
Полная версия
Ondan Bundan
Vatan evlatlarının fikrini genişletecek ve zihnini aydınlatacak sebepler ve vasıtalar çok ise de en önemlisi mektep ve matbuattır. Dünya ve ahiretin kurtuluş rehberi bu iki şeydir. Dini liderler, imamlar, işanlar, rahipler, hayır dualar, tasavvuflar, kerametler, cennetler, kevserler, huriler bilmem neler hepsi de mektep ile matbuatın içindedir. Dünya ve ahirette rahat etmek isteyen adam birtakım dervişlere, işanlara ve şeyhlere değil, belki mektep ile matbuata bağlanmalıdır. Kerametleri kabirde kemikleri çürümüş işanlardan değil, belki ayağımızın altında ve gözümüzün önünde olan mektep ve matbuattan ümit etmelidir. Mektep ile matbuat karşısında el bağlayıp diz çökersek adam olacağımıza, dünya ve ahirette mesut olacağımıza ve eğer bunlara iltifat etmezsek dünya ve ahirette bedbaht olacağımıza, her bir fazilet ve insani kemalattan ayrılarak ahirette mahv ve perişan olacağımıza iki kere iki dört eder gibi inanmalıyız. Buna inanmayanlar cezasını gayet şiddetli bir şekilde kendileri çekeceklerdir.
Zaten biz Müslümanlar bir kere dinimize bakacak ve oradaki şeylere doğru anlamlar vererek düşünecek olursak mektep ile matbuat karşısında diz çökmeye, bunları ve bunlara hizmet edenleri her şekilde yüceltmeye ve her türlü saadet ve feyzimizi bunlardan beklemeye dinimizce mecburuz. “midādü’l ‘ulema yuzinu bi demi’ş-şüdedā”21. Muharrirler, öğretmenler, fıkıhçılar ve ediplerden ibaret olan âlimlerin faydaları şehitlerin (din yolunda canını feda eden adamların) kanlarıyla ölçülür. “Men iġberet ķademāhu fi talebi’l-‘ilmi harramallāhu cesedehü ale’n-nār22”. İlim talebi yolunda cüzi bir zahmet çekmeyi tercih edenleri bile Cenâb-ı Hak cehennemden kurtarır, diyen şeriat, şeriat-ı İslamiyedir. Bir talebenin geçip gittiği yerlerden kırk seneye kadar kabir azabı kaldırılır, bir saatlik tefekkür bin senelik nafile ibadetten daha iyidir, âlimin uykusu da cahilin ibadetinden hayırlıdır, diyen ve bunun gibi lā yu’ad velā yuhsā23 yollar ile ilim, fikir, kalem hizmetlerinin faydasını, yücelik ve kutsiyetini anlatarak teşvik ve tergibde24 bulunan şeriat yine şeriat-ı İslamiyedir.
İslam dininin halis ve safi vaktinde, birtakım yalan ve hurafeler ile bulanıp bozulmadığı zamanlarda yaşamış olan bizim dindaşlarımız eski Araplar, eski Türkler şeriatımızın emirlerini ve kurallarını doğru anlamış olmalıdırlar ki onlarda eğitim, medeniyet ve fikir şaşılacak derecede gelişmiş, dine ve şeriate aykırı şeyler, adamı derhal kafir eden şeyler o vakitlerde pek az olmuş, o zamanın din uleması Müslümanları kafir yapmaya çalışmıyorlar, belki kafirlerin muhabbetlerini İslamiyet’e dönüştürecek muamele ve hareketlerde bulunuyorlarmış. Lakin ne yazık ki şimdi işler büsbütün tersine döndü. O vakitler rüya gibi, hayal gibi karanlık içerisinde kaldı. Biz böyle çocukların oğullarıyız diyecek olursak hiç kimse bize inanmaz. Atalarımızdan kalan bu kadar çok ve güzel mirası büsbütün kaybederek elimizin boş kaldığına herkes hayret eder!
