bannerbanner
Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik
Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik

Полная версия

Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

İkinci vezir Tacülmülk, Nizamülmülk’ün hazırladığı kitapta Sultan sülalesine yer vermediğini Sultan Melikşah’ın eşi Terken Hatun vasıtasıyla Sultan’a duyurur. Nizamülmülk ile konuşan Sultan, onun geyik derisine yazılı, Oğuz Han’ın kitabını bilmediğini anlar. Ondan devleti kuran Türkmenlerden söz açmasını ister. Sultan Melikşah’ın dört oğlu vardır: Berkyarık, Tapar, Sancar ve Mahmud.

Terken Hatun’un beş yaşındaki oğlu Mahmud yakınında olduğu için, Sultan Melikşah’tan sonra tahta geçirilir. Bu işe sebep olan, kendi vezirliğini sürekli hâle getirmek isteyen Tacülmülk’tür. O, oğlunun tahta geçmesini sağlaması için Terken Hatun’un ihtiraslarını harekete geçirmiştir. Nizamülmülk’e danışan Sultan Melikşah, onun tavsiyesi ile düstura uygun gitmeye karar verse de Terken Hatun’un bunu duymasından sonra Nizamülmülk’ün işi çok çabuk bitirilir. Sultan Melikşah’ın ise cesedi gizlenir, ölüp ölmediği bilinemez. “Nasıl öldüğü veya nasıl öldürüldüğü kesinleşmeden kalır.”

Mahmud’un, Sultan Melikşah’ın yerine geçtiği Bağdat Halifesi’ne duyurulur. Onun tüm “İslam dünyasının padişahı olduğunu, tanınmasını” isterler. Sultanlık hakkı olan Berkyarı, kardeşinin üzerine Rey’e ordu gönderir. Terken Hatun, oğlu Mahmud’u alıp İsfahan’a doğru gider:

Terken Hatun, olayları önceden seziyormuş gibi, kocası Melikşah Sultan zamanında, orduyla arasında bir muhabbet sağlamıştı. Çünkü sarayda Melikşah’ın tüm işini yürütüp, hazineyi koruyup, onun dağıtımını yapan kendisiydi. Orduyla arasını her zaman sağlam tutup, komutanlarının istediklerini onlara hazineden veriyordu. (s. 597)

Ancak Bağdat Halifesi Muktedir vefat edip, yerine geçen Mustazhir Billâh, Berkyarık’ı Sultan olarak ilan edince Tacülmülk’ün ordusu dağılır. “Yiğitler, yeni Sultan’a boyun eğip, onun tarafına” geçerler. “İlk önce Tacülmülk’ün kulağını, burnunu kestiler. Onunla da öçlerini alamadılar. Alay ederek tüm ordunun içinde dolaştırdılar. Sonradansa parçalayarak öldürdüler.” (s. 599) Mahmud’un ise gözlerine mil çektirilir. Onunla en çok oynayan Sancar’ın gözyaşı Mahmud’un ölümüyle hiç dinmez. Sultan Sancar, Oğuzlara karşı önyargılı davranmaz, korumalarını onlardan seçer. Oğuzlar ile arası oldukça iyidir, ancak bunu kıskananlar ve Emir Kumaç gibi onların arasını bozmak isteyenler de vardır.

Sultan’ın tavrından emin olan Oğuzların içleri rahattır. Ancak saray aşçısı onlardan Sultan adına fazla miktarda hayvan ister. Oğuzları bu duruma bir süre için sabrederlerse de sonunda aşçıyı öldürürler. Bu duruma en çok Emir Kumaç sevinir. Ayrıca Emir Kumaç’ın oğlu bir Yörük’ü rahatsız eder. Yörük yiğit, tüm çabalarına rağmen laf anlamakta direnen bu zâtı öldürmek zorunda kalmıştır. Emir Kumaç bu olaylarla Sultan Sancar’ı Oğuzlara karşı kışkırtır. Sultan’ın üzerlerine ordu ile geleceğini duyan Bahtiyar Han, aracı olması için Emir Kumaç’a başvurursa da Emir onun tövellasını kabul etmez. Emir Kumaç, Sultan Sancar’ı Oğuzlara karşı sürekli kışkırtır. Keçkülah olayını hatırlatarak külahlarını eğri giyen Oğuzları tehlike olarak gösterir.

