
Полная версия
Genç Tulpar Hareketi
Genç Tulparlılar, milli çıkarlar için ortak hareket etmeyi sadakatle ve ısrarlı şekilde devam ettirdiler. Mesela, teşkilatın adının “Genç Tulpar” konulması sırasında başka öneriler de gündeme getirilmişti. Hepsi de Alaş ideasını kendilerine bayrak yapan gençlerden bazıları, Kazak yerinin doğusu ile batısını, kuzeyi ile güneyini birbirine bağlayan Sarı Arka yöresi, Alaş aydınlarının en çok toplandığı bölgedir, bu sebeple adı “Sarı Arka” olsun önerisinde bulunmuşlardı. Ama Sarı Arka olarak adlandırılırsa, düşüncemiz Alaş düşüncesi, yolumuz Alaş yolu olsa da, bölünmüş gibi görünürüz, kendimizi tek bir bölge ile sınırlandırmış oluruz gerekçesiyle uygun görülmedi. Sonunda, “Tulpar”,20 at mizaçlı Kazak’ın sevimli bir deyimidir; biz genciz, bu sebeple adımız “Jas Tulpar” yani “Genç Tul-par” olsun diyerek sorun çözülmüştür.
Biz buna bakarak, Genç Tulparlıların en baştan beri hemşehricilikten, kabilecilikten uzak durduklarını söyleyebiliriz. Bu davranış onların, ata-babalarımızı bölmeye değil birleştirmeye çabalayan, yabancılara değil kardeşliğe, akrabalığa inanan hasletlerinden kaynaklanıyordu. Nitekim her zaman, “Biz Kazak çocuğuyuz, parolamız Alaş’tır” diyerek, bölünmediler; birliği, tefrikaya üstün tuttular. Ülkenin haysiyeti, tüm Kazakların itibarı, sonraki nesillerin geleceği için önlerine büyük hedefler koydular.
Kazaklar için “Er kanadı, at”tır. Yılkı21, Kazak bozkırının ikinci adıdır. Ulu bozkırı yönetmek için Kazaklara, atın yalnızca yelesi ile beli değil, toynağındaki urganı bile gerekli olmuştur. Hayatları hep atlara bağlı geçmiştir. Milli tarihi boyunca, tüm yaşantı ve düzeni ata bağımlı, “yılkı” hayvanı ile iç içe olan bir halktır, Kazak halkı. Tarihteki askeri seferler, bozkır için yapılan uzun, kanlı ve acımasız savaşlar hep at üstünde gerçekleştirilmiştir. Kazakların “İnsan, yılkı mizaçlıdır” sözü onların işte bu hayat felsefelerinden türemiştir. Anne sütü ile at sütü, bizim tarihimizin başlangıcıdır. “Argımak” yani soylu at, “jabı” yani cins olmayan at gibi sürünmez.
Tulparlar, sanat tarihimizde de büyük yer tutarlar. Bunları bilmeden bozkırı, doğduğu yeri tanıma, sevme mümkün değildir. Gençlerin, halkın hürriyeti için mücadele etmek amacıyla kurdukları cemiyetin adını, “Genç Tulpar” koymaları, kendi tarihlerini, Kazakların karakterini, zihniyet ve milli özelliklerini iyi bildiklerinin delilidir.
İngiliz bilim adamları, atların ilk kez Kazakistan’ın kuzeyinde evcilleştirildiğini ve kımızın 5500 yıldan beri içildiğini ortaya koydular. Yılkı hayvanının ilk kez evcilleştirilip, günlük ihtiyaçlar için faydalanılması, insanlık tarihini yeni bir merhaleye taşıyarak sosyo-politik gelişiminde köklü değişimler getirdi. “Botay Kültürü”22 kazılarında binlerce at kemiği bulunması, bizim ata-babalarımızın hayat sürme seviyesinin ne kadar yüksek olduğunun göstergesidir.
Şuuru berrak, zihni açık Genç Tulparlılar, Kazak halkının Avrasya bozkırlarındaki Türk halklarının temelini oluşturan en eski boy olduğunu öğrendikten sonra bunu herkese anlatmaya başladılar.