Fakat teessüf ve pişmanlıktan hiçbir fayda elde edilmez. Bugünkü günde hiçbir şeye bakmayarak var gücümüzle gayret etmemiz lazımdır. Bugünkü günde kusur ve cehaletimizi anlayanlarımız ve buna çare arayanlarımız çoktur. Bazısı imamlara fena diyor, bazısı Rusça, bazısı Arapça bilmiyoruz diyor. Bazısı aramızda birlik ve ortaklık yok, bundan dolayı fakiriz, bazısı fakir olduğumuz için terakki edemiyoruz ve bazısı da kusur zenginlerimizde, onlar millet yoluna para ve mallarını harcamıyorlar diye birbirimizi suçlamak veya hariçten birtakım zanni ve hayali sebepler aramak ile vakit geçiriliyor. Halbuki aradan hiç kimse çıkıp da: Yahu! Biz konuşmaya, okumaya, yazmaya ve başka halklar gibi düşünmeye bayılmıyoruz, biz kör, sağır, dilsiz, elsiz ve ayaksız yani cahil bir milletiz; eğer biz ilkin konuşmaya ve kendi dilimizde okuyup yazmaya ve yakınlarımız gibi düşünmeyi öğrenmezsek hiçbir şey yapamayacağız, bize öncelikle lazım olan şey mektep ve matbuattır, demiyor.
Benim halis imanım şudur ki: Zihnimizi aydınlatmadan ve fikrimizi genişletmeden önce imam da ıslah edilmez, Rusça ve Arapça da bilinmez, bilinse de faydası olmaz, ittifaklar da meydana gelmez, cemiyetler de kurulamaz ve kurulsa bile faydası olmaz. Mesela: Atlar, sığırlar bir yere toplanıp da bir Cemiyet-i Hayriyye, yahut Cemiyet-i Edebiye kuracak olsa veyahut yapsalar bile ondan ne çıkar! Ya da bu atlar ve sığırlar kendi aralarından birkaç tanesi seçilip bunların hallerini ıslah ve haklarını talep etmek için vekil gönderseler ondan ne çıkar!
Mazisini hatırlamayan, içinde bulunduğu zamanı anlamayan, geleceğini göremeyen, kendi fayda ve zararlarını, iyilikleri ve fenalıkları fark edemeyen adamın ya da milletin elinden esaslı hiçbir şey vücuda gelmez. Bize her şeyden evvel fikrimizi genişletmemiz ve aklımızı nurlandırmamız gerekmektedir. Yukarıda dediğim gibi bunların da en temel vasıtaları mektep ve matbuattır. Hamdolsun, henüz vakit geçmemiş ve fırsat kaçmamıştır. Rusya Müslümanları da başka yerdekiler gibi cahil ve mutaassıp iseler de hiç olmazsa kendi sahip oldukları faziletleri kaybetmemişlerdir. İyice anlatıldığında denileni anlıyorlar, nasihati dinliyorlar, din ve millet yolunda fedakârlık etmeye hazırdırlar ve zaten şimdi de ediyorlar, fakat düzensiz yapıldığı için fayda gelmiyor, hatta bazı yerlerinden zarar geliyor. (Mesela: millet ve din mikropları olan birtakım işanları, bedelci25 Arapları, sapkın efendileri semirtmek gibi şeyler dinin yüceltilmesi ve milletin ilerlemesi için zararlıdır.) Mekteplerimizi ıslah etmek gerektiğini bilenlerimiz çok ise de henüz ıslah edildikleri ve ümitli bir surette ıslah yoluna koyulduğu da yoktur. Bugünkü ıslah gibi hareketlerimiz ise pek temelsiz şeyler olup kendi kendimizi aldatıp durmaktan ibarettir.
