bannerbanner
Akıl ve Tutku
Akıl ve Tutku

Полная версия

Akıl ve Tutku

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
6 из 6

“Çok doğru söyledin. Willoughby kesinlikle şüphelenilmeyi hak etmiyor. Çok uzun zamandır tanımıyoruz onu fakat bu çevre için yabancı değil; bir kişi onu kötülemek için bir söz söyledi mi? Bağımsız hareket edip hemen evlenebilecek bir durumda olsaydı birdenbire hiçbir şey söylemeden gitmesi elbette garip olurdu lakin durum böyle değil. Bu sözlenme, çok büyük bir saadetle başlamış da sayılmaz çünkü görünüşe bakılırsa ufukta henüz bir evlilik yok; bu yüzden mahremiyet bu ilişki için elzem bile sayılabilir.”

Margaret’ın içeri girişiyle sustular ve Elinor, annesinin söylediklerini düşünme fırsatı buldu; birçoğunun ihtimal dâhilinde olduğunu kabul etti ve hepsinin doğru olmasını umdu.

Akşam yemeğine kadar Marianne ortalıkta gözükmedi, yemek vakti odaya girdi ve tek kelime etmeden masadaki yerine oturdu. Ağlamaktan gözleri şişmiş ve kızarmıştı, o sırada bile gözyaşlarını zor tutuyor gibiydi. Kimseyle göz göze gelmemeye çalıştı, ne konuştu ne de yemek yedi ve bir süre sonra annesi şefkatle elini tutunca kalan ufacık metaneti yıkıldı ve gözyaşları içinde odadan çıktı.

Tüm akşam boyunca büyük bir teessür içindeydi. Hiç dermanı yoktu; kendini kontrol etmek gibi bir arzusu da olmadığından Willoughby’yi andıran en ufak bir şey onun bir anda dağılmasına neden oluyordu; bütün aile büyük bir endişeyle onun iyi olması için çaba sarf ediyordu fakat ağızlarını açtıkları anda onu hatırlatmayan herhangi bir şeyden bahsetmek bile mümkün olamıyordu.

16

Willoughby’den ayrıldığı ilk gece gözüne uyku girseydi Marianne kendini affedemezdi. Yatağa girdiği andan daha dinç bir şekilde kalksaydı ertesi sabah ailesinin yüzüne bakmaya utanırdı. Fakat bu duyarlılığı utanç verici bir şey yapa n hisler onu buna maruz kalma tehlikesi içinde bırakmadı. Tüm gece uyanıktı ve büyük bir kısmı ağlayarak geçmişti. Baş ağrısıyla uyandı, konuşacak hâli yoktu ve yemek yemeyi reddediyordu; annesi ve kız kardeşlerine eziyet ediyor, onları herhangi bir teselli çabasından kesin bir şekilde menediyordu. Hassasiyetini en yüksek mertebede yaşıyordu.

Kahvaltıdan sonra tek başına dışarı çıktı ve Allenham köyü civarında dolandı, kendini güzel anılarına bıraktı ve bütün sabah bugünkü hüsranına ağlayıp durdu.

Akşam da aynı hezeyanlar içinde geçti. Eskiden Willoughby’ye çaldığı tüm şarkıları, seslerinin birlikte yükseldiği tüm parçaları bir kez daha çaldı ve Willoughby’nin onun için yazdığı müzik satırlarına gözlerini dikip piyanonun başında oturdu; ta ki daha fazla ızdıraba artık yüreği dayanamayacak hâle gelene kadar; bu kederle beslenme rutini her gün devam etti. Her gün kederiyle beslenme rutini devam etti. Saatlerce piyanonun başında oturup ya ağlıyor ya da şarkı söylüyordu; gözyaşlarından dolayı sık sık sesi kesiliyordu. Tıpkı müzikte olduğu gibi kitaplarında da geçmişiyle bugününün arasındaki zıtlığın sebep olduğu ızdırabı aradı. Eskiden beraber okuduklarının dışında hiçbir şey okumuyordu.

Bu denli güçlü bir ızdırap elbette sonsuza dek süremezdi; birkaç gün içinde yerini daha sakin bir hüzne bıraktı fakat günlük rutini; yalnız başına yürüyüşleri, sessizce düşünmeleri yine keder dalgaları yarattı.