Onlar, Kazak yurdunun her köşe-bucağından toplanmış; çok yetenekli, çok yönlü ve becerikli gençlerdi. Hepsi de milliyetçiydiler. Yuvanda ne görürsen, uçtuğunda onu istersin! Her insanın kendi çocukluk dünyasına, aile terbiyesine uygun şekilde davranacağı, düşünce ufkunun buna göre şekilleneceği, hayallerinin zenginleşip genişleyeceği malumdur. Genç Tulparlıların hemen hepsi aydın, eğitimli ve soylu ailelerden çıkmış gençlerdi.
Onların fikir ve eylemleri, dönemin atmosferinin de etkisiyle kısa zamanda, ülke içinde geniş olarak yayıldı. Kazak halkının o anki durumu, kültürel-manevi hayatındaki olumsuzluklar hiç kimseyi karamsarlığa düşürmüyordu. Genç Tulparlıların faaliyetleri, milli kimlik duygusunu, şuurları canlandırıyor, kulaktan kulağa aktarılıp, Kazak ülkesinin her yerinde dikkatleri çeker hale geliyordu.
Onların sözleri her zaman doğru, icraatları her daim sağlam çıktı. Genç Tulpar Uyumu’nun ülke çapında geniş kültürel, maarifçi ve siyasi bir harekete dönüşmesi, Kazak halkının kendi geleceğine üstünkörü bakmadığını da ortaya koymuştu.
Genç Tulparlılar, kültürel-maarifçilik faaliyetlerine, 1963 yılının kışında, Rusya’nın Omsk eyaletinde Kazakların yoğunlukla yaşadıkları yerler ile (Kazakistan’ın) Jambıl eyaletinde başladılar. Yalnızca Jambıl eyaletinde 90 konser düzenleyip, 50 ayrı ders yaptılar. Yürekten bağlılık, samimiyet olursa başarılamayacak şey yoktur.
Şiirler okuyup, danslar yapıp yeteneklerini gösteren gençler, her etkinlikte halkın beğenisini kazandılar. Aralarından Horlan Rahimbekova, Jamile Namazbayeva, Klara Aşıkbeyava gibi şarkıcı kızlar çıktı. Konserlere teknik liselerde okuyan Ramazan Bapov, Düysenbek Nakipov, Ravşan Bayseyitova gibi genç yetenekler de katılıp, Genç Tulparlılar’ın saygınlığına katkı sağladılar. Jambıl’da Genç Tulparlılara, halk tarafından çok sevilen besteci Şamşi Kaldayakov da yakınlık gösterdi. Üzerine karabasan çökmüş bir zamanda, genç oğul ve kızların, başlarına gelecekleri düşünmeden halkın derdini dert edinip, cesurca Alaş aydınlarının izini takip ediyor olmalarından etkilenmişti. Şamşi Kaldayakov, Mağcan Cumabayev’in “Sen Güzelsin” şiirini besteledi. Amacı, “Nasıl olsa o kız bir güzel” diyerek, Alaşçı büyük şairi, onu arayan nesil ile buluşturmaktı. O yıllarda Mağcan’ın şiirini, “halk türküsü” diye besteleyip ülkeye yayma, kendi isteğiyle hapse girmeye talip olmak demekti.
Genç Tulparlılar, ülkede kendileriyle aynı düşünce ve duygudaki mahir gençleri saflarına çektiler. Böyle yetenekli gençlerin ilk sırasında harikulade duygulu sanatçılığıyla, dombıracı Mülkaman Kalavov (Qalavov) bulunuyordu. O, Genç Tulpar sanat grubu ile ülkeyi dolaşıp, Kazakların kutsal dombırasıyla Brahms’ın “Macar Dansı” eserini büyük ustalıkla çalıyor, halkın vazgeçemeyeceği hakiki bir sevgiliye dönüşüyordu. Halkın gönlünü kazanan mahir sanatçılar arasında Beysen Nurpeyisov, Cenis Koyşıbayev, kopuzcu Gülbarşın, Marat Bitibayev, Asiya Nurmat, Lidiya Tuleşeva, Asiya Janseyitova, Sırım Narımbayev ve Sardar Tatubayev de bulunuyordu. Bu kültürel etkinlikleri Murat Avezov, Bolathan Taycan, Altay Kadırjanov, Yer-sayın Tepenov, Asiya Muhambetova ve Amangeldi İrgebayev düzenliyorlardı.
