
Полная версия
Meleguş
Bu at sevgisi ve at yarışı merakı gibi konular, köylülerle ilgili hikâyelere yansıyan en masum unsurlardır denebilir. Birçok hikâyede A.Durdıyev, köylünün cehaletini de en yalın hâliyle tasvir eder.
“Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede on yaşındaki oğluna, türlü hilelerle genç bir kızı gelin alıp ona işkence eden zengin bir köylü kadınının kendisi uyaranlara verdiği cevap dikkat çeker:
“– A gız, Oguldursun, neden gelinini böyle kötü horluyorsun? O da insan çocuğu değil mi?dediklerinde, Oguldursun çenesini şişirip, yukarıya kaldırıp;
– Siz, yüzükaralar! Bilmiyorsunuz. “Gelini baştan, oğlanı yaştan!” demişler. Şu zamanda onu ezmezsem daha sonra o benim oğluma yaramaz, deyip cevap verirdi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Zalim bir zengin kadın karakteri olan Oguldursun’un “Şu zamanda onu ezmezsem daha sonra o benim oğluma yaramaz.”deyip gelinine türlü işkenceler yaparken dayandığı temel nokta da hikâyede “gelenekler”, yani “eski” anlayış olarak gösteriliyor. Çünkü Oguldursun, yaptığı işkenceleri “Gelini baştan, oğlanı yaştan demişler!” diyerek bir atasözüyle haklı çıkarmaya çalışıyor.
Hikâyelerde köy hayatına yönelik olumsuz unsurlar olarak “dedikodu”, “ön yargı ile kınama”, kız çocuklarına baskı, varlıklı insanların köylülere zulüm etmesi gibi durumlar da dikkat çeker.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde eski-yeni durum tasviri olarak “Hayal Deryasında” adlı hikâye dikkat çeker. Garrı Aga (Yaşlı Amca) rüyasında şehre gider. Devrim sonrasında şehirlerde çok gelişmiş, düzenli bir hayat kurulmuştur. Garrı Aga (Yaşlı Amca) köylü olduğu hâlde traktörü hayal deryasında görür:
“Bir baktı ki, etrafını toz kaplamış… “Allahım, bu ne böyle?” diye tozun yükseldiği tarafa yöneldi, bir tarlada beş-altı tane traktör tarlayı sürüyordu. Yaşlı amca traktörlerin toprağı karıştırmasını hayranlıkla izleyerek, onların yanına tüm içtenliğiyle yaklaştı. Tam o sırada, traktörlerin kumu dökmesini, karıştırmasını şaşkınlıkla izlerken, bir traktör tüm hızıyla kumu ezerek amcanın üzerine doğru geldi ve yaşlı amca bunu görüp: “Kumun altında kalıp helak olmayayım!” diyerek, geriye doğru gitti…” (Hayal Deryasında)
Genel olarak, A.Durdıyev’in hikâyelerinin neredeyse tamamında, köylülerin Devrim sonrası kolhoz hayatına ayak uydurma süreci ele alınır denebilir. Hikâyelerde köylülerle ilgili dikkat çekilen noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:
* Hikâyelere göre, Devrim sonrasında köylüler, eski gelenekleriyle yeni sistem arasında bir bocalama dönemi yaşamışlardır.
* Hikâyelere göre, özellikle zenginler ve mollaişanlar(halkın dinî duygularını sömürenler), köylülere zulmetmişlerdir.
* Bütün bu olumsuzluklar, yeni sistem tarafından köylerde açılan okuma salonları, zenginlerin arazilerinin fakirlere verilmesi ve eğitim girişimiyle aşılmaya çalışılmıştır.
Eğitim
Agahan Durdıyev’in hikâyeleri, 20.yüzyılın ilk yarısında yazılmıştır ve Sovyet rejiminin ilk yıllarındaki eskiyeni çatışmasını ele alır. Hem yazıldığı dönemin özellikleri hem de A. Durdıyev’in ideolojik eğilimi dolayısıyla, bu hikâyelerde eğitim konusu doğrudan veya dolaylı olarak en sık ele alınan konulardan birisi olmuştur.
