
Полная версия
İdikut Roman
– Size iyi yolculuk diliyorum! dedi Melike dantelli başörtüsünü sedef gibi dişleriyle ısırarak.
– At izleri ve tezekleriyle dolu kırlara yolculuk edeceksiniz galiba? dedi endişelenerek.
– Evet, öyle bir mekâna gideceğiz! Cengizhan Baturun huzuruna gideceğim!
– Affedersin sevgilim! Bu sözü söyleyen dilim kesilsin, dişlerim kırılsın!
İdikut, Melikenin çekici bir afallayışını, sevimli hüzünlerini gördü.
– Oraya sığınmak için gitmiyorum melikem! dedi yumuşak bir biçimde, – Gönlünde şek şüphe olmasın!
İdikut’un bu sözleri Melikenin perişan gönlünü sakinleştirdi.
– Ben yemek getireyim! diyerek Melike mutfağa gitti, gül tabaklarda yemek ve meyveler getirip masaya dizdi.
– Buyurun, çok acıktınız belki! dedi Melike.
– Ya sen! Yemeyecek misin? dedi İdikut tebessümle.
– Ben! Size baksam yeter, kalbim aydınlanır!
– Öyleyse Melikem hiçbir şey yapmadan gece gündüz yanınızda oturayım! diye güldü İdikut.
– İyi olurdu! Emin olurdum!
– Ebedî beraber yaşayacağız!
Melike kalkıp eşinin sıcak ellerini tutarak ateşlenen yüzüne usulca yaklaştırdı, heyecanlandı. Eşi onun siyah saçlarını okşadı.
– Yüreğin hızlı çarpıyor, benden endişe mi ediyorsun?
– Endişem kaygım yok! Mutluluk anında yüreğim beni dinlemiyor, çırpınıyor. Nefsim, mutluluğum, özgürlüğüm sizin elinizde. Dileğim sizi şeytan azdırmasın!
Bavurçuk Art Tekin hassas eşinin esrarengiz tebessümünden bir endişe sezdi.
– Gönül sırrını bana ayan eyle, yoksa sana bakıp ben de üzülürüm!
Melike yarı açık dudaklarını beyaz inci dişleriyle “Ne yazık ki Cengizhan zamanında doğmuşuz!” der gibi ısırdı.
– İkimizi Cengizhan ayırmasın diyorum! Endişem budur. Düşüncem de budur!
Bavurçuk Art Tekin kırmızı halının yukarısında asılı bir eski dutarı5 eline aldı.
– Vay be! Ne güzel! O güzel sesinizi bir dinleyeyim! Hayatımın efendisi, hakanım benim! diyerek çok sevindi Melike,
– Duygu kapılarını açıp hayata güzellik katan bir müzik sesini çok özlemiştim. Şimdi dileğim gerçek oluverdi! Ne güzel! Gönlümün baharı, buyurun sizi dinliyorum!
Bavurçuk Art Tekin, dutarı ezgin bir melodiyle çaldı, inletti, ağlattı, sonra müziği hüzünden kurtardı, durdu. Dutarı halı üzerine usulca koydu. Melikenin elinden tutup güllü kumaş ve atlasla örtülen yataklar, gömme dolaptan alınan yün yastıklar üzerine çekti, öptü ve yatırdı…
– Kusmayin bugün yine gelmedi! dedi Melike ipek gibi yumuşak saçını parmakları arısına alıp,
– Onun evi mağaralardır, yakışıklı bir yiğit olarak gelişiyor. Karakteri size benziyor. Kendi odasını hep unutuyor. Av avlamayı çok seviyor!
– Onu kendisine bırak! Bence o ok atmaya ve okumaya çok meraklı.
– Orası öyle! Ama yüksek dağlardan korkuyorum!
– Oğlumuz korkmuyor da sen neden korkuyorsun ki?
– Endişe ediyorum… Ama o gayretli, cesur birisi!
– İradeli, azametli olmak kolay değil. O eğer İdikut askerlerine katılıp sınırımızı korumak isteseydi bundan memnun olurdum!
– İstiyor! Ben çok defa duymuştum!
– İzi takip et! Bul! Yola düş! diyerek bir telaşla gittikçe büyüyor. Ama güzel çağlarının hızlı geçmekte olduğunu fark edince mutlulukları bir anda kaybolmuş gibi hüzünlü bir suratla eve geliyor.
