bannerbanner
Boşnak Alhamiyado Edebiyatı
Boşnak Alhamiyado Edebiyatı

Полная версия

Boşnak Alhamiyado Edebiyatı

Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
2 из 5

18. yüzyılda yerel kaptanlar ve beyler yönetimi tamamen ele almış idiler. Merkezden gönderilen valiler, beyler üzerine nüfuz edemiyordu. II. Mahmut’un merkezileşme çabaları ile Bosna’ya atadığı bazı valiler kısmen asayişi ve merkezî otoriteyi sağlamada başarılı olsa da uzun vadede kesin bir sonuç elde edilemiyordu. 1831 yılında II. Mahmut’un yapmış olduğu yeniliklerin de ortaya çıkardığı hoşnutsuzluklar ile bazı kaptanlıklara yapılan atamaların çıkardığı anlaşmazlıklar neticesinde Bosna Ejderi lakaplı Kapetan Hüseyin Gradaçeviç önderliğinde özerklik talebiyle bir ayaklanma çıktı. Hersekli iki ayan İsmail Ağa Çengiç ve Ali Rıdvanbegoviç, II. Mahmut tarafından isyanı bastırmak üzere görevlendirildiler. İsyanın bastırılması neticesinde Bosna’dakaptanlık sistemi tamamen ortadan kaldırıldığı gibi merkezî otorite de güçlendirildi. Hersek yönetimi Bosna’dan ayrılarak mutasarrıflık haline getirildi ve isyanda gösterdiği hizmetten dolayı Ali Paşa Rıdvanbegoviç 1833 yılında Hersek mutasarrıflığına atandı.21

Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinin ardından fermanın uygulanması esnasında II. Mahmut dönemi isyanlarına benzer isyan hareketleri yaşanmıştır. Bu isyan hareketlerinin liderliğini Hersek mutasarrıfı Ali Paşa yapmaktaydı. İsyan bastırılmış, Ali Paşa tutuklanmış ve 1850 yılında Tanzimat Bosna’da tatbik edilebilmiştir. 1851 yılında Hersek Sancağı yeniden Bosna’ya bağlanmıştır. Bu tarihlerden itibaren bilhassa Hersek bölgesinde Osmanlı idaresine karşı isyan girişimleri olmuştur. Bu isyanlar karşısında Osmanlı Devleti, asayişi sağlaması ve bölge halkının sıkıntılarını gidermek adına meşhur tarihçi ve devlet adamı Cevdet Paşa’yı bölgeye göndermiş, onun bölgede yapmış olduğu çalışmalar geçici olarak sükûneti sağlamıştır. Ancak 1875 yılında patlak veren Hersek İsyanı, Hersek bölgesinin yeni idari birim olarak vilayete dönüştürüp Bosna’dan yeniden ayırırken kısa bir süre sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bölgenin yönetimine el koyduğunu deklare etmiştir. Yaklaşık 415 yıllık Türk hâkimiyeti yerini Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar sürecek olan Avusturya-Macaristan hâkimiyetine bırakacaktır.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna Hersek’i 1878 yılında önce işgal etmiş, Bosna Hersek idari olarak Avusturya-Macaristan hükümetine bağlanmıştır. Bu durum karşısında Boşnaklar silahlı bir şekilde örgütlenip Avusturya işgaline karşı direnmiştir. Ancak bu direnç sonuç getirmemiş, Avusturya, 3 aylık bir mukavemetin sonunda tam olarak kontrolü sağlamıştır. 1908 yılında ise Bosna Hersek’i tamamen ilhak ettiğini duyurmuştur. Habsburg yönetimi 1918 yılına kadar Bosna Hersek’te idareyi elinde bulundurmuştur.

Avusturya döneminde Boşnaklar ile Osmanlı yönetimi arasındaki irtibat tamamen kesilmemiştir. Osmanlı padişahı halife sıfatıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun sağlamış olduğu özerklikten istifade ederek Bosnalı Müslümanların dinî ve kültürel yaşantılarına yön vermiş ve manevi bağların kopmasına müsaade etmemiştir. 22 Bunun yanı sıra hükümet 1878 yılından itibaren Anadolu’ya yapılan göçlerin önüne geçmeye, bu sayede bölgedeki Müslüman nüfusu korumaya yönelik tedbirler almıştır.23