Willoughby hiç mektup göndermedi; zaten Marianne de göndermesini beklemiyor gibiydi. Annesi şaşkındı, Elinor tekrar rahatsız oldu. Yine de Bayan Dashwood ne zaman ihtiyacı olsa en azından kendini rahatlatmaya yetecek açıklamalar bulmaya devam etti.

“Hatırlasana Elinor…” dedi, “Devamlı olarak Sör John postadan mektuplarımızı getirip götürüyor. Gizlilik gerekli olabilir diye konuştuk zaten; eğer mektupları Sör John’un elinden geçecekse gizliliğin korunamayacağını aklımızdan çıkarmamalıyız.”

Elinor haklı olduğunu biliyordu ve bunu sessizliklerini makul kılabilecek bir bahane olarak görmeye çalıştı. Fakat gerçekte ne olup bittiğini öğrenmenin, tüm gizemi ortadan kaldırmanın ona göre oldukça açık, basit ve münasip bir yöntemi vardı ki bundan annesine bahsetmeden duramadı.

“Neden hemen şimdi Marianne’e Willoughby ile sözlenip sözlenmediğini sormuyorsun?” dedi, “Senin, annesinin, kibar ve anlayışlı annesinin böyle bir soru sorması onu gücendirmez. Ona gösterdiğin sevginin doğal bir sonucu bu. Eskiden gizlediği hiçbir şey olmazdı, özellikle de senden.”

“Hayatta böyle bir soru sormam! Düşünsene bir de sözlenmemişlerse kim bilir ne kadar da üzülür. Her hâlükârda çok yaralayıcı olur. Onu şimdilik herkesten gizlenmesi gereken bir şeyi itiraf etmeye zorlarsam bir daha asla güvenini kazanamam. Marianne’i tanırım. Biliyorum ki beni çok sever ve şartlar uygun olduğunda da durumun açıklanacağı son kişi olmam. Kimseye gizli tuttuğu bir şeyi zorla söyletmem; özellikle de bir çocuğa asla çünkü sorumluluk duygusu istese de inkâr etmesini önleyebilir.

Elinor böylesine bir yaklaşımın, özellikle de kız kardeşinin toyluğu göz önüne alındığında çok abartılı olduğunu düşündü ve konunun biraz daha üstüne gitti ancak ne var ki bu bir işe yaramadı; annesinin romantik hassasiyeti, sağduyu, ihtimam ve itinayı ezip geçiyordu.

Aile üyelerinden biri tarafından Marianne’in yanında Willoughby’nin adı anılıncaya kadar birkaç gün geçti; Sör John ve Bayan Jennings ise bu konuda pek de hassas davranmıyorlardı; çoğu zaman yaptıkları şakalarla ızdırap dolu saatlere yenilerini eklediler fakat bir akşam Bayan Dashwood bir Shakespeare eserini eline alıp şunları söyledi: “ ‘Hamlet’i hiç bitiremedik Marianne, sevgili Willoughby’miz sonunu getiremeden gitti. Neyse koyalım da gelince… Belki aylar sürer ama…”

“Aylar mı?” diye büyük bir şaşkınlıkla haykırdı Marianne. “Yo, haftalar bile sürmeyecek.”

Bayan Dashwood söylediklerine pişman oldu fakat Elinor memnundu çünkü Marianne, Willoughby ve onun planları hakkında böylesine emin bir hâlde cevap vermişti.