Matbuatımıza gelince: Bu cihetten bir miktar gelişmeler var ve gelecek için umutluyuz. Kazan, Ufa, Orenburg, Bakü, Tiflis, Petersburg, Moskova gibi az çok Müslüman olan yerlerde birer ikişer yazarlarımız, mütercimlerimiz var. Çokça ve türlü türlü şeyler yazılıyor (Hatta Kazan’da tecvidin bile beş on türlüsü yazılmıştır!) Gençlerden ve hatta kadın kızlardan edebiyat okuyucu sınıfı oluşturuldu. Yeni eserleri, yeni fikirleri seve seve ve eski fikirli mutaassıp ata babalarından kaça kaça olsa da okuyorlar, muhakeme ve mülâhaza ediyorlar. Yeni çıkmış eserlerin hepsini gözden geçirip okuduktan sonra kütüphanelerinde saklıyorlar. Demek ki kitap okuma sevgisi uyanmaya başlamış. Bu, memnuniyet verici, çok temel ve ümit dolu bir iştir.
Gazetelerimize gelecek olursak bu bakımdan da şükretmeye borçluyuz. Tercüman ile Şark-ı Rus’tan ibaret iki tanecik gazetemiz var. Yirmi beş milyona yakın Rusya Tatarları için tabi bu pek azdır. Fakat zaman ve mekanına göre bunların faydaları o derece çok ve o derece büyüktür ki burada tarifine bile imkan yoktur. Tan gazetesinin Fransızlara, Tayms gazetesinin İngilizlere verdiği faydalardan Tercüman ile Şark-ı Rus’un Tatar milletine verdiği faydalar belki daha fazladır. Çünkü ölüm halinde olan bir hastaya verilen bir kaşık suyun, sağlam adama verilen bir bardak yahut bir kova sudan faydalı olduğunu kim inkâr eder!
Tercüman sebatlı mesleği, doğru fikri, metanetli yüreği, milli cemiyeti, vatanına sadakati ile bir çeyrek asra yakın mukaddes hizmetine yani milletin ruhunu terbiye, fikrini genişletme ve zihnini nurlandırmaya devam edip milletin durumunda o derece büyük bir değişim meydana getirdi ki bunu hakkıyla takdir edebilmek için daha elli sene – belki yüz sene geçmesi gereklidir.
Şark-ı Rus özgürce yürüttüğü yayın faaliyetleri sayesinde gazete sayfalarını bütün millete bahşetti. Eline kalem alıp da yazmak için can atıp duran hamiyetperver gençlerin önünde geniş bir fikir meydanı açıldı. Karadeniz’den Sibirya sahralarına kadar yayılmış Türk ve Tatarlar birbiriyle tanışmaya, kusur ve eksiklerini müzakere edip çare aramaya, birlikte medeniyet ve ilim yoluna girmek gerektiğini düşünmeye başladılar. Medreselerdeki talebelerimize ruh girmeye, imam ve müderrislerimiz tefekkür etmeye başladı. Bunlar o derece büyük ve yüce işlerdir ki sadece gelecek ve tarih yardımı olmadan bunu tamamen anlamak mümkün değildir. Çok şükürler olsun milletimiz de bu gazetelerin kadir ve kıymetini güzel bir şekilde takdir etmeye başladılar. Tüccardan olsun, talebe yahut imam olsun bunları okuyorlar, düşünüyorlar, hatta yeni fikirli bazı medreseler kendi şakirtlerine bunları almaları ve okumaları hususunda emrediyorlar. Yaşasın matbuat! Var olsun erbâb-ı maarif! Hayat bunlar sayesindedir! Dünya bunların elindedir!
Bu bend 1904 yılı Şark-ı Rus’un selamet zamanında yazılmış idi. Şimdi ise o nerededir, kaybolup gitti. Vefat ettiyse Allah’ın rahmeti üzerine olsun! Onun yerine yeniden birçok Tatar gazeteleri çıkmaya başladı.