Avusturya Macaristan özellikle Macarlar ile Hırvatlar arasındaki tarihî ve dinî bağlardan hareketle bölgedeki Katolik Hırvatları desteklemiştir. Macarlar, Bosna üzerindeki tarihî münasebetlerini gerekçe göstererek Bosna Hersek’in Macaristan’ın denetiminde olması gerektiğini iddia etmişlerdir. Bosna’ya gönderilen yöneticiler Macarlar arasından seçilmiştir. Avusturya-Macaristan’ın bölgede yaşayan Hırvatları daha fazla desteklemesi, bölgedeki Boşnak ve Sırpların Hırvatlara ve Avusturya yönetimine karşı ittifak içerisinde olmasını sağlamıştır.24

Avusturya-Macaristan’ın Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesinin ardından bölgedeki hâkimiyeti de sona ermiştir. Sırp, Hırvat ve Slovenler bölge üzerinde hâkimiyetlerini tesis etmişlerdir. İlk olarak Bosna Hersek, 24 Kasım 1918 tarihinde Sırbistan Krallığı tarafından ilhak edilmiş ve akabinde 1 Aralık 1918 tarihinde kurulan Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’na Sırbistan’ın bir parçası olarak dâhil olmuştur. 1946 yılında ise Bosna Hersek, Yugoslavya Federal Halk Cumhuriyeti’ni meydana getiren 6 cumhuriyetten birisi olmuştur.

Bosna Hersek Devleti, Boşnak, Sırp ve Hırvatların, nüfusun belirli oranını oluşturdukları bir federasyondur. Bu üç entitet Güney Slavlarının farklı kollarını teşkil etmektedir. Konuştukları diller, kendi entitetleri ile adlandırılsa da bazı akraba adları ve dinî terimleri 3 entitetin farklı sözcükler ile karşılamasının dışında aynıdır. En genel adlandırma ile Bosna Hersek’te yaşayan etnik grupları Güney Slavları olarak adlandırmak mümkündür.

Güney Slavları içerisinde İslamiyet’i kabul etmeleri hasebiyle diğer Slav gruplardan ayrılan Boşnak nüfusunun önemli bir kısmı Bosna Hersek sınırları içerisinde yaşamaktadır. Bosna Hersek dışında günümüzde Sırbistan ve Karadağ sınırları içerisinde kalan Sancak bölgesinde yaşamaktadır. Bosna Hersek nüfusunun büyük bir kısmı Müslümanlardan meskûn olsa da bünyesinde çok sayıda Hırvat ve Sırp nüfusu barındırması nedeniyle etnik olarak diğer Güney Slav ülkelerinden farklı olarak daha homojen bir yapıya sahiptir. Bölgede etnik çeşitliliği belirleyen en önemli faktör ise dindir. Bölgede dinî inançların sınırlarını tayin eden bir etnik tanım söz konusudur. Bu çeşitlilik nedeniyle Bosna Hersek –bilhassa Osmanlı Devleti’nin bölgeden çekilmesinden sonra- uzun yıllar etnik farklılığın doğurduğu anlaşmazlıklara ve Müslümanların uğramış olduğu katliamlara tanıklık etmiştir.

