
Полная версия
Gagauzlara Dair
Mariya Durbaylo tarafından, 1991 yılında Ukrayna’nın Reni bölgesinde Kotlovina köyünde, 1921 doğumlu Zinaida Dimçeva’dan derlenen Aşık Gaarip destanı, balaur gibi mitolojik varlık, kanatlı yılan ve olağanüstü at motifleri ile destan özellikleri göstermektedir. Ayrıca, destan kahramanının düğünde kemençe çalması ve sevgilisi tarafından tanınması ile Dede Korkut’tan Bamsı Beyrek hikâyesini hatırlatmaktadır. Kemençe ile anlaşma, sürgün edilme, gemiyle mektup gönderme de üzerinde durulması gereken motiflerdir.
Bu hikâyede, bir padişahın çok güzel bir kızı; halktan yoksul birisinin de güzel bir oğlu varmış. Zamanla bu kız ve oğlan birbirlerini sevmişler. Bunu haber alan padişah delikanlıyı ülkesinden sürer. Delikanlı onbir yıl ülkesinden uzak kalır.
Padişah, güzel kızını, Hasan beyin oğluna vermek ister. Büyük bir kedere kapılan kız, sevdiği delikanlıya bir mektup yazıp gemiciye verir. Liman liman dolaşan gemici sonunda Âşık Garip’i bulur ve kızın kederli mektubunu verir. Âşık Garip çaresizlik içinde çırpınırken ortaya “balaur” denilen mitolojik kanatlı bir yılan ve olağanüstü özellikleri olan atı ile bir adam gelir. Bunlar çok uzun mesafeleri kısa zamanda alırlar. Ülkesine gelen kahraman, Bamsı Beyrek hikâyesinde olduğu gibi, sevdiği kızın düğünün başladığını görür. Düğünün yapıldığı yere gidip Kemençesini çalmaya başlar. Kız kemençenin sesinden sevgilisini tanır. İki âşık birbirlerine sarılırken Hasan Beyin oğlu da çekilip gider.
Kamber, Türk dünyasından ortak motifler taşıyan çok iyi bilinen halk hikâyesinin bir varyantı Lüba Çimpoeş tarafından derlenen ve edebiyat diline uydurulan Garip Kamber destanıdır. Metnin başında Gagauz folklorcusu ve bilim adamı Stefan Kuroğlu’nun, destan kavramı ve destan anlatma biçimine dair tespitleri bulunan bir yazısı vardır:
“Garip Kamber” Gagauz halkın novella dastanı, “Aşık-Garip” dastanın bir variantı. Dastannar –halkların harcanmaz zenginlikleri, angılarını sular almaz, kumnar gömmez, vakıtlar silmez. En palı folklor sedeflerini halk ürende taşıer, palı uşaanı gibi koruer, sallangaç türküsünden ayırtmeer. Dastanı “Garip Kamber” Gagauzlar getirmiş Bucaa, Balkan erinden, açan diiştirmişler erlerini.
İhtiarların annatmalarına göre, bizim dedeler “Garip Kamberi” saatlan türkü gibi çalarmış. Bu Gagauz das-tanın parçası sefte “Bucak Sesleri” kiyadında 1959 ilde tipar oldu. Aaraya – araya, bu destanın taa birkaç parçasını bulduk. İzler gösterdi bize Çeşmeküünün da, nerede ellinci yıllarda geçindi türkücünün biri, ani dastanı bütüne bilermiş. Kazahstanı da, Zaporojie tarafını da, nerede umutlanırdık “Aşık Garibi” bulma. Bu umut aslı çıktı. Bu kiatta üze çıkareriz “Aşık Garibin” proza variantını, angısını yazdık Gagauz küüyünde Aleksandrovka Zaporojie taraflarında.
“Aşık Garib” – Oğuz halkların yaratması, angısı donattı başka milletleri de. Dastan “Garip Kamber” –onun bir siirek variantı. “
Çok zengin masal ve hikâye motifleri taşıyan Şah İsmail hikâyesi, baba oğul çatışması, baba tarafından oğlunun gözlerinin kör edilmesi gibi motifleri ile ilginç bir örnektir. Dede Korkut’tan izler taşımaktadır.
