Полная версия
Mil
Vera beni pencerede karşıladı desem daha doğru olur. Görünüşe göre eski taksinin motor sesini duyar duymaz pencereye çıkmıştı. Beni pencerenin arkasından işaret ile apartman kapısında ise çiçekli kumaş bir elbise ile karşıladı. Hruşçovka38 adı ile meşhur olan üç küçük odadan ibaret dar apartmanın misafir odasına geçtik. Salon olarak adlandırılan bu küçük yer, iç içe odaların dip tarafta olanıydı. Dip odadan balkona kapı açılıyordu. Çift perdelerden başka pencerenin içeri kısmının tavanında sinemalarda olduğu gibi asılan posterler vardı. Aslında bütün bunlar benim o kadar ilgimi çekmiyordu.
Dikkatle Vera’nın hareketlerini süzüyor, beynimde dolaşan sorulara cevap bulmak istiyordum. Buraya niye gelmiştim? Beni çocukluk yıllarımın hatıralarının arkasından sürükleyen neydi? Bundan sonraki ilişkimiz nasıl olabilirdi? Bu soruları düşündüğümde harfler yan yana dizilip aynaya dönüştü ve elimden düşüp param parça oldu. Gayri ihtiyari döşemeye baktım. Bana, parça parça olan ayna kırıklarının hepsinde Albina’nın yansıması varmış gibi geldi. İç çekince kendi sesimden korktum. Utanç hissi ruhuma hâkim oldu. Sanki kafamın üstünde soba yanıyordu. Vera ise kendi endamıyla karşımda meydan okuyordu. O kadar da iri olmayan göğüsleri elbisesinin altında dikkat çekici görünüyordu. Yürürken bilerek omuzlarını yukarı kaldırması göğsünü daha da dolgun gösteriyordu. “Ne içeceksin?” diye sorunca kararsız bir şekilde cevap verdim:
– Bir şey içmek istesem restorana davet ederdim. Gözlerim senin güzelliğini içiyor, bu bana yeter. Gelip oturursan daha iyi olur.
Ben kanepede oturuyordum. Vera ikimize de birer bardak limonata getirip birini karşımdaki dergi masasına koydu. Kendisi de geçip masanın arkasında oturdu. Aslında bu hareketiyle benim yerimi göstermiş oldu. Belki de gelip kanepede benim yanımda otursaydı kendimi tutamayıp ona dokunmaya çalışacaktım. İhtirasın aklıma baskın geldiğini hissetsem de istifimi bozmuyordum. Bir anda yine Albina’yı hatırladım ve çok sıkıldım. İşte o anda içimden bir soru geçti: Beni buraya çekip getiren ne oldu? Tutku mu, çocukluk aşkı mı? Her iki durumda da ben Albina’ya ihanet ediyordum. Nihayet Vera sohbete başladı:
– İyi, anlat bakalım. Nasılsın? Bağışla uzun yıllar süren ayrılığın ardından ilk görüşmemizde çok sert konuştum. Çocuklar nasıl büyüyor?
Biraz muzipçe gülümseyip cevapladım:
– Sabahleyin söylemiştim daha, evimizde tek çocuk benim. Gördüğün gibi büyüyüp bu hâle gelmişim. Uzamam durdu, saçlarımın uzun ya da kısa olması umurumda değil, daha neleri merak ediyorsun?
Vera kurnazca ne sorduğunu, ben de açık bir şekilde nasıl alaycı cevap verdiğimi biliyordum. Sohbetimizdeki karşılıklı atışmalar bende karışık hisler oluşturuyordu. Bir anda ayağa kalkıp onu terk etmek de geçti içimden. Ancak kızın dolan gözlerine baktığımda yüreğim yumuşadı. “Seni ne kadar aradığımı biliyor musun?” sorusunun ardından sakin bir ses tonuyla sohbete başladı:
– Ne zaman senden kalbimi sızlatan bir mektup alsam bütün bedenim titriyordu. Sıcak bir çölde susadığınızı ve uzakta bir ağaç gördüğünüzü hayal edin. O ağaca ulaşıp altındaki suda serinleyeceğini ümit edersin. Son gücünü toplayıp ağaca doğru koşarsın. Senin her adımında ağaç iki adım uzaklaşır. Kan ter içinde ona ulaştığınızda ağacın susuzluktan kuruduğunu görürsünüz.
