalarını geciktiren bürokratik ve politik engellerle ilişkilidir. Şöyle ki; 1993 yılında kabul edilen Latin alfabesi “Ortak Türk Alfabesi”ne uygun olarak tasarlanmıştır. Buna göre, [ç] sesi için ç, [ş] sesi için ş, yumuşak g sesi için ğ, [o] ve [ö] sesleri için o ve ö harfleri kullanılmaktaydı. Buna karşın, 1995 yılında “Ortak Türk Alfabesi”nden uzaklaşma gözlenir. 1995’te [ç] sesinin karşılığı ch, [ş] sesinin karşılığı sh, [o] ve [ö] seslerinin karşılığı ise o olarak değiştirilmiştir. Özbekistan’da yürütülen yazılaştırma çabalarında “Ortak Türk Alfabesi”nden bilinçli bir şekilde uzaklaşma amacının ön plana çıktığı görülmektedir. Bunun nedenini ise yazılaştırma adımının arka planındaki siyasi kaygıyı ile ilişkilendirmek mümkündür. Özbekistan’ın yazılaştırma serüvenindeki ana tema da bağımsızlık iradesinin ve kanıtının bir göstergesi temelinde gelişmiştir. Böylelikle, yeniden yazılaştırma çabalarının hem Rusçanın etkisinden kurtulma hem de Türkiye’nin etkisinden kaçınma amaçları taşıdığı söylenebilir. Örneğin, Azerbaycan’da eğitim-öğretim ve basın-yayında Latin harflerine geçiş süreci 2000 yılında tamamlanmışken, Özbekistan’da yazılaştırma adımı, eğitim ve öğretimde zamana yayılmıştır ve basın-yayında Latin harflerinin desteklenip teşvik edilmemesi yazılaştırmanın başarıya ulaşmasını geciktirmekte ve zorlaştırmaktadır (Şahin, 2012, s. 381-382).

2. Standartlaştırma

Bilindiği üzere, bireylerin kendi arasında kurdukları sosyal ilişkilerde ve bireyin toplumla köklü ve sağlam bir ilişki kurmasında dilin önemli bir yeri vardır. Dilin, ulusların temel kurucu/inşa edici unsurlarından biri olduğu bilinegelmektedir (Hobsbawm, 1996, s. 1069). Siyasal bir topluluk biçimi olan ulusların ortaya çıkması, bir toprak parçası üzerinde belli bir dilin konuşulması ve hâkim olması ile yakından ilişkilidir (Özyurt, 2004, s. 155). Bununla birlikte, bir toplum içerisinde yaygın olarak konuşulan dil ile devletin resmi işler için kullandığı resmi dili birbirine karıştırmamak gerekir. Resmi dil, ülkenin tamamı ya da bir bölümünde devlet organlarının idari kuruluşlarının, mahkemelerin, eğitim-öğretim kurumlarının kullandığı ve resmi yazışmalarda zorunlu kaide olan temel kurumdur. Bu çerçevede, resmi dil, yasalarla benimsenmiş ve fiilen kullanılması zorunlu olan dili ifade etmektedir (Bosnalı, vd., 2016, s. 12)

Standartlaştırma, dilin tarih serüveni sırasında ortaya çıkan tercih, seçenek ve değişkenlerle ilişkili olarak standart bir yapının belirlenmesi sürecini ifade etmektedir. Standartlaştırma, dilin işlevlerini ve sosyo-kültürel işlerliğini açıklamakta ve bununla ilgilenmektedir. Bununla birlikte standartlaştırma, siyasi bütünlüğünü kazanmış ve sağlamış bir toprak parçası üzerinde belli bir sisteme ve gramere sahip değişkenin dil ve kültür kurumlarına benzer kurumlar aracılığı ile bilinçli ve rasyonel kararlar temelinde dayatıldığı bir süreci ifade etmektedir (Boyer-Lamuela’dan Aktaran: Bosnalı, 2011, s. 31).

Ulusal çapta, dilde mevcut olan/tespit edilen sorunlara örgütlü bir şekilde çözüm arama durumu dil düzenlemesinin ve standartlaştırmasının konusunu teşkil etmektedir. Çok etnili ve çok dilli toplumlarda standartlaştırmayı yakalamak için resmi bir otoritenin bir dili ya da dilleri seçmesi durumu ya da bir kuralın yerleştirilmesi, sürekli kılınması, değişime uğratılması ya da düzeltilmesi ile geliştirilmesini içermektedir (Fishman, 1974, s. 80). Ölçünleştirme olarak da adlandırılan standartlaştırma, iki aşamadan oluşmaktadır. Bunlardan ilki yeni modelin yaratılması iken, ikincisi ise yaratılan modelin ötekiler karşısında geliştirilmesidir.

Bu itibarla, seçilen bir dilin toplumun tüm kesimleri arasında genel geçer bir özelliğe bürünmesi için bir takım kodlama çalışmaları yapılır. Bu kodlama çalışmaları dil bilgiselleştirme ve sözcükleştirme olarak sıralanabilir. Dilde belli bir standardın yakalanarak hayata geçirilmesi için dilbilgiselleştirme kodu büyük bir önem taşımaktadır. Bu aşamada dili kodlayanlar, yazılaştırdık-ları dile belli bir standart kazandırmak için o dilin işleyiş kurallarını düzenler ya da ortaya koyar.

Seçilen dilin sağlıklı bir iletişim aracı olarak yaygınlaştırılması ve düzenli bir ölçün ile kullanılması sözcükleştirmeyi de gerekli kılmaktadır. Sözcükleştirme, uygun bir söz varlığının seçilmesi anlamına gelmekte olup biçemlerin görevlerini ve dildeki sözcüklerin kullanım alanlarını içermektedir. Bu çerçevede, sözcükleştirme (Lexication), kısaca uygun bir söz varlığının seçilmesini ve kullanım alanlarını içermektedir (Haugen, 1983, s. 271).

На страницу:
2 из 6