Balkan ülkelerinde modern ulusların ortaya çıkışı 18. ve 19. yüzyıla dayanmaktadır. Osmanlı Devleti, 14. yüzyıldan itibaren Balkan topraklarında yaptığı fetihler ile kısa zamanda bünyesinde farklı dinlere ve etnisitelere mensup insanların dinî hayatlarını özgür bir şekilde yaşayabildiği bir imparatorluk hüviyetine bürünmüştür. Günümüzde etnik çeşitliliği ve küçük etnik grupların karışık bir halde yaşadığı bir coğrafya olması hasebiyle etnik parçalanmışlığı simgeleyen Balkan yarım adasında Türklerin bölgede hâkimiyet kurduğu bu yüzyılda, 19. yüzyıldaki modern ulus anlayışına benzer herhangi bir etnik yapıdan ve bilinçten bahsetmemiz mümkün değildir. Balkanlarda Türk hâkimiyeti öncesinde bağımsız ulusal devletler yerine Bizans’a bağlı fieflerin, Türk hâkimiyetinden sonra ise herhangi bir etnik bilince sahip olmayan çeşitli etnik grupların-kabilelerin varlığından bahsedebiliriz.25 Balkanların fethinin ardından insanların barış içerisinde bir arada yaşama eğilimleri özellikle Fatih Sultan Mehmet ile birlikte Balkanlardaki her etnik ve dinî unsurun kendi inançlarını, dilini ve kültürünü sürdürebileceği millet sistemi şekline sokularak kurumsallaştırılmıştır.26 Ancak 18. yüzyılın başlarında başlayan kapitalist yayılma, klasik Osmanlı devlet ve millet sistemini sarsmaya başlamıştır. İlk olarak Osmanlı’nın pazar ekonomisine girmesi ile Avrupa’nın artan tarımsal ihtiyacının Osmanlı topraklarından karşılanması neticesinde artan zirai üretim ve bunun pazarlanması, Osmanlı orta sınıfını üretici ve ticari olarak ikiye ayırmıştır. Bu bölünme dinî-etnik bir yön kazanmış ve zirai üretim toprakla uğraşan Müslüman tebaanın, ticaret ise gayrimüslimlerin elinde kalmıştır. Tarımsal üretimin yeni sisteme ayak uydurması ile geleneksel toplumsal katmanlar çökmüş, üretilen malları pazarlayan ve bu ticaretle zenginleşen Hristiyan tüccar sınıfı içerisinden de belli bir burjuva aydınlar sınıfı ortaya çıkmıştır. Bu sınıfa mensup olan aydınların birçoğu Avrupa’da ortaya çıkan ulusal söylemlerden etkilenmiş27 ve yaşadıkları bölgelerde kavim milliyetçiliğinin önderliğini yapmışlardır.28

Ekonomik hareketler çözülmenin ilk basamaklarını teşkil ederken Avrupalı devletlerin, emperyalist kaygılar ile Osmanlı topraklarını kendi aralarında paylaşma istekleri, başta Balkanlar olmak üzere Osmanlı Devleti’ne karşı gelişen her türlü ulusçu hareketin desteklenmesi politikasını doğurmuştur. Avrupalı devletler bir anda Balkanlardaki azınlıkların hamisi rolüne soyunmuşlardır. Bunların başında da Rusya gelmektedir. Balkan uluslarının birçoğu ile aynı etnik kökene mensup olan ve bunu Balkan siyasetinin önemli bir unsuru haline getiren Rusya, Balkanlardaki ulusçuluk hareketlerinin en önemli aktörüdür. 1774 Osmanlı-Rus Savaşı ve akabinde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması Rusya’ya, çoğunluğu Balkanlarda yaşayan Ortodoks Hristiyanları temsil etme hakkı kazandırmış ve Rusya, Panislavist fikirleri Balkan etnik gruplarına yukarıda bahsettiğimiz burjuva aydınlar vasıtasıyla empoze etmeye başlamıştır. Bunun neticesi olarak Ortodoks millet Rus etkisine açılmış ve Rusya, Ortodoks Hristiyanlığı siyasal bir ideoloji haline getirmiştir.29 Rusya’nın etkisiyle her etnik grup İstanbul’daki patrikhaneden bağımsız olarak kendi kilisesini kurmuştur. Ulusal kimlikler, ulusal kiliselere sıkı sıkıya bağlanırken kilise ve devlet arasındaki ilişki Osmanlı Devleti’nden farklı olarak kilisenin yeni ulusların ve kurulacak olan ulusal devletlerin siyasal aracı haline gelmesi ve ulusal devletlerin idaresinde özgürlüklerini yitirmesiyle sonuçlanmıştır.30 19. yüzyıldan itibaren dinin ve etnik kimliğin birbirini tamamlayıcı iki toplumsal kategori olduğu Balkanlarda insanlar, bağlı oldukları kiliseleri uluslarının ve kendi etnik kimliklerinin temel unsuru haline getirmişlerdir. Bu şekilde Balkan yarımadasında modern uluslar doğmaya başlamıştır.