Elimi gömleğimin yakasına götürüp ikinci düğmesini açtım, parmaklarımı göğsüme götürüp “Ben böyle çabuk kuruma düşüncesinde değilim.” diyerek şakaya vurduğumda Vera çantasını açıp dörde katlanmış sarı kâğıt parçasını bana uzattı:
– Bu sert sözleri yazarken bir genç kıza bu kadar acımasız davranılmayacağını hiç düşünmediniz mi?
Mektuptaki yazı bana tanıdık geldi. Ancak bunun farkına varmadan satırlara hızlıca bakmaya başladım. Kanı çekilmiş insanların solgun yüzüne benzeyen o kağıttaki ne yazı ne cümle kuruluşu ne de kelime kullanımı benimkiydi. Mektubu masanın üstüne koyup “Bunu ben yazmadım!” dediğimde o çantasından iki üç mektup daha çıkardı. Onları okumakla ilgilenmedim. Sadece merak ettim: Vera neden bunları evde herhangi bir dolabın çekmecesinde yahut da albüm sayfalarının arasında değil de çantasında gezdiriyor? Birkaç dakika içerisinde samimi duyguların bizi yakınlaştırmadığına kesin bir şekilde emin oldum. Hatta yıllarca ayrı kaldıktan sonra bile bugün restorandaki sohbetimizle şimdiki görüşmemiz arasında garip bir uçurum varmış gibi görünüyordu. Vera gözlerini benden kaçırmak istedikçe ben daha büyük bir hevesle onun bakışlarını yakalamak istiyordum. Sanki içindeki gizli amacı gözlerinden okuyacağımdan korkuyordu. Ancak itiraf etmeliyim beni ona getiren sebeplerden biri olan tutkum, giderek artıyordu. Tabii ki Vera bunun farkındaydı. Bir anda karşılaşmamız ve yeni yakınlaşmalardan o ne bekliyordu? Sabırsızlıkla bütün bunları bilmek istiyordum. Vera ise “Arkadaşlardan kimi görüyorsun?” sorusu ile hem beni düşüncelerimden uzaklaştırdı hem de bu durumdan kurtardı. Aslında ben Moskova’da, lisenin son yıllarında ve üniversitede okuduğum arkadaşlarımla iletişimimi sürdürüyordum. Vera da onların hiçbirini tanımıyordu. O yüzden kısa kestim: Görüştüğüm çocuklardan hiçbiri ortak tanıdığımız değildi. O anda Vera sigara yakıp dumanını sinirli bir şekilde tavana doğru üfledi. Lambanın ışığının altında döne döne yükselen dumanın yavaş yavaş eriyip yok olmasını seyrederken garip hisler içerisindeydim: Bizim ilişkiler de böyle, ama çoktan erimiş. Sigara içen biri olmasam da sohbetimize duman katmak amacıyla onun paketinden bir tane çıkartıp yaktım. Tepkisini ölçmek için eline dokunduğumda alaycı bir şekilde beni süzdü. Tam o anda telefon çaldı. Konuşa konuşa duvardaki saate bakıp “On beş dakikaya geleceğim.” dediğinde hayal kırıklığına uğradım. Medeni bir şekilde evden kovuluyordum. Vera hayal kırıklığına uğradığımı hissedip “Daha on beş dakikamız var.” dediğinde sigarayı kül tablasında söndürüp kapıya doğru gidiyordum.
