
Полная версия
Kırgız Zamane Edebiyatı
Kırgız sözlü kültüründe ‘tabışmak’ (bilmece) ve ‘canılmaç’ (tekerleme) türlerinin daha çok insanları eğlendirmek ve şaşırtmak gibi işlevleri vardır. Konuları bakımından zengin olan bu türler çocuk folklorunda ve çocukların dil eğitiminde önemlidir (Orozobekova, 2004: 287-291).
Üstü taktaAstı taktaOrta ceriSarı pahtaKiçine sandıkçaİçi tolo mıkça Üstü tahta Altı tahta Orta yeri Sarı pamuk (yumurta) Küçücük sandıkçık İçi dolu çivicik (kibrit)(Şimşek, 2018: 80)Toplumdaki sosyal aksaklıları mizahî bir dille görünür kılıp hicveden fıkralar Kırgızlarda ‘tamaşa’ veya ‘anekdot’ olarak isimlendirilir. Yerli mizah tiplerinin yanı sıra Nasreddin Hoca (Apendi) ve Aldar Köse gibi bütün Türk dünyasında tanınan mizah tipleri de bu fıkralarda mevcuttur. Nasreddin Hoca fıkraları Kırgızlarda yaygın bir şekilde anlatılır (Şimşek, 2018: 19).
Kırgız sözlü kültür unsurlarının en önemli üreticileri ‘akın’ (âşık) olarak adlandırılan şairlerdir. Bu sanatkârlar toplumun içerisinde onların hayatına karışarak yaşayan, onları içeriden ve yakından tanıyan kişilerdir. Akınlık herkesin kendi keyfine göre icra edebileceği bir sanat değildir. Daha çok usta-çırak ilişkisi içerisinde gelişen akınlık, bütün Türk dünyasında farklı isimlerle de olsa icra edilen gelenekli bir sanat faaliyetidir.
Kırgız Akınlık (Âşıklık) Geleneği
Kırgızlarda akınlık (ırçılık) geleneğinin çok büyük önemi vardır. Kırgızlarda âşık şairlere ‘akın’ ya da ‘ırçı’ adı verilir. ‘Akın’ kelimesi Kırgızca sözlüklerde ‘şair, el akını’ yani ‘halk şairi’ (Yudahin, 2011: 13), Kazak-Kırgız halklarına özgü ‘tökmö ırçı’ irticalen şiir söyleyen şiir türünde eser veren şair, yazar (Abdıldayev, 1984: 55) olarak verilmektedir. Ekrem Arıkoğlu ise akın kelimesini “ozan, aşık, şair olarak açıklar (Arıkoğlu vd, 2017: 60). Kısaca belirtmek gerekirse akınlar; Kırgızların yaşantısını, hayat tecrübelerini, tarihini ve kültürünü sözlü geleneğe bağlı olarak irticalen söyledikleri şiirlerle nesilden nesle aktaran yetenekli ve eğitimli kimselerdir (Alimov, 2003: 3). Ortak tarih ve kültüre sahip Türk boylarında faklı isimlerle adlandırılsa da âşıklık geleneği ve akınlık geleneği birbiriyle benzerlik göstermektedir. Âşıklık geleneğindeki gibi akınlık geleneğinde de usta-çırak ilişkisi, akınların şiirlerinde mahlas kullanması, rüya görme, bir ustanın yanında yetişme, irticalen şiir söyleme gibi daha birçok ortak unsurun bulunması bu iki şiir geleneği arasındaki benzerliği pekiştirmektedir (Güngör, 2015: 27-38) (Arvas, 2011: 513-522).
Akın teriminin etimolojik olarak Uygurcadan geldiği düşünülmektedir. Uygurcada ‘akun’, ‘ahun’, ‘ahund’ olarak karşımıza çıkan kelime; halkı yöneten, milleti birleştiren, halk başçısı gibi anlamlara gelmektedir. Farsça ‘ahun’ kelimesinden geldiğini söyleyenler de mevcuttur. Farsçada ‘ahun’ sözcüğü hemen o anda ilhamla şiir söyleyen akın anlamına gelmektedir. Kırgızlarda ise ‘akıllı, bilge, otorite sahibi’ olan kişilere bu isimle hitap edilmektedir. Daha sonraları ‘ırçı’ kelimesi ile birlikte ‘akın’ kelimesi de irticalen şiir söyleyen halk şairleri için kullanılmaya başlanır (İrisov, 2001: 6). Bugün ise ‘tökmö ırçı-tökme akın’, ‘akındar-ırçılar’, ‘el akındarı-el ırçıları’ adlandırmaları ile yakın anlamda kullanılmaktadır. Akınları diğer sözlü gelenek icracılarından ayıran en önemli özellikleri ‘atışma’ (aytış) geleneğidir. Kırgızlarda bir kişinin ‘akın’ unvanını alabilmesi için şairlik gücünü toplum önünde gösterip meşhur bir akınla atışma yapması ve bu atışmayı kazanması gerekmektedir (Temur, 2014: 16).