Balkanlarda kurulan yeni ulusal devletler kendi uluslarını yüceltme, kendi uluslarının büyük tarihleri üzerinde mitler yaratma ve daha önce kendilerine ait olan ve Türkler tarafından işgal edilen toprakları geri alma mücadelesine girişmişlerdir. Bu mücadele bölgede yaşayan ve azımsanamayacak ölçüde nüfusa sahip olan Türk, Boşnak ve Arnavut gibi Müslüman toplulukların, hem kendi etnik çoğunluklarını sağlamak hem de geçmişin intikamını almak adına fiziksel olarak ortadan kaldırılması ya da zorla eritilmesi politikalarını beraberinde getirmiştir. Bunun sonucu olarak ise Türk hâkimiyeti boyunca hiçbir zaman yaşanmayan büyük katliamlar ve kitlesel göçler yaşanmıştır.31

Balkanlarda 19. yüzyılda vuku bulan bu gelişmeler karşısında Osmanlı Devleti, parçalanmanın önüne geçmek adına bir takım tedbirler alma yoluna gitmiştir. İlk olarak Müslüman olan ve olmayan tüm tebaanın devletin bir vatandaşı olarak kabul edildiği Osmanlıcılık siyasetini devreye sokmuştur. Azınlık isyanları ve kurulan ulus devletler neticesinde Osmanlıcılık siyasetinin başarısızlıkla sonuçlanması, İslam ve halifeye bağlı ümmet olgusunun güçlenmesine, devletin ister istemez halifenin sancağı etrafında toplanacak Müslüman bir ulus siyaset takip etmesine neden olmuştur. Osmanlı idarecilerinin gözünde Halifelik makamı, Batı emperyalizmine karşı Müslüman direnişinin birleştirici unsuru olurken Müslüman kimliğini muhafaza eden Bosnalı Slavlar da Balkanlarda ortaya çıkan ulusçu hareketler ve Müslüman gruplara karşı yapılan uygulamalar karşısında kendilerini Bosnalı Müslüman ulusal kimliği adı altında tanımlama refleksini harekete geçirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin ve Bosna’nın sosyo-kültürel ve siyasi dönüşümünde diğer bir belirleyici etken ise İttihat ve Terakki devrimi olmuştur. Bu yeni modernleşme, inanç ve kimlik sentezi, yerellik ve etnik anlamda kimlik düşüncelerinin gelişmesine imkân sağlamıştır. Böylece inancın yanında Türk, Boşnak, Arnavut gibi etnik adlandırmalar da yer almaya başlamıştır. Hristiyan ulus devletlerinin tecavüzleri karşısında Müslüman kimliği ile mücadele veren Boşnakların kendi tarihî ve kültürel öğeleri etnik bir unsur olarak yerel ve bölgesel bir anlam kazanmıştır.

Tüm bu gelişmeler akabinde, bölgede siyasi olarak Türk hâkimiyetinin sona ermesi ile Müslüman Slavlar, Hırvat ve Sırpların kendi taraflarına çekmeye çalıştığı bir topluluk haline gelmiştir. Çünkü hem Hırvatların hem de Sırpların bölgede nüfusun çoğunluğuna sahip oldukları iddiasında bulunabilmek için Müslüman Slavlara ihtiyaçları vardı.32 Katolik Hırvatlar nüfusun %20, Sırplar ise %43’ünü oluşturmakta idi. Müslüman Boşnaklar ise nüfusun üçte birinden daha fazla bir nüfusa sahiptiler.33 Müslümanlar arasında da kendilerini hangi etnik kategoriye dahil edeceği hususu tartışılmaya başlandı. Zira Bosnalı Müslümanlar Slav kökenli olmalarına rağmen Osmanlı idaresinde kaldıkları sürece Müslüman olmayan, buna rağmen aynı kökene mensup oldukları ve aynı dili konuştukları komşuları tarafından Türk olarak adlandırılmışlar, kendileri de bu adlandırmada herhangi bir beis görmemişlerdir.34 Bunun yanı sıra bu döneme kadar günümüzdeki anlamıyla Müslüman kimliğini çağrıştıran Boşnak etnonimi, Osmanlı yönetimi tarafından bölgede yaşayan tek bir etnik unsurdan ziyade Bosnalı anlamında, Bosna Hersek topraklarında yaşayanların tamamını kapsayacak şekilde kullanılmıştır. 1878 yılından itibaren ise bölgenin idaresini elinde bulunduran Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da 1882-1903 yıllarında maliye bakanlığı yapmış olan Benjamin Kallay’ın fikirleri doğrultusunda, 1903 yılına kadar bölgede yaşayan Müslüman, Katolik, Ortodoks tüm etnik grupları -dinî bir farklılık gözetmeksizin- “Bosna Hersek’te yaşayan insanlar” anlamına gelecek şekilde Boşnyastvo (Boşnak/ Bosnalı) olarak adlandırmayı uygun görmüştür. Avusturya-Macaristan hükümeti tarafından kurulan Saraybosna Ulusal Müzesi müdürlüğüne atanan Kosta Hörman’ın ilk kez sistemli bir şekilde başlattığı Boşnak folklor ürünlerinin derlenip yayımlanması çalışmalarını Kallay finanse etmiştir.35 Bosna’da yürürlüğe konulan etnik politikanın propagandasının yapılması için yine Kallay’ın desteğiyle 1891 yılından itibaren Mehmet-beg Kapetanović’in editörlüğünde Bošnijak (Boşnak) adlı politik gazete çıkarılmaya başlanmıştır. Tüm bu çabalara rağmen Boşnak etnik adlandırması sadece bölgede yaşayan Müslüman Slavların sahiplendiği bir adlandırma olarak kalacak, Bošnijak gazetesi de Bosnalı Müslümanların kendilerini Sırp ve Hırvatların, Müslümanların aslında zorla ihtida ettirilmiş Hırvat veyahut Sırp oldukları iddialarına karşı, aksi yönde tezler üreten Müslüman bir yayın organına dönüşecektir.36