Daireye girerken Vera’nın boynuma sarılmasını bekliyordum. O, bunu yolcu ederken yaptı. Bu kadının çokbilmişliğinin işareti mi yoksa iş profesyonelliği mi bilmiyorum. Kendimi orada çok bırakmadan umursamaz bir şekilde parmaklarımla ince kumaşlı elbisesinden görünen göğüs uçlarına bastırarak kapıdan çıktım.
MİL
…Kursa başladığım ilk gün öğleden sonra saat ikide söylenilen yerde olmalıydım. Sanki diken üstünde oturmuştum. Evden erken çıkmıştım gecikmeyeyim diye. Erken varırsam yakınlarda biraz vakit geçirebilirdim. Binamızın karşısında kara bulutlarla kaplı gökyüzü karşıladı beni. Hava o kadar yoğun bulutlarla kaplanmıştı ki gökyüzünde mavi rengin görüneceğine inanmak güçtü. İçim sıkıldı. İşimin ilk günü böyle bir ruh haline bürünmek hiç hoşuma gitmedi. İçimden eğitime bile gitmemek geçti. Olumsuz duyguları bir kenara bırakıp gücümü toplayıp yola çıktım. İki otobüs değiştirip adrese vardığımda saat ikiyi gösteriyordu.
Eğitim yeri ücra köy meydanlarındaki eski postaneleri andırıyordu. Çeçenistan’da tatilde olduğum zamanlar yaşadığım evin yolu postane binasının karşısından geçtiği için bu karşılaştırmayı yapıyorum. Yaşadığım mahallede bütün evler moloz taşlardan yapılmasına rağmen sadece postane binası yüksek tavanlı ve sokağa bakan kısmı çimento ile sıvanıp küp şeklinde kare kazınmıştı. Moskova da ise benim dediğim yüksek binaların çevresinde sadece bir alçak bina vardı. Demir kapıdan içeri girdiğimde beni rütbeli polisler karşıladı. Belgelere baktıktan sonra üstümü başımı arayıp içeri aldılar. Tahminen elli metrekarelik bu binanın arka tarafında olan kapı uzun bir koridora açılıyordu. Gözetim altında bu koridora geçip beş katlı binaya çıkıyorduk. Burada sıkı bir rejim altında eğitime başladım. Öğle yemeğine kadar tarih, Fars dili, Safeviler, Afşarlar, Kaçarlar, Türk hanedanlıkları dönemine ait medeniyeti, siyasi yönetimi, saray çekişmelerinden haremlerdeki ilişkileri ve ülkedeki mevcut durumu öğreniyorduk. Tahran halkının günlük davranışları ve yemek alışkanlıkları, giyim tarzı, oradaki modern mutfak, televizyon kanallarında kullanılan son model kameraların kullanımı, montaj işleri günlük ders saatlerime dahil edildi. Yorucu bir şeyle karşılaşmıyordum. İhtiyaca göre sabah kahvaltısını ve öğlen yemeğini eğitim merkezinde yapıyordum. Aşçı kadın ilk defa odama telefon edip “Sübhaneyi- şoma hazır est”39 dediğinde şaşırmış ve gülmüştüm.
Öğle yemeğinden sonra ise spor, kendini koruma yöntemleri, takip edilmenin nasıl tespit edileceği, takiplerden kaçmak, evde değilken yabancıların daireye girip girmediğini bilmek için eşyalara işaret koymak gibi dersler alıyordum. Bütün bunlar ilgimi çektiği için ödevleri hevesle yapıyordum. Keskin hafızam ve dikkatli yaklaşımım bana çok yardımcı oluyordu. Öyle ki hiçbir şeyin ikinci defa izahına gerek kalmıyordu. Ama haddinden fazla yoruluyordum.
Birinci gün eğitimden sonra ayaklarımı sürüye sürüye binadan çıktım. Bundan sonra beni evden araba alacak, eve araba bırakacaktı. Hâlen daha adını, hangi devlet kurumuna tabi olduğunu bilmediğim bu mekânın arka kısmında büyük bir avlu vardı. Oradan arabaya binip eve gittim. Şoför adresi bildiği için yola kendisi koyuldu, varana kadar tek kelime etmedik. Arabadan indiğimde birkaç saat önce kapalı olan gökyüzü nispeten açılmıştı. Ama kışın gelişiyle çabuk kararan hava bugün bana daha karanlık görünüyordu. Hafif rüzgâr yüzüme çok soğuk etki ediyordu. Araba yolundan binamızın karşısındaki küçük meydana geçtim. Etraftaki sokak ışıklarını gündüzleri de söndüren olmadığı için onların zayıf ışığı havanın alaca karanlığına karışmaya başlamıştı. Bu bulanık manzara insanın zihnini hiç açmıyordu. Biraz ileri gitmiştim ki karşıdaki gölet dikkatimi çekti. Direğin başındaki fenerin şeffaf camının bir parçası kırılıp düşmüştü. Lambanın göldeki yansıması ince bir fırça ile boyanmış tabloya benziyordu. Yukarıdan süzülen sarı ışık suyun üzerinde renk değiştirmiş, şualar dilim dilim olmuştu. Rüzgâr lambayı ve suyun yüzeyini farklı açılarda hareket ettirse de yansıyan ışık ve onun ışınları kendi uyumunu bozmadan sanki sakin bir müzik altında hafif bir uğultuyla dans ediyorlardı. Üşüdüğümü hissedene kadar bu manzarayı seyrettim. Gölette yansıyan nurun güzelliğinden aldığım lezzet ruh hâlimi yükseltti. Gönlümden gördüğüm güzelliğin gökkuşağına dönmesini ve hiçbir zaman gökyüzünden gitmemesini geçirdim. Dağda, ormanda tabiatın koynunda Albina ile bu güzelliği istediğimiz zaman seyredebilelim. Bloğa girdiğimde dinlenmiş gibiydim…
* * *Normal kurslarda öğrenmesi altı ay süren Mors alfabesini çok kısa zamanda öğrendim. Eğitimlerde tek zorlandığım dokuma işlerini öğrenmek oldu. Şapka, atkı, kolsuz yakasız gömlekler dokumak en önemli derslerden sayılıyordu. Mors alfabesi ve dokuma tamamen birbirine bağlıydı. Aslında bu kurslara başladığımda onların birbirine sıkıca bağlı olacağını hayal bile edemezdim. Dokuma konusu gündeme geldiğinde kahkaha ile güldüğümü hiç söylemiyorum bile. Dedim ki evimizde iki meşhur dokumacı var. Onlardan istediğim motifi öğrenebilirim. Alay edip baş salladılar ki nineler kesinlikle dokuma yeteneğimi bilmemeli. Bu kursta dokumayı öğrenmenin yanı sıra el dokuması gömleklerin yakasını, kolunu veyahut atkının bir ucundan başlayıp dikkatli bir şekilde ilmekleri kaçırmadan sökmeyi öğrenmemiz isteniyordu. Mors ve dokumacılık olağanüstü durumlarda önemli haberleri ulaştırmak için bir seçenek olarak kabul edilirdi. Bilgiyi Mors ile söktüğüm ipe yazacak, sonra onu kendi işlemeleriyle önceki yerine dokuyup doğru adrese teslim edecektim.
Gerçekten de çok gülünç bir durumdu. Dokumacılık dersleri gözlerimin önünden film şeridi gibi geçiyordu. Hayalimde kâh ninemle yan yana oturup dokuyoruz kâh birbirimizin işini eleştiriyor kâh da kendimi dokumacılıkla uğraşan ihtiyar bir adam olarak canlandırıyordum. Herhâlde şimdiye kadar bir erkeğin çorap, şapka dokuduğunu ne görmüştüm ne de işitmiştim. Hatta kadın işi yaptığımı gördüklerinde gülerler diye ninemin yıkama işlerine yardım ettiğimi hiçbir zaman arkadaşlarımın bilmesini istemezdim. Bir keresinde derste yaşlandığımda kanepede oturup dokumacılık yaptığımı ve torunlarımın da yerde halının üstünde sıra ile oturup bana baktıklarını hayal edip içten içe güldüm. Dokuma öğretmenim ise bunu gördüğünde sadece gülümsemekle yetindi.
“Pravda” beni sürpriz bir olayla saflarına dahil etmişti. İşe alındıktan sonraki gün yazı işleri ofisinde kapsamlı bir toplantı yapıldı. Sonunda Galina Serebryakova40 ateşli bir çıkış yaptı. O editörü açıkça eleştirdi ve yapılan birçok hata için herkesi azarladı. Toplantıdan sonra şube müdürüne bu kadının neye güvenip böyle meydan okuduğunu sorduğumda o korka korka nedenini anlattı:
– Nikita Kruşçev 1959’lu yıllarda Kremlin’de ideoloji konularına özel bir toplantı düzenlerken, toplantıya devlet memurları ile birlikte ülkenin tanınmış simaları, yazarlar, şairler, bestekarlar, ressamlar da davet edilmişler. Galina Serebryakova’ya konuşma için söz verildiğinde o tartışılan konudan uzaklaşıp cezaevlerindeki durumların iç açıcı olmadığından, suçlulara karşı insanlık dışı davranışlardan söz etmiş. Kruşçev onun sözünü yarıda kesip yazarın yanlış düşüncede olduğunu söylemiş ve onu samimiyetsizlikle itham etmiş. Kruşçev’in bu sert tepkisini kabul etmek istemeyen Serebryakova kürsüden çıkarak eteğini yukarı kaldırmış, bacaklarındaki “yara” izlerini toplantıya gelenlere gösterip:
– Nikita Sergeyeviç, bu da canlı kanıt. Cezaevlerinde insanlara böyle işkence yapıyorlar, dikkatle bakın.
Bu sahneden neredeyse bilincini kaybeden Kruşçev, politik davranıp:
– Bunlar Stalin hükümetinin iğrenç izleridir, biz böyle vahşetlere izin vermeyeceğiz.
Şimdi bu kadın ne zaman yazı işleri ofisine gelse birden yine eteğini kaldırır diye editörün ödü kopuyor.
Şimdi bana eğitimden sonra Galina Serebryakova ile görüşmem ve ondan bazı talimatlar almam gerektiğine dair görev verildi. Görüşmelerimiz eğitim merkezinin bodrum katında, penceresiz bir odada gerçekleşti. Kadının adını işitince “Neden sadece ondan talimat almalıyım?” sorusunun cevabını görüşmemizin ilk dakikalarında anladım. O zorlu hapishane hayatı boyunca mahkumlar arasındaki sırlı ilişkileri, şifreli konuşmaları mükemmel derecede biliyordu. Tatlı bir konuşma tarzıyla kendisi de yorulmadan coşkulu bir şekilde bana işkencelere nasıl dayanılması gerektiğini, etrafındaki insanları sohbete katmanın yollarını, casusları, eğitimli insanları tespit etme yöntemlerini izah ediyordu.
Sonraki görüşmemizde “İran’da casuslarımız yok mu, onlar bu işlere yaramıyor mu?” sorusuyla kafamı karıştırıp onun daha üç saatlik konuşmasını dinlemek zorunda kaldım. Sohbetini böyle bitirdi:
– Çağdaş dönemde bütün dünyada keşif işleri diplomatik perde arkasında yapılır. Büyükelçilikte güvenlik için birkaç görevli olur. Onlar sadece yerel makamlar tarafından değil, aynı zamanda bu ülkelerde akredite edilmiş diplomatik birlikler tarafından da tanınırlar. Bu nedenle de her görevi yerine getirmezler.
Bu konuşmadan sonra bir daha anladım ki Nikolay Borisov’un tekraren elçilikle temasımın az olması konusunda verdiği talimat boşuna değil. En zor anda ise sığınacak yerim elçilik olacaktır. Vaziyet suç boyutuna varırsa beni alıp gerekli adrese bırakacakları konusunda uyarıldım.
…İran’daki süreçler ülkeyi inkılaba götürüyordu. Tahran gezimle ilgili aldığım talimatlar bundan kaynaklanıyordu. Tahran’da İran Radyo ve Televizyonu’nun birinci kanalında muhbir olarak çalışacaktım. Benden nüfuzlu Ayetullahlar da dahil olmak üzere ülkedeki önde gelen siyasi şahsiyetlerle yapılan röportajların ham41 görüntülerini almam istendi. Ülke siyasetine etki etme imkânına sahip olan on yedi insanın listesi verilmişti. Bu isimleri iki üç defa okuyup ezberledim. Adları yazılı olarak yanımda götüremezdim. Yola çıkmama bir hafta vardı. Siyasi talimatları Nikolay Borisov adlı milis42 generalinden alıyordum. Bana söylediği adının, soyadının, rütbesinin ve fonksiyonunun doğru olup olmadığını hiçbir zaman bilemedim. Eğitimlerden sonra ilişkimiz tamamıyla kesildi. Onu hiçbir zaman üniforma ile görmedim. Rütbesini ilk tanıştığımızda kendini takdim ederken söylemişti. Görüşmemizin sonunda her seferinde başını hareket ettirerek ve buruşuk dudaklarını biraz büzerek tüm hazırlıklardan memnun olduğunu gösteriyordu. Görevler hakkında sohbetimiz bittiğinde “Sizinle özel konuşmam gerekiyor.” deyince bunu bekliyormuş gibi yüzüne biraz da hoş bir tebessüm katarak arkasından gitmemi işaret etti. Binanın teras katına çıktık. Aynı gemilerin makine kısımlarının yapımında kullanılan ensiz bir merdivenle hayli basamak çıktık. Basamakları saymak ancak burada aldığım eğitimlerin zihnimde oluşturduğu histen ileri geliyordu. Basamakların sonunda yalnız elektrik lambaları ile ışıklandırılan dar bir koridora çıkıp hayli yürüdük. Geniş bir güvenlik kapısının karşısında durmamızla onun içeriden açılması bir oldu. Geniş salon, kapıdan girdiğinde sağ tarafta kanepe, koltuk, dergi masası; sol tarafta ise geniş ve uzun toplantı masası yerleştirilmişti. Salondan dört kapı görünüyordu. Bana göre onlar ofislere açılan kapılardı. Masanın etrafındaki sandalyelerin büyüklüğünden ve pahalı olmasından bu odanın önemli insanların gizli görüşmeleri için olduğunu anladım.
Nikolay Borisov bana oturmak için yer gösterip, duvara dayanan baş taraftaki koltukta oturdu. Onun sağ tarafında sürahi ve bardaklar vardı. Bardaklara su doldurup birini bana uzattı:
– Yoksa konyak ya da votka mı tercih edersiniz?
Farkında olmadan Doğu gelenekleriyle sağ elimi göğsüme koyup teşekkür ettim ve uzatmayı yersiz bularak direk konuya girdim.
– Nikolay Vladimiroviç43, ben Tahran’da bir yıldan fazla kalmak istemiyorum.
O, kesinlikle şaşırmadı. Aksine bakışlarını benden çekmeyerek daha ne sorum olduğunu bilmek istediğini işaret ettiğinde “Bu kadar!” dedim.