AMERİKA’DA JAPON ÖĞRENCİLERİ
(12 Ağustos 1904 senesi)
Bakü’de Rusça yayımlanmakta olan “Kaspi” gazetesinin nüshalarından birinde ibret alınması gereken bir yazı okudum. Tercümesi şöyledir: Amerika’da Japonlar – Amerika gazeteleri şu son yıllarda Amerika Birleşik Devletlerine gelmekte olan binlerce Japon gencinin ilim ve bilim tahsili konusunda gösterdikleri gayret ve emeklerini anlatıyorlar. Bugünkü günde Amerika’nın “San Fransisko” şehrinde ve onun etrafındaki beldelerde on binden fazla ve “Kaliforniya” hükümetinde binden fazla Japon bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğu çocuk veyahut ancak yirmi yaşlarına gelmiş gençler olup Japonya’nın asil ve iyi aile çocuklarındandır.
Japonlarda şöyle âdet olmuştur: Ceplerinde çok az bir miktar para olduğu halde ve hatta bazen hiç paraları olmadığı halde binlerce Japon genci ilim tahsili ve öğrenim görmek için Amerika’ya gidiyorlar. Fakat bunun için epeyce zahmet ve zorluk çekmeleri gerekiyor. Amerika’da Japonlar hizmet bekleyen vatandaşlarına yer bulmak için birçok daire açmışlardır. İlim öğrenmek ve eğitim için bir ev kiralayan Japon çocuğu Amerika’ya geldiği gibi kendisine hizmet edeceği bir yer bulmalarını rica etmek için bu dairelerden birisine gidiyor. Bir haneye hizmet etmek için girdiğinde sahipleri tarafından kendisine verilen emirleri anlayabilecek derecede ev sahibi, o Japon çocuğa birkaç İngilizce söz öğretiyor. (Çünkü Amerika’da İngilizce konuşuyorlar) Sonra çocuğu gayet az bir ücret karşılığında bir haneye ev hizmeti için yerleştiriyorlar.
Başta çocuğa verilen ücret çok az oluyor, çoğunlukla bu ücret ayda iki rubleden ibaret oluyor. Fakat bu hizmet ettiği hanede yiyip içtiği ve yatıp kalktığı için yemek ve ev kirası masrafı çıkmıyor. Lakin çocuk hane hizmetine verilirken işten geriye kalan vakitlerde okula devam edip derslerini aksatmaması birinci derecede önemli şart kabul ediliyor. Japon çocukları her ne kadar küçük iseler de – çalışkanlık ve gayretleri ile mümtazdırlar. Hanede birer hafta hizmet ettikleri gibi kap kacak yıkama vesair her türlü ev hizmetlerini mükemmel bir şekilde öğreniyorlar. Bu şekilde hizmetlerini yerine getirip işlerini bir kere yoluna koyduktan sonra Japon çocuğu hizmetten geriye kalan vakitlerde okula devam etmeye başlıyor. Mektepte bir süre derse girdikten sonra çabucak hanesine dönüp ev sahiplerine yemek hazırlıyor, ev işlerine bakıyor, onların kap kacaklarını yıkayıp ve temizledikten sonra tekrar okuluna giderek birkaç ders daha okuyor, yeniden hanesine dönüp işlerini yapıyor. Özetle sabah saat dokuzdan itibaren akşama kadar azıcık bir boşluk bulduğu an derhal okula gidip ders çalışıyor.
Japon çocuğu fevkalade çalışkandır. Bu kadar zorluk arasında derslerine devam ettiği gibi hane hizmetlerini de mükemmel bir şekilde yerine getirip ev sahiplerinin memnuniyetini ve beğenisini kazanıyor, hem de bu arada nasıl oluyorsa vakit bulup mutfakta (kuhnada) hane sahibesine yemek pişirmede yardım ve hizmet ediyor. Bu şekilde mutfakta da bulunarak Amerikan usulü yemek hazırlama ve pişirme düzenini öğrendikten sonra Japon çocuğu kendine daha fazla ücret ile daha iyi bir iş (aşçılık) buluyor. Bu vakit o yine bir taraftan okula devam ediyor, diğer taraftan büyük bir ibretle hizmet ederek yüksekokullarda okumak için kendine eğitim masrafları için para toplamaya başlıyor. Bir de bakarsın Japonya’dan gelmiş küçük bir çocuk bu şekilde hizmetlerde bulunarak 6-7 sene içerisinde gimnaziya26 derslerini tamamlamış, Üniversiteye girmeye hazırlanmış ve orada okuyabilmek için kendi masraflarına yetecek derecede para biriktirmiş. Şurası da unutulmamalıdır ki: Gimnaziya derslerini tamamlaması ve dört sene kadar üniversitede okumak için para biriktirmesi, kendisinin yükümlü olduğu işlerden boş kalan vakitlerde olmuştur. Üniversite öğrenimine devam etmeye başlayıp öğrenci olduğunda Japon genci gayet sade yaşıyor, küçük bir odada geçiniyor, çoğunlukla *dogiden27 ibaret olan yemeğini kendi pişiriyor, hiç yorulmaksızın çalışarak dört sene sonunda üniversiteyi bitirip diploma alıyor.