Yüzyıllarca Osmanlı millet sistemi içerisinde Müslüman Türk tebaadan kendisini farklı bir etnik kategori içerisinde değerlendirmemiş olan Bosnalı Müslüman Slavlar, Türklerin bölgeden çekilmesi ve özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren Bosnalı Ortodoks ve Katolik grupların dinî inançları temelinde kendi etnik kimliklerini ön plana çıkarmaya başlamaları neticesinde, Müslüman kimlikleri üzerinde etnik bir aidiyet benimseme zaruretinin ortaya çıktığını görmüşlerdir. Bunu müteakiben Bosnalı Müslümanlar dinî kimliklerini ve diğer gruplardan ayırıcı kültürel vasıflarını ön plana çıkarma gayretinde bulunmuşlardır.37

Boşnakların ulusal kimlik söylemleri, hem Bosna’da hem de Bosna dışında yaşayan Hırvat ve Sırpları çok da memnun eden bir gelişme olmamıştır. Zira Hırvat ve Sırplar 1990’lı yıllara kadar Bosnalı Müslümanları kendilerinden farklı etnik bir olgu olarak görmenin aksine onları zorla Müslümanlığı kabul etmiş Katolik Hırvatlar yahut Ortadoks Sırplar olarak gören çeşitli savlar öne sürmüşlerdir. Birçok Hırvat ve Sırp araştırmacı tarafından ortaya atılan Bosnalı Müslümanları ihtida etmiş Ortodoks ya da Katolik olarak gösterme çabası mesnetsiz, tarihî temelden yoksun ideolojik ve siyasi bir argümandan ibarettir.38

Bosna topraklarında yaşayan Müslümanların Boşnak etnik adı ile uluslaşması süreci, dinî-kültürel ve yerel-lokal paradigmaların bir sentez oluşturması ve coğrafi bir terim olan Bosna adı ile zaten Osmanlı hâkimiyeti boyunca bu bölgede yaşayan insanları adlandırmak için kullanılan Bosnalı/Boşnak teriminin ulusal bir adlandırmaya-etnonime evrimi neticesinde gerçekleşen bir süreç olmuştur. Bu süreçte ulusal yapıyı oluşturan en önemli toplumsal kategori İslamiyet’tir. İslamiyet ile birlikte Boşnak ulusal kimliğini oluşturan ikinci toplumsal kategori ise Türk kültürü etkisinde oluşan Boşnak kültürü olmuştur.39

Uzun süren Türk hâkimiyeti ile birlikte İslamiyet’in benimsenmesi, Orta Çağ Boşnak Edebiyatının zaman içerisinde tamamen Türk Edebiyatının etkisi altına girmesine vesile olacaktır. Girişte de üzerinde durduğumuz gibi İslamiyet ve Türk hâkimiyeti öncesinde Boşnaklar arasında Hristiyanlığın kabulü ile teşekkül etmiş birkaç yazılı belge dışında dinî içerikli kilise, azizler ve manastırlarla ilgili çok sayıda el yazması mevcuttur. Özellikle 13. yüzyılda kilise etrafında teşekkül eden edebiyatın Bosna Hersek’te çok yaygın olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda Türk hâkimiyeti öncesi Orta Çağ Boşnak edebiyatının en önemli iki özelliği eski yazılı eserlerin muhafaza edilmesi ve özellikle dinî içerikli çok sayıda yazılı eserin var olmasıdır.40