Oğuzlar, Sultan’ın sözünü dinleyeceği tek kişi olan Ahmet Yesevî’ye başvurmayı düşünürler. Sultan Sancar, Oğuzlara saldırır. Bu savaşta Türkmenlerle Türkmenler kapışırlar. Bahtiyar Han, Sultan Sancar’ı esir alır, yanında bulunan kişileri ise öldürür. Çünkü onlar Sultan’ı yanlış yönlendiren, yağcı insanlardır ve cezalandırılmaları hükümdarın gücünü arttıracaktır. Sultan Sancar’ı demir kafese koyarlar. “Onu kafese koyan ‘çok ileriye gittin, bizi üzdün’ diye esir alan kendi Oğuzlarıydı.” (s. 268)

Selçuklular, Nişabur’da toplanıp alabilecekleri tedbiri düşünürler. Sultanları hayatta olduğu için yeni bir hükümdar getirmeleri zordur. Sultan Sancar’ın ağabeyi Mehmet Topar’ın oğlu Süleyman Şah’ı tahta geçirirler. Onun amacı, amcasını Oğuzların elinden kurtarmaktır. Sancar’ın tövellası için Yusuf Hemedanî’nin talebesi olan Ahmet Yesevî’ye başvururlar, ancak Oğuzlar bu tövellayı kabul etmezler. Sancar’ın hatasını anlaması gerektiğine inanırlar. Sultan Sancar da yavaş yavaş kendisinin esir alınmasında Emir Kumaç’ın suçlu olduğuna inanmaya başlar. “Asıl onu etkileyen yayla yaşantısıydı. Oğuzların basit kaderleriydi.” (s. 629) Lakin Sultan’ı kurtaran Emir Kumaç’ın torunu Müeyyed Ayaba olur. Sultan’ın yanına Tuti Han ve Korkut Han’dan başka kimse giremez:

Fakat Oğuzların arasına hazine hastalığı yayıldı… Korkut Han ve Tuti Han olmadığı zamanlarda, Sultan’a bekçilik yapan beylerin, zayıf noktalarını bulup, onlarla anlaşmak için Emir Ayaba’nın adamları çok gelip gitmişlerdi. Sonunda onlara eğer Sultan’a az süre de olsa, ava çıkmak için müsaade etseler dünyanın hazinesini vereceklerine inandırdılar. (s. 629)

Kandırmayı, aldatmayı bilmeyen Oğuzlar, Sultan’ı Emir’in adamlarının eline verirler. Emir Ayaba, Sultan’ı kaçırır. Sultan’ın döneceği vakit Oğuz beyleri kandırıldıklarını anlarlar. Sultan Sancar ise devletinin de kendisi gibi göçtüğünü fark eder. Devlet güçsüz düşmüştür:

Oğuzların elinden kurtulduğunda yapacaklarını biliyordu. Cihana bir ucundan yeniden sahip çıktı. Kısacık kalan ömründe, hepsini kanadının altında toplamaya hazırdı. Artık nereden başlayacağını biliyordu. Oğuzların sadeliğini, saflığını, yüreğinin temizliğini, bahadırlıklarını öğrendi. İsterse onların yularını çekebilirdi. (s. 630)

Sultan’ı kurtarmak için tahta geçmiş olan Süleyman Şah asla huzur bulmaz, hükümdarlığı da uzun sürmez ve devlet dağılmaya başlar. Harezm şahı Atsız, Sultan Sancar’a mektup yollayarak “gözün aydın” der ve bağlılığını belirtir. Sultan Sancar’ı esaretten kurtarmak için bütün gücüyle uğraşmayan Selçuk hükümdarlığı bereketini, gücünü yitirmeye başlar.