Willoughby şehirden ayrılalı yaklaşık bir hafta olmuşken bir sabah, Marianne artık tek başına etrafta dolanmak yerine kardeşlerinin yürüyüşüne katılmaya ikna edildi. O zamana kadar yürüyüşlerine kimsenin eşlik etmesini kabul etmiyordu. Kardeşleri yamaçta yürüyeceklerse o, doğrudan patika yoluna sapıyordu; onlar vadiden bahsediyorsa kendisi hemen tepeye tırmanmaya gidiyordu ve onlar yola çıktığında gözden kayboluyordu. Onun böyle bir inzivaya çekilmesini onaylamayan Elinor’un çabalarıyla ikna edildi. Vadi boyunca Marianne’in zihni onlarla meşgul olmadığı için sessizce yürüdüler. Elinor bu kadar olsun ilerleme kaydetmekten memnun kalıyor, o an daha fazlası için bir girişimde bulunmuyordu. Vadi girişinin ardında arazinin hâlâ verimli ama artık daha ağaçsız ve daha az yabanıl olduğu yerde, Barton’a ilk geldiklerinde kullandıkları yol önlerinde uzanıyordu; o noktaya ulaştıklarında bir an etraflarına bakınmak için durdular ve kır evindeki manzaralarının ufkunu oluşturan bir görüntüyü daha önceki yürüyüşlerinde hiç gelmedikleri bir noktadan incelediler.

Bakınırken çok geçmeden canlı bir şeyin varlığını fark ettiler; biri at üstüne onlara doğru geliyordu. Birkaç dakika içinde bir adam olduğu anlaşıldı ve bir an sonra Marianne coşkuyla bağırdı: “Bu o, evet evet o! O, biliyorum.”

İleriye doğru atılıyordu ki Elinor, “Marianne, yanılıyorsun. Willoughby değil o. Willoughby kadar uzun boylu değil ve onun havası da yok.” diyerek müdahale etti.

“Var, var!” diye haykırdı Marianne. “Kesinlikle var. Onun duruşu, onun ceketi, onun atı. Bu kadar çabuk geleceğini biliyordum!”

Konuşurken hevesle yürümeye başlamıştı bile, gelenin Willoughby olmadığından hemen hemen emin olan Elinor, Marianne’in tek başına tuhaf gözükmemesi için hızlandı ve ona yetişti. Adamla aralarında yirmi beş metre kaldı. Marianne bir kez daha baktı ve kalbi yerinden çıkacak gibi oldu, hemen hiddetle geri dönüp koşmaya başlamıştı ki iki kardeşinin sesi onu durdurmak için yükseldi, aralarında neredeyse Willoughby’ninki kadar tanıdığı bir başka ses de durmasını isteyen seslere katıldı ve şaşkınlık içinde arkasını dönen Marianne sevinçle Edward Ferrars’ı gördü.

O an dünyada, Willoughby olmadığı için affedebileceği ve gülümseyebileceği tek kişi oydu. Edward’a gülümsemek için gözyaşlarını sildi ve ablasının hatırına bir an olsun kendi acılarını unuttu.

Edward atından inerek dizginleri seyisine verdi ve Dashwood’larla birlikte Barton’a kadar yürüdü; zaten sırf onları ziyaret etmek için gelmişti.

Hepsi büyük bir içtenlikle karşıladı onu; özellikle Marianne, Elinor’dan bile daha sıcak bir ilgi gösterdi. Marianne’e göre Edward’la ablasının karşılaşması, Norland’daki birbirlerine olan tavırlarında sıkça fark ettiği açıklanamayan soğukluklarının devamı gibiydi. Özellikle Edward bir âşığın öyle bir durumda söylemesi gereken hiçbir sözü sarf etmiyordu. Kafası karışıktı, onları görmekten sevinmiş gibi bir hâli yoktu, neşeli veya coşkulu değildi, soru sorulduğunda ağzından zorla alınan cevaplar dışında pek bir şey söylemiyordu ve Elinor’a davranışında ayrıca bir sevgi belirtisine işaret eden hiçbir farklılık bulunmuyordu. Marianne olup bitenlere tanık oldukça şaşkınlığı daha da artıyordu. Neredeyse Edward’dan hoşlanmamaya başlayacaktı; sonunda hisleri her zamanki seyrini izledi ve aklına Willoughby geldi; Willoughby’nin davranışları ile muhtemel eniştesinin davranışları arasında gayet belirgin bir zıtlık vardı.

Karşılaşmanın ilk şokunu atlattıktan ve sorularından sonraki kısa bir sessizliğin ardından Marianne, Edward’a doğrudan Londra’dan gelip gelmediğini sordu. Hayır, on beş gündür Devonshire’daydı.

“On beş gün!” diye tekrarladı Marianne ve Elinor ile aynı şehirde olup da bu kadar uzun zamandır görüşmemesine şaşırdı.