Osmanlı hâkimiyeti ile birlikte yavaş yavaş Türkler edebî ve kültürel anlamda Boşnakları etkisi altına almaya başlamışlardır. Osmanlı hâkimiyeti süresince Türkler kanalıyla binlerce Türkçe-Arapça ve Farsça sözcük Boşnak diline girmiştir. 41 Dilsel unsurlar Boşnakların Doğu uygarlığının bir parçası olmasında din ile birlikte önemli bir etken olmuştur. Boşnakların, başta dillerine giren Doğu dillerine ait sözcükler olmak üzere İslam ve Türk kültürüne ait maddi-manevi kültür unsurlarının yoğun bir şeklilde Boşnakları etkisi altına alması, onları bölgede yaşayan diğer Slav gruplardan ayıran en önemli karakteristik unsurlar olacaktır. Çalışmamızın konusunu teşkil eden alhamiyado edebiyat geleneğinin yanı sıra İslam ve Türk kültürü tesirinde Türkçe, Arapça ve Farsça kaleme alınan eserlerden müteşekkil klasik Boşnak edebiyatı ve kadim Slav gelenekleri ile birlikte İslam ve Türk kültür etkisinde oluşan Boşnak sözlü kültürü, Türk kültürü ve İslam etkisi ile gelişen Boşnak edebiyat tarihindeki iki önemli edebiyat geleneğini temsil etmektedir.

Boşnak edebiyat tarihinde başta Türkçe olmak üzere Fars ve Arap dillerinde kaleme alınan edebiyat, Boşnakların en zengin edebî mahsullerini ihtiva etmektedir.42 Türkçe klasik edebiyat ürünlerinin İlk örneklerine 15. yüzyılda rastlamaktayız. Bosna’nın fethi ile İstanbul’a götürülen Hersek Kralı Styepan Hertsegoviç’in oğlu Hersekzade Ahmet Paşa (ö. 1518) Osmanlı sarayında yetişmesi, Türkçeyi yazı dili olarak kullanmış ve Türkçe şiirler yazmış olması hasebiyle klasik Boşnak edebiyatının ilk temsilcileri arasında yer alır.43 Bunun yanında Hersekzade ile aynı dönemde yaşamış olan ve Türkçe gazeller kaleme alan Adnî de (ö. 1474) ilk Türkçe yazan Boşnak şairler arasında kabul edilmektedir.44 16. yüzyıl klasik edebiyat geleneğinin en güçlü temsilcilerinin yetiştiği yüzyıl olmuştur. Mostarlı Hasan Ziyaî (ö. 1584) bu yüzyılın en büyük isimlerinden kabul edilmekle birlikte Muhamed Çengiç (ö. 1549/50), Hasan Kâfî Pruşçak (ö. 1616), Nergîsî (ö. 1635), Derviş Paşa Beyazidagiç (ö. 1603), Mecâzî (ö. 1610) 16. yüzyılda yaşamış önemli klasik şairler arasındadır. Bu geleneğinin en son ve en güçlü temsilcilerinden birisi 20. yüzyılda yaşamış, 1861-1862 yıllarında faaliyet gösteren Encümen-i Şuara’nın en genç şairi olan Hersek valisi Stolatslı Ali Paşa Rıdvanbegoviç’in torunu Arif Hikmet Bey’dir (Rıdvanbegoviç, ö. 1903). Boşnak klasik edebiyatı, Osmanlı’nın bölgeden çekilmesine kadar gelişerek devam etmiş, Osmanlı’nın bölgeden çekilmesinden sonra ise yavaşlamasına rağmen belirli bir süre daha devam etmiş ve zamanla yerini Avrupa etkisinde gelişen modern edebiyata bırakmıştır.45