Amerika’ya gelerek mutfaklarda kap kacak yıkayarak, ev süpürerek geçinen Japon çocuklarından bugün, Japonya’nın başkenti olan, “Tokyo” şehrindeki Üniversitede profesör (müderris) olanları pek çoktur. Japon gençleri bu şekilde bin türlü zorluklar içerisinde bir taraftan tabak çanak yıkamak ve diğer taraftan da kitap sayfaları karıştırmak arasında eğitim aldıkları halde kendi vatan ve milletlerine muhabbetlerini hiçbir şekilde kaybetmiyorlar. “San Fransisko” Üniversitesinde öğrenim gören Japonlar bundan birkaç sene önce kendilerine mahsus bir cemiyet kurdular…” (tercüme burada tamamlandı.)
Bu yazıyı okuyunca ne düşündüm, bilir misiniz? Kendimizi, kendi Tatarlarımızı düşündüm. Kazan, Orenburg, Ufa, Astrahan gibi şehirlerde binlerce Müslüman Tatarlar var. Acaba bunlarda ilim ve bilim uğruna bir parça gayret, Japon çocuklarında olanın binde biri kadar muhabbet gösterildiği var mıdır? Bu şehirlerin hepsinde gimnaziya, riyalini mektep, hür ve sanat sınıfları, pek çok başlangıç ve mahalle mektepleri, Kazan’da bütün Tatarların burnunun dibinde mükemmel ticaret okulu, teknik okul vesaireden başka dünyada meşhur olan birkaç bölümden oluşan mükemmel Üniversiteler var. Kendi evlerine komşu olan bu gimnaziyalarda, riyalini mekteplerde, Üniversite şubelerinde öğrenim görmek, diyelim ki hiç olmazsa şu nefis Kazan şehrinde yaşayan binlerce Tatar için, bir güçlük ve bir fedakârlık gerektirir mi? Bana kalırsa hiç! Çünkü Tatarların büyük kısmının bu şehirlerde güzel evleri, güzel kurulmuş ve yoluna koyulmuş ticaretleri Ruslar katında hürmet ve itibarları var. Rus okullarının her birine bizim Tatar evladını memnuniyetle kabul ediyorlar, hatta giriş sınavlarında dil ve yaş bakımından bir derece özel saygı gösteriyorlar. Şu halde anne babanın gösterecekleri fedakarlık komşularında olan bu yüksek ve muntazam okullardan istediği birine oğlunu yahut kızını kaydettirmekten ibarettir.
Bu okullarda öğrenim ücreti için senelik verilecek para o derece azdır ki bizim Müslümanlarımız bu gibi paraları güvehaneye, fahişehaneye bir kere girip çıktıklarında hiç acımadan harcıyorlar. Bizim bu taraf Müslümanlarından Rus okullarında okuyanlarımız gerçi ara sıra görünse de halkımızın çokluğuna oranla hiç yok denecek kadar azdır.