“1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı ile İlgili Bir Destan” başlığı ile tespit edilen 23 mısralık bu destan parçasında Anadolu türkülerinden özellikle Yemen türküsünün tesirleri görülen destan, savaşın trajik atmosferini bütün gerçekliğiyle çizmektedir. Muhtemelen, kopuş denilen Gagauzlara ait bir çalgıyla söylenen uzun bir destanın parçasıdır.
Bir destan olarak tanıtılan ve Mariya Durbaylo tarafından 1991 yılında Ukrayna’nın, Reni bölgesi, Katlovina köyünden, 1915 doğumlu Elena Bozacı’dan derlenen Menevşe; destan özellikleri taşımayan ve lirik bir türkü olan Ak Asan ile Saşa türkü formunda eserlerdir. Destan Manileri ezgi ile söylenen manilerdir. Bu küçük metinlerin ve manzumelerin destan parçası olma ihtimâlleri gözden uzak tutulmamalıdır.
Dastan Dizmek/Aalamak, savaşta oğlunu kaybeden bir ananın yaktığı ağıttır. Mariya Durbaylo tarafından 1991 yılında Ukrayna’nın Reni bölgesi Koldovina köyünde derlenen Bezergan Destanı, Bender Oolu ve Şu Ayın Ardında başlıklı üç parçayı, destan parçaları olarak düşünebiliriz. Dastan Dizmek/Aalamak, savaşta oğlunu kaybeden bir ananın yaktığı ağıttır.
Şu Ayın Ardında başlıklı manzum parçaya dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
Şu ayın ardında ardındaBir dolu filcanTefterimize e, yazıldıOniki bin can.Ayın da ardında bir sarı yıldız,Tefterimize yazıldı eOniki bin kız.Vay analar, vay bobalarNicel dayandınız?Burca boylar genç kardaşlarıGenç boydaşları bir yola yazdılar.Sali günü vay, anacım,Aldılar asker, başıma iidirdilerAl çufa kalpak bize.Elimize verdiler tüfek.Vay analar, vay bobalar,Nicel dayandılar?Burca boylar, genç kardaşlar,Kana boyattılar.Şu şinendir içindeHoru çaarerlar,Aneksinin da bir oolu var.Onu da cenge alerlar.Ak sayırın da üstündeBostan mı biter ?Bizim gibi genç çocuklar cenge mi gider?Barabanı pek düverdilerGiderler ileriAl bayrak dikerlerdi,Dönerler geri.Vay analar, vay bobalarNicel dayandılar?Çayır çimen etişik,Erler çiçeksiz kaldı.Garip da analarımızEvlatsız kaldı.Vay analar, vay bobalar,Nicel dayandınız.Gagauz destanlarını tanıtmaya çalıştık sizlere. Sözlerime, Nikolay Baboğlu’nun balada türkülerinden ilham ile kaleme aldığı “Oglanın Legendası” isimli uzun poeminin girişi ile son vermek istiyorum.
Evet değerli dinleyiciler, sözlerimi Oglanın Legendası isimli uzun manzumenin girişiyle bitiriyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum:
Tuna senin suyundan,Bir köprü düzerim bän.Bir kavi köprü uzunEskili bana bulsun…Götürsün beni derä,O eski evellerä,Nerede saklı kaldı,Devlerin girgin adıEh, silsäm legendadan,Pas tutmuş örtülerniEh görsäm, orda ne var,Ne aslı, ne diil aslı.Hem insäm da bakayım,O derin asirleräHem bulsam da açayım,Ne diil belli bizleräDedemä da sorayım,Şatrasında durayım.Da olsun canımduymuşBu günnär ne unutmuş.O geçmiş zamannarıO girgin olannarı (s.191)(Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu-Gagauz Literaturası. Hrestomatiya, Chişinau. 1997)
NOTLAR1. Geroyluk: Kahramanlık
2. Girgin: Yiğit, cesur, atılgan
3. Batır: Kahraman
4. Titsi: Olağanüstü
5. Dragon: Ejderha
KAYNAKÇA1. Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu- Gagauz Literaturası. Hremstomatiya, Chişinau. 1997.