Eserde bir devletin ayakta durmasını sağlayan unsurlar olarak şunlar görülür:

1. Atalarına ve onlardan kalan mirasa saygı,

2. Devlet yönetme bilgisine sahip olma,

3. Kardeşler arasına taht mücadelesinin girmemesi gerektiği,

4. Saray içindeki gulamların vs. hizmet edenlerin arasındaki çatışma ve başkaldırılarda haklının yanında yer alabilme,

5. Kadınların saraydaki durumu.

Bir devletin tarihini çarpıcı olarak ortaya koyan eser, “devlet yönetme”nin inceliklerine de dikkat çeker. Yanlış atılan bir adımın yaratabileceği sonuçlar çok büyük olabilmektedir. Ayrıca Duruncan ve Terken Hatun gibi kadınların da saray içinde oldukça etkili oldukları görülür. Duruncan oldukça aktiftir, ülkesi içinde mücadele eden, savaşçı özellikleri olan bir kadındır. Terken Hatun’da entrika ağır basar. Oğuzlarda kadının bir kutsallığı olduğu görülür:

Oğuz nesli için, kadınlar her zaman kutsal sayılmıştır. Bu yüzden onlara kırıcı söz söylemek, çok ayıp sayılırdı. Eğer bir kimse kadınına el kaldırırsa, epeyce zaman onun yaptığı bu terbiyesizlik dillerde dolaşırdı. (s. 429)

Gökle ilgili unsurlar da eserde önemlidir. Mesela, Oğuz Ata’nın eşi gök nurundan türemiş bir kızdır. Dandanakan Savaşı’ndan önce ve sonra gökyüzündeki değişmeler üzerinde önemle durulmuş ve bu değişmeler işaret kabul edilmiştir. Müneccimlik ve buna verilen önem de belirgindir.

Bu tahlillerde de görüldüğü gibi Annaguli Nurmemmed’in romanlarında Selçuklu dönemi hakkında tarihi açıdan ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Bu bilgilerin tarihsel gerçeklik bakımından değerlendirmesini yapmak elbette tarihçilerin işidir. Fakat edebî açıdan bakıldığında bu romanların kurgu ve anlatım yönünden oldukça başarılı oldukları söylenebilir. Türk dünyası edebiyatlarında Selçuklu veya Moğol döneminin ardından Gazneli dönemini konu alan tarihî romanları incelemek mümkündür. Nitekim bu dönemi ayrıntılı olarak işleyen romanlar mevcuttur.

İKİNCİ BÖLÜM

GAZNELİLER

Tarihî kaynaklar Gaznelileri, “963-1186 yılları arasında Horasan, Afganistan ve Hindistan’ın kuzeyinde hüküm sürmüş olan Müslüman bir Türk hanedanlığı” olarak izah etmektedir.25 Yine aynı kaynak, Gazneli Devleti’nin gerçek kurucusu olarak Sebük Tegin’i göstermektedir. Isık Göl bölgesinde dünyaya geldiği için de Karluk Türklerine bağlı bir boydan geldiğine işaret etmektedir. Sebük Tegin ve oğlu Mahmud—daha sonra Gazneli Mahmud—Samanî hükümdarına yardım etmek için Horasan’a girmiştir. Horasan orduları kumandanlığı Mahmud’a verilir. Sebük Tegin’in ölümü üzerine küçük oğlu İsmail tahta çıksa da Mahmud onu devirerek Gazneli Devleti’nin başına geçer. Mahmud, Gur bölgesindeki putperestleri Müslümanlaştırmak için bölgeye din adamları gönderir. Bölgedeki mahallî reisleri zorla itaat altına alsa da İslâm’ın yayılması yavaş olur. Aynı kaynak, Mahmud’un “bazı şarkiyatçıların iddia ettiği gibi zengin kaynakları ele geçirmek için değil İslâm’ı yaymak için Hindistan’a on yedi sefer düzenledi”ğini belirtmektedir. 1025-1026’daki Sümenât üzerine yaptığı son seferde kazandığı zaferle Mahmud, Sünnî İslâm dünyasının takdirini kazanmıştır.26 Sultan Mahmud ile doğrudan alakalı en önemli bilgi şöyledir:

Gazneliler Hint dünyası kültürüyle de doğrudan doğruya temas kurmuşlar ve yıllar sonra Pakistan Devleti’nin kurulmasında birinci derecede etken olmuşlardır. Sultan Mahmud ve Mesud hâfızalarda halk kahramanları olarak yerleşmişlerdir. Mahmud daha sonraki İran edebiyatında adalet ve insaf timsali meşhur bir hükümdar olarak yer almıştır.27

Aynı yazar bir başka yazısında “Mahmud dindar, zeki, ileri görüşlü, ihtiyatlı ve âdil bir hükümdardı.” demektedir.28 Fakat roman kahramanı olarak Mahmud Gazneli ve Gazneliler, tarihî kaynaklarda anlatılanlarla farklılıklar arzeder. Özbek yazar Adil Yakuboğlu’nun Köhne Dünya romanı, Gazneli Mahmud, İbni Sina ve Biruni gibi büyük şahsiyetlerin hayatlarını anlatması bakımından önemlidir.29

Adil Yakuboğlu. Köhne Dünya

Adil Yakuboğlu’nun Köhne Dünya adlı eseri tarihî bir romandır. Bir dönemin meşhur sultanı Gazneli Mahmut ve onun çevresinde gelişen olaylarla kurgulanan roman, hatıralara dayanılarak oluşturulan bölümler ile zenginleştirilmiştir. Yazar, eseri üç bölüme ayırmış ve bu bölümleri bir yapboz gibi kurgulamıştır. Öyle ki, numaralarla ayrılan alt bölümler birbirini izleyen sarmal bir yapı ile bir araya getirilmiştir. Bu yapı, ilk önce okuyucu tarafından karışık olarak nitelenebilirse de, ilerleyen kısımlarda giderek birbirini tamamlayan ve romanı işleten dişliler hâlini aldığı görülecektir. Yazar, bu sistem sayesinde kahramanlarını daha yakından tanıtır ve romana olan katkılarını gözler önüne serer. Ancak her alt bölüm bir diğer bölümün eksik taraflarını tamamladığı için konu bütünlüğü bozulmaz.

Adil Yakuboğlu, birinci ve ikinci bölümlerde daha çok Gazneli Mahmut’un şahsında yöneticileri eleştirir ve yöneticilerin etrafındaki insanları irdeler. Üçüncü bölümde ise saray çevresinde dönen entrikaları ve ihanetleri anlatır. Bunu yaparken de geniş bir konu ve kişi yelpazesinden yararlanır.

Birinci bölümün ilgi merkezi; asıl adı “Kutlu Kadem” olan, ama herkesçe Melikü’l-Şarab olarak bilinen şâirin fakirhanesidir. Melikü’l-Şarab, Gazneli Mahmut’un eski arkadaşıdır. Ancak gençlik yıllarında güzel bir kız yüzünden şair ile Sultan’ın yolları ayrılmıştır.

Melikü’l-Şarab’ın meyhanesi, otoritenin kabul etmediği, saraydan kovulmuş insanlarla doludur. Burada bilginler, gazaba uğramış komutanlar, sanatçılar, sahiplerinden kaçan köleler bir arada bulunmaktadır. Romanda meyhanenin birleştirici bir rolü olmakla birlikte, bu mekân, kurgunun içindeki birçok düğümü de içinde barındırır. Yazar Yakuboğlu, bu meyhane sayesinde yönetime, yöneticilere ve yönetilenlere dair eleştirilerini korkusuzca dillendirir. Romanda kullanılan bu mekân gerçeklerin söylendiği, akla karanın birbirinden ayrıldığı bir meydan hâline getirilir. Yazar, birinci bölümde kurguyu destekleyen ve anlatıma akıcılık kazandıran küçük hikâyelere de yer vermiştir.