“Vatansever Çobanlar”, “Hayal Deryasında”, “Camal”, “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı”, “Kartal Pençesinde Bir Güzel”, “Gurban” adlı hikâyelerde özellikle eğitimsizliğin toplumu düşürdüğü durum ve eğitimin gerekliliğine dikkat çekilir.
Hikâyelerde öncelikle Türkmenlerin “eski” eğitimsiz yaşamları sonucunda oluşan âdetlerin toplumu düşürdüğü durum örneklendirilir.
“– Türkmen’in eski âdeti kurusun: Nice gül yüzlü kız ve oğlanların ömürlerini harap ediyorlar, diyorlardı.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, yazar, önce durum tespiti yapıyor. “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede Akcamal’ın başına gelenler, zenginlerle “işan”ların yaptığı haksızlıklar, köylünün dedikoduları eğitimsizliğin toplumu getirdiği durumun birer göstergesidir.
Yine “Akca’ya Annesi Karşı Çıktı” adlı hikâyede, annenin kızına karşı tavrı ve çelişkili tutumunun temel nedeni de eğitimsizliktir.
“Gurban” adlı hikâyede de, bir zenginin evinde hizmetçi olarak çalışan ve sadece kendi içinden söylenmekten başka tepki gösteremeyen kahramanın kendini savunamamasının sebebi de eğitimden yoksun olmaktır.
Eğitimsizliğin sonuçlarını hâl-hareketlerine en güzel yansıtan hikâye kahramanlarından birisi “Han Küyli” adlı hikâyedeki Yaşlı amcadır.
“Yüksekliği on katlı olan, kırmızı, mavi ve beyaz renkli evlerin balkonlarına güneş ışığı vuruyor, güneş ışığı Yaşlı amcanın gözünü kamaştırıyordu. Caddelerin hepsi ağaç parkelerden yapılmış ve tertemiz olduğu için insan tükürmeye bile kıyamıyordu. Daha da ilgi çekici olan ise, cadde üzerinde yürüyen, üniversitenin yüksek sınıflarında okuyan öğrenciler elleri eğri sopalı, ayaklarında ise sivri uçlu ayakkabılar, boyunlarında kravatları olan, gözleri gözlüklü, kucağı kitap dolu olup, bir birleriyle sohbet ederek, okullarına gidiyorlardı.” (Hayal Deryasında)
Yaşlı amcanın şehir hayatını görünce heveslenmesi, ne yapacağını şaşırması, okula giden üniversitelilere şaşkınlıkla bakması da eğitimsizliğin bir sonucudur.
Yaşlı amca öğrencilere heveslenmekle kalmaz, eğitim-silik sonucunda hayatını boşa geçirdiğini düşünür:
“Yaşlı amca tam yürümeye başlamıştı ki, kulağına bülbülün ötmesi gibi bir ses geldi ve o an durdu. Bir baktı ki; sokakların ortasını tutup gelen, başı-sonu tükenmeyen, boynunda kırmızı şallı, siyah gözlü erkek ve kızlar, ellerinde kırmızı bayraklarıyla kırmızı ateş misali, çeşitli şarkılar söyleyerek, davullar çalarak, sokakları neşelendiryordu. Yaşlı amca bunları görerek kendi hayatının büyük bir kısmını boş geçirdiğini hatırlayarak, narin gönlünü incitti, üzüldü. Yaşlı amca caddelerin eğlenceli şeylerini izleyerek bir hayli eğlendi…” (Hayal Deryasında)
A.Durdıyev’in hikâyelerinde, okulda verilen örgün eğitimin yanında kolhoz hayatında, askeriyede verilen eğitim de ele alınır.
“Camal” adlı hikâyede, kolhoz hayatında verilen eğitimin en güzel örnekleri verilir. Bilinçli kolhoz kadını Camal, daima öğenme azmi açerisindedir:
“İşte, on dakika geçtikten sonra başı kızıl yağlıklı traktörcü giyimini giyen Camal:
– Vah kaynanam, seni çok beklettim, deyip, gülerek eve girdi. Camal yemeğin başında kaynanasına haber anlatmaya başladı:
– Ben traktör sürmeyi iyi öğrendim. Kursta benimle birlikte okuyan kızlardan iyi sürüyorum.