Genç Tulpar, resmi olarak 1963 yılının kasım ayında kurulup, faaliyetine başlamakla beraber, geniş çaplı faaliyetleri 1964-1965 yılları arasında gerçekleşti. İki yıl içinde, Kazak gençlerinin eğitim gördükleri Rusya kentlerinin tümü ile Riga, Kiev ve Harkov’da şubeleri açıldı. Buralardaki teşkilat çalışmalarını Genç Tulparlılar’dan oluşan komiteler yürüttü. Genç Tulpar Cemiyeti’nin Moskova’da bulunan merkezinin yanı sıra Rusya’nın diğer şehirlerindeki şubeleri de başarılı faaliyetler gerçekleştirdiler. Özellikle, Leningrad’da okuyan öğrencilerden Sarsengali Kospanov ile Marat Sembi’nin yönettiği teşkilat oldukça faaldi. Onlar, Leningrad ile Kazakistan arasındaki dostluk ve kültürel ilişkiler tarihinin daha derinlere uzandığı, Sovyetler Birliği kurulana kadar da güçlü şekilde devam ettiği üzerinde durdular. Tarihçi Marat Sembi, Leningrad’taki “Aray” cemiyetinin kuruluşunu şöyle hatırlıyor:
“…1964 yılı kasımının dördünde, Genç Tulparlı birkaç delikanlı Leningrad’a gelecek diye haber aldık. Bu cemiyetin yapmakta olduğu işler konusunda epey malumatımız vardı. Bundan dolayı, tüm Kazak öğrenciler olarak onları karşılamanın telaşına düştük. Beklediğimiz gün, bizleri hiç bekletmeden Murat Avezov başkanlığında, aralarında Altay Kadırhanov, Bolathan Taycan ve Makaş Tetimov’un da bulunduğu bir grup insan Leningrad’a geldi.
Biz, yükseköğrenim kurumlarının hepsinde toplantılar organize ettik. Neticede, “Genç Tulpar”ın Leningrad şubesini açma yönünde mutabık kaldık. Adını da “Aray” koyduk. Başkan olarak da Sarsengali Kospanov adında, büyüklerle de küçüklerle de iyi iletişim kurabilen, çok çalışkan bir insan tayin edildi. O dostumuz, hâlâ Leningrad’da yaşıyor. Gençlik dinamizmi, delikanlılık coşkusuyla Kazak’ın derdiyle dertlenip, tasasını çekmekten yorulmadı. Şu anda da, Sankt-Petersburg ve Leningrad eyaletlerindeki Kazakların “Atamekân Kültür Merkezi”ni yönetiyor.
Biz faaliyetimize, vokal-dans topluluğu kurmakla başladık. Çok geçmeden Leningrad’daki yükseköğrenim kurumlarında, Kazak şarkı-türküleri işitilmeye, Kurmangazı ile Tattimbet’in “küy”leri çınlamaya başladı. Kazak olmaktan duyduğumuz gurur günden güne artıyordu. Öyle ki dile olan hürmet, bana da, bilhassa tam o yıllarda hâkim oldu desem, yanlış söylemiş olmam. Rus dilli yaşıtlarım da ana dillerini öğrenmeye yöneldiler. Hatta dil meselesini gündeme getirenler de onlar oldu. Niye derseniz, onlar bu varlıklarından, zenginliklerinden ayrılıp gittiler ya, çok gayretli olmaları normal! Şimdi bu olanlara hiç kimseyi inandıramazsın! Nasıl desek, Rusdilli Kazak dostlarda, emperyalist siyasetten dolayı Ruslara karşı küskünlük o dönemde yoğunlaşmıştı.
Bu durumu, kendiliğinden ortaya çıkan bir hadise diye hesap etmiş değilim. Mesela ben Rus okulunda okudum. Dilim Rusça çıktı. Sınıfımızda Oleg adında bir Rus çocuğu vardı. Bir gün çizim dersinin ev ödevini yapmadan gelmişti. Panik halinde benim çizimimi kopyaladı. Derste, öğretmen ona beş verirken, benim notumu dört yazdı. İçim yandı. Kopya, kopyadır; orijinal de orijinal. Oleg’e verilen yüksek notu ben almalı değil miydim? Öğretmen ile tartışmamın kıl kadar faydası olmadı. Yine onlar haklı çıktı. Rus olduğu için kayırıldı. Böyle şeyler bizim çocuk ruhumuzda, “büyük halk”a karşı kırgınlık, küskünlük tohumları ekilmesine yol açıyordu.
Bir gün de bir memleketlimiz, Goloşekin’in hayatta olduğunu işitmiş. Buna gerçekmiş gibi inanan Leningrad Politeknik Enstitüsü’nde okuyan Jakıp (Yakup) adlı bu kişi, “Yiğitler, o it yavrusunu nasıl öldürmemiz gerek? Onun toprağa basıp yürümeye hakkı yok!” diyerek oturanlara soran gözlerle baktı. Hiçbirimizin Goloşekin’in hayatta olmadığı konusunda şüphemiz yoktu ama Yakup’un teklifine hepimizin çeşitli cevaplar verdiğimiz hatırımda. Buna aşırı heyecanlılık, aculluk da desek; gençlerin ruh halini, yüreğinin nasıl çarptığını, kanının nasıl kaynamakta olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
“Kazak gençleri, kendilerini yetiştirmeden, iyi eğitim almadan Kazakistan’a dönmeyecek” şeklinde bir sloganımız da vardı. Dersleri zayıf öğrencilere, konunun uzmanı milliyetçe Kazak olan ağabeylerimiz özel olarak ek dersler veriyorlardı. Dönem, bizi işte böyle bir ruhta terbiyelemişti.”
Sarsengali Kospanov, Leningrad’da ders veren muallim Bolat Tursınov ile öğrenciler Erik Sadıkov, Orınbasar Iskakov, Amangeldi Nurpeyisov, Seniya Şayhina, Timur Süleymenov, Meyram Tumanov, Edvard Sadıkov, Jakıp Sekerbayev, Amangeldi Satpayev ve Sansızbay Nurkamalov gibi yetenekli gençleri etrafına topladı. Seniya Şayhina olmadan bir tek oyun-eğlence yapılmaz olmuştu. Piyanist Seniya, gençlerin övüncüne dönüşmüştü.
Matematikçi Bolat Tursunov ise ünlü bilim adamı Lev Gumilev’le, satranç oyununda eşlik edecek kadar samimiyet kurmuştu. Bolat Tursunov sayesinde Genç Tulparlılar, Lev Gumilev’le buluşup sohbet ediyor, ondan ders alıyorlardı. Bu tür imkânlardan faydalananlardan biri de Akselev Seydimbek’ti. O, birkaç kez Lev Gumilev’le şahsen görüşmüş, eski Türk kültürü, göçebelerin hayatı üzerine düşüncelerini öğrenmişti.
Leningrad’taki Aray Cemiyeti de Kazakistan’a ziyaretler düzenleyip, maharetlerini gösterip, tanıtım ve propaganda faaliyetleri yürütüyordu. Çarlık Rusyası’nın başkenti olan bu kentte okuyan Kazak gençler, kendine özgü bir siyasi ortamda yaşıyorlardı. Leningrad, bir yönüyle “devrimin beşiği” ise diğer taraftan da büyük bir kültür merkezi, aydın kesimin geçmişle bağlarını koparmayıp, tarihini özenle saklamayı bildiği bir kentti. Hatta çarların icraatlarının adil bir şekilde değerlendirildiği, onların yaptıkları anıtların yıkılmadan korunup, geçmişine saygı göstererek müzeler kurulan bir şehirdi. Kültür ve edebiyatı yüceltip, başkalarına örnek olan bu kentte yaşayan gençler bütün bunları görüyor; akıllarını, gece-gündüz, “Bizim hanlarımız, tarihi birikimimiz, ata-babalarımızdan kalan mirasımız nerede” şeklinde bir düşünce kurcalıyordu.
Genç Tulpar mensupları arasında, Moskova ve Leningrad okuyan gençlerin daha faal oluşlarının bir gerekçesi, bilgi düzeylerinin yüksekliğinin de kendine özgü sebepleri vardı. Moskova, sıradan bir şehir, bir başkent değil, bir eğitim ve bilim merkeziydi. Dün, Alihan Bökeyhanov’ların, Sancar Asfendiyarov’ların üniversitelerinde ders gördüğü, kitaplar yazdıkları; Smağul Saduvakasov’ların, Gani Muratbayev’lerin eğitim alıp, eserlerini kaleme aldıkları yerdi.
Leningrad’ın ise, Kazak halkı nezdinde apayrı bir yeri vardır. Şokan (Çokan) Valihanov, sokaklarında dolaşmış; Gubaydulla Cangirov, Çar II. Aleksander’ın emir subayı olarak burada görev yapmıştır. Muhtar Avezov, Alkey Margulan’lar eğitimlerini bu kentte geliştirmişlerdir. Dünkü Vatan Savaşı’nda (2. Dünya Savaşı) Leningradlılar, Dmitri Şostakoviç’in senfonisini dinlerlerken, peşisıra, Jambıl Jabayev’in “Leningradlı Öncülerim” şiirini okuyorlardı. Alia Moldagulova gibi Doğu’nun kahraman kızları da bu kentte yetişmişlerdir.
Elbette, Moskova ve Leningrad kentlerindekilerin hepsi Kazak halkının büyüklüğünü, baturluğunu biliyorlardı. Kazak’ı Kazak yapan Mağcan Cumabayev’in, büyük yetenek sahibi Külaş Bayseyitova23 gibi bülbüllerimizin gezip geçtiği yerlerin izsiz kalması mümkün müydü? Alaş aydınlarının ruhunun dolaştığı bu şehirde yaşayan Kazak gençleri de, işte o yüksek seviyeye ulaşmaya gayret ettiler.
Leningrad, Kazak aydınlarının demokratik mizaçlarının da şekillendiği özel bir kenttir. Mustafa Çokay, Alihan Bökeyhanov ve başkalarının, tahsil görmenin yanı sıra siyasi tecrübe de kazanarak hayat okulundan geçtikleri yerdir.
Leningrad, Kazakistan’a, üç tamgeneral’den24 ikisini de veren şehirdir.
Onların ilki, Balkan Savaşı kahramanı, Rus ordusunun muhabere birliğinin kurucusu, İmparator 2. Aleksander’ın en sevdiği emir subayı olan Gubaydulla Cangirov – Cengizhan-dır. Bu tarihi şahsiyet, Kazak topraklarının yağmalanmasına, devletleştirilmesine, satılıp yok edilmesine yol vermemiştir. Çarlık Toprak Komisyonu üyesi sıfatıyla, General Skobelev gibi çok yakın dostları ile birlikte Kazak topraklarının parçalanmasına karşı çıkmış, devlet mülküne geçirilmesine engel olmuştur. Ayrıca Petersburg’daki cami yaptırma komitesinin de aktif bir üyesiydi. Yine, 1884 yılında, Gubaydulla Cangirov’un çabalarıyla Kazakistan’da bürokratik işlemler, Tatar dilinden Kazak diline çevrilmiştir.
İkinci tamgeneral, Lavr Kornilov idi. Karkaralı’da doğmuştur. Annesi Külşara, Kazak kızıdır. Kornilov, Rus ordusunun kolbaşısı yani başkomutanı olmuş, Beyazlar hareketinin liderliğini yapmıştır.
Üçüncüsü ise, ordu generali Sağadat Nurmağambetov’dur.
Zamanında Kazak aydınlarının eğitim gördükleri, çalışıp ömür sürdükleri, havasını teneffüs ettikleri Moskova, Leningrad gibi kentlerde, gençler kendilerini iyi yetiştirdiler, bilgi seviyeleri çok yüksek oldu. Özellikle Stalinist “demir perde”nin yırtılmaya başladığı o yıllarda bu şehirlerde, Sovyetler Birliği için reformlar hazırlanıp, toplumu değiştirecek hareketler organize ediliyordu. En önemlisi de buralarda, Stalinist tek kişiye tapınmacılığı ifşa etmeye gayret ediliyor; gerçek, demokratik gelenek ve kurallar çerçevesinde halkın şuuruna sindirilmeye çaba gösteriliyordu. Bunlar, komünist diktatoryanın tam bir kıskacına alınmış bir cumhuriyetten (Kazakistan) gelen gençlerin milli şuurlarının uyanmasına ve yeni bir düzeye yükselmesine etkide bulundu. Milli hareketlerin önem ve gerekliliğini anlamalarını sağladı.