Şehrin dışında kalan meyhane, görkemli saray ve bahçelerden oldukça uzaktır. Yazar, sanki insanlar arasındaki sosyal sınıf ve düşünce ayrımını ilk önce mekânlarda yakalamıştır. Melikü’l-Şarab’ın meşhur şaraplarına ve meyhanede yapılan sohbetlere müdavim olan belli başlı tipler vardır. Baba Setâri, Pir-i Gıccekî, Pir-i Bukrî ve Birûnî meyhanenin ziyaretçilerindendir. Özellikle Bukrî ve Birûnî’nin roman örgüsünde önemli etkileri olduğu görülür. Meyhanenin her şeyin konuşulabildiği bir mekân hâline gelmesinin bir nedeni de; Gazneli Mahmut’un, eski arkadaşı Melükül Şarab için dokunulmazlık fermanı çıkarmasıdır. Meyhanede birçok konu konuşulur, Firdevsi’nin, Gazneli Mahmut’a sunduğu Şehnâme’si de bu konulardan biridir. Kimileri Şehnâme’yi beğenirken, kimileri de şairin sevmediği bir padişaha neden eserini ithaf ettiğini sorgular. Ancak tartışmanın düğümü yine Melikü’l-Şarab’ın mekânında gizlidir, çünkü Firdevsi’nin Gazne’yi terk etmeden önce yolu meyhaneye düşmüştür. Firdevsi, Melikü’l-Şarab’a hükümdardan aldığı paraları yoksullara dağıttığını anlatır. Eseri üzerine yapılan tartışmaları da burada yanıtlar ve İran ile Turan’ı birbirine düşürmediğini, kendisine haksızlık edildiğini ifade eder. Ayrıca Firdevsi, “Şehnâme”nin sonsuza kadar yaşayacağını bildiğinden eseri hakkındaki değerlendirmeleri tarihin adaletli kollarına bırakmıştır.

Araştırmacı Turgut Göğebakan önemli çalışmasında “tarihsel roman” veya “tarihî roman” kavramı üzerindeki tartışmaları değerlendirirken Georg Lukacs’ın işaret ettiği önemli bir ayrıntıyı vurgular. Göğebakan, Lukacs’a göre önemli olanın, “tarihin önemli kişiliklerinin ya da olaylarının sergilenmesi değil, bu kişilerin ve olayların arka planındaki düşüncelerin açığa çıkarılması” olduğunu vurgular.30 Tam da burada yazar Adil Yakupoğlu’nun yaptığı da budur. Kurmaca bir mekân olarak Melikü’l-Şarab’ın meyhanesi önemli bir fonksiyon üstlenmiştir. Belki de tarihçilerin ehemmiyet vermedikleri arka plandaki ayrıntılar burada ortaya çıkar. Bu ayrıntılar da “olay”dan ziyade “insan”ı ön plana çıkardığı için tarihî romanı önemli hâle getirir.