Bakşılarla başlayıp manasçılarla devam eden akınlık geleneği, Kırgız halkının asırlardır kesintisiz süren sözlü kültür tarihinde önemli bir rol oynar ve dinamik bir gelişim sürecine sahiptir. Âşıklık geleneği çizgisinde üretilen eserlerde Kırgız halkının yaşamı, sosyal ilişkileri, bütün inançları, hayat tecrübeleri, mücadeleleri, doğayla ilgili düşünceleri kısaca tarihî kaderleri aktarılır. Folklorik özellikler gösteren eserlerde aktarılan düşünceler varlıklarını asırlarca devam ettiren kalıcı ilkelerdir. Akınların şiirlerinde ise aynı ilkeler sürekli söylenilerek, birinden diğerine geçerek, yenilenerek, tamamlanarak, zenginleşerek varlıklarını sürdüregelmiş ilkelerdir. Bu anlamda halkın her türlü hayat biçimini içerden ve en doğru şekliyle aktaran folklorik unsurlar ile akınların eserlerindeki bağ çok eski ve sağlamdır (İrisov, 2001: 7).
Kırgız sözlü kültür tarihî içerisinde akınlık geleneği denilince şairlerin irticalen söyledikleri şiirler ile oluşturdukları sözlü eser birikimi anlaşılır. Kırgız akınlık geleneğinin ne zaman ve nasıl başladığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak halk arasında Manas destanını ilk defa söyleyen (IX. yy.) akın olarak bilinen Caysan Irçı’dan, XIII. yy.’da Cengiz Han ile aynı dönemde yaşadığı söylenen Ket-Buka’ya; XIV. yy.’da yaşadığı rivayet edilen büyük âlim ve akın Asan Kaygı’dan, Toktogul Irçı’ya ve Tolubay Sınçı’ya kadar birçok akının şiirleri hâlâ söylenmektedir. “Toktogulday akın ol, Tolubayday sınçı ol.” (Toktogul gibi akın ol, Tolubay gibi insan sarrafı ol) sözü o zamandan bugüne Kırgız halkının dilindedir (Kayıpov, 2009: 108).
Akınlar her şeyden önce toplumsal gelişim sırasında ortaya çıkan olumsuz durumları, sosyal adaletsizlikleri, özellikle devletin yürüttüğü politikalardaki yanlışlıkları kısaca halkın lehine ve aleyhine olacak durumları, bunların çözümlenmesi için yapılması gerekenleri eserlerinde dile getirerek halk ile yöneticiler arasında iletişimi sağlamaya çalışırlar. Akınlar söyledikleriyle dinleyicilerini günlük hayatın olağan akışında uyulması gereken temel insanî kurallara; davranış, duygu ve düşünce kalıplarında bulunması gereken asgarî hassasiyetlere hazırlar. Üstelik bütün bu süreci bir kanun ya da kuralın soğuk ve itici zorlayıcılığı ile değil, insanın fıtratının ihtiyaç duyduğu ahlakî, insanî ve mukaddes bir gereklilik olarak sunarlar. Sonuç olarak akınlar toplum hayatında ortaya çıkan en basit fikirlerden başlayarak en karmaşık, en zor ve en önemli düşüncelerin hazırlayıcısı ve aktarıcısı olarak kabul edilebilir (İrisov, 2001: 43-51).
Bozkır kültürünün en önemli temsilcilerinden olan Kırgızların hayatında şiir büyük öneme sahiptir. Beşikten mezara hayatın bütün safhalarında kimi zaman eğlence aracı olarak, kimi zaman teselli aracı olarak şiir, komuz eşliğinde Kırgızların hep yanında yer alır. Kırgız Türkçesi asırlar boyunca sözlü olarak çeşitli edebi türler içerisinde yaşatılır, Kırgız hayatının her alanı bu dille en üst seviyede anlatılır. Bu şekilde işlek bir mahiyet kazanan ve hayatın tam anlamıyla hafızası, hazinesi haline gelen Kırgız Türkçesi sayesinde köklü ve zengin bir sözlü gelenek meydana getirilir. W. Radloff Kırgız sözlü geleneği ile ilgili olarak kendi el yazmasında şunları söyler:
“Kara Kırgızlar, kendi Türk soydaşlarından konuşmalarındaki özel tarzları ile ayrılırlar. Gerçekten Kırgızların kendi dillerini kullanmalarına hayran olmamak elde değil. Bir Kırgız durmadan, hata yapmadan orijinal şekli ile konuşur. Kendi düşüncesini tam ve anlamlı ifade etmesi dikkati çeker. Hatta konuşmalarında mecazî anlamlı ve sabit kelimeler kullandıkları için çoğu zaman ritmik bir şekilde konuşurlar. Konuşmacılar kolayca insanları cezbeder ve buna bakarak Kırgızların konuşmayı sevdiği söylenebilir. Dinleyiciler de onların konuşmasına değer verir. Onun için Kırgızlarda sözlü halk nazmı çok gelişir ve akınlık geleneği de canlılığını yitirmez. Akının çırakları bile, gelen misafirlere irticalen şiir söyleyebilir.” (Alimov, 2010: 22-23)
Kırgız tarihinde önemli olan akınlık geleneği ile ilgili olarak Kırgızlar dünya çapında bir üne sahiptir. Kırgızları bu bakımdan diğer halklardan ayıran en önemli özelliklerden biri de şiir söylemedeki ustalıklarıdır. Kırgız tarihinde asırlardır varlığını sürdüren ‘Manas’ gibi destanların meydana getirilmesi Kırgızların tüm inançlarını, ulusal özelliklerini, hayata ve doğaya bakışlarının sanatsal ve betimleyici bir şekilde yansıtılması, bu yeteneğinin dünya seviyesinde olduğunun bir göstergesidir (İrisov, 2001: 11). Kırgızlarda tarihî geçmişi eskilere dayanan manasçılık ve akınlık geleneğinin bu kadar gelişmesi birtakım sebeplere bağlıdır. Bu sebepleri en genel hatlarıyla şu şekilde sıralayıp açıklamak mümkündür:
• Kırgız halkının eskiden beri örf ve adetlerinin, inanç ve geleneklerinin hepsinde beşik ırlarından, ramazan türkülerine; ağıtlardan, kereez ırlarına kadar hemen hemen bütün törenlerinde ve geleneklerinde şiirin ön planda olması
• Kırgızlarda sonbahardan itibaren kış boyunca devam eden ‘coro bozo’larda (yemekli erkek toplantıları), ‘sarmerden’, ‘akıynek’ ve kız oyunlarında gençlerin iki grup halinde söz ustalığı konusunda yarışarak şairlik hünerlerini geliştirmeleri
• Kırgız halkının büyük bir bölümünün eskiden beri boş vakitlerinde sabahtan akşama kadar kulağa hoş gelen kafiyeli şiirler dinlemeleri
• Kırgızlarda meşhur olan aş ve toylara dönemin ünlü akınlarının da davet edilerek yarışmalar, atışmalar yapılması ve halkın bu akınlara büyük itibar göstermesi sebebiyle gençlerin onlara özenmesi
• Bazı Kırgız akınları için şiir söylemenin aynı zamanda bir geçim kaynağı olması
Bütün bunlar Kırgızlarda akınlık geleneğinin gelişmesini ve bu gelenek içerisinde Arstanbek, Toktogul, Barpı gibi yüzlerce meşhur şairin ortaya çıkmasını sağlar (Obozkanov, 2006: 5-6-7). S. Cigitov ise Kırgız şiirlerinin bu kadar yüksek bir seviyeye ulaşmasında, halk şairlerinin rızıklarını şiirleri sayesinde kazanmalarının, bunun sebeple de bütün güçlerini ve zamanlarını şiire harcamalarının etkili olduğunu düşünür (1972: 25).
Kırgız şiiri tarih boyunca daima kendisine has bir müzikle beraber söylenir. Tüm halk şiirlerinin icra edildiği törene ve anlamına uygun bir ezgisi vardır. Komuzla söylenmiş şiirlerin her bir türünün (bekbekey, şırıldan, koşuk gibi) kendine özgü bir müziği vardır. Kırgız halkının şiiri hiçbir zaman müzikten ayrılmamıştır. Akınlar, şiirlerini çoğunlukla komuz eşliğinde halkın önünde söyler. Akınların şiirlerinin en büyük dinleyicisi ve eleştiricisi halkın kendisidir. Şiiri halk beğenirse onu ezberleyip kulaktan kulağa aktararak kendine mal eder. Eğer hoşuna gitmemişse şiir unutulup gider.
XIX. asrın ikinci yarısından itibaren Kırgız sözlü edebiyatının yanında yazılı edebiyat da ortaya çıkmaya başlar. Bu dönem akınlarının çoğu halkın aydın kesimindendir. Bunların bir kısmı normal akınlar gibi kopuzunu alıp şiiri meydana getirmeden önce şiirlerini kâğıt üzerine yazarlar. Ancak dil bakımından halkın kullandığı dil özelliklerinden, içerik bakımından da halka has edebî anlayıştan hiç ayrılmazlar. Bu dönem şairleri, halkın içerisinde bulunduğu hayat şartlarını şiirlerine en doğru biçimde taşıyıp Rus sömürüsü altında ezilen insanlarının durumunu tüm gerçekliği ile ortaya koymaya çalışır (Samançin, 1943: 48).
Tarihî kayıtlara bakıldığında Kırgız yazılı edebiyatının çok eskilere dayandığı görülebilir. Türk dünyasının müşterek dil ve edebiyat eserlerinden Orhun ve Yenisey Yazıtları, Dede Korkut ve Oğuzname, Karahanlılar döneminde Divanu Lügati’t-Türk ve Kutadgu Bilig eserleri, ‘Mecmu‘ü’t-Tevârîh’ ve daha niceleri bugüne kadar ulaşan eserlerden bazılarıdır. Ancak akınlık geleneğinin yazılı olarak gelişmesi XIX. yüzyıl ortalarına denk gelmektedir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Zamane edebiyatı döneminde sözlü akınlık geleneği farklı bir gelişmeyle Kırgız yazılı edebiyatının yeniden ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağlar. Bu dönemin eğitimli ve yetenekli molla şairleri şifahî olarak söyledikleri şiirleri kendileri yazıya dökmeleri ile önceki dönem akınlık geleneği çizgisinden ayrılmaktadır. Zamane akımı temsilcileri olarak da adlandırılan bu şairler şiirlerinde, halkı dinî açıdan bilinçlendirmenin yanı sıra dönemin siyasi ve tarihî olaylarına da yer vererek o dönemi her açıdan aydınlatmaları yönüyle önemlidir (Koylubayev, 2010: 62-63).
XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bu akınlara şiirlerini hem irticalen söyledikleri hem de yazıya döktükleri için ‘cazgıç’ (yazıcı) akınlar da denilmiştir. Türk edebiyatında görülen ‘kalem şuarası’ kavramının karşılığı gibi görülen bu ‘cazgıç akınlar’, içinde yaşadıkları toplumun sorunlarına ve Rus işgaline karşı çözüm yolları ararlar ve halkı bilinçlendirmeye çalışırlar. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kırgız akınlık geleneğinin zirve yaptığı dönemde ortaya çıkan ‘cazgıç akınlar’ hem kendi şiirlerini hem de geçmişten gelen sözlü kültürün edebî miraslarını yazıya dökerek önemli bir kültür hizmeti gerçekleştirirler. Zamane akınları olarak da öne çıkan bu şairler zengin Kırgız sözlü geleneğinden gelen geleneksel muhteva ve motifleri yeni olaylar, epizotlar ve tasvirlerle tekrar oluşturarak yazıp söyledikleri şiirlerde yeniden kurgularlar. Ayrıca sözlü gelenekten gelen edebî mirasları yazıya dökerek bu değerleri ölümsüzleştirirler (Çeribaş, 2012: 31-32).
Kırgız Zamane Edebiyatı
Kırgız edebiyatı içerisinde XIX. yüzyılın ikinci yarısından XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar olan dönemde, kendine has içerik ve biçim özellikleri ile oluşum ve gelişim sürecini tamamlayan ve bir ‘edebî akım’ şeklini alan şiir anlayışı ‘Zamane edebiyatı’ olarak adlandırılmaktadır. Toplumsal zihniyetin şiire dökülmüş hali olan bu edebiyat anlayışı; halkın yaşantısına, tarihine ve kaderine bağlı olarak değişme, dönüşme ve gelişme göstermektedir. Zamane edebiyatının da oluşum ve gelişim tarihini doğru anlamak ve iyi değerlendirebilmek için bu edebî anlayışı Kırgız sözlü kültürünün başlangıç tarihi ile beraber ele almak gerekmektedir. Esasen, alan araştırmacıları da kimi özellikleri bakımından yeni olsa da Zamane edebiyatına ilk hareketi veren düşüncenin inançlar kadar eski olduğu düşüncesindedir. Bu düşünceye göre Zamane edebiyatının bugün için ortaya koyduğu düşünce ve tarzın ortaya çıkışının mukaddes dinlerin tebliğ için kullandıkları mukaddes kitaplara dahası bu mukaddes kitaplardan olan İncil ve Kuran’a kadar uzandığı söylenebilir (Ümütaliyev, 1988: 4).
Her milletin kendi şairleri, içerisinde yaşadıkları toplumun şahitlik ettikleri zamanını geçmişi ve geleceği bakımından değerlendirip olumlu ya da olumsuz değerlendirmeler yapar. Buna karşılık Kırgız kültür tarihinde hem bir edebî akım hem de bir aydınlanma hareketi olarak ortaya çıkan Zamane edebiyatının gelişim sürecinde Pir-i Türkistan Hoca Ahmet Yesevi, Rabguzi, Süleyman Bakırgani ve Sufi Allahyar gibi tasavvuf erbabı büyük şahsiyetlerin yanı sıra Asan Kaygı gibi büyük şair ve düşünürlerin eserlerinden etkilendikleri de değerlendirilmektedir (Arvas, 2012: 115). Abdıldacan Ahmataliyev ise bu akımın, söz konusu şahısların temel düşüncelerinin XIX. yüzyılda Kırgızlar arasında tekrar yeşermiş hali olduğuna işaret etmektedir (Akmataliyev, 2001:111).
Zamane edebiyatının düşünce ve hareket tarzı bakımından kendisinden önceki isim ve eserlerden özellikle de tasavvuf ehlinden etkilendiği yönündeki düşünceyi destekleyen birçok şiir örneğini bu birikim içerisinde bulmak mümkündür. Bu örneklerden biri de Moldo Kılıç’a aittir:
Türkistan MazarıHikmet sözü cayılıpBizge kaldı kazalıTürkistan mezarıHikmet sözü yayılıpBize kaldı gazeli(Asanaliyev, 1988: 293)Aldaş Moldo’da düşüncesi, sanatı ve hareket tarzı bakımından beslendiği kaynakları işaret ettiği bir şiirinde Zamane edebiyatının geçmiş dönemden etkilendiğini doğrular:
Oşol zaman baarı öttüNeçen kıyın er öttü.Koco Ahmed YassaviKausul Agzam pir öttü.O zaman hepsi geçtiNice kahraman (geldi ve) geçtiHoca Ahmet YeseviGavsul Azam Pir geçti(Akmataliyev, 2012: 98)XVI. yüzyıl Şairi Asan Kaygı’nın bugün elde bulunan şiirlerinden hareketle de Zamane edebiyatı ile onun şiir anlayışı arasındaki yakınlığı görmek mümkündür:
Bul düynödö ne karıpAk kalaluu boz karıpAytılbagan söz karıpZamandaşı bolbosoKarıya bolor tez karıpKadırın cene bilbeseBoygo cetken kız karıpCaman menen dos bolsonAkırı bir kün coo bolotBu dünyada ne garipAk kaleli boz garipSöylenmeyen söz garipZamandaşı olmasaİhtiyar olur garipKadrini yenge bilmeseEvlenecek çağdaki kız garipKötü ile dost olsanSonu bir gün düşman olur(Kebekova, 2009: 121)Zamane akımının oluşumunda dinî etkilerin bulunduğu araştırmacılar tarafından sıklıkla ileri sürülen bir görüştür. Özellikle İslam inancının etkisiyle umumî Türk dillerinde ortaya çıkan yazılı ve sözlü dinî şiirlerin Kırgız Halk edebiyatı şiirlerini de etkilediği özellikle ‘tökme’ ve ‘cazgıç’ akınların eserlerinde XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başlarında ‘Zamane akımı’ olarak adlandırılan edebî ve aydınlanmacı bir akım oluşturduğu düşünülmektedir (Cigitov.1984:137).