Kazak gençlerinin eğitim aldığı bir diğer önemli şehir de Ukrayna’nın başkenti Kiev’di. Eski bir kültüre sahip Kiev, tarihte Rus Kiev’i adıyla ünlenmişti.
Kiev’in de, gençlerin kendilerini yetiştirmelerinde özel bir yeri vardır.
Ukrayna, Moskova idaresinden hoşnutsuzluğunu her zaman açık olarak gösteriyordu. Kazakistan ile Ukrayna arasında ise yakın ilişkiler vardı ve bunun gençler üzerinde büyük etkisi olmuştur. Taras Şevçenko’nun Kazak ülkesinde devam eden yaratıcılığı da iki ülkeyi yakınlaştırıyordu. Genç Tulpar teşkilatının Kiev şubesinde Kaşakbay Yelevov, Serik Şartıkov, Orınbasar Kaşkınbayev, Kıdırgali Baybekov, Altınay Bertelevova, Turdıbek Sadıkov, Maydan Satkaliyev, Bahıt Ceksenbiyev vb. Kazak oğul ve kızları aktif olarak çalıştılar. Kiev’deki Genç Tulparlılar, sadece Kazakistanlı Kazak gençleri değil, diğer yabancı ülkelerin vatandaşı Kazak öğrencileri de içlerine almışlardı. Sloganları, “Aynı beşikteki Kazak çocuğuyuz!” idi. Onların saflarına Moğolistanlı Turusbek Ayathan, Jaksılık Kusmankızı gibi gençler de katılarak, Kazakistan’ın bağımsızlık mücadelesine katkıda bulundular.
Genç Tulparlılar, sosyalist toplumun imkânları dâhilinde, Alaş düşüncesinin mirasçıları olma, Alaş aydınlarının işlerini devam ettirme yolunda faaliyet gösterdiler. Onlar, Sovyet yönetimine, sosyalist ideolojiye siyasi olarak doğrudan karşı çıkmadan, totaliter sistemle, manevi ve kültürel maarifçilik yoluyla karşı karşıya geldiler, bu alandaki eksiklikleri gündeme getirdiler. Bu arada, yönetim de, aydın kesim de, açıkça söylenmemekle birlikte, asıl maksadın bağımsız devlet kurma idealine yönelik olduğunu anlamışlardı.
Genç Tulpar önderleri genç olsalar da, hareketi organize etme, plan projeleri belirleme sırasında, çok ileri siyasi basiret sergilediler. Her şeyden önce, yıldan yıla maneviyatı çöküntüye uğrayan, bölüp parçalanan, milliyetsizleşip, dilinden kopup dağılmakta olan halka, kültürel-aydınlatma faaliyetleri yoluyla etki etmeye çabaladılar. Onlar, geçmişin gerçeğinin perdesi açılırsa, halkın da gözünün açılıp, şuurunun uyanacağına inandılar. Moskova’da hayatlarını sürdürüp “Kruşçev Ilımlılığı” döneminin imkânlarından geniş şekilde faydalandılar.
Ülke (SSCB) çapında Leninist Komünist Gençlik Komitesi Merkezlerine ve Moskova Komünist Parti Komitesi’ne “Leninist politika temelinde ulusal kültürü geliştireceğiz” diyerek mektuplar gönderdiler. Bunun üzerine adıgeçen kurumlar, talep edilen kültürel-aydınlatma faaliyetleri gerekçesine engel çıkarmayarak izin verdiler, yardımcı oldular. Merkezi gazete ve dergilerde Genç Tulpar Uyumu’nun kültürel etkinlikleriyle ilgili makaleler yayınlandı, televizyonlarda haberler yapıldı. Genç Tulpar adına Murat Avezov, Bolathan Taycan ve Sabit (Sovetkazı) Akatayev, daimi temsilci heyeti sıfatıyla, Moskova Genç Komünistler Teşkilatı ile irtibat kurup, işleri takip ediyorlardı.
Kazak gençleri, Moskova’da “Öğrenci Konseyi” de kurdular. Buraya Moskova’daki yükseköğretim kurumlarındaki temsilciler üye oldular. Onlar, esas olarak eğitim meseleleri ile ilgileniyorlardı.