Bizim Müslümanlar diyorlar ki: “Rus okullarında yavrularımızı okuturduk, lakin orada hiçbir şekilde alfabe ile akait ve dinimizi öğrenemiyorlar, Rusça okuduklarında kendi dinimize ve milletimize muhabbetleri kalmıyor.” Pekala! Bu Japon çocukları nasıl oluyor da başka memleketlerde ve Hıristiyanlar arasında tahsil ederek kendi diyanet ve milliyetlerini terk etmiyorlar? Nasıl oluyor da bunlar onar on beşer sene Amerika Protestanları arasında kalarak halis Buda oğlu Buda olup kalıyorlar? Onların ata anaları kendi çocuklarını Hıristiyan okullarına vermeye nasıl korkmuyorlar? Bize kendi dinimiz nasıl hak din ve mukaddes ise onlar için de kendi dinleri böylece hak ve mukaddes bir dindir. Bizim çocuklarımız kendi hanelerimizde, kendi ailemiz içerisinde yaşadığı halde günlük birkaç saat Rus okullarına gidip ders okumaları da faydalı olmuyor, bozuluyor, Hıristiyan oluyor, itikadı değişiyor, milletine muhabbeti bitiyor, bilmem neler oluyor, neler!… Yahu! Biz niçin böyleyiz? Yahut niçin böyle zannediyoruz? Okumak sebebiyle mezhep değiştirenlerimiz binde, yüz binde bir adam ise okumamak ve cehalet sebebiyle dinimizi terk edenlerimizin, yahut Müslüman kalıp Müslüman kıyafetinde gezseler de hakikaten ne Müslüman ve ne de Hıristiyan olup, gerçek bir Mecusi olduklarını niçin düşünmüyorlar?
Bunların her birinden çıkarılabilecek sonuç şudur: Rus okullarında Müslümanca dil, itikat ve şeriat okunmadığı için kime öfkeleniyoruz? Bunun suçu kimdedir? Hükümetin her bir okulunda Müslüman çocuklarına kendi dillerini ve dinlerini öğrenmelerine tamamiyle izin verilmiştir.
O halde kendimiz niçin okutmuyoruz? Niçin iyi öğretmenler görevlendirmiyoruz? Niçin faydalı ders kitapları tertip etmiyoruz? Eğer bu hizmetleri Petroflardan, İvanoflardan ümit edip vakit geçirirsek bunun sorumlusu kim olacak? Yahut bunları el açıp Hüdâ’dan istesek, yani Hüdâ’nın bize hâdim olmasını ister isek yine boştur!
Rus okullarına balalarımızı bölük bölük göndermeliyiz. İslamca din ve lisanımızı okutmak, hamiyet-i milliye ve diniyelerini arttırmak için muktedir, hamiyetperver muallimler görevlendirmeliyiz. Şimdiki halde boş yere hükümetten maaş alarak Rus okullarında Müslümanca öğretmenlik mevkiini zapt edip duran birtakım yetersiz, düşüncesiz, ilimsiz ve akılsız önemli hizmetlere liyakatsiz adamları ve Müslüman çocuklarının İslamiyet’ten muhabbetlerini soğutmaya sebep olan giyim şekillerini, insanlık ve medeniyet mikroplarını tamamiyle oradan süpürüp defederek temizlemeliyiz. Bin senelik asılsız, düzensiz ve anlamsız kitaplarımız yerine kısaltılmış, faydalı ve pedagojiye uygun ders kitapları hazırlamalıyız. Bize hiçbir şey gökten inmez, hariçten de gelmez. Her şey kendimizden gelir. Çalışmalı ıslah edilmeliyiz. Eğer hayat istersek bedenimize düşüp de bedenimizi çürütmekte olan mikropları temizlemeliyiz. Dinimiz, hamiyetimiz, vicdanımız ve gayretimiz biterse bunun sebeplerini Rus okullarından, yeni usul alfabelerden, astronomi ve geometri ilimlerinden aramalıyız. Bunun temel sebebi kendimizin ilim ile cehalet farkını, fayda ile zararı, hayat ile ölümü, aydınlık ile karanlığı fark edemediğimizden kaynaklanmaktadır diyebilmeliyiz.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