Edward, Plymouth yakınlarında arkadaşlarıyla kaldığını söylerken gergin gözüküyordu.

“Son zamanlarda Sussex’e gittin mi?” dedi Elinor.

“Bir ay önce Norland’daydım.”

“Peki, o güzelim Norland nasıl?” diye haykırdı Marianne.

Elinor, “O güzelim Norland…” dedi, “Muhtemelen yılın bu zamanı nasıl oluyorsa öyledir. Ormanlar ve yollar kuru yapraklarla kaplıdır.” dedi.

“Ah!” diye haykırdı Marianne, “Eskiden ne büyüleyici hislerle seyrederdim yaprakların düşüşlerini. Yürürken rüzgârla etrafımda savrulmalarını izlemek ne kadar da keyifliydi! Yapraklar, mevsim, hava ne duygular uyandırırdı bende. Şimdi onları önemseyecek kimse yok. Artık sadece birer sıkıntı gibi görülüyorlar, hemen süpürülüyor ve mümkün olduğunca gözden uzağa atılıyorlar.”

Elinor, “Herkes kuru yapraklar için seninle aynı duyguları beslemiyor.” dedi.

“Hayır, genelde benimle aynı şeyleri hisseden, beni anlayanlar pek olmuyor zaten. Ama bazen de oluyor.” dedi ve birkaç dakikalığına hayal dünyasına dalıp gitti. Sonra tekrar kendine geldi ve Edward’ın dikkatini konuya çekmek için “Evet Edward, işte Barton Vadisi! Bir bak şuraya ve huzur bulabiliyorsan bul. Şu tepelere bir bak. Hiç böylesini gördün mü? Solda Barton Park var, ağaçların ve tarlaların arasında. Evin ucunu görebilirsin. Ve şurada, heybetle yükselen en uzak tepenin altında bizim kır evimiz var.”

“Etraf çok güzel.” diye cevap verdi Edward, “Fakat kışın alçak taraflarda çok çamur olmalı.”

“Önünde böyle güzel şeyler varken çamuru nasıl aklına getirebiliyorsun?”

“Çünkü tüm bu güzelliklerin arasında çamurlu bir patika görebiliyorum.” dedi Edward gülümseyerek.

Marianne yürümeye devam ederken kendi kendine söylendi: “Çok tuhaf!..”

“Sevimli komşularınız var mı burada? Middleton’lar cana yakınlar mı?”

“Ah hiç de değil! Daha kötü bir yerde oturamazdık.” dedi Marianne.

Ablası, “Marianne!” diye haykırdı, “Nasıl böyle dersin? Nasıl da haksızlık ediyorsun! Onlar oldukça saygın bir aile Bay Ferrars, bize karşı çok dostane davrandılar. Onlar sayesinde ne kadar güzel günler geçirdiğimizi unuttun mu Marianne?”

“Hayır.” dedi Marianne alçak sesle, “Üstelik birçok acı hatırayı da…”

Elinor bu sözü hiç önemsemedi, dikkatini misafirine yöneltti ve evden, ne kadar konforlu olduğundan bahsederek yeni bir sohbet konusu açmaya ve onu o bildik soru cevap seremonisinden kurtarmaya çalıştı. Edward’ın soğukluğuna ve ölçülü oluşuna Elinor’un oldukça canı sıkıldı, bunaldı ve sinirlenmeye başladı ama tavırlarına o anki hâline göre değil de geçmişi dikkate alarak şekil vermeye karar verip keyifsiz görünmekten veya alınganlık göstermekten kaçındı ve ona aileden birine nasıl davranılması gerekiyorsa öyle davrandı.