– Yeter ki Babam Cengizhan’a aldanmasın diye yanıma gelip diz çökerek oturup benimle konuşuyor.
Ay çıktığında gecenin sessizliği daha da artmış gibi oldu. Melike saçları çözülmüş ve yastıklara dağılmış bir halde uyuyakaldı.
İdikut, eşinin güzel yüzüne sevgiyle uzun uzun bakarak oturdu. Avluya çıktı. Geniş üzüm tevekleri altında yürüdü. Çeşitli çiçeklerin hoş kokuları gönlünü ferahlattı.
Sarayın dış ve iç kapıları sonuna kadar genişçe açıldı. İdikut beyleri önceden anlaşmış gibi bir birinin arkasından giriyordu. Bavurçuk Art Tekin de hoş bir surette rahat adımlarla saraya geldi. Beyler onu görünce yerlerinden hemen kalktılar, ellerini göğüslerine koyup baş eğip ihtiramlarını ifade ettiler. İdikut tahtına geçtikten sonra onlar oturdular ve hep birlikte İdikut’a baktılar.
İdikut,
– Bugün yüce halkım için yolculuğa çıkıyorum. Tanrım büyük ve her şeye kadirdir. İstikametim halkıma dönüktür. Halk için kurban olmaya hazırım. Halkım benim saadetim ve onurumdur. Bu yolculuğum halkım içindir! diye hararetli bir konuşma yaptı
– Kıtan’ın başı elimde, onu Cengizhan’a armağan etmem lazım. Rüyamda bile görmediğim kağanın huzuruna gitme zamanı geldi.
– Ne kadar çabuk olursak o kadar iyidir! dedi Atay Sali.
– Doğru söylediniz üstadım!
– Cenabı Tora Kaya’nın söylediğine göre çok sayıda hediye sunacakmışız! dedi İdikut hiçbir şeyi gizlemeden
– Cengizhan’a Beşbalık’da yetişmiş, hızlı koşan savaş atlarından birini verelim. Şimdi en önemli mesele, yolculuğu başlatmaktır. Yola çıkış tarihini hepimiz anlaşarak belirleyelim!
Müsteşarlar bir birine bakıp yolculuk tarihini büyük zat İdikut kendisi belirlese daha iyi olur diyerek mütevazı bir tavır takındılar, kimse bir şey söylemedi.
– Öyleyse ben söyleyeyim! dedi İdikut sözü uzatmak istemiyor gibi
– Cengizhan huzuruna yapılacak ziyaretimiz 1210’cu yıl Başak ayının 15’inci günü olsun!
Atay Sali ,
– Tanrım bizi maksadımıza kavuştursun! dedi.
– Bu yıl, bu ay, bu gün hepimiz için kutlu, unutulmaz bir zaman olsun!
– Tanrımız hepimizin yolunu açık kılsın. Sağ salim dönelim!
– Tanrıdan gece gündüz dileğimiz budur! dediler hep birlikte.
– Varış tarihimizi Cengizhan’a bildirmemiz gerek, kutlu hakan! dedi Bulad Kaya yerinden kalkıp
– Yarın elçiler yola çıksın… Bu müjdeden Cengizhan haberdar olsun!
Bavurçuk,
– İyi fikir! Öyle yapalım!
Tarkan Bilge Buka, – Yarın elçiler yola çıksın! dedi.
Tarkan Bilge Buka elini göğsüne koyarak mutlu bir ifadeyle, – Kimler gidecek? diye sordu.
– Kalmış, Kata, Ömer oğul, Hadır gidecek! diye cevap verdi Tora Kaya.
– Fermanınızı yerine getireceğim, yarın elçiler yola çıkacak!
– At ve develer hazırlansın! dedi Bavurçuk.
– Baş üstüne hakanım!
– Sarayda Bulad Kaya, Tarkan Bilge Kaya kalsın. Üstadım Atay Sali’nin de rahipleriyle beraber İdikut devletinin saadetini tanrıdan dileyerek yanımda kalmasını istiyorum.