2. Dionis Tanasoğlu- Bucaktan Sesler, Kişinev, 1959
3. Dionis Tanasoğlu- Ana Dili5. Kişinev, 1990
4. Nevzat Özkan- Gagauz Türk Edebiyatı, (Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 12, Romanya ve Gagavuz Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Anakara, 1999.
5. Nikolay Baboglu, İgnat Baboglu- Literatura Okumaları, Kişinev, 1988
6. Harun Güngör, Mustafa Argunşah- Gagauz Türkleri (TarihDil-Folklor ve Halk Edebiyatı) Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002
GAGAUZ HALK EDEBİYATINDA DOBRUCA VE TUNA HATIRALARI
Saba yıldızı, “Çolpan”, “Kervan yıldızı”, nicä dä taa deyärdilär ona eskidän taa şafklı yanardı bu küün üstündä, sansın aydınnadardı bu becenarcıların bitki hazırlanmaklarnı, angıları şamatalı, üfkeli hem kahırlı kalkınärlar tä duuma ocaklarından, da kervan uzaner Tunaya doru, alatlayarak.
(…)
Sora dädu Tanas çıkardı meşinindän bir deridän kesecik, o yazın da meşin taşırdı da, açıp, onu, dedi:
– Tä burayı koydum biraz toprak bizim harmandan, duuma topraamızdan bir auç. Al da taşı yanında, kuvet verir, aklına getirir Balkannarı, bizi, ani kalêrız, hem dä mezarlarda, kırlarda gömülü girgin dedelerimizi, çocuum! Dädunun yaşlandı gözleri, ama bakışı taa da pek çetin-nendi da o pek benzedi bir kudretli bayır kartalına. To-dur, alıp öptü o topracıı:
– Emin ederim, dädu, sana hem duuma erlerimizä!
(1)
Konuşmama, Gagauz âlimi Dionis Tanasoğlu’nun “UZUN KERVAN” isimli romanından, Balkanlardan ayrılışı anlatan bir sahne ile başlamak istedim ve sizleri Gagauzların sıcak söyleyişiyle selamlıyorum..
– Hepinizi saygıyla selamlaarım Paalı dostlar, paalı kardaşlıklar….
Gagauzların kaderini yaşayan ve bu kadere rağmen kimliğini muhafaza edebilen bir başka halka rastlamak mümkün değildir. Moldova Cumhuriyeti’nin güneyindeki özerk bölgelerinde sosyal ve kültürel değişimin; ekonomik bunalımın anaforunda sahipsiz bırakılan Gagauz Türkleri kimlik problemiyle; asıl trajik olanı ise, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Hâlbuki Gagauzlar bu coğrafyalardan Bulgaristan’a Dobruca kırlarında, Tuna boylarında yüzyıllar boyu onurlu bir kaderi yaşadılar. Bu gururlu Türk halkı farklı kültürler içinde, dilini, kimliğini kaybetmedi. Kültürünü kaybetmedi… Hattâ, burada bir kültür yarattılar… Bugünkü Gagauzlar Dobruca’yı, Tuna boylarını hatırlamazlar. Bucak dedikleri Besarabya bölgesini vatan bildiler ve yeni topraklarına sımsıkı sarıldılar. Ancak, türkülerine, masallarına, destanlarına, manilerine kulak verdiğiniz zaman bu coğrafyanın kokusu yakar genzinizi, bu coğrafyaların rengini görür; Mavi Tuna’nın sesini bir Kavuş (Gagauz halk çalgısı) yanıklığıyla duyarsınız. İsmail Habip Sevük, Fırat nehrini anlattığı yazısında: “Nehirlerden sadece su değil, tarih akar” der. Evet, Tuna’yı dinlerseniz, derinlerden, Gagauzların bir ağıtını, bir destanını, genç kız ve delikanlıların sevdalı dudaklarından dökülen bir kaç maniyi, yanık bir türküsünü de duyarsınız… Tuna boylarında yavukluların birbirlerine söyledikleri maniler derinlerden gönlünüze düşer… Sizlere, Tanasoğlu’nun Uzun Kervan romanı ve Nikolay Baboğlu’nun Oglanın Lejendası isimli poemasının dışında Çağdaş Gagauz edebiyatına yansımayan, ama halk kültüründe hâlâ yaşayan Dobruca ve Tuna hatıralarından söz etmeye çalışacağım.