‘Zaman’ kelimesi Kırgız diline Arapçadan geçmiştir. ‘Zamana’ Kırgız Türkçesinde: “zaman, ahir zaman ve hayatın belli bir vakti” anlamlarına gelmektedir. Ferit Devellioğlu sözlüğünde ise: “saat, devir, mevsim, süre, an, şimdiki zaman, baht, talih, felek” gibi anlamlara gelmektedir. Bununla birlikte ‘Zamane’ terim olarak Kırgız düşünce ve edebiyat tarihinde bir akımı, dönemi karşılamaktadır. Zamane temsilcileri, Rus işgalcilerinin koloni siyaseti kapsamında acımasızlığını ve zulümlerini, Kırgız beylerinin sorumsuz davranışlarını, halkın içine düştüğü acı durumu, kısaca zamanın bozulduğu, kötülerin çoğaldığı temasını şiirlerinde çoğunlukla ‘zaman’ kelimesini kullanarak anlattıkları için Zaman akınları veya Zamancılar olarak adlandırılırlar. ‘zaman’ kelimesi bu edebî anlayışın dönemin durumunu anlatmak için kullandığı bir sembole, bir metafora dönüşür.
XIX. yüzyılda sadece Kırgız toplumunda değil, bütün dünya toplumlarında daha önce görülmedik bir biçimde hızla gelişen teknolojiye bağlı olarak siyasî, ekonomik, kültürel, sosyolojik, psikolojik açıdan büyük değişimler meydana gelir. Tek tek insan hayatı, toplumsal kabuller ve düşünme biçimi sanayileşme süreci, pazar arayışı sebebiyle köklü bir biçimde farklılaşır. Bütün bu değişim ve farklılaşma süreçleri diğer toplumlar gibi bir dünya toplumu olan Kırgızların hayatında da benzer alanlarda insanları, yöneticileri, sanat ve düşünce adamlarını nihayet tüm toplumu değişmeye ve esası sorunlu olan toplumlara benzemeye zorlar. Toplumun zamanın şartlarına bağlı olarak dış etkilerden kaynaklı bir değişim ve farklılaşmaya zorlanması özellikle akınlık geleneğinin de bu yeni gelişmeler etkisinde şekillenmesine neden olur.
Tarihin içerisinde gelişen ve toplum hayatını derinden etkileyen olaylara o toplumların duyarlılığı en yüksek fertleri olan sanat adamları asla kayıtsız kalamaz. Bu olaylara gereken tepkiyi toplum adına vermek özellikle şairler için neredeyse doğal bir sorumluluktur. Bu anlamda yaşanan önemli olaylar halk şairlerinin şiirlerinde yeni konu ve içerikler ile yeni biçimleri de beraberinde getirir. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren Kırgız topraklarını işgal eden ve sömüren baskıcı Ruslara karşı halk şairlerin irticalen söyledikleri şiirlerde; dönemin olaylarını, halkın çektiği acıyı, yaşadıkları hayatın sıkıntılarını, istek ve arzularını ‘zaman’ kelimesi ile şiirlerinde sembolleştirerek zamane fikrini canlandırır ve daha sonra ‘Zamane Akımı’ olarak adlandırılacak yeni bir çığır açarlar. Halkı da derinden etkileyen ve bilinçlendiren zamane düşüncesi XIX. yüzyıl Kırgız şiirinin değişmez konularının başında gelir (Turdugulov, 2005: 7).
XIX. yy.’da ciddi toplumsal sorunlarla karşı karşıya kalan Kırgız halkının yaşadığı her sorun hayatın gerçeklerinden beslenen Kırgız sözlü ürünlerinde özellikle şiirlerinde sıkça ele alınır. Bu durumun bir sonucu olarak aynı yüzyılda Hoca Ahmet Yesevi, Sufi Allahyar, Süleyman Bakırgani gibi tasavvufi şahsiyetlerin dinî eserlerinin ve özellikle ‘ahir zaman’la ilgili düşüncelerinin etkisinde kalan Kırgız akınları arasında gelişen ‘Zamane’ akımından farklı edebî ekoller de ortaya çıkar. 1916 Ürkün İsyanı sonrası halkın çektiği acıları anlatan ‘Azgan El’, ‘Kayran El’, ‘Kaytkan El’ gibi şiirlerin temsilcileri ‘Ürkün’ akımını ortaya çıkarır. 1911 yılında Kırgızistan’da meydana gelen büyük depremi şiirlerinin konusu yapan ve o depremin sebepleri, sonuçları üzerinde duran şairler ise ‘Zilzala’ ekolünü oluşturur (Alimov, 2003: 15).