Romanda, tiyatro ve sinemada gerçekleri korkusuzca söyleyen, cesurca eleştiriler yapan insanlar, genellikle delilerden veya ayyaş tiplerden seçilir. Yazarlar, yarattığı bu tiplerin konuşmaları ile haksızlıklara, zulme isyan eder ve akıllıların deli dediği insanların, akıllı laflar etmesi ile bir ironi oluştururlar. Adil Yakuboğlu da bu eserinde, Gazneli Mahmut’un Bağ-ı Firuzan için topraklarını istimlâk ettiği ve bu yüzden deliren Baba Hurma’ya yer vermiştir. Baba Hurma, Melikü’l-Şarab’dan istediği bir kâse şarap karşılığında bir hikâye anlatır. Bu hikâye sayesinde yazar, yönetilen ile yöneten arasındaki ilişkiyi ince bir şekilde eleştirir. Rivâyete göre eski zamanlarda iki dost, çölde yolcuk yaparken biri diğerine “Padişah olsan ne yapardın?” diye sormuş. Arkadaşı, yurduna adaleti ve hoşgörüyü getireceğini söylemiş. Soruyu soran, insanları soyacağını, onlara eziyet edeceğini anlatmış. Yolculukları sırasında padişahları ölen ve yerine geçecek kimse olmadığı için aralarında seçim yapmaya çalışan bir halkla karşılaşmışlar. Bilginler, serbest bırakılan kuzgun kime konarsa onu padişah yapalım demişler. Sonunda kuzgun bu iki gezginden kötü niyetli olanına konmuş. Bu işlem üç kere tekrarlanmış ve en sonunda onu padişah seçmişler. Gezgin, arkadaşına söylediklerini aynen yapmış. Bu durumdan bezen halk, padişahın arkadaşına gidip yardım istemiş. O da halkın sıkıntılarını padişaha iletmiş. Padişah arkadaşına şöyle bir yanıt vermiş:

… Eğer ben bu insanlara zulüm kıldıysam bunu küstahlık ve aptallıklarından dolayı yaptım. Çünkü bunlar aptal olmasalardı, Allah’ın yarattığı akılsız bir hayvanına inanıp beni tahta oturtmazlardı! Akılsız bir mahlûka güvenip beni tahta oturtan bu insanlara şefkat ve merhamet ne gerek? Bilgili padişah bilgili insanlara layıktır. Ahmaklara ise ahmak bir padişah gerekir! (s. 17)

Yazar, bu hikâye ile halkların hak ettikleri şekilde yönetildiklerini vurgulamaktadır. Kaderlerini, geleceklerini akıllıca planlamayan, yöneticilerini sağlıklı seçmeyen halkın hâlini gözler önüne seren bu örnek, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Romanın bu ilk iki bölümü yöneticilerin nasıl olması gerektiğini anlatan birçok çarpıcı hikâyeden oluşur.

Adil Yakuboğlu, ikinci bölüme Cevahir Lal Nehru’dan bir alıntı ile başlar.31 Bu alıntı ile birlikte yazar, okuyucuya Birûnî’yi daha yakından tanıtır. Onun iç dünyasına girer; bilimsel çalışmalarını, düşüncelerini tarihî bir süzgeçten geçirerek sunar. Yazar, eserinde ilk defa Birûnî’nin ağzından Gazneli Mahmut’u diktatör olarak tanımlar. Bu da Birûnî’nin hocasından görüp öğrendiği doğruluğa yakışır bir tavırdır. Çünkü hocası Abdussamed Evvel de hayatı pahasına doğruyu söyleyecek cesarette bir üstattır. Yazar, şehrin sol tarafındaki fakir mahalleden çıkıp gösterişli saray ve bahçelerin olduğu yerlere dikkatleri çeker. Bu bölümde Gazneli Mahmut, hastalığına çare ararken resmedilmektedir. Eski ihtişamlı günlerine geri dönmek isteyen Sultan, tüm bilginleri, hekimleri sarayına toplar ve hastalığına bir çare arar. Sultanı iyileştirecek tedavilerin konuşulduğu böyle bir toplantıda, şair Unsûrî, “Nimet-i İlâhî” denilen bir ağaçtan bahseder. Bu ağacın meyvesini yiyen insanların gençliklerine geri döneceklerine dair bir rivayet anlatır. Gazneli Mahmut heyecanlanır ve bu ağacın derhal bulunmasını emreder. Ancak bir sorun vardır. Bu ağacın nerede yetiştiği konusunda net bir bilgi yoktur, yalnız Hindistan dolaylarında bulunduğu tahmin edilir. Bu noktada Birûnî’nin engin bilgisine başvurulur, çünkü üstat Hindistan’ı herkesten iyi tanımaktadır. Ancak Birûnî, Sultan’ın beklediği ümit verici sözleri söylemez ve böyle bir ağacın olmadığını ifade eder. Sarayda toplanan heyet, Sultan’ın gönlünü hoş etmek için bu ağacın doğruluğunu savunurken, Birûnî gerçekleri söylemekten geri durmaz. Heyette bulunan isimler bu yanıttan memnun olmazlar ve İbn-i Sinâ’ya da sorulması gerektiğini söylerler. Bu sebeple İbn-i Sinâ her yerde aranır, ancak bu süreç birçok karışıklığın da ortaya çıkmasına neden olacaktır.

Gazneli Mahmut, hastalığın ve ölüm korkusunun verdiği sıkıntı ile etrafındaki insanlara dikkat edemez. Onun çaresizliğinden yararlanmak isteyen kurmaylarının çevirdiği gizli kapaklı işlerden habersizdir. Acımasız Gazneli Mahmut’un sağlığını merak eden bir kişi de oğlu Emîr Mes’ud’dur. Çünkü vezirlerin, babası ölünce yerine aklî dengesi bozuk kardeşini getireceklerini düşünür. Böyle bir oyuna gelmemek için de gözü kulağı saraydan gelecek haberdedir. Emîr Mes’ud da bir yandan İbn-i Sinâ’yı aratır, ama o Sultan’ı tedavi etmektense gizlenmeyi tercih eder. İbn-i Sinâ’nın Sultan’ın hastalığına derman olmak istemeyişine benzer bir olay da, Muhtar Şahanov’un, Cengiz Han’ın Sırrı32 adlı romanında görülmektedir. Cengiz Han ölüm döşeğinde hastalığına çare ararken doktoru ona bir ilaçtan bahseder. Ancak bu ilacın onu iyileştirebileceğini anlatır; duydukları karşısında heyecanlanan Cengiz Han, hemen ilacın bulunmasını ister. Fakat ilacın sahibi bilge kişi, yaşadığı Otrar şehrini savunurken Cengiz Han’ın askerleri tarafından öldürülmüştür. Bu mucizevî tedavinin reçetesini bilen tek kişi, öldürülen bilim adamının karısı Akerke’dir. Cengiz Han her türlü yolu dener, ama kadından reçetedeki formülü alamaz. Akerke, tıpkı İbn-i Sinâ gibi ölüm döşeğindeki Cengiz Han’ı tedavi etmeyi reddeder.

Bu iki kitapla şöyle bir soru akıllara gelmektedir; “Binlerce insanı öldüren, acımasızlığı ile ün salmış ve diktatör olarak tanımlanan insanlar tedavi edilmeyi hak ediyorlar mı?” Akerke ve İbn-i Sinâ hak etmediklerini düşünmüş olacaklar ki, yardım etmeyi kabul etmemişlerdir. Ancak bu soru kendine yer bulduğu tüm beyinlerde yanıtını aramaya devam edecektir. Gazneli Mahmut’un hastalanması herkesi şaşırtır, onun hastalanabileceği hatta ölebileceği kimsenin aklına bile gelmemiştir:

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

1

Mehmet Tekin. Roman Sanatı 1 Romanın Unsurları. İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., 2006. s. 7

2

Cengiz Alyılmaz. Orhun Yazıtlarının Bugünkü Durumu. Ankara: Kurmay Yayınları, 2005, s. 9

3

Rene Wellek-Austin Warren. Theory of Literature. 3rd Edition. New York: Harcourt Brace Joranavich, Inc., 1970. s. 215; Rene Wellek-Austin Warren. Edebiyat Biliminin Temelleri. Çev. Ahmet Edip Uysal. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1983. s. 295.

4

Şerif Aktaş. Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş. 2. Baskı. Ankara: Akçağ, 1991. s. 14-15.

5

Richard Lee bu konuşmasını the Romantic Novelists’ Association’da (Romantik Romancılar Derneği) 2000’deki yıllık toplantısında yapmıştır. http://www. historicalnovelsociety.org/lion.htm (10 Şubat 2010’da indirildi.) (Kitap boyunca İngilizce alıntıların tercümesi bizzat Orhan Söylemez tarafından yapılmıştır.)