– İyi öğren, gelinim, faydalı işi öğrenmek gerek, deyip kaynanası uzundan nefes alıp yüzünü aşağıya eğdi.” (Camal)
Hikâyenin kahramanı olan Camal, yeni Sovyet rejiminin hedef gösterdiği kolhozcu kadın tipidir. Eşi “vatan” uğruna cephede iken bile telaşlanmak yerine yeni şeyler öğrenmek için kurslara gider. Onun bu eğitime açık tavrı da, aslında geleneksel bir kadın tipi olan kaynanası tarafından takdir edilir.
Hikâyelerde dikkat çekilen ve örneklendirilen bir başka eğitim ortamı da askerî eğitimdir. İdealleştirilen yeni insan tipinde, duruma göre yeri geldiğinde her türlü eğitimi alıp, yeni rejimin ihtiyacı olan sahalarda görev almaya istekli vatandaşlar dikkat çeker.
“Bizim Taburumuz Hazır” adlı hikâyede askerî eğitimin en güzel örneği, Hocamberdi karakteriyle verilir. Hocamberdi, daha önce hiç askerî eğitim almamış birisidir. Bu, arkadaşları tarafından bile tuhaf karşılanır:
“Bazı övünmeyi seven yoldaşları:
– Şimdi bizim hiçbir şey bilmeyen ile ders görmemiz oluyor mu? İşte, Hocamberdi sağını solunu bilmiyor, deyip Hocamberdi’ye sataşıyorlardı. Bu sözden dolayı Hocamberdi’nin yüzü kızarırdı.
O, yoldaşlarına:
– Yoldaşlar, bilmemek ayıp değil, bilip de bilmeyene öğretmemek ayıp. Nasıl yürüneceğini gösterip öğretseniz de ondan sonra yapamazsam, bana sataşabilirsiniz, derdi.” (Bizim Taburumuz Hazır)
Yeni rejim, bölgede topyekun bir eğitim seferliği başlatmıştır ve Hocamberdi de bu girişime “Yoldaşlar, bilmemek ayıp değil, bilip de bilmeyene öğretmemek ayıp.”sözleriyle destek olur.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde eğitim ile ilgili hususları şöyle özetleyebiliriz:
* A.Durdıyev’in hikâyelerinde eğitim ile ilgili hususlar; öncelikle “eğitimsizliğin” insanları düşürdüğü durumun tespitiyle yer alır.
* Toplumun düştüğü bütün olumsuz durumlar, “eski-yeni” tartışması çerçevesinde “eğitimsizliğe” bağlanır.
* Hikâyelerde, kahramanların başından geçen olaylar üzerinden lise, üniversite eğitimi özendirilir.
* Hikâyelerde, sadece lise ve üniversite eğitimi gibi örgün eğitim unsurları değil, aynı zamanda kolhoz hayatında ve askerî ortamlarda verilen eğitim de özendirilir.
Vatan Sevgisi
Agahan Durdıyev’in hikâyelerinin yazıldığı dönem Sovyet rejiminin, iki dünya savaşı arasındaki zorlu ve çalkantılı dönemde, yeni düzen kurmaya çalışır iken aynı zamanda kendi içerisinde bir “vatan” algısı oluşturmaya başladığı dönemdir.
Kastedilen “vatan”anlayışı, Sovyetler Birliği’nin hükmettiği tüm bölgelerde, yerel kimliklerin ön plana çıkartılmadığı, her türlü kimlikten ötede “Sovyet vatandaşlığı” kimliğinin kabul gördüğü bir “vatan” anlayışıdır. Ve bu anlayışın koruyucusu “Parti”dir. Bu çerçevede oluşturulmaya çalışılan edebiyat da “Parti edebiyatı”dır.