Osmanlı döneminde Bosna Hersek’te kurulan Osmanlı eğitim kurumları İslami tarzda eğitim sistemini Bosna Hersek’te uygulamıştır. Özellikle Tanzimatla birlikte Müslüman çocukları ile birlikte Hristiyan çocukları da eğitim imkânlarından faydalanmıştır. Hem erkek hem de kız çocuklar okullarda eğitim görmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında bölgede faaliyet gösteren toplam okul sayısı 1.500, öğrenci sayısı ise 43.000 civarındadır.46 Eğitim dilinin Türkçe ve Arapça olduğu bu eğitim kurumlarında şiirden başka ilahiyat, İslam felsefesi, tasavvuf, hukuk, şeriat, astroloji, matematik, coğrafya, tıp, tarih ve dil bilgisi bilimleriyle uğraşan ve bu konularda bilimsel eserler veren çok sayıda bilim insanı yetişmiştir. Boşnaklar ayrıca hattatlık alanında da büyük başarılar kaydetmiştir. Hattatlar Kuran’dan başka şeriat, tefsir, hadis, astronomi, astroloji, matematik, tasavvuf ile çeşitli divanları yazmak ve süslemekle uğraşmışlardır. Boşnak hattat ve nakışçıları, XVI. yüzyılda sanatlarının doruğuna ulaşmıştır.47

Osmanlı dönemi Boşnak edebiyatında yazılı edebiyatın yanında Slav epik gelenekleri muhafaza edilerek Doğu halk edebiyatlarının etkisinde yaratılan sözlü kültür ürünleri de görülmektedir. Müslüman Güney Slavları epik destan geleneği şeklinde adlandırılan bu geleneğin oluşumunda ve sınırlarının belirlenmesinde Bosna’nın Türkler tarafından fethinin önemli rolü vardır.48 Osmanlı Devleti zamanında Bosna’nın eski sınırlarının genişlemesi neticesinde Müslüman Güney Slavlarının epik destan geleneği, günümüzde Sırbistan ve Karadağ sınırları içerisinde kalan Sancak bölgesini kapsayacak şekilde yayılmıştır.49 Bunun yanı sıra çeşitli nedenlerle Avusturya, Macaristan, Dalmaçya kıyıları, Sırbistan, Slovenya gibi bölgelerden Bosna’ya yapılan Müslüman göçleri neticesinde Müslüman epik geleneği şekillenmiş ve zenginleşmiştir.50

Müslüman Güney Slavlarının sözlü kültür unsurlarını en güzel yansıtan örneklerden bir tanesi Gürz İlyas’tır (Cercelez Ali).51 Gürz İlyas hakkındaki ilk bilgilere İbrahim Peçevî’nin Osmanlı Tarihi adlı eseri ile Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde rastlamaktayız.52 Onun yapmış olduğu kahramanlıkların konu edildiği epik anlatılar günümüzde dahi Boşnaklar arasında popülerliğini korumaktadır.53 Gürz İlyas’ın yanı sıra Müslüman Güney Slavlarının sözlü geleneğinde Türk akıncılarının yapmış oldukları akınlar ile göstermiş oldukları kahramanlıklar mühim bir yer tutar. Bu isimler arasında Sarı Saltuk, Gazi Hüsrev Bey, Prizrenli Sûzî Çelebi’nin “Gazavatnâme-i Mihaloğlu Alibey” mesnevisinde Balkanlardaki akınlarından bahsettiği Mihaloğlu Alibey, Malkoçoğlu Bali Bey gibi tarihî şahsiyetler gösterilebilir.54

Boşnak halk edebiyatının en yaygın türleri arasında Boşnakların İslamiyet’i kabul etmeleri ile birlikte değişen kültürel yapının bir sonucu olarak ortaya çıkan, Türk ve İslam kültürüne ait unsurlar ile Müslüman olmayan diğer Slav gruplarda rastlamadığımız lirik şarkılar olan sevdalinkalar55, lirik aşk hikâyeleri olan baladlar ve romanslar yer almaktadır. Genel itibariyle farklı ezgilerde ve şekillerde, dil bakımından ise halk şiirinde kullanılan ve Halk Boşnakçası olarak adlandırılan anlaşılır bir dilde yaratılan lirik şiirler Boşnak aşk şiirlerinin en bilinen örnekleridir.