Zamane şairleri, kendi öz vatanlarında Rusların sömürü, kıyım ve asimile siyaseti sebebiyle halkın içine düşürüldüğü olumsuz durumu kabullenmez. Bu şairler halkın geleneklerini, örf ve adetlerini bozan; tarihini ve kültürünü yok etmeye çalışan emperyal dayatmalara karşı sivil bir direniş başlatırlar. Bu direnişin en karakteristik yanı geçmişe duyulan özlemi bugün yaşananlara bir itiraz yöntemi olarak kullanmasıdır. Zamane şairleri şiirleriyle bugün yok edilen, bozulan, gizlenen her doğru, güzel ve iyi şeyin geçmişte bulunabileceği ve onların zamana yeniden kazandırılmasıyla her şeyin düzelebileceği düşüncesiyle toplumları geçmişlerine sahip çıkmaya çağırır. Zamane edebiyatında şairler toplumsal olaylar karşısında yaşadıklarını, gördüklerini şahsî his ve fikirleriyle harmanlayarak adeta kendi dönemlerinin resmini çizerler:
Kalk kısılgan,Zaman buzulganBaş ayak bolgonAyak baş bolgonAzuluuga bar zamanBeçaraga zar zamanHalk baskı altındaZaman bozulmuşBaşlar ayak olmuşAyaklar baş olmuş. (Kalıgul)Güçlüye var zamanÇaresize zor zaman (Arstanbek)Güçlüye var zamanÇaresize zor zaman (Arstanbek)(Kölbayeva, 2015: 20)Zamane akımı ile ilgili olarak Kırgız edebiyat tarihçileri yaptıkları birçok araştırmaya dayanarak özellikle içerik ve üslup bakımından bu ekolü Kırgız şiirinde yeni bir akım olarak kabul eder. Şiirin bu dönemle birlikte eskiye göre sadece içeriğinin değil kendisini var eden koşulların da farklı olduğunu, bu yeni koşullara göre şairlerin de şiir anlayışlarını yeniden yapılandırdığını savunan araştırmacılar zamane şiirinin yeni olmakla birlikte Kırgız şiir geleneğinin genel akışına bağlı olduğunu da belirtmektedir. Bazı araştırmacılar zaman akınlarının söyledikleri şiirleri ‘sanat-nasihat ırları’ grubunda gösterirken, bazı araştırmacılar ise ‘arman ırları’nın bir türü olarak göstermektedir.
Zamane şairleri içinde bulundukları dönemin olumsuz ve ağır şartlarını şiirlerinde zaman teması etrafında dile getiren molla şairlerdir. Kırgızlar medrese eğitimi alan eğitimli, aydın insanlara ‘molla’ unvanını vermektedir. Bu nedenle medrese eğitimi alan şairler Moldo Niyaz, Moldo Kılıç, Nurmoldo, Aldaş Moldo gibi asıl isimlerin yanında bu unvanla anılmaktadır. Mollalar sadece din adamı değil; Klasik Doğu edebiyatını yakından tanıyan, birkaç dil bilen devrin önemli şahsiyetlerindendir. Bunların çoğu medrese eğitimi alan veya köylerindeki mollalardan tahsil görerek eğitimlerini tamamlayan insanlardır. Bir kısmı da eğitimlerinin bu ilk devresinden sonra Buhara’ya veya Kaşgar’a giderek oradaki büyük âlimlerden ders alarak ilmi tahsillerini daha da geliştirirler. Bu şekilde yetişen bu isimler devrin önde gelen bilim adamları sıfatıyla çeşitli medreselerde eğitim vermenin yanı sıra yazılı edebiyatın oluşumu ve gelişiminde de büyük rol oynarlar (Özgen, 2014: 43) (Duishonkul Uulu, 2018: 2).
Dönemin en iyi eğitim imkânlarıyla yetişen akınlar, XIX. yüzyıl sonunda ortaya koyduğu şiirleriyle İslam dininin ve dine ait kültürün halk arasında yayılması yanında Rus işgaline karşı halkın bu dinî ve millî değerleri ile gelenekleri etrafında bir araya gelerek uyanmasını sağlamayı da amaçlamaktadır. Kırgız halkının dinî ve milli değerlerine sahip çıkarak direnişin sembolü olan bu ekol, fikirleriyle de halkı bilinçlendirmeye çalışır. Rusların sömürü ve asimile politikalarına karşı ilmî ve dinî sahada şiirleriyle ve mücadeleleriyle halka örnek ve önder olan zamane şairleri, dönemin direnişinin de sembol isimleridir (Duishonkul Uulu, 2018: 2). Zamane akımının başlıca temsilcileri olan Kalıkul Bay Uulu, Arstanbek Buylaş Uulu, Moldo Kılıç Şamırkan Uulu, Moldo Niyaz, Aldaş Moldo, Nurmoldo gibi akınlar, söyledikleri doğaçlama şiirler ve özellikle ‘zamane’ konulu eserleriyle yaşadıkları dönemde adeta bugünün medyasının, toplumu bilgilendiren ve yönlendiren rolünü üstlenerek önemli bir görevi yerine getirir (Kulamshaev, 2007: 626).
Zamane akımı daha önce de belirtildiği üzere sadece Kırgızistan’a özgü bir oluşum değildir. Bu akım; Rus işgal ve emperyalizmine karşı sivil bir inisiyatifle Kazakistan, Türkmenistan, Kara-Kalpak ve Tatar halklarının eğitimli isimlerinin önderlik ettiği bir bilinçlenme hareketidir. Bu şairlerden biri olan ve XVIII. yüzyılda yaşayan Türkmen şairi Şeydayî, Kırgız zamane akınlarının düşünce ve tutumuna çok benzer bir biçimde yaşadığı dönemin sosyal adaletsizliklerini yöneticilerin ve insanların dinden uzaklaştığını, sarıklı mollaların bile açgözlü oluşunu, dolayısıyla kıyametin yaklaştığını ‘Ahir Zaman’ şiirinde şu şekilde dile getirir:
Niçe iş ey, gapıla kıyamatdan nişan,Ruzu-şep zalımlarındır içgeni göye ki kan,Hiç pukara halını sormaz adalat birle han, Hars-ı düynege uyup, yagşılar olmuşdır yaman, Ay yaranlar, bes niçik kim bolmasın ahir zaman. Nice iş ey gafil geldi kıyametten işaret, Gece gündüz zalimlerindir içtiği güya ki kan, Fukaranın halini hiç sormaz adalet ile han, Dünya hırslarına uyup iyiler olmuştur yaman Ey yarenler, peki nasıl olmasın ahir zamanZalımı-süthorları bolmuş hudadan bihabar, Panı dünyeni baka diyip, yıgnayırlar sim-u zer Pasıkı murdarları mescit sarı kılmaz güzer, Eylemez alımga ızzat hem şerigatga nazar,Ay yaranlar, beş niçik kim bolmasın ahırzaman Zalimi tefecisi olmuş Huda’dan bi-haber Fani dünya için deyip yığıyorlar gümüş altın Azgın murdarları mescit tarafına gitmezler Eylemez âlime izzet ve şeriata nazar Ey yarenler peki nasıl olmasın ki ahir zamanHalk era harsı haram doldu, kanagat galmadı Mehr menıg oldı, sahılarda sahavat galmadı, İyp haram takva bilen, dervüşde tagat galmadı, Pıglı bet aydan pakırlarga kifayat galmadı,Ay yaranlar, bes niçik kim bolmasın ahırzaman. Halk içinde açgözlülük haram doldu, kanaat kalmadı, Sevgi yasak oldu, eli bollarda cömertlik kalmadı, Haram yemekten dervişte takva ile taat kalmadı, Kötü işler yapan zenginden fakirlere fayda kalmadı, Ey yarenler, peki nasıl olmasın ki ahir zaman.Deydi Şeydayi, güne deryası gark etmiş meni, Emri magruf işlerin tutsam diyban jehdim kanı, Kimse yahşı, kimse yaman, kimse bilmez kimseni, Ogul atadan kethüdadır, kız eneden keyvanı,Ay yaranlar, bes niçik kim bolasın ahırzaman. Dedi Şeydayi, günah deryası gark etmiş beni, Emr-i ma’ruf işlerini tutayım desem yönüm hani, Kim iyi, kim kötü, kimse bilmez kimseyi, Oğul babadan daha çok evin reisi, kız anadan fazla hanımı, Ey yarenler peki nasıl olmasın ki ahir zaman. (Şeydai)(Dıykanbeyava, 2016: 77-90)Kazak edebiyatında ‘Zar zaman’ terimini ilk kez büyük Kazak sanat ve bilim insanı Muhtar Awezov kullanır. Kazaklar zaman şairlerini ‘Zar Zaman Akındarı’ zamane şiirlerini ise ‘Zar Zaman Öleñderi’ şeklinde adlandırırlar. Kazaklarda bu geleneği Asan Kaygı’dan başlayarak XVII. yy.’ın sonu XVIII. yy.’ın başlarında yaşayan Bugar Jıraw, 1802-1871 yılları arasında yaşayan Duwlat Babatayulı, 1818-1881 yılları arasında yaşayan Şortanbay Qanayulı’nın şiirlerinde görmek mümkündür.