“Ceditçilik hareketinin önderi konumundaki isim hiç şüphesiz İsmail Bey Gaspıralı’dır. “Dilde, işte, fikirde birlik” idealiyle yola çıkan Gaspıralı bu uğurda büyük işler başarmış, ömrünü bu uğurda tüketmiş büyük bir fikir adamıdır. Dünya üzerindeki Türklerin bir ve bütünlüğünü arzulayan Gaspıralı amaçlarını gerçekleştirmek için iki faaliyet alanı benimsemiştir: matbuat ve eğitim. Bu amaçla ilk olarak St. Petersburg’da eşinin ziynet ve altınlarını bozdurmak suretiyle eski bir matbaa makinası satın alır. Böylelikle ilk gazete faaliyetlerini gerçekleştirebilecektir. Gaspıralı’nın Tercüman adını verdiği ve iki dilde yayımlanan (Rusça ve Türkçe) gazete 30 yılı aşkın bir süre Türk Dünyasının tamamında okunan önemli bir yayın organı olmuştur. Gazetesinin Türklerin yaşadığı geniş coğrafyalarda okunmasını isteyen Gaspıralı bu amaçla Tercüman’da sadeleştirilmiş bir Osmanlı Türkçesi kullanmıştır. Gaspıralı matbuat faaliyetlerinin yanında cehaletle de mücadele etmeyi gaye edinmiştir. Bu amaçla açtığı ve usul-i cedit adını verdiği okullarda hızlı bir okuma-yazma seferberliği başlatmıştır. Usul-i cedit okullar kısa sürede tüm Türkistan’da yayılmış ve bu alanda önemli bir işlevi yerine getirmiştir. Fatih Kerimî’nin fikri yapısının şekillenmesinde ilk olarak babası İlman Kerimî’nin ardından da İsmail Gaspıralı’nın etkisi olmuştur. Çocuk yaşlarda medrese tahsili alan Kerimî, ardından Rus mektebine gitmiş ve Batı dünyasına ait edebi eserleri okumuştur. Zeki fakat ekonomik açıdan zorluk yaşayan Türkistanlı ailelerin çocukları İstanbul’a eğitim almak üzere gönderiliyordu. İşte bu çocuklardan biri olan Fatih Kerimî eğitim hayatının önemli bir bölümünü İstanbul’da geçirecekti. Fatih Kerimî’nin fikri yapısının oluşmasında İstanbul’da aldığı eğitimin büyük tesiri olmuştur. Özellikle Ahmed Mithat Efendi, Kerimî’ye önemli ölçüde destek olmuş, Mekteb-i Mülkiye’de eğitim almasını sağlamıştır. Osmanlı Devleti içindeki edebi, fikri ve siyasi ortamı sonuna kadar teneffüs eden Kerimî, Balkan Savaşı’nın başladığı yıllarda bizzat cepheye giderek olayları izlemiştir. Bu izlenimlerini daha sonra İstanbul Mektupları adıyla neşredecektir. Kerimî eserlerinde sade ve anlaşılır bir İstanbul Türkçesi kullanmıştır. Şüphesiz bu tercihinde İstanbul’da aldığı eğitimin yanı sıra Gaspıralı’nn “Dilde, işde, fikirde birlik” ideallerini benimsemiş bir aydın olması da etkili olmuştur.” (Çakmak 2017: 212-123).
2
Kerimî, Fatih (2016). Mirza Kızı Fatıyma Seçme Eserler (Haz: Dr. Cihan Çakmak), Ankara: Gece Kitaplığı Yayınları.
3
Kerimî, Fatih (1996). Hıyalmı Hakıykatmi, Morza Kızı Fatıyma: Saylanma Eserler, Kazan: Tataristan Kitap Neşriyatı, s. 118-148.
4
Eserin orijinal adı Tatar Türkçesinde Andan Bundan’dır.
5
Çakmak, Cihan (2014). Fatih Kerimî’nin Hıyal Mı? Hakıykat Mi? ve Andan Bundan Eserleri Üzerinde Dil ve Üslup İncelemesi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
6
“1904 senesi Tiflis’te neşredilen, merhum, Şark-ı Rus gazetesine “kalem” imzasıyla birkaç makale yazmıştım. Gerçi hiçbirinde kendi ismim yazılmamış ise de bu hususta bazı dostlarımdan mektuplar aldım: “Şark-ı Rus kalem imzasıyla toplanan makaleler senin yazıların olsa gerektir, biz bunu kokusundan sezdik, lakin muntazam surette hepsini de okuyamadık, eğer kendinde müsveddeleri var ise bunların hepsini birlikte bastırıp neşrederseniz güzel olur idi” diyorlar. Yazdığım mektupların bazı yerlerinden nüsha (kopya) almak âdetim olduğundan bende bunların nüshaları var idi. Mütalaa, edebiyat, ilim ve marifette heveslisi olan dostlarımın en küçük bir arzularını yerine getirmek için bence en lezzetli bir iş ve en mukaddes bir borç olduğundan bunları birlikte toplayıp ayrıca risale şeklinde neşretmeye karar verdim. Vaktiyle Mirâtin 6. cüzünde toplanmış “Mütâlaa” başlıklı bir makalemin nüshası da defterimin baş tarafında olduğundan onu da burada birlikte yazıverdim, hem de risalenin baş tarafına merhum Kemal Bey şiirlerinden birkaç satır yazdım. Bu türlü şeyleri ihtiva eden risaleye ne gibi bir isim vereyim diye bir müddet düşündüm. Tatarca olarak kısaca uygun bir isim hatırıma gelmedi. Türkçe ve Tatarca yazılmış risalelere üçer beşer Arapça sözlerden mürekkep hiç alakasız isimler vermek pek gülünç ve yakışıksız bir şey olduğundan ben bundan asla hoşlanmıyorum. Bu risalenin içerisine türlü şeyler yazıldığı için haydi öyle ise bunun ismi de “Andan Bundan” olsun dedim. İş tamam oldu, vesselam! Muhammed Fâtih” (Çakmak 2014: 293).
7
Mütalaa başlıklı yazısında okumanın önemini “Gerçekten, insan beden ile ruhtan ibaret olup bedenini beslemek için maddi gıdaya ne derece muhtaç ise ruhunu beslemek için manevi gıdaya bu nispette muhtaçtır. Yemek içmek olmaz ise insanın bedenine zayıflık geldiği gibi mütalaa ve ilim olmaz ise insanın ruhunu ve kalbini zulmet basar. Yiyip içmek ve yatıp uyumaktan başka bir şey bilmez ise insanın at ve sığır gibi başka hayvanlardan ne farkı olur? Bilmeyen ve okumayan adamın ruhu ne ile beslenir? Namı ilelebet muhterem olan “Jan Gutenberg” tarafından kitap basmak usulü keşfedildikten sonra bilginin arttırılması ve düşüncenin gelişmesi için o kadar geniş bir meydan açılmıştır ki her şeyden haber almak ve her şeyi öğrenmek mümkün olmuştur. Yalnız insanda okumak derdi ve mütalaa hevesi olmalıdır!” cümleleriyle özetlemektedir.
8
Matbuat ve Mektep başlıklı yazıda bir toplumun gelişmesinde ve aydınlanmasında olmazsa olmaz iki kurumun matbuat ve mektep olduğunu vurgulamaktadır. “Vatan evlatlarının fikrini genişletecek ve zihnini aydınlatacak sebepler ve vasıtalar çok ise de en önemlisi mektep ve matbuattır. Kerametleri kabirde kemikleri çürümüş işanlardan değil, belki ayağımızın altında ve gözümüzün önünde olan mektep ve matbuattan ümit etmelidir. Mektep ile matbuat karşısında el bağlayıp diz çökersek adam olacağımıza, dünya ve ahirette mesut olacağımıza ve eğer bunlara iltifat etmezsek dünya ve ahirette bedbaht olacağımıza, her bir fazilet ve insani kemalattan ayrılarak ahirette mahv ve perişan olacağımıza iki kere iki dört eder gibi inanmalıyız.”