Moğol Evladı
Başak ayının 15’inci günü de geldi. Bavurçuk Art Tekin, oğlu Kusmayin ve eşi Aygümüş Melikeyle vedalaşarak evden çıktı. O saraya gelip hanlık elbisesi ile çep çekmen giydi, başına değerli mücevherlerle süslenmiş hanlık tacını taktı, beline altın kılıç astı, sol parmağına zümrüt yüzük, sağ parmağına “İdikut Devleti” yazısı kazınmış altından yüzük mührünü taktı. Yol arkadaşı Tora Kaya da belindeki kemere kılıcını asıp, çizmesini parlatıp hazır olmuştu.
– Hakanım! dedi o İdikut’un önüne yaklaşarak.
– Kervan yola çıktı, yedek atlar da gitti. Özel muhafızlar da hazırlandı.
Bu vakitte tüm saray memurları, beyleri Bavurçuk Art Tekin’e hürmet ve saygı için büyük meydanda toplanmıştı.
– Saman yorgayı eyerlettim! dedi Tora Kaya
– Atı getirin! diye buyurdu.
Tarkan Bilge Buka atı Bavurçuk Art Tekin’in önüne getirdi. Bulad Kaya ise İdikut’un ata binmesine yardımcı oldu. İdikut gümüş üzengiye ayağını basarak ata bindi.
– Hoşçakalın vatandaşlarım! dedi Bavurçuk Art Tekin üzüntüyle.
– Hepinizle selamette tekrar görüşmek diliyorum!
– Güle güle!
Bavurçuk Art Tekin’in özel muhafızları, başlarına zırh giyen, ellerinde kalkan, özel seçilmiş savaşçı süvarilerden oluşmuştu. Onlar ok, yay, kılıç, mızrak, hançer ve baltalarla donatılmıştı.
İdikut’un atı yan tarafına inen kırbaç darbesinden irkildi ve ileri doğru fırladı.
Aygümüş, ok gibi fırlayıp kapı önüne çıktı. İdikut halkı ise şehir dışında bekliyordu. Melikenin bir noktaya dikilmiş gözlerini hüzün sardı. Gözyaşları küçük inci taneleri gibi yüzünde yuvarlamaya başladı.
– Neden geldim buraya? diye iç çekti Melike ve yavaşça arkasına döndü.
Bunu uzaktan fark eden Tarkan Bilge Buka Melikenin yanına çabucak geldi ve aceleyle, – Tanrı dilediğinize kavuştursun Melike âlileri! dedi.
Melikenin suratı birden değişti. Melike bu kötü niyetli adamı hiç sevmiyordu. “Yalan söylüyor.” diyordu içinden.
Tarkan Bilge Buka Melikenin tedirgin durumunu görünce onu daha da kaygılandırmaya çalışarak riyakarca güldü.
– Benim gönlüm de üzüntü var. İdikut devletinin refahı, huzuru ve mutluluğuna gölge düşmesin diliyorum. Tanrı Cengizhan’a insaf versin! Onun ne kötü niyetleri var kim bilir? Biz taş sayarsak o kum sayarmış! Sizinle avamın kaderi ve Bavurçuk’un kaderi nasıl olacak ki? Küçük ejderhadan kurtulup şimdi acaba büyük ve vahşi ejderhaya mı tutulacağız diye çok endişeleniyorum!
– Cenabı İdikut önünde böyle kötümser kuşkularınızı niye söylemediniz? Şimdi gelip de şeytan gibi laf ediyorsunuz! dedi onun art niyetli konuşmalarından nefret eden Melike.
– Size söyleyeyim, o büyük zat benim fikrime karşı çıktı. Belki sizin izzet hürmetinize de itibar etmedi! dedi Tarkan Bilge Buka.
Melike onun sözlerinden, İdikut ile arasında büyük bir kin ve düşmanlık olduğunu hissetti. İdikut’un dediği “Tarkan’dan sakın!” sözü aklına geldi.
– Cenabı İdikut sizden, “Babamın veziri, akıllı adam.” diye bahsederdi. Sizinle konuşulacak bir mesele var! Bunu Cenabı İdikut bilir galiba? diyerek Melike bilgi almak için onu biraz övdü.
– Günahım büyükse cezam da büyük olur. Biliyorum, ama Cengizhan sonradan Türkistan’a istila seferi başlatacağım derse ne olur? diye devam etti Tarkan Bilge Buka.
– Ne demek istiyorsunuz? dedi Melike endişeyle.
– Cengizhan, Bavurçuk’u kendisiyle beraber Müslüman devletlerine götürürse ne olacak? Bilgili, akılla insanların Cengizhan’a hizmet etmesi mümkündür. O zaman Beşbalık’da kim kalacak? Tora Kaya? Hayır! Eğer söylediklerim doğru ise gelişmeler aynen böyle olacak. Cengizhan’ın kaplanları, köpekleri, güvendiği adamları, casusları, kadına düşkün sapıklarının Beşbalık’da hakan olacağı muhtemeldir. Sahipsiz bir eve fare de sahip çıkabilir. O zaman onlar istediği her şeyi yapabilir. Ben öyle düşünüyorum! diyen Tarkan Bilge Buka’ya
– Beni bu kadar üzüntüde bırakmayın! dedi Melike asık suratlı Tarkan’a ve devam etti,
– Kutsallarımız çiğnenemez! İdikut var! Mutlu Uygur var! Neden hor görülsün halkım! Buna inanmıyorum! Hepsi boş laf! Niçin öyle dehşetli günler olsun? Olmayacak! Halkım aşağılanamaz! Bu kötümserlikten vazgeçin! sözüne Tarkan Bilge Buka,
– Bavurçuk Art Tekin yabancı yerlere, uzak mekânlara niçin gidiyor? Başıyla secde etmeye, diziyle diz çökmeye giden o mutlu kocanızdan ne saadet bekliyoruz? İster inanın, ister inanmayın yakında her şey belli olacak, değişecek! İdikut devleti kökünden kuruyup gidecek! Affedersiniz Melikem!? Bu belayı önlemeniz lazım! Biz İdikut’a göre aciz miyiz? diye mukabele etti.
Melikenin yüreği daraldı ve içinden, – İdikut’u koru ey Tanrım! dedi ve yanaklarına süzülen gözyaşlarını sildi.
Tarkan bu gözyaşlarını görünce daha da üzerine gelerek konuşmaya başladı.
– İdikut’un yakışıklı oğlanları, güzel kızları da saldırıya, tacize uğrayacak. Reziller onları kötüye kullanacak. Kötü bir kaderle arzu ve emelleri kül olup savrulacak. Horlanıp hakaret ve işkencelere maruz kalacaklar. Ah Tanrım, bu ne felaket! diyen Tarkan Bilge Buka’ya
– Yeter artık! dedi Melike
– Yüreğime indirmeyin! Bahar gelecek, saltanat kalacak! Uygur’un özgürlüğü, mutluluğu yok olmayacak!
Melike bu korkunç ve kötümser sözlerin etkisinden kurtulamayarak kaygı ve endişe içinde evine döndü.
Bavurçuk Art Tekin İdikut sınırını geçmiş Moğol toprağında ilerliyordu. O, Moğol muhafızlarının koruması altında kendini hiç mutlu hissetmedi, üzüntü de duymadı, sürekli hayal ediyordu. Her yer kum, ak kum, çöl denizi… Atların yürüyüşü sanki yavaşlamış. İdikut kendi vatanı hakkında düşünüyordu. “Kutsal vatan, yüce halkım. Sana köprü olarak hizmet etsem, o zaman bahtım açılacak. Atalarımın cesedinin yattığı, onların güç kuvvetiyle inşa olan Beşbalık’ı aç gözlülerden korumak için gidiyorum… Nilüfer gibi Aygümüş Melikem benim gibi vatansever bir insan. O da kaygı duyuyor galiba. Tarkan Bilge Buka Aygümüş Melikeye Cengizhan’a gittiğimi muhakkak söyledi. Ama bu söylentileri ballandırarak, abartarak söylemesi muhtemeldir. Aygümüş Melike iradeli kadındır ama fitne fesat çıkaran sözler aydınlık kalplere gölge yapabilir. Ey Buda Tanrım! Töhmeti reddet! Ona itibar etme! Ey Tarkan, uzun dilini kesecek bir zaman da gelir! Önce memleketime aman esen döneyim. Beyhude gözyaşı dökme Melikem! Elimde senin mızrak ve kılıcın var. Beni koruyacak, ejderhadan kurtaracak…” diye düşündü.
Haberciler Kutlu Uygur’u karşılamak için özel bir orduyla atlanıp ihtiram debdebe ile çıkmışlardı. Atlı ordu gürültü ve şakırtı kopararak onların önüne gelip durdu. Atlarından inip Bavurçuk Art Tekin’e selam verdiler. Onlar tam bugün karşılaştılar. Arka tarafta yüksek ve geniş gök kubbe altındaki zeminde armağan edilecek şeylerle yüklü arabalar, atlar, develer geliyordu. Onların arkasından kopan toz duman arasından kağnı yolu gözüktü. Güneş battıktan sonra etrafı alaca karanlık ve esrarengiz bir sessizlik bastı.
– Bu yollar eski yollardır! dedi muhafızlardan biri Moğolca.
– Bize gösterdiğiniz saygı için teşekkürler! diye Moğolca mukabele etti İdikut da
– İşte ben bu yolda yürüyorum! diye güldü.
Uygurlar bindikleri atları başka atlarla değiştirdi. Şimşek hızıyla koşan atlara kırbaç gerekmiyordu. Üzengisiyle iki yanına hafif bir dokunuşla ayaklarının yere değdiği bile zor görülen atlar rüzgâr gibi uçmaya başladı. Boyu kısa sırtı geniş Moğol atları da İdikut atlarının çıkardığı dumanı bastırarak arayı açmadan koşuyordu. Susuz, ağaçsız çöl arkada kalıyordu. Uzakta tepeler, tepelerin üstünde turalar gözüktü. kulelerde ateş yanıyordu.
– Kağana bizim gelmekte olduğumuzu haber veren ateş! dedi Bavurçuk Art Tekin’le beraber gelmekte olan zayıf adam.
Bu adam yedikleri hiç vücuduna yansımayan bir Noyandı6 Onun sözünü İdikut kimseye tercüme etmedi.
Ateşi görünce bunun ne anlama geldiğini hemen anladı Tora Kaya. Çünkü Beşbalık tepelerine de böyle gözetleme kuleleri yapılmıştı. Oraya yaklaştıkça tepeler etrafında at koşturan gruplar çoğalmaya başladı. Gene açık ve düz bir alan göründü.
Tora Kaya atının gemini biraz çekerek arkasına dönüp baktı. Kimse gözükmedi. Fakat haydutlar kervanın önünü kesmiş düşüncesiyle endişeye kapıldı Tora Kaya.
Tora Kaya’nın bu endişesini Enjirga isimli adam hemen fark etti. Atını kırbaçlayıp Tora Kaya’nın sağ tarafına geçti ve
– Onlar sizin zannettiğiniz gibi değil, emin olun! dedi ve sadaktan fırlayan ok gibi uçup en öne geçti. Ama İdikut, Tora Kaya’ya
– Muhafız Enjirğa’nın ne dediğini tercüme etmedi ve ona, – Sen Moğolcayı biliyorsun değil mi? diye dönüp bakınca, Tora Kaya güldü.
Tora Kaya Moğol ve Çin dillerini biliyordu. Bavurçuk Art Tekin’e kısa cevap verdi.
– Anladım! dedi samimiyetle.
Kutlu Uygur onun sözünü tastik etti.
– İşte Şarıngoy Dağının zirvesi göründü. Bu Kerulen Nehrinin başlangıcı! dedi muhafız Enjirğa. Kendini rahatlamış gibi hissederek bindiği atın dizginini biraz çekti, elini önüne uzatıp konuştu.
– Burada kale ve surlar yok, verimli bağlar yok. Ama… Ama bizim kale ve surumuz, bağımız kutlu Cengizhan var. Sarı çadırlarımız var!
Tora Kaya, İdikut’un mühim bir şey düşünmekte olduğunu fark ederek başka söz söyleyip onun düşüncesini dağıtmak istemedi. Bavurçuk Art Tekin.
Cengizhan, elçilerine “Önden gidip görün bakalım, keşfedin, konuşun, görüp de arkaya dönmeyin, onları alıştırın, alışmazsa eşyalarını yağmalayın!” demişse, ben şimdi alıştım mı? Eğer Kağan öyle düşünmüşse tamamen yanlış düşünmüş olur dedi.
İdikut, Cengizhan’dan öyle bir fikir ve icranın ortaya konulabileceğinden hiç şüphe duymadı.
– Kafamızı böyle karıştırmayalım! dedi Tora Kaya. İdikut kafasını çevirip
– Onun huzuruna gidiyoruz. Bu bir hakikat! dedi. İdikut,
– Evet, doğru! Cengizhan’ın huzuruna gidiyoruz! Onu sevindirelim!
– Cenabı İdikut, içimdeki bir sırrı söylememe izin verir misiniz? diye Tora Kaya’nın izin istemesi İdikut’u şaşırttı. Ama bu komutanın nasıl bir sırrı olduğunu merak edip ona gülümseyerek,
– Söyle bakalım nasıl bir sırmış? dedi İdikut.
– Biz bir kölenin kölesi olmak için mi gidiyoruz acaba? diyen Tora Kaya kendi hakanına ok attığının farkına varamadı. Bu yüzden İdikut’un gözleri fal taşı gibi büyüdü.
– Beşbalık’ta neden bunu söylemedin? dedi.
– Şimdi gerçeği söylesem! diye kekeledi ve
– Bunlar bu güne kadar şehir merkezi kuramamış, kale sur yapamamış. Cengizhan Kerulen nehri kenarından uzaklaşamamış. Pan Tekin dedem ise Uygur Orhun hanedanının merkezini Kara Kurum olarak kararlaştırmış ve büyük şehirler kurmuştur. O zamanda bunların Bodançara uruğundan türeyen ilk Moğol kabileleri olan Borulas, Odorkınlar, Oyratlar, Mangutlar, Pan Tekine bağımlı olmuşlar, sonra onlar Tangutlar, Besutlar, Hon hotan, Orulad olarak adlandırıldı. Bunlar da Uygur Orhun Hanedanına bağımlı olmuşlardı. Pan Tekin dedem Orhun’u terk edip göç ettiğinde gene bunlar bir araya gelemediğinden kendi aralarında birleriyle savaşıp bir haydut gibi birbirlerini, soydular! dedi.
Tora Kaya sözüne devam etmedi. Bavurçuk Art Tekin küçük kabilelerin kaderini Tora Kaya’dan iyi biliyordu. Fakat doğru bulmadığı fikirleri tekrar dile getirdi.
– Biz kölenin kölesi olmaya gitmiyoruz! Bunu bilmeniz gerek! dedi kesin bir sesle.
Tora Kaya yine de aldırmadan devam etti,
– Cengizhan’ın bu hareketinde, yani Uygurlar ile yakın irtibat kurmasında her halükarda iki niyet bulunmaktadır. Birincisi, Uygurları Moğol kültürüne çekmek ve eritmek; ikincisi ise yabancıları yabancıların eliyle mahvetmek ya da yakın komşularına saldırmak, uzaktakilerle dostluk kurmak. İkinci düşünce bence en tehlikeli olanıdır. İdikut’un ister gönüllü ister korkutularak bu ikisinden birini seçmesi gerekmektedir.”
– Şimdi bizim bu işe iki sebeple girmemiz gerek!dedi Bavurçuk Art Tekin ve devam etti.
– Ama ilk şart, Uygurlara zarar gelmesin diye!
– Sizin sevinmenizi çok istiyorum! dedi Tora Kaya.
– Beraber sevinelim! Fikrimizde sabit olalım! Bu göçebe, cahil, kültürsüz Moğolların bize haksızlık etmesine asla müsaade etmeyiz! dedi Bavurçuk Art Tekin.
– Ama Cengizhan da bir insandır. Onun vahşi bedevi kibirli haline bir bakalım. Tangut, Nayman ve Curcitleri perişan eyleyip daha mağrur olmaya başladı. Şimdi bize ve başkasına göz dikip irtibat kuralım diyor! diye karşılık verdi Tora Kaya.
– Bekleriz o zaman! En mühimi, Cengizhan ile bizzat görüşmek. Belki bize düşündüğümüz gibi kötü davranmaz?! diyerek Bavurçuk atını eyeri üzerinden kırbaçladı.
– Kağana çok itibar göstermeyelim! iyendi Tora Kaya’ya Bavurçuk.
– Karşılaştığımızda belli olur zaten, iyi mi kötü mü hepsini hissederiz. O ana kadar sabredelim
Onlar çok yürümedi, yem yeşil vadinin yem yeşil tepesine dikilmiş Cengizhan’ın karargâhı; büyük, geniş, görkemli Sarı Çadır, göründü.
– Tanrıya çok şükür! dedi heyecandan tüm vücudu sarsılan muhafız ve kırbacını başı üstüne kaldırdığı zaman has muhafızlar,
Kihe! kihe! kihe! diyerek, sanki Kağanın duymasını istiyor gibi her taraftan hep bir ağızdan bağırdılar. Bu sert, kaba sesler etrafta yankılandı.
Bavurçuk Art Tekin bu vadide beslenmekte olan ya da o yandan bu yana koşturup duran atlıları hiç görmedi. Fakat Sarı Çadırdan biraz uzakta bulunan yüksek ve büyük bir kazığa bağlanmış bir at dikkatini çekti. Bu Cengizhan’ın atıydı. Gök kubbe öylesine güneşli, hava öylesine temizdi. Güneş bu vadiyi ışıklarla sarmış, rüzgârlar bitkileri oynatıp tüm vadiyi dalgalandırıyordu. Çöpler arasında bir tane bile at gübresi bulunmuyordu. Vadi ev gibi temiz ve düzenli gözüküyordu. Ama ortada gölgelik bir ağaç bile yoktu.
Çok geçmeden, uzakta atlı askerler göründü. Onlar gittikçe çoğalıp Cengizhan’ın karargâhını yüzük şeklinde kuşattı. İdikut Devleti’nin hakanı Bavurçuk Art Tekin ve beraberindekiler, İdikut askerleri ve onların komutanı Tora Kaya, at muhafızı, at surlarının içinde kaldı. Bu hareket misafirleri çok duygulandırdı. Tepenin arkasında askerlerin karargâhı vardı.
– Mirza mahpus kaldık! diyerek Tora Kaya güldü ve İdikut’a baktı.
Derin duygularına güvenen İdikut bunu hapis değil, hürmet ihtiram olarak düşündü.
– Cengizhan ile hapis içinde konuşmayacağız ki! dedi Bavurçuk Art Tekin mağrur halde
– Endişe ve şüpheden uzak duralım şevketli Tora Kaya cenapları! Uygurlara büyüklük ve metanet yakışır!
– Yaratan Tanrım bize yardım etsin! diye mukabele etti Tora Kaya.
İdikut’un hızlı koşan savaş atları dizginleri çekildikten sonra yavaşlamaya başladı. Ama uzun yoldan gelen atların gözleri hâlâ yuvasından fırlamış gibi gözüküyordu.
– He barı!7 dedi İdikut.
Atlı ordu şimdi bu tarafa doğru koşarak geliyordu. Çok geçmeden atlı askerler sarı çadırdan başlayıp Bavurçuk Art Tekin’e kadar iki saf olarak dizildi. Bavurçuk Art Tekin gösterilen bu itibar (belki dalkavukluk) ve saygıdan dolayı sevindi. O hâlâ at üstünde geliyordu. Sarı Çadırdan başlayarak yüz adımlık mesafeye Kaşgar’ın güllü halısı, Hoten, Belh, İran, Buhara, Semerkant, Nişapur ve Bağdatlardan getirilmiş kırmızı halılar, Moğolların süt gibi beyaz kilimleri serilmişti. İdikut bu döşemeleri görünce durdu, ama gümüş ve yeşim taşından yapılmış eyerden inmedi.
Moğol askerleri,
– Kağan! Kağan! Kut sahibi! Şeref!
– Kağan Büyük! Kağan deniz!
– Geliyor! Kut sahibi geliyor! diye seslenerek sarı çadırı işaret ediyor, kurt gibi uluyorlardı.
Sarı Çadırdan büyük zat, sarı sakallı Cengizhan çıktı. Herkes susmuştu. Kağan, Bavurçuk Art Tekin önünde dikilip durdu. İdikut da at üstünde ona bakıyordu. Cengizhan iki adım ilerleyince İdikut attan indi ve ona doğru sakin adımlarla yürüdü. Moğol askerleri, – İdikut! Şanlı İdikut! diye bağırdılar.
Bavurçuk Art Tekin, Kağan’a değil vadiye bakıyordu…
Nehri takip ederek gelmekte olan atlı Noyanlar Cengizhan’ın karargâhtan çıkmasını bekliyormuş gibi gitgide çoğalmaktaydı. Onlar uzakta durup, biri karargâhın önüne, biri arkasına, bir grup askerse sağ ve sol tarafa geçerek İdikut ve beraberindekilere saygı gösterisinde bulunuyorlardı.
Kerulen Nehri ve etrafı çok güzel bir yerdi. Yem yeşil yaylak, nehir kenarında yetişmiş yaban söğüt ve dikenli çalılar, biraz uzaktaki yamaç ve tepelerde yetişmiş hayıtlar, çıngırak dikenler, kabuklarından toz duman kopan ve sertleşmiş timsah derisi gibi gözüken çınarlar boy gösterip etrafı gözetliyormuş gibi dik duruyor ve eğri dalları nehri gölgelendiriyordu. Etrafta gözün gördüğü her yer yemyeşil otlarla kaplanmıştı. Sesinden gür aktığı hissedilen nehir ve serin hava insana huzur veriyordu. Uçsuz bucaksız vadide açan çeşitli çiçeklerin hoş kokuları her taraftan geliyordu.
“Pan Tekin dedem bu bereketli Kerulen Nehri kenarında kaç defa otağ diktirip emirler verip kutsal hanedanını yönetmiş olmalı! diye düşündü İdikut hayranlıkla.
“Ya hazret! Manzarası ne kadar güzel bir vadi bu! Belki Pan Tekin dedemin ve ona tabi olan doğu Uygurlarının duasını aldığı için mi burası bize böyle güzel, böyle hoş geliyor acaba! Cengizhan’ın kalbi şu an görmekte olduğum bu tabiata mı benziyor yoksa tam tersi mi?” diye içinden geçirdi.
Bavurçuk Art Tekin’in derin düşüncelere daldığını Tora Kaya fark etti ve ona Cengizhan’ın buraya yaklaşmakta olduğunu hatırlattı.
Bavurçuk Art Tekin, Cengizhan’a göre uzun boyluydu, yaş bakımından da ondan çok gençti. Hakanlık kıyafeti, belindeki altın kılıç, sol elindeki zümrüt yüzük, sağ elindeki “İdikut Devleti” yazan altından yapılmış mühür herkesin dikkatini çekiyordu.
Bavurçuk Art Tekin güvenle yere ayak basarak Cengizhan’ın önüne gelip durdu. Kutlu hakan, dünyaca meşhur Cengizhan’dan hiç çekinmedi, aksine rahat ve mağrur bir eda taşıyordu. Yakışıklı bir yiğit olan İdikut’un bu tarzda kendisiyle görüşmesi Cengizhan’ı hayran bıraktı. Onun önünde akıllı, zeki bir delikanlı duruyordu. Cengizhan da onu aslında böyle hayal etmişti. Böyle etkileyici, büyük bir hakan ile rahatlıkla fikir alış verişinde bulunacağına inanan Cengizhan’ın gönlü ferahladı. Ayakta dikilip İdikut’a biraz inceledikten sonra,
– Tanrıya şükür! Tanrım seni sevmiş galiba. Ne kadar yakışıklı bir Uygurmuşsun! diye ona iltifat ederek yakınlık gösterdi. Yüzüne baktıkça tekrar bakmak istiyordu. Kağanlarının yüzünün güldüğünü gören askerler de gülümsediler. Noyanlar ve askerler Kağanın yüzünün sevinçle güldüğünü böylece ilk defa görmüş oldular. Onlar bu görüşmenin hayırlı sonuçlar vereceğini düşündüler. Kağan kamış gibi parmaklarını beline dayayıp ayaklarını gererek duruyordu. Çekirdek gibi küçük gözlerinden ateşli bir ışık yansıyordu. Bunu İdikut iyi fark etti. Bu ateşli ışıktan insanoğlu korkuyordu, dik bakamıyordu. Onun yassı burnu altındaki bıyık ve sakalları sarı ve seyrek idi. Cengizhan, İdikut’a bakıp “Kulan gibi genç ve rahat gözüküyor, huzuruma gelmek büyük bir iradedir. Fikir ve düşüncesi nedir? Aklından neler geçiyor acaba!?” diye düşündü.