Gagauzlar ilk kez 1065’ten sonra Kuzeyden kitleler halinde Balkanlara gelmişler; Moğolların 1224’te Rusları yenmesinden sonra da Tuna’yı ikinci kez geçerek Silistre ve Varna bölgelerine yerleşmişlerdir. Gagauzların bir kısmının Balkanlar yoluyla Adalara, Anadoluya geçtikleri de bilinen tarihi bir gerçektir. Bu tarihi, Gagauzların büyük aydınlatıcısı Mihail Çakır, Gagauzların İstoryiası isimli eserinde şöyle anlatır: “Türk uzların (gagauzların) birkaç bölmesi erleşmiş Kara Denizin hem Tunanın Semptetlerindä Silistra, Mangalia, Kavarna, Balçik, Varna vilayetlerindä, neredä onlara deyarmişlär: Türk-Uzlar, Oğuzlar, Gagauzlar.” Bir başka Gagauz âlimi Nikolay Baboglu’nun o tatlı lisanından dinleyelim o tarihleri: “Benim gagauz halkımın o yakın dedeleri erleşerlar Balkan yarıadanın poyraz-günduusu taraflarına. Bu erlere o zaman denirmiş Küçük Skifiya (Büünkü Romaniyanın hem Bolgaristanın Dobrucası). Ama alırsak bizim çok uzak dedelerimizi (uzları, oğuzları, hak oğuzları) Onar bir çok uzun zamanda göçmüşlar Balkana Orta Asiyanın meralarından. Bu yol sürtmüş üzlarlen yıl. Bir avuç kadar halk, büük Türk dünnaasının bir parçası, kendi soydaşlarınnan barabar, nereda annaşarak, nerede dokuşarak hayvannarına otlayacek için, geniş çayırlar için dolaşmışlar Azer denizin hem Kara denizin poyraz taraflarından bütün Evraziyanın boş kırlarını da duruklanmışlar Kara denizin batı taraflarında. Uzak dedelerimizin bu uzun yolda gezmekleri için istoriya biza pek az bilgi bırakmış, ama kimi laazımnı işleri taa derin araştırırsak olur bilelim. Ama o zamanki bilgilerdan en paalısını biz bileriz; uzak hem yakın dedelerimiz tutabilmişlar, korumuşlar kendiliini, kendi türklüünü, etkin kulturalarını, dillerini da getirmişler biza bu mirası hiçbir kayıpsız, hiçbir kusursuz. Gelip Balkannara onbirinci üzyılında duruklanerler o zamanki kavi Bizantiya imperatorluun poyraz sınırlarında. Bu devletin padişahlarının kayıllıından düzmüşler kendi devletini, onun adıymış Uziyealet. Düzmüşler onu öla neetlan, ki koruma Bizantiyanınsınırlarını varvarlardan. Bu takım hakoğuzlar bi çala izmet etmişler imperiyanın faydasına, korumuşlar sınırları, ama tezda başlamışlar cenk etmaa o büük kavi imperayiylan da, neçin ki olurmuş büük doruluksuzlar, neçin ki Bizantiya askerleri gururlu halkı, kendi koruyuçularını başlamışlar ayak altına basmaa. Burada peydalanan eni hak oğuzlar (gagauzlar) kabuletmişlar hristiannık dinini, yamanmışlar evropayca çiftçilik işlerina hem da taa iiletmişlar kendi çoktankı zamannardan hayvancılık zanaatını, koruyup uzatmışlar orta Asiyadan hem kırlarda kazanılma oricinal kulturayı. Dörtüz yıl Balkanda yaşamak bırakmış gagauzların kulturasında kimi eni balkanizma motiflerini da. Ama onsekizinci asirin bitkisinda, ondokuzuncunun da başlantısında gagauzlar geçerlar yaşama Basarabiyaya da erleşerlar büünkü Bucak kırlarında.” (2)