Bu durum Lenin tarafından şu şekilde belirtilir:
“Edebiyat bugün, hem de ‘yasal olarak’, onda dokuzuyla bir Parti edebiyatı olabilir. Edebiyat, bir Parti edebiyatı olmalıdır. Sosyalist proletarya, burjuva geleneklerinin, patronun sözünden çıkmayan, paragöz burjuva basınının, edebiyatta yükselme tutkusunun ve burjuva bireyciliğinin, ‘derebeyi anarşizminin’ ve çıkar düşkünlüğünün karşısında, bir Parti edebiyatı ilkesini salık vermeli, bu ilkeyi geliştirmeli ve olabildiğince kapsamlı ve eksiksiz bir biçimde uygulamalıdır.”15
Lenin’in bu görüşleri doğrultusunda bir edebiyat oluşturmaya başlayan dönemin yazarları, bu doğrultuda eserler verirler. Bu yazarlardan birisi olan Agahan Durdıyev de doğrudan veya dolaylı olarak, bütün hikâyelerinde, yeni vatan anlayışını ele alan eserler kaleme almıştır.
“Vatansever Çobanlar”, “Camal”, “Bizim Taburumuz Hazır” adlı hikâyeler, doğrudan vatan sevgisinin ele alındığı eserlerdir.
“Camal” adlı hikâyede örnek bir kolhoz kadını olan ve cephedeki kocasını metanetle bekleyen aynı zamanda da çalışkanlığı elden bırakmayan Camal adlı gelin, eşinin resmine bakarak şöyle seslenir:
“Birden, aynanın yukarısında duran askerî giyimli resme gözü ilişti. Resmi eline alıp: “Vatanımızın bekçisi sevgili yiğit, aramız uzak olsa da, yüreğimiz birdir. Siz cephede iseniz, biz cephe gerisinde, iş cephesindeyiz. Ama, sen niçin benim yazdığım mektuba cevap yazmıyorsun, yoksa vaktin mi yok?” deyip, Camal güya kendi sevgilisi ile konuşuyormuş gibi yaptı.” (Camal)
Camal’e göre cephede olanların yakınları, yine kendilerini cephede hissederek çalışmalıdır. Hasret çekseler de kaygı içerisnde olsalar da bu duygular onları metanetten ve kolhozdaki işlerden alıkoymamalıdır.
Yine Camal, oğlu için kaygılanan kaynanasına şöyle seslenir:
“– Rahat olmak gerek, kaynana! Oğlundan mektup da gelir haber de… Oğlun cani düşmanları yok ettiği zaman, sen onun arkasında dağ gibi durmalısın. Ana-babalarımız yurdumuzu alacak olan düşman ile kadın-erkek demeden ellerinde kırkılıkla16 savaşmışlar, düşmanlarını yenmişler. Biz onlardan daha aşağı mıyız? Biz onların nesliyiz sonuçta! Onların ellerinde kırkılık varsa, bizde su gibi17 silahlar var, deyip kaynanasını tekrar tekrar anlattı.” (Camal)
Camal bir kadın olduğu hâlde “vatan” söz konusu olduğunda bahane bulmaya çalışmaz. Tam tersine elinden geldiğince cephedekilere destek verir, hatta kendisine sıra geldiğinde, tam “ideal bir kolhoz kadını” olarak “kılıcı tüfeği takıp” intikam alır.
“– Yagdı’nın anası, daha cesur ol! Eğer böyle bir bahtsız kötü olay olmuşsa da oğlunun arkasındakiler perişan olmaz. Ben senin oğlun da kızın da gelinin de olurum. Ben onun kılıcı ile tüfeğini takıp düşmandan intikam alacağıma sana söz veriyorum. Ben şimdi kolhoz başkanının yanına gidip onun ile bu haberi iyice araştırayım, deyip Camal evden fırlayıp çıktı.” (Camal)
A.Durdiyev’in hikâyelerindeki kahramanların, bu cesurca ve girişimci tavrı gösterebilmeleri için “erkek” olmasına gerek olmadığı için “asker” olmasına da gerek yoktur. Savaş zamanına kadar eline silah almamış, askerlikten hiç anlamayan kahramanlar da kendilerine vazife düşünce cesaretle “vatan” savunmasına gitmelidir. “Bizim Taburmuz Hazır” adlı hikâyenin örnek kahramanı olan Hocamberdi de kendisine askerlikten anlamadığını söyelen eşine şu şekilde seslenir:
“– Okurum, öğrenirim, hanım can, yoksa hiçkimse anasından kumandan olarak doğmuyor! Harp okullarında okuyup öğrenip komutan oluyorlar, deyip yemeğine başladı.” (Bizim Taburmuz Hazır)
Burada da görüldüğü gibi, A.Durdıyev’in hikâyelerinde özellikle “asker olmayanların da ellerinden geldiğince vatan için çalışabileceği” hususu vurgulanır. “Vatansever Çobanlar” adlı hikâye bu durumun en güzel örneklendirildiği hikâyedir.