Genç Tulparlılar, Yüksek Sovyet’in bir toplantısına katılmak üzere Moskova’ya gelen Kazakistan Sovyet Cumhuriyeti lideri Dinmuhammed A. Kunayev ile de görüşüp, Kazak gençlerinin sosyal durumunu geliştirmek için yardım istediler. Bunun üzerine D. A. Kunayev, Maliye Bakanlığı’na talimat vererek, sosyal açıdan zayıf öğrenciler için ayrılan mali ödeneğin Kazakistan’ın Moskova’daki temsilciliğine tahsis edilmesini sağladı.
Genç Tulparlılar, “Öğrenci Konseyi” kararı ile Kazak yazarlarının eserlerinin tanıtılmasına yönelik geceler de düzenlediler. B(eyimbet) Maylin, S(aken) Seyfullin, İ(lyas) Jansügirov için, geniş katılımlı anma törenleri gerçekleştirildi. Kazakça bildirileri Sovetkazı Akatayev, Rusçaları ise Murat Avezov hazırlıyordu. Hepsi de milletin istikbaliyle ilgili olan dersler de her türlü konuyu ihtiva ediyordu. Mesela, B. Taycan, 1965 yılının 9 mayısındaki Öğrenci Konseyi toplantısında, “Kazakistan Devleti’nin Egemenliği ve Dış Politika Yetkileri” konulu bir sunum yaptı.
Murat Avezov’un önerisiyle Moskova’daki Öğrenci Konseyi’nin başkanı seçilen Sovetkazı Akatayev, anlayabilenler için, çok büyük işler başardı. Diğer Rus şehirlerindeki Kazak gençleri ile yakın ilişkiler kurdu, aralarındaki bağları güçlendirdi. Moskova’daki Kazak Öğrenciler Konseyi’nin çalışma raporlarına baktığınızda, yürüttükleri faaliyetlerin, yaptıkları çalışmaların geniş kapsamlılığını görüp hayran kalırsınız. Öğrenci Konseyi, Kazak gençlerine talim-terbiye vermede, okuma sisteminin kalitesini yükseltmede adeta bir bakanlık görevi üstlenmiştir.
Genç Tulparlılar, Kazakların öz yurtlarına sahip olup yaşayabilmeleri için, uzun vadede bir milli mefkûre inşa etmeleri gerektiğine inanıyor, bunun kaynağının kültür ve sanat olduğunu savunuyorlardı. Milli kimliği gösteren de, âdet-ananeyi, gelenek ve göreneği koruyan da kültür ve sanattır diyorlardı. Ülkedeki özgürlük ve eşitliğin gerçek mi sahte mi olduğunu gösteren milletin içinde bulunduğu durumdur. Onlar, Kazakların, Kazakistan’da yani öz anayurtlarında ömür sürseler de, haksızlığa maruz kalmakta olduklarını görmüşlerdi.
Genç Tulparlılar, nasıl bir faaliyet yaparız, işe nasıl başlarız diye çok fazla düşünmediler. Halkla beraber olabilmek maksadıyla, yüzlerini memleketlerine, köylerine çevirdiler. Mezarlıkları kentlerinden çok olan Kazak halkının kadim tarihinin, onun kutsal toprağında, her bir Kazak’ın yüreğinde, kanında, canında yaşadığını bilen gençler, köylere hasretle, arzuyla koştular. Anayurdu, köylerini, milli değerlerin kaynar gözesi, tükenmez bulağı olarak gördüler. Eski dönemler tarihinin doğrusunu da, eğitici menkıbe, hikâye ve şecerelerin hakikilerini de halkın ağzından bizzat kendileri işitmek istediler. Ülkenin durumunu kendi gözleriyle görüp bilgi edinmeyi arzu ettiler.
Genç Tulparlılar, köy köy dolaşarak, çok şey görüp geçirmiş yaşlıları, aksakalları aradılar. Onların konuşmalarını dinleyip, ağırbaşlı, ciddi sohbetlerde bulundular. Aksakalların sahip oldukları bilgi ve feraset ile hal-tavırlarına sinmiş, olgunluk ve iyi ahlaklılık pınarlarından susuzluklarını giderdiler. En önemlisi, o görmüş geçirmiş ihtiyarların, önceki atalarının yaylak ve kışlaklarının hangi ırmak boyunda, hangi vadide olduğundan, hangi göllerin suyunun acı hangilerinin tatlı olduğuna varıncaya kadar anlattıkları onları gerçek anlamda mest etti. Böylelikle, “Kazaklarda sınır kavramı bulunmaz, devletleri olmamıştır” diyen cahillerin söylediklerine verilecek cevabın, köylerde aranması gerektiğine dair kanaatleri pekişti.
Kazakların karakteri onların sanatındadır. Yaşananlar her daim türküler ve ağıtlarla dile getirilmiştir. Genç Tulparlılar, ülkelerine, elleri boş gelmemiş, sanat ve edebiyatla, yüreklerinin derinlerindeki arzularla, milletin geleceği hakkındaki fikir ve düşünceleriyle gelmişlerdi. Bunu, Türk dilleri uzmanı Klara Aşikbayeva’nın şu hatırasında açık olarak görüyoruz:
“Diğer milletlerin uzun eteklileri ile karşılaştırıldığında, Kazak kızlarının kamusal işlerde çalışmaya geç başladıkları bilinen bir husustur. Ancak onlar, çok kısa bir sürede kendi yeteneklerini gösteriverdiler. Kazak kızları, altmışlı yıllarda sanatta da, bilimde de erkeklerle rekabet edebileceklerini ortaya koydular. Ben, Moskova Devlet Üniversitesi’nde okuduğum yıllarda, yüksek eğitim gören başka Kazak kızlarını gördüğümde göğsümün kabardığını biliyorum. Tenlerinden bozkırın kokusu yayılan, kalın saç örgüleri topuklarına kadar uzanan kızlarımız, faaliyetlere, sadece Kazak halkı için çalışan insanların sayısı çok görünsün diye sembolik olarak katılmıyorlar, üstlendikleri işlerde canla başla çalışıyorlardı. Onların bu davranışlarına gıpta ediyordum. Biz kızlar, Genç Tulpar mensupları, Kazak denen ulusa leke getirmemeli diye düşünüyorduk. Yabancı bir şehirde buna yakışır şekilde hareket etmeye çalıştık. Kazak erkeği Kazak kızıyla, Kazak kızı Kazak erkeğiyle övünebilmeliydi.
Ben, Genç Tulpar’ın kurduğu müzik topluluğunun solisti oldum. Görevimiz, tanıtım ve tebligatta bulunmaktı. Çok yerler dolaşıp, Kazak türkülerinin geniş kitlelerce bilinmesine hizmet ettik. Şarkılar, destanlar okunuyordu. Öğrenciler yaz tatillerine giderlerken, müzik topluluğu üyeleri olarak biz, yeni repertuarlar hazırlayıp, yeni turnelere hazırlık yapıyorduk. Evet, biz, Genç Tulpar ile gurur duyduk. Aynı sınıflarda birlikte okuduğumuz başka milletlere mensup öğrenciler Kazaklara gıptayla bakıyorlardı. Gerçekleştirdiğimiz etkinliklere hayrandılar. Onlar da böyle işler yapmaya çalıştılar. Ancak, sonuç alamadıklarını biliyorum.”
Türkü; halkımızın yüzyıllar boyu damla damla biriktirdiği manevi hazinelerinin kapısı, kutlu anahtarı.
Genç Tulparlılar ülkeye türküyle döndüler, türkünün hüznüne denk koyuluktaki halkın manevi dünyasıyla ilgilendiler. Onlar, türkü ve ezgileri, Kazak halkının uzun geçmişinin soy ağacı olarak görüyorlar, asırların kattığı değerlerle gelişip, zenginleşerek ebedi bir hazineye çevrildiğine inanıyorlardı. Kazakların milli değerleri, büyük ölçüde tarihin kuytu katmanları arasında kalmış, türlü sebeplerle medeniyet gelişiminin ağırbaşlı yollarının gerisine düşmüştü. Bu sebeple Genç Tulparlılar, milli kültürün gelişmesinin, milli şuuru yükselterek ülkenin ilerlemesine katkıda bulunacağına inanıyorlardı. Halk müziğinin değerini bilen halk da, onlara saygı gösteriyordu.