Bulgar bilim adamı Atanas Manof ise: “Emine burnundan Tuna ırmağı ağzına kadar Karadeniz’in batı kıyısında ve bahusus Varna, Balçık, Kavarna kasabaları ile bunların mülhakatında; Basarabya’nın Komrat, İsmail, Çadırlunga, Bender Akkermen taraflarında; Bulgaristanın Varna, Provadı, Şumnu, Razgrad, Tutrakan ve Silistreden Dobruca’ya doğru olan hattından şimalî şarkî hattına müvazi olan yerlerinde ve Tuna mecrası ile Edirne taraflarında küçük guruplar halinde serpilmiş olarak yaşamakta bulunan bir millet vardır ki bunlar, vaktiyle bu yerlerde kesif bir surette yaşamış olan ve GAGAUZLAR adını taşıyanların bakiyeleridir.” (3) der. Bugün, Yunanistan, Bulgaristan, Türkiye, Romanya ve başka ülkelere dağılmış; çoğu kimliğini kaybetmiş Gagauzları saymazsak, Moldova’da tahminen yüzyetmiş bin, Ukrayna’nın Odessa bölgesinde kırkbin kadar nüfusa sahip olan bu Türk topluluğu Dobruca dediğimiz coğrafyada, ikiyüz yıldan fazla yaşayan ve merkezi Korbuna olan “Dobruca Prensliği” veya “Uzi Eyalet” adı altında kendi devletlerini de kurmuşlardır. Dobruca’ya adını veren Gagauz Dobrotiç beyden şöyle bahseder Mihail Çakır, Gagauzların İstoryiası isimli eserinde: “Emir bey Dobrotiç, ani beylik (padişahlık) etmiş Küçük Skifiyanın semtlerindä 1354-1383 yılların arasında hem da ondan provintiya – vilayet Dobruca kabul etmiş adı “Dobrudja”
(…)
Dobrotiç bey, gagauzların padişahı, ölä sanlıymış hem kämilmiş her bir işlän, ki onun padişahlına, onun adın vermişlär: “Dobrotça, Dobruca”, eski adın erinä: “Karbunlu Vilyat”
Onsekizinci yüzyıla kadar Dobruca bölgesinde yaşayan, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan Gagauzlar, onsekizinci yüzyıl boyunca kısa aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus savaşlarını takiben Bulgarların baskısı ve Rusların teşviki ile eski yurtlarını bırakıp Moldova içine göç etmeye başlamışlardır. Bu göçte Moldova boyarları Gagauzlara bazı hususlarda yardımcı olmuşlar. Ayrıca bu göçte 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasının da etkili olduğunu unutmamak gerekir. Onsekizinci yüzyıldan itibaren bu coğrafyalarda başlayan göçlerin ilginç tarafı, Müslüman Türkler Osmanlı coğrafyasına yönelirken; Hristiyan Gagauzlar ters istikamete yönelmişlerdir. Olga Karanastas Radova, Gagauzlar Monografiyası isimli eserinde, tarihleri ile bu göçleri, göçlerin coğrafyasını ve yerleşim yerlerini gösterir: “Gagauzlar Bucak (Besarabya) bölgesine sadece Bulgaristan’ın güneydoğusundan ve Yunanistan’dan, Makedonya’dan, Romanya’dan ilk zamanlar onsekizinci yüzyılın sonlarında, 1787-1791 Rus-Osmanlı savaşları esnasında, 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşları esnasında da bu göçler devam etmiş. Bütün bunlar Bucak’taki Gagauz yerleşim yerlerinin sadece ondokuzuncu asırda kurulmadığını göstermektedir.” Bir başka tarihlendirmede ise: “Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında yaşayan Gagauzlar 18. ve 19. yüzyıllarda Balkanlardaki bağımsızlık hareketleri sırasında Bulgarların baskılarına dayanamamış Tuna ırmağı üzerinden Rusyaya göç etmişler (1750-1856) Tuna bölgelerine (1769-1791) ve Besarabya’ya (1801-1812) yerleşmişlerdir” denir.