Hikâyede Andriyanov ve Fomin adlı iki çoban kahraman, yazara göre, “vatan sevgisi”nin en güzel temsilcileridir. Bu iki kahraman, çoban oldukları hâlde daima okuyup tartışıp kendilerini geliştirirler ve aynı zamanda vatanları tehlikeye düşünce de anlık karar alma kabiliyetleriyle devreye girerler.
“Andriyanov, durduğu yerden atına binip yakındaki Kızıl Ordu bölüğüne haber vermek için atını sürdü.
İşte, bir anda kıdemli teğmen Belozyarov’un bölüğünün yetip gelen askerleri göründü. O anda Almanların paraşütçüleri birbirine haber verip düzlüğün ortasına toplandılar. Birden Belozyarov’un askerleri atlarını sürüp yıldız gibi kayıp geldiler. Kızıl askerler derhal düşmanın etrafını çevirdi ve düşmanın birini bile ellerinden kaçırmadan yok ettiler.
Kıdemli teğmen, o çobanların yanına gelip;
– Sağ olun, bizim vatansever çobanlarımız. Siz bizim mukaddes vatanımızı katil faşistlerden korumaya yardım ettiniz. Her zaman yardım edin, dedi ve iki çobanın elini sıkıp gitti.
Çobanlar Kızıl askerlere büyük yardım ettiklerine ve kolhozun yerini düşmandan temizlediklerine memnun olup, mallarını sürüp obaya gittiler…” (Vatansever Çobanlar)
Hikâyede çobanların, yazarın tabiriyle “mukaddes vatan”ın kurtulmasında devreye girip başarılı olabilmesi, onların okudukları kitaplar sayesinde olur.
“Camal” adlı hikâyede cepheden yeni gelen Yagdı, Rostovı’da “faşist” askerleri nasıl darmadağın edip kovaladıklarını anlatırken karısı Camal hemen yerinden fırlar! Ayakkabısını hızlıca giydiğini görünce, cepheden yeni gelen kocası ona nereye gittiğini sorar. Aldığı cevap tam bir “vatansever kolhoz kadını”nın vereceği cevaptır:
“– Görmüyor musun, ben traktörcüyüm, siz halkları kurtarmak cephesindesiniz biz geri cephede! Kolhozumuzun baharlık tarlalarının neredeyse hepsini ben sürdüm. Şimdi de yazlık yerleri süreceğim. Kolhozumuz bu yıl dört yüz hektar buğday ekti. Bizim sürdüğümüz her bir yere düşen tohumlarımız, düşmana gülle olup değer, dedikten sonra Yagdı:
– İşte sen benim gerçek yüreğim oldun!deyip güldü.
Camal:
– Maksat bir olduktan sonra yürek mecbur bir olmalı sonunda!deyip çıkıp gitti.” (Camal)
Bu diyalog aslında, A. Durdıyev’in genel olarak da Sovyet dönemi edebiyatının “kanon” anlayışını en iyi yansıtan hikâye diyaloglarındandır. Özellikle “…ben traktörcüyüm, siz halkları kurtarmak cephesindesiniz biz geri cephede!” sözü savaş dönemini ele alan tüm hikâyelerin özeti sayılır. Burada verilen “ön cephe” ve “geri cephe” kavramları, ağır bir savaş psikolojisine girmiş olan dönem edebiyatının en çok vurgulanan unsurlarıdır. Çünkü cephe gerisinde ekilen her tohum, hikâyedeki tabirle “…düşmana gülle olup değer…”.