Nikolay Borisov:
– Sizi, Tahran’a asker olarak değil, sadece güvenilir bir komünist olarak gönderiyoruz. Sadece yoldaş Mihayıl Suslov’u ilgilendiren görevlerle meşgul olacaksınız. Aslında dediğiniz bir yıl o kadar da kısa bir zaman değil. Bu sürede orada bizi ilgilendiren sosyo-politik süreçlerin bu zamana kadar tamamlanacağını varsayıyoruz. Yani gelecekteki siyasi yapı ve hükümetin sorunu çözülecek. Sovyet hükümeti Tahran’da yönetilen siyasi hakimiyetin bize karşı olan güçlerin eline geçmesine fırsat vermeyecek. Hakimiyetin bize düşman olan kuvvetlerin eline geçmesine hiçbir şekilde razı olamayız. Tacikistan devlet televizyonunun huzurunda yerli halkı için Farsça programlar hazırlamayı istiyoruz. Sizi ve üç kişiyi daha Kültür Bakanlığının vasıtası ile başkent Tahran’da resmî olarak Farsçanın inceliklerini ve bu ülkenin yayın işlerini öğrenmeye gönderdik. Karşılığında o taraf da aynı sayıda uzmanını Rusçayı öğrenmek için Moskova’ya gönderir. Anladınız mı?
Aslında anlamayacak bir şey kalmamıştı. General yeni bir casusluk şeklinden o kadar inançla bahsediyordu ki sanki karşısında bu sırları bilen bir Sovyet vatandaşı ile değil, diğer taraftan resmi bir yetkiliyle diplomatik bir dilde konuşuyor gibiydi.
General “Şah rejimi tam olarak ABD’nin etkisi altında. Yani bizim için bundan daha kötü bir güç iktidarda olabilir mi?” soruma cevap vermek için acele etmedi. Sanki konsantre olmak için zamanı varmış gibi görünüyordu. Öncelikle yerine yerleşti. Sonra boğazını temizledi. Ardından bir yudum su içti. Boğazından geçen su kuyuya atılan taş gibi öyle ses çıkardı ki sanki bunu ağzından çıkabilecek gereksiz bir sözü midesinde yok etmek için yapıyordu.
– Evet, olabilir. Biz Pehleviler hakimiyetinin sonunun geldiğini düşünüyoruz. Bundan sonra hiçbir güç hakimiyeti koruyup ömrünü uzatamaz. Bu ülkede oluşacak kaosun devamlı olması bizim için en kötü durumdur. Kabul edemeyeceğimiz ikinci şey şudur ki Sünni radikaller de dahil olmak üzere Arap ülkelerinde yetiştirilen “İslam-i Cihad” odaklı örgütlerin siyasi iktidarı ele geçirmemeleri gerektiğidir.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Viktor Afanasyev 1976-1989 yıllarında “Pravda” gazetesine başkanlık yapmıştır.
2
Komünist Partisi’nin yerel teşkilatı.
3
Mihail Andreyeviç Suslov, Sovyet devlet adamıdır. Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesidir. 1965’te Brejnev Dönemi’nde Sovyetler Birliği Komünist Partisi ikinci sekreteri oldu.
4
Eski Sovyetler Dönemi’nde gazete redaksiyon ve yayımlanmasında sansürü düzenleyen, baş editörlerin görevlerini yapan kişiler.
5
Çar Hükümeti tarafından 1881 yılında inşa edilen dünyanın en korkunç cezaevlerinden biri olan Moskova’daki Lefortovo Hapishanesi bir askeri hapishane olarak kurulmuş ve daha sonra genişletilerek amacını değiştirmiştir.
6
M. V. Lomonosov adlı Moskova Devlet Üniversitesi (Rus. Московский государственный университет имени М. В. Ломоносова). 1755 yılında kurulan en eski üniversitelerden biridir.
7
Sovyet Dönemi’nde meşhur olan alışveriş merkezleri.
8
borş: lahana, pazı ve bazı yeşil sebzelerle pişirilen lahana çorbası.
9
Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi üyesi
10
Japonya’da bir telsiz telefonun yapılması Nikita Kruşçev’i kızdırır. O, bu konuda SSCB İletişim Bakanı Moisey Shkudi’yi ciddi bir şekilde suçlar. Sadece bir yıl sonra, 1963 yılının başlarında, bakan Altay-1 adlı bir telsiz telefonu test eder. Test, Moskova’da farklı yönlere park edilmiş 30 Volga otomobili üzerinde gerçekleştirildi.
11
Alexandr Vasilyeviç Suvorov, Osmanlı-Rus Savaşlarında Osmanlılara karşı savaşan Rus mareşal.
12
Rusça “Ben anladım.” demektir.
13
“Televizor Voshod” şu anki Ukrayna’nın başkenti Kiev’deki radyo ve televizyon fabrikasında 1945-1991 yılları arasında üretilen meşhur Sovyet ürünüdür.
14
Bu otellerin neredeyse tamamının isimleri İran İslam Devrimi’nden sonra değiştirilmiştir.
15
Eski Türk takviminde yeni yıl Nevruz ile başlar. Bu tarih ayrıca İslam dininin başlangıcı sayılır. Günümüzde İran’da takvim 21 Mart’ta değişir.
16
Kazan, Rusya Federasyonu’nun Tataristan Cumhuriyeti'nin başkentidir. Nüfuzun yüzde doksan beşi Müslüman-Türklerdir.
17
Son yıllara kadar Nahçıvan (Azerbaycan Cumhuriyeti), Erdebil, Tebriz gibi şehirler ve etrafında da çayhane kafe adı ile biliniyor.
18
Başta Doğu ülkeleri olmak üzere çeşitli bileşimlerden yapılmış tütün içme tezgâhı.
19
Tahtadan veya demir çerçeveden yapılıp üstüne ahşap konulan bu yerde ortaya sofra açılır ve insanlar etrafında oturur.
20
Sovyet Dönemi’nde sokak ve meydanlara koyulan ankesörlü telefonlar iki kepiklik madeni para ile çalışıyordu. Boyutu uygun olduğu için on kepik de atılabiliyordu.
21
Abu, Çeçen dilinde baba demektir.
22
Ruman, Çeçen dilinde nar anlamında kullanılıyor. Arap dilinde de aynı, muhtemelen Arapçadan Çeçen diline geçmiş.
23
Arzu, Çeçen dilinde kartal anlamındadır.
24
Kur’an-ı Kerim, Yusuf Suresi, 44. Ayet.
25
Çakaran helhar (Чагаран хелхар): savaştan önce çekilen millî halay.
26
El ele tutuşarak birbirine bağlılığı sembolize eden bir dans türü.
27
Tarihî Preçistenka’nın en sonundaki dini bir yapı olan Bokoroditse-Smolenski Novodeviçi Stavropegial Manastırı Moskova nehrinin kavşağında, Lujniki’nin yakınındadır. Bu manastır 13 Mayıs 1524 tarihinde Büyük Dük III. Vasili tarafından 1514 yılında Smolenskin’in ele geçirilmesinden dolayı şükran ifadesi olarak Meryem Ana’nın Smolensk nişanı “Odigitria” şerefine kurulmuştur.
28
Sovyet Dönemi’nde kitapçık şeklinde derlenen takvimin duvar versiyonunda, sayfaların arkasında o gün dünyada meydana gelen en ilginç tarihî olaylar hakkında bilgiler verilirdi.
29
Telefonda neredeyse her gün kullandığımız “alo” kelimesi aslında Alexander Bell’in kız arkadaşının isminin kısaltmasıdır.
30
İran’ın ilk ve tek imparatoriçesi Ferah Pehlevi şahın hakimiyeti sırasında Azerbaycan Bakü’ye geldi, 1972 yılında Azerbaycan’a davet edilen Şahbanu için burada lüks bir resepsiyon düzenlendi.