Boşnak anonim halk edebiyatının da en önemli türü sevdalinkalardır. Şekil olarak anonim Türk halk edebiyatı türlerinden türkü ve manilere benzeyen sevdalinkalar lirik tarzda aşk öykülerinin anlatıldığı türlerdir. 16. yüzyıldan itibaren sevdalinka örneklerine rastlıyoruz. Bu yüzyılda İslamlaşma ile birlikte İslam’ın öngördüğü kurallar doğrultusunda şekillenen kadınerkek ilişkileri sevgililere gizli olarak buluşma imkânı tanımamaktaydı. Osmanlı tarzı şehirlerin kurulmasının ardından özellikle pencere dipleri aşıkların buluşma mekânı olmaktaydı. Burada sevdalinkalarla iki âşık birbirlerine duygularını ifade etmektelerdi.56

Tüm Avrupa halklarında olduğu gibi Boşnak halk edebiyatında da baladlara rastlıyoruz. Eski inanışların ve mitolojik unsurların yer aldığı Boşnak baladlarında kahraman ve o kahramanın hayatı etrafında teşekkül eden mücadele ve savaşlar konu edilmektedir. Balad kahramanının mücadelesi çoğu zaman olumsuz bir biçimde sonlanmaktadır.57 Goethe tarafından Almancaya tercüme edilen Hasanaginica (Hasan Ağa’nın Karısı), Boşnak halk edebiyatının en ünlü eseri olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra Smrt Omera i Merima (Ömer ile Merima’nın Ölümü), Smrt Braće Morića (Moriç Kardeşlerin Ölümü) gibi baladlar Boşnak halk edebiyatının önemli eserleri arasında kabul edilmektedir.58 Romanslar ise hacim itibariyle baladlar ve sevdalinkalardan daha uzun, epik şiirlerden ise daha kısadır. Romanslarda trajik bir şekilde anlatılan aşk hikâyesi baladlardan farklı olarak mutlu bir şekilde sonlanmaktadır.59

Osmanlı Dönemi’nde Lale Devri ile başlayan Tanzimat Fermanı akabinde resmî bir devlet politikasına dönüşen Batılılaşma macerası ile Avrupa’daki edebî ve kültürel hayat Osmanlı şair ve yazarları tarafından Osmanlı kültürel hayatına uyarlanmaya başlamıştır. Osmanlı Devleti’nde İstanbul merkezli edebî ve kültürel gelişmeler imparatorluğun bir parçası olan Bosna Hersek ve Boşnakları da etkisi altına almıştır. Avusturya-Macaristan’ın 1878 yılında Bosna Hersek’i ilhakı ile birlikte sosyal ve kültürel hayat yeni bir ivme kazanmıştır. Bu değişim Boşnak edebiyatını da doğrudan etkilemiştir. Öncelikle Arap harfleri 20. yüzyılın başlarından itibaren tamamen terkedilmiş, bunun yerine Latin alfabesi kullanılmaya başlanmıştır. Latin harfleri ile ilk edebî eserler Mehmet Bey Kapetanoviç Lyubuşak öncülüğünde kaleme alınmıştır. Ilk olarak 1883 yılında Risale-i Ahlak adlı eserini Latin harfleri ile yayımlamıştır.60 Daha sonra 1887 yılında yayımladığı Narodno Blago (Halk Hazinesi) adlı derleme çalışması, Lyubuşak’ın çocukluğundan itibaren toplamaya başladığı başta atasözleri ve deyimler olmak üzere Boşnak sözlü kültür ürünlerini içermektedir.61 Kapetanoviç bu tarz edebî çalışmaları ile Boşnak toplumunun Batı ile Doğu arasındaki arabuluculuk rolünü üstlenmiştir. Boşnakların, Avrupa kültür ve yaşam biçimine ayak uydurma gereksinimlerini vurgulamak adına 1891 yılında çıkan Boşnak dergisinde aktif olarak görev almıştır. Bu ve dokuz yıl sonra (1900) çıkmaya başlayan Behar dergisi etrafında toplanan şair, yazar ve entellektüeler, gerçekte çağdaş Boşnak edebiyatının temellerini atmışlardır. Bunlar arasında Safvet Bey Başagiç, Ethem Mulabdiç, Osman Nuri Haciç, Avdo Karabegoviç, Hasanbegoviç, Osman Cikiç, Salih Kazazoviç ve Musa Çazim Çatiç gibi isimler yer alır. 1903 yılında kurulan Behar kültür-eğitim cemiyeti de Avusturya-Macaristan egemenliği altındaki koşullarda, yeni eğitim, kültür, edebiyat ve sanat ile alakalı gelişmeleri desteklemesi noktasında önemli bir rol üstlenmiştir.62

На страницу:
2 из 5