Burada bir diğer çarpıcı husus da “Maksat bir olduktan sonra yürek mecbur bir olmalı!” cümlesinin içerdiği mânâdır. Bu durum, Sovyet dönemi edebiyatının bütün insani ilişkileri “vatan sevgisi” etrafında değerlendirdiğinin en güzel örneklerinden birisidir. A. Durdıyev’in hikâye kahramanlarına göre, aşk da emek de çalışma da mutluluk da ancak “vatana hizmet etme gayesi” etrafında anlam kazanır.
İşte bu yüzden “Hastalığın Kabul Değil” adlı hikâyedeki ailenin mutlu olması, “bahane kabul edilmeden kolhozun işlerine sıkı sıkıya bağlı olmaya” bağlıdır. “Han Köylü” adlı hikâyedeki aile, ancak tam anlamıyla “vatan için çalışıldığında” mutlu sona ulaşır.
Hikâyelerde vurgulanan bir diğer husus da “sosyalist düzen ile şekillenen vatan”ın bütün kurumlarının, yeri geldiğinde anne-babadan ve kardeşten daha ileri tutulması gerektiğidir. “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyede toplumdaki zenginler ve dini duyguları sömürenler tarafından tuzağa düşürülüp on yaşında bir çocukla evlendirilen ve Oguldursun adlı kötü kalpli bir kadının acımasız muamelesine maruz kalan Akcamal’ın imdadına ailesi değil devlet yetişir:
“– Söyle, kardeş, bizden çekinme! dediklerinden sonra Akcamal, o ağır günleri düşündüğü zaman: “Anne babamdan, kardeşimden üstün olan şu iki adam benim vekilim.”deyip, gözünden yaşları döküp, çektiklerini anlatmaya başladı:” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
İşte bu yüzdendir ki A. Durdıyev’in hikâyelerinde “Sovyet vatanı aileden önce gelmelidir.”mesajı sıkça verilir.
Bütün bu örneklerden hareketle A. Durdıyev’in hikâyelerinde “vatan” konusuyla ilgili olarak öne çıkan unsurları şöyle özetleyebiliriz:
* Hikâyelerde “vatan” konusu, doğrudan veya dolaylı olarak en çok ele alınan konuların başında gelmektedir.
* Hikâyelerde kastedilen vatan, “Sosyalist rejimin hâkim olduğu Sovyet vatanı”dır.
* Hikâyelerin tamamına yakınında “Vatanını sevmek çalışmakla olur.” mesajı verilir.
* Hikâyelerde “cephe” ve “cephe gerisi” kavramları ön plandadır. Cephedekiler canını ortaya koyar iken cephe gerisindekiler, metanetli olmalı ve “ektikleri her tohumun düşmana gülle olarak yağdığının” bilincinde olmalıdır.
* Özellikle vatan sevgisi taşıyan kadınlar, vatan için çalışmayan kişi kocası bile olsa taviz göstermemeli ve cesaretle karşısına dikilmelidir.
* Hikâyelere hâkim olan düşünceye göre, vatan ve vatanın kurumları, yeri geldiğinde anne-babadan ve kardeşten üstün sayılmalıdır.
ŞAHISLAR
Agahan Durdıyev’in hikâyelerinde şahıslar ya Sovyet ideolojisinin olumlu yönlerini temsil eden “ideal karakterler” ya da rejimin farklı yönlerden düşmanı sayılan “olumsuz karakter”lerdir.
Bunların dışında hikâyelere yansıyan bir üçüncü şahıs tipi de “olumsuzdan olumluya” bir “değişim süreci içerisinde” olan şahıslardır.
Yazar, şahısları her yönüyle ayrıntılı olarak tanıtmaz. A.Durdıyev’in hikâyeleri “konu” ve “mesaj” temelli eserler olduğu için, şahıslar sadece verilecek olan mesaj için gerektiği kadarıyla tanıtılır.
“İdealleştirilen şahıslar” A.Durdıyev’in eserlerindeki şahıslar arasında en çok dikkat çeken, en çok yer verilen şahıs grubunu teşkil eder. Hemen her eserde bir veya iki “ideal şahıs” yer alır. Bu ideal şahıslar hikâyelerde alacakları görevlere ve temsil edecekleri “olumlu” özelliklere uygun olarak fizikî açıdan da olumlu yönleriyle tanıtılır:
“Kolhozun stahanovçı18sı Camal orta boylu, iyi yürekli, etli-kanlı, bileği güçlü bir gelindi.” (Camal)
Olumlu özelliklere sahip şahıslar içerisinde önemli bir yere sahip olan Camal, bütün bu sayılan “iyi yürekli, etli-kanlı, bileği güçlü” gibi özelliklerden beklendiği şekilde gayretli ve çalışkan bir kohoz kadınıdır. Bir ideal kadın tipi olarak cephedeki kocasını hasretle beklerken kolhozun tarlalarını sürer, eker, aynı zamnda kaynanasını teskin eder:
“Yakınlarda bütün kolhoz toplanıp, sıcak tutacak giyecekler toplayıp, onlar için gönderdik. Sen oğlunu kaygı çekme, oğluna soğuk işlemesinin imkânı yoktur. Boş ver de sen, anne, yumuşak yünlerinden eğir de dolak19 doku, ben de ellik, çorap öreyim. Öyle, anne bir çıkın gönderelim.” (Camal)
İdealleştirilen şahıs Camal ev kadınıdır, çiftçidir, traktörcüdür, yeri geldiğinde de en ilkel silahlarla olsa bile eline aldığı her şeyle “vatan” savunması yapabilecek yürekli birisidir.
“Vatansever Çobanlar” adlı hikâyede de idealleştirilen şahıslar “Andriyanov” ve “Fomin” adlı iki çobandır. Onlar, sadece mesleklerinin gereği ve kolhozdaki görevleri olan hayvan otlatıcılığını iyi yapmakla kalmaz aynı zamanda okuyup okudukları eserler üzerinde tartışan karakterlerdir.
Yazar, bu şahısları okuyucuya şöyle tanıtır:
“Andriyanov ile Fomin yoldaşların ikisi de çoban idiler. Onlar çoban da olsalar, anlayışlı, akıllı çoban idiler. Onlar akşamları obaya döndüklerinde çay çöreklerini yiyip, hemen kolhozun okuma yerine giderlerdi. Okuma yerine gelen taze gazetelerden birini kaçırmadan okuyorlardı. Bunun dışında da bu ikinci kolhozun kütüphanesinden ilginç kitapları alıp, ertesi gün mallara baktıkları yerlerde okuyorlardı.
Okudukları kitapların içinde ne anlatıldığıyla ilgili de birbirleriyle sohbet ederlerdi. Böylece onlar, birçok kitap okudular. Hangi kitap hakkında konuşsalar, onun içindeki kahramanları beş parmakları gibi bilirlerdi. O hâlde bu iki çoban, obanın ileri gelen okumuş kişilerinden aşağı değildi.
Bu iki çobanın birisi kolhozun sığırına bakıyordu, diğeri de kolhozun atlarına bakıyordu. Kolhozun sığırına bakan Fomin’di. O, kısa boylu, yuvarlak yüzlü, mavi gözleri parlayan bir yiğitti. O, ne söylese hızlı konuşurdu. Bu özellik onun doğal hâliydi.
Atlara bakan Andriyanov’du. Andriyanov ise uzun boylu, yagnas, kırmızı yüzlü bir yiğitti. Onun, Fomin’e bakarak uyanıklığı yoktu, yüreği yüzünden okunurdu. Ne iş yapsa, açıktan yapardı. Haksız şeye asla saygı göstermezdi.” (Vatansever Çobanlar)
Bu cümlelerden de anlaşıldığı gibi A.Durdıyev’in ideal kahramanı haksızlığa tahammül etmemeli, çok okumalı, kolhozuna faydalı olmalıdır.
Olumlu şahıslarda aranan bir diğer özellik de gerektiği zaman cesaretle “vatan” için cepheye koşmaktır. “Camal” adlı hikâyedeki Yagdı, “Vatansever Çobanlar”daki Andriyanov ve Fomin, “Han Küyli” hikâyesindeki savaşta yaralanmasına rağmen hâlen kolhozun işlerinde koşturanlar bu şahıslara örnek olarak gösterilebilir.
Agahan Durdiyev’in olumlu şahısları içerisinde “idealleştirilmiş kolhoz kadını” tipi ayrı bir yer tutar. “Akcamal”, “Akca”, “Camal” gibi kadın karakterler, cesaretleriyle, görev bilinçleriyle, haksızlığa karşı durmalarıyla, cephe gerisindeki metin duruşları ve gayretleriyle, eski inanış ve zararlı geleneklere cesaretle karşı duruşlarıyla idealleştirilirler.
A.Durdıyev’in hikâyelerinde “olumsuz kişiler”; kolhozun işinden kaçan “yalta”lar yani tembeller, toplumu elbirliğiyle sömüren zenginler, dini duyguları sömüren “molla”lar, hırsızlar, kızlarına zulmeden ve eve kapatan aileler, emirleri altında hizmetçi çalıştıran ve onlara zulmedenlerdir.
Nasıl ki olumlu kişiler anlatılırken, hikâyede o kişiye verilen olumlu özellik ve harekete uygun olan olumlu fiziksel tasvirler yapılıyorsa, aynı şekilde olumsuz şahıslar anlatılırken de onların fiziksel olarak olumsuz tasvir edildiğini görüyoruz.
Bu durumun en güzel örneğini “Kartal Pençesinde Bir Güzel” adlı hikâyedeki acımasız kaynana rolündeki Oguldursun karakterinde görüyoruz:
“Oguldursun şişman, ak düşen saçları kabarıp duran, yüzü uğursuz bir kadındı. Onun gölgesini gören obanın erkek çocukları korkudan kaçarlardı. Oguldursun’un bazen obanın ortasında lafına sözüne âhenk verip, patır pıtır yürüyüp geldiğini gören adamlar laf edip:
– Vay! Oguldursun’un siniri nedir? Şuna bir adamın işi düşmesin!derlerdi.
Başkaları:
– Oguldursun o cüssesi ile, nasıl kapısından içeri girebiliyor ki?deyip gülüşürlerdi.
Başka kadınlar ise;
– Utanmaz Oguldursun, zenginliğinin arkasından kaygısız endişesiz, gövdesine et yığmıştır, kız!deyip konuşurlardı.
…
Oguldursun’un nasıl uğursuz, kötü kadın olduğunu bütün obalar bilirdi.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Görüldüğü gibi “gövdesine et yığmış şişman, ak düşmüş saçları kabarıp duran, obanın ortasında patır patır yürüyen” gibi olumsuz özelliklerle nitendirilen Oguldursun, aynı zamnda da “zengin”dir. Hikâyenin yazıldığı dönemlerde “zenginlik” tek başına bir “olumsuz” özellik olabilmektedir. Bütün bu özellikleriyle Oguldursun’a hikâyede biçilen rol, acımasız ve utanmaz olmaktır.
Yine Oguldursun, olumsuz fiziksel özelliklerinin yanında başkalarına karşı acımasız olması, onların sırtından geçinmesiyle de tasvir edilir:
“Bazı işçileri ise gizlice kapısında saklayıp, hizmetini ettirip, emeğinin karşılığını tam vermeyip, incitici sözleriyle onları bırakırdı.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)
Aynı olumsuz özellikler, Oguldursun’un kocası İtalmaz için de geçerlidir.
“Oguldursun’un kocası İtalmaz çok zengin olup, yoksul işçilerin gücünden faydalanmaya devam ettiği için hem de kaçakçılar ile bağlantı kurması sebebiyle, Şûra hükümeti tarafından tutulup sekiz yıl sürgün edilmişti. İtalmaz Bay, iki yıl sürgünde olup, son olarak “Öldü!” diye bir haber işitilmişti. İtalmaz’ın arkasında yedi yaşında bir oğlu kalmış, babasının servetine de annesi ile oğlu sahip olmuştu.” (Kartal Pençesinde Bir Güzel)