Amacımız Gagauzların tarihleri hakkında bilgi vermek değil. Bu derleme ile bir gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyoruz. Gagauz halk kültüründe bu coğrafyaların izleri hâlâ canlı bir biçimde yaşamaktadır. Bugün bir Gagauz, Tuna’yı, Balçık’ı hatırlamaz ama Balkan Türklüğünün ortak türkülerinden birisi olan “Alişimin Kaşları Kare” isimli türkünün nakaratı, Gagauzların dilinde şöyle tekrarlanır:
Görmedin mi ol civan Alişimi Tuna boyinda (Balçık yolunda)
(Zajaczkowski, s.67) (4)
Asırlarca, Bizans, Osmanlı, Bulgar, Romen, Sovyet, Moldovan ve Ukrayna bayrakları altında, varlıklarını ortaya koyamayan, sürülen, ezilen, horlanan, kullanılan, asimile edilmeye çalışılan bu küçük Türk topluluğu, azınlık psikolojisiyle sımsıkı sarıldıkları dilleri gibi, kültürlerini de kıskançlıkla muhafaza etmişlerdir. Gagauz Türklerinin folklorunu, tabiatiyle kültürünü, dört katman olarak görmek ve değerlendirmek gerekir:
1. Hristiyanlık öncesi kültürlerinden getirdikleri adetler ve inanmalar;
2. Hristiyanlık,
3. Komşu kültürlerin (Bulgar, Romen, Rus, Moldovan, Ukrayn) tesiri;
4. Önce Selçuklular, sonra Osmanlılar vasıtasıyla Gagauz kültürüne yerleşen İslâmî motifler, inanmalar, âdetler… Bu tesirleri Gagauzların bütün hayatında canlı bir biçimde müşahede etmek mümkündür.
Gagauz kültürünün, tabiatıyle folklor ve halk edebiyatlarının derin yapısını incelediğimizde onsekizinci yüzyıla kadar yaşadıkları Dobruca yöresi ve Tuna coğrafyasının en önemli şekillendiricilerden birisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Elbet biz çalışmamızda bu şekillendiricileri tespit ve tarif imkânına sahip değiliz. Bu toprakların bir kültür atlasını, sadece folklor yahut halk edebiyatı ile sınırlı değil, müzik, dans, tiyatro, mimari, plastik sanatlarla da besleyerek hazırlarken Gagauz rengini de unutmamak gerektiğine inanıyoruz.
Bugün Gagauz Türkleri arasında hâlen anlatıla gelen destan yahut legenda dedikleri Köroğlu, Aşıg Garip, Garip Kamber anlatmalarının; Bizim Nastradin dedikleri Nasreddin Hoca, Köse fıkralarının…Balkanların, Dobruca’nın mirası olduğu inancındayız. Bu mirasa türkülerin, ağıtların, manilerin büyük bir kısmını da dahil edebiliriz. Ancak Tepegöz gibi anlatma parçalarının daha önceki zamanların izlerini taşıdığı, bir büyük destanın küçük bir parçası olduğu da gerçektir.
Türk coğrafyasının en önemli destanlarından Köroğlu, Manov’un verdiği bilgiye göre Gagauzlar arasında da yaygındır. “Anadolu’da yapmış olduğu yiğitlikler Gagauzlar arasında da yayılan Köroğlu, bir ara Dobruca’ya geçmiş, orada da mücadeleye devam etmiş. Nihayet tekrar Anadolu’ya dönmüş ve orada ölmüş.”tür (T. Acaroğlu çevirisi, s.121) (5)
KÖROĞLUBen bir Köroğlu’ydum dada gezerdim,Çalıya çırpıya kelle dizerdim,Esen lüzgardan izler seçerdim,Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim,Demir topuzlan kelle ezerdim,Ben edi daya hükm ederdim,Geçenden baçını isterdim.(Manov, s.172)Türküdeki, “Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim,” mısraı Gagauz ruhunun ifadesidir sanki… Hayatlarını tarım ve hayvancılıkla idame ettiren bu halk, Menzel’in ifadesiyle çalışkan, dürüst ve çok gururludur. Ama, Hristiyan oldukları için Osmanlı İmparatorluğu tarafından ihmâl edilmişler; mensup oldukları yönetimler tarafından Bulgar, Rum… gibi halklara dahil edilmeye çalışılmışlardır. Tarlada, sabanda, hayvanlarının peşinde Türkçe konuşan; daha da önemlisi Allah’a yönelirken kendi dillerinde yakaran Gagauzlar daima yalnız kalmışlardır.
Gagauz folkloru ve halk edebiyatında Tuna’nın ayrı bir yeri vardır. Bir türküde:
TUNA BAŞINDAYıldırcım gittim Tuna’yaTuna başında pınar var,Pınar başında kızlar var,Kızlar var, bez çırpêrlar,Olannar ot biçerlär.Ey mari kız, versene bakırcını,Sulayım ben dä al kuratcıımı.Ey, bä olan, sän nereliysin?Ey, mari kız, ben bir Beşalmalı,Bu gece bän burada kalmalı.(Tanasoğlu, s.94) (6)Bir başka türküde bir Gagauz genciyle ağabeyinin acıklı hikâyesi vardır:
TUNADAİşidiniz, söleyim,Nelär oldu Tumarvada,Tumarvada, Tuna suda.Tanas olan yavklu oldu.Çarşamba günü perşembää karşıKalktı Tanas agasına vardı:-Hadi, bre batö, kasabaa gidelim,Genç gelinmä ruba seçelim,Kumaş bulalım, şarap içelim.Tuna boyunda yarışmak gider,Kayıkçılar suda üzer.Tanaslan agası ruba aldılar,Ruba aldılar kumaş seçtilär,Kumaş seçtilär, şarap içtilär,Kayıklara pindilär,Yarışa girdilär.Tanas hem agasıÜstün çıktılar,Mükafat aldılar.Tanaslan agası gene çıktılar,Su ortasında taa bir siyr yaptılar.Neredän da esti bir fena lüzgärBir fena lüzgär ansızdan lüzgär.Dalgalar üştü, karannık düştü-Tanaslan batüsü Tunada buldu. (7)Osmanlı-Rus savaşlarının Gagauz ruhunda yarattığı izler çağdaş Gagauz edebiyatına yansıyışından çok farklıdır.
MOSKOFHay çala çala kolum şiştiKolunun entişi yerä düştüHay käfir Moskov Tunayı geçtiTunayı aştı Rusçuya konduRusçuya kondu tabiyayı kurduTabialardan topları dizdiCamiyi bozdu, askeri daattıAh! Aman aman käfir MoskofNettim sana: Kızma bizi biz uzuluyuzAsmayın bizi, biz fermanlıyız. (8)Bir başka türküde:
ÖMER PAŞASabah yıldızı gecelän duarİllä ilk uykum gecedän varÖmer paşa dedi, dur bän varayımTuna boyundan asker dizeyimKäfir Moskovadan kılıç çekeyimSünne buazı dardır geçilmäzŞu Tunanın suyu buzdur içilmäzAman padişahım aman ne ettim sanaYedi bin Moskof yolladın banaKaleye girirken bülürüm düştüBülürümün üstünä “Osmanlar” üstüİstanboldan çıkan al yeşil bayrakAnadan bayırlar bülä bülä aalarKuzusunu kaybedän bülä ağlarKuzusunu kaybedän bülä ağlar (9)Gagauz türkülerinde Varna’nın ayrı bir yeri vardır. Varna’nın kuşatılması, işgâl edilmesi; Varna Türk halkının yaşadığı zulüm, bütün dramatikliğiyle Gagauz türkülerinde görünür:
TÜRKÜNine bän yollandım Varna yolunaGel ayle doyunca sarıl boynumaGitme garip gitme yollar çamurdurYidi yıl dedikleri hayli ömürdürGeribin ürecii taştır demirdir.Ayler garip garip kimsem yok deyiPinmiş kır Atina indiremedimÇatmış kaşlerini güldüremedim(Zajackowski, s.85) (10)1828 yılında Varna’nın muhasarasını yâd eden bir türkü:
Varna gibi kale yokturİçinde timarı çoktur,Varna’ya imdat yoktur,Biz Varnalıiz aalar!İmdat Varna’ya!Varna Kalata’ya bakar,Arasında dere akar,Gemiler Varnai yakar,Biz Varnalıiz aalar!Padişahlar!İmdat Varna’ya!Varna’nın etrafı denizVarna’i sardı domuz,Verin tabyalara omuz,Biz Varna’lıız.Varna’nın etrafız geriz,Kabudan paşa deer biz biriz,Karpuz gibi lüllei serperiz,Biz Varna’lıiz.Varna’nın etrafı bayler,İçinde çeşme çayler,Analar evladını ayler!Biz Varna’lıiz.Varna’nın kalesi taştır,Gözümden akanlar yaştır!Käfir!Osmanlar baştır,Biz Varna’lıiz.Duşman ve käfir Moskof,Denizden ve karadan,Toplardan sık güllei saçar,Korkar Osmanlı toplarından.Ve Moskof hücümden kaçar,Biz Varna’lıizVarna’nın etrafı çadır,İçinde Osmanlı yatır,Gäur Moskof bilmez hatır,Biz Varnalıiz.Gemi gemiylan çatılmış,Arasında üç top atılmış,Haber geldi Varna satılmış,Biz Varna’lıiz. (11)diye feryad eder adeta…Bir başka türküde:
VARNAHey Varna VarnaGümüş kavarnaVarna gibi kale yokturİçindä timarı çokturPadişahtan imdatı yokturBiz Varneliyiz,aman aman Agalarabeylerä imdat VarneyeAh! Varna VarnaNazlı VarnaVarna gibi kasaba yokturİçindä cannarı çokturKesilän kellelerin hesabı yokturBiz Varneliyiz aman, amanAgalara beylere imdat VarneyeVarnanın etrafı bağlarVarna çöşmeleri çağlarÇok analar evladını ağlarBiz Varneliyiz aman amanAgalara beylere imdat VarneyeVarna çöşmeleri akarİçindän artık Osmannı bakarÇok analar evlädını brakarBiz Varnalıyız aman amanAgalara beylere imdat VarneyeVarnanın etrafı çadırİçindä artık Osmannı yatırKämil Moskof bilmez hatırBiz Varneliyiz aman amanAgalara beylere imdat VarneyeVarna’nın etrafı denizVarnayı sardı ya domuzVerin taafiyelarä omuzBiz Varneliyiz aman amanAgalara beylere imdat VarnayaGemi gemiye çatıldıİçindän üç top atıldıKiyat geldi Varna satıldıBiz Varneliyiz aman amanAgalara beylere imdat Varneye (12)Bir başka türküde:
AYIN ARDINDAAyın ardındaBir sarı yıldız,Teftera alındıOniki bin kız. Engin kasabalar Esirlaa girdi Varna hem İsakça “Verilmam”, – dediVarneda kalktıBir kara tütünSel kanar aktıBiz kaldık bütün. İsakçadan çıktı Bir gemi eni,Bir gemi eniSırma dümeni… (13)1878 yılında Varna’nın Rus askerleri tarafından fidye ile satın alınmasını müteakip Türk askerî muzıkasının, son Türk askerlerini İstanbul’a yolcu ederken kışlalar önünde çaldığı son şarkı budur. Aynı şarkı, gelin nikâh için babasının evinden alınırken bütün herkes tarafından söylenirdi. Gelinle ebeveyni bu sırada hazin hazin ağlardı. (Acaroğlu’nun çevirisi, s.120’deki not, Manov, s.170-171)