6

“Ali Şir Nevâî”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV. Cilt 2, s. 450

7

Réne Wellek – Austin Varren. Edebiyat Teorisi, (Çeviren: Ömer Faruk Huyu-güzel), Akademi Kitabevi, İzmir 1993, s. 12

8

A.g.e., s. 12

9

Turgut Göğebakan. Tarihsel Roman Üzerine. Ankara: Akçağ, 2004, s. 15.

10

İliyas Esenberlin. Köşpendiler. Almatı kalası: İliyas Esenberlin Atındagı Kor, 1998. 584 s. (Birinci kitap Almas Kılış, ikinci kitap Cantalas, üçüncü kitap Kahar.)

11

Beyaz Gemi. Çev. Ertuğrul Erden. Ankara 1970

12

Abdülkadir İnan, Manas Destanı, İstanbul 1972. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)

13

A.g.e., s. 11.

14

Akademisyen Dr. Hüseyin Özbay, bir televizyon programında konu ile alakalı olarak “Aytmatov’un kötü ve kötülüklerden, haksızlık ve adaletsizlikten intikam aldığını” söylemişti. “Aytmatov’u uğurlarken” TRTTürk, Haziran 2008.

15

Lion Feuchtwanger. “The Purpose of the Historical Novel” Translated by John Ahouse. Bu yazı “Vom Sinn des historischen Romans,” 1935 yılında Das Neue Tage-Buch’te yayınlandı. http://www.historicalnovelsociety.org/lion.htm (10 Şubat 2010)

16

Cengiz Alyılmaz. “Bugut yazıtı ve anıt mezar külliyesi üzerine” http://www. turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfdergi/s13/alyilmaz.pdf. (23 Mart 2010)

17

Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Kadriye Kaymaz. “Dişi Kurdun Rüyaları, Beyaz Gemi ve Kassandra Damgasında mitoloji” Cengiz Aytmatov. Tematik İncelemeler. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 2010. s. 122-129.

18

Gün Uzar Yüzyıl Olur, İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., 1985 (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)

19

Kemal Abdulla. Eksik El Yazması. (Çev: Dr. Ali Duymaz) İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş., 2006. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)

20

Sarah Johnson. “What Are the Rules for Historical Fiction?” http://www.historicalnovelsociety.org/historyic.htm (10 Şubat 2010)

21

Muharrem Ergin. Dede Korkut Kitabı. İstanbul: Boğaziçi Yayınları A.Ş., 2003. s. 15

22

Annaguli Nurmemmed. Nuh Tufanı. (Akt. Nesrin Kahtalı Sis, yazarla beraber) Ankara: Devran Yayınları, 2002. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)

23

Annaguli Nurmemmed. Büyük Göç. (Çev. Gülâlek Nurmemmet ve Hümeyra Yücel) Ankara: Devran Yayınları, 2002. 632 s. (Sayfa numaraları bu baskıya aittir.)

24

Prof. Dr. Nesrin Sarıahmetoğlu’nun verdiği bilgiye göre gulam; savaşta esir, köledir. Selçuklularda ise paralı askerdir ve Türk gulamların sarayda ve orduda büyük hizmetleri olmuştur.

25

Erdoğan Merçil. “Gazneliler” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. Cilt 13, İstanbul 1996, s. 480-484. Ayrıca bkz. Peter B. Golden. Türk Halkları Tarihine Giriş. Ortaçağ ve Erken Yeniçağ’da Avrasya ve Ortadoğu’da Etnik Yapı ve Devlet Oluşumu. 2. Baskı. Çev. Osman Karatay. Çorum: KaraM, 2006. s. 255.

26

Erdoğan Merçil. “Gazneliler” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. Cilt 13, İstanbul 1996, s. 483.

На страницу:
5 из 6