17

Bayan Dashwood, Edward’ı gördüğü için bir an şaşkınlık yaşadı; onun Barton’a gelişi en doğal şeylerden biriydi. Neşe ve ilgi ifadeleri şaşkınlığından daha uzun sürdü. Edward’a en sıcak karşılama ondan geldi; böylece hiçbir utangaçlık, soğukluk ve çekingenlik kalmadı. Daha eve girmeden tüm bunlar kırılmaya başladı bile, Bayan Dashwood’un cana yakın tavırları ile de tamamen ortadan kalktı. Bir adam kızlarından birine âşıksa, tutkusuna mutlaka Bayan Dashwood’u da dâhil etmeliydi. Elinor, Edward’ın nihayet kendisi gibi davranmaya başladığını gördü memnuniyetle. Onlara olan duyguları tekrar canlanıyor gibiydi ve afiyetleriyle ilgilenmeye başladığı görülebiliyordu. Ne var ki neşeli de değildi; yine de evi övdü, manzaraya hayran kaldı, özenli ve kibardı ama keyfi yoktu. Tüm aile bunu görebiliyordu; Bayan Dashwood bu hâlini annesine bağımlı olmasına yordu ve tüm bencil anne babaları sert bir dille eleştirerek yemeğe oturdu.

Yemekten sonra şöminenin başında toplandıklarında Bayan Dashwood, Edward’a döndü ve “Bayan Ferrars’ın sizin için şimdiki planları neler Edward?” dedi, “Hâlâ istememenize rağmen hatip mi olacaksınız?”

“Hayır. Umarım annem politika hususunda ne yeteneğim ne de hevesim olduğunun farkındadır.”

“Fakat nasıl şöhret olacaksınız? Tüm ailenizi memnun etmek için şöhret olmalısınız; masraftan kaçarak, yabancılardan çekinerek, bir iş edinmeden ve hiçbir güvenceniz olmadan bunu yapmak biraz zor olabilir.”

“Öyle olmasını istemiyorum ki! Seçkin biri olmak gibi bir niyetim yok; zaten olmayacağımı düşünmek için yeterli sebeplerim var. Tanrı’ya şükür! Beni zorla dâhi ve konuşmacı yapacak hâlleri yok ya!”

“İyi biliyorum ki hırslı biri değilsiniz. Hep sade istekleriniz olmuştur.”

“Birçok insanın isteği kadar sade diye düşünüyorum. Ben de herkes kadar mesut olayım istiyorum fakat herkeste olduğu gibi bana özgü bir şekilde olmalı. Seçkinlik bana bunu sağlamaz.”

“Sağlasa tuhaf olurdu zaten.” diye bağırdı Marianne, “Zenginlik ve ihtişamın mutlulukla ne alakası olabilir?”

Elinor, “İhtişamın pek alakası olmayabilir ama zenginliğin pekâlâ alakası var.” dedi.

“Elinor, yazık sana!” dedi Marianne, “Zenginlik ancak tek eksik para olduğunda mutluluk getirebilir. Geçinip gidecek kadar olsun yeter; fazlası insanın ruhu söz konusu olunca hiçbir gerçek haz sağlamaz.”

Elinor gülümseyerek “Belki de aynı noktaya geliyoruz ikimiz de. Senin geçinip gitmene yetecek kadar olan gelirin benim için zenginlik demek ve bunlar olmadan, her türlü konfor eksik kalabilir; bunda hemfikiriz. Sadece senin fikirlerin benimkilerden daha asil. Söyle bakalım senin geçinip gitmene yetecek para ne kadarmış?”

“Yıllık en fazla bin sekiz yüz veya iki bin pound.”

Elinor güldü. “Yıllık iki bin! Bin pound benim için servet demek! Bu konuşmanın böyle biteceğini tahmin etmiştim.”

Marianne, “Yine de yılda iki bin pound oldukça makul bir gelir.” dedi, “Daha azıyla bir aile geçinemez. İsteklerimde aşırıya kaçmadığıma eminim. Hizmetkârları, bir veya iki arabası ve av köpekleri olan bir ev daha azıyla idare edilemez.”

Elinor, kardeşinin gelecekte Combe Magna’daki masraflarından bu kadar kesin bahsetmesi üzerine tekrar gülümsedi.

“Av köpekleri!” diye tekrarladı Edward. “Neden av köpekleriniz olsun ki? Herkes avlanmaz.”

Marianne cevaplarken kızardı: “Bazıları avlanır ama.”

Margaret yeni bir düşünce ortaya atarak “Keşke biri hepimize büyük bir servet dağıtsa!” dedi.

Gözleri şevkle parlayan, yanakları hayalî bir mutlulukla ışıldayan Marianne, “Ah keşke!” dedi.

Elinor, “Zenginliğin miktarı hakkında olmasa da hepimiz bu konuda hemfikiriz sanırım.” dedi.

“Ah canım!” diye haykırdı Marianne, “Ne kadar da mutlu olurdum o zaman! Neler yapardım neler!..”

Marianne bu konuda hiç şüphesi yokmuş gibi baktı.

Bayan Dashwood, “Büyük bir serveti kendi başıma harcayacak olsam ne yapacağımı şaşırırdım.” dedi, “Çocuklarım yardımım olmadan zengin olsalar bile…”

Elinor, “Evin tadilatıyla başlarsın.” dedi, “Bütün dertlerin yok olur.”

“Öyle bir durumda…” dedi Edward, “Londra’dan ne harikulade şeyler sipariş eder bu aile. Kitap, müzik ve resim dükkânları bayram eder. Siz Bayan Dashwood, her yeni güzel resim baskısının size gönderilmesi için genel sipariş verirdiniz. Marianne yüce gönüllüdür bilirim; Londra’da onu avutmaya yetecek kadar müzik yoktur. Ya kitaplar! Thomson, Cowper, Scott mı dersiniz! Hepsini bir daha bir daha satın alırdı; kıymetini bilemeyenlerin eline düşmesin diye tüm kopyalarını alırdı hatta. Yaşlı, biçimsiz ağaçları nasıl öveceğini anlatan kitapları da tabii… Değil mi Marianne? Küstahlık ediyorsam özür dilerim ama eski ihtilaflarımızı unutmadığımı göstermeye çalışıyorum.”

“Hüzünlü veya neşeli; geçmişi yâd etmeyi severim Edward; eski zamanlardan bahsettin diye sana kırılmam merak etme. Paramı nasıl harcayacağım konusunda haklısınız. En azından bir kısmını kitap ve müzik koleksiyonumu zenginleştirmek için kullanırdım.”

“Servetinizin çoğuyla yazarlara veya vârislerine maaş bağlardınız.”

“Hayır Edward, başka şeyler yapardım.”

“O zaman, en sevdiğiniz deyiş hakkında en iyi savunmayı yazana ödül olarak bağışlardınız; yani insan hayatta bir kere âşık olur. Bu konudaki görüşleriniz değişmemiştir sanıyorum.”

“Kesinlikle! Benim yaşımda fikirler sabit olur. Şimdi farklı düşünmemi sağlayacak bir şeye tanıklık etmem veya duymam pek muhtemel değil.

Elinor, “Marianne her zamanki gibi dikbaşlı yine. Hiç değişmedi.” dedi.

“Sadece eskisinden biraz daha ciddi olmuş.”

“Of Edward!” dedi Marianne, “Hiç bana sitem etmeyin! Siz de pek neşe saçmıyorsunuz.”

Edward hafifçe iç çekti ve “Neden öyle diyorsunuz? Neşe saçmak zaten hiç benim karakterimin bir parçası olmadı ki!” dedi.

Elinor, “Marianne’in karakterinin de bir parçası değil bence.” dedi, “Onun eğlenceli olduğunu pek söyleyemem. Sadece yaptıklarında çok içten ve istekli, bazen büyük bir şevkle ve çok fazla konuşabiliyor ama çoğunlukla neşeli değil.”

“Haklısınız galiba.” dedi Edward, “Ama ben onun hep neşeli bir kız olduğunu düşünmüşümdür.”

“Bunun gibi hataları ben de kendimde birçok kez gördüm.” dedi Elinor, “Özellikle insanların kişiliğini herhangi bir noktada çok yanlış yorumlayabiliyorum; onları gerçekte olduklarından daha eğlenceli, sıkıcı, zeki veya aptal olarak algılayabiliyorum; üstelik bunun sebebini veya hataya düşmemin neyden kaynaklandığını pek bilemem. Bazen insanların kendileri hakkında söyledikleri şeyler veya başkalarının onlarla ilgili yorumları yanıltıcı oluyor ve insana düşünme ve bir karara varma fırsatı bırakmıyor.”

Marianne, “Fakat Elinor ben de başkalarının fikirlerinden yola çıkmanın doğru olduğunu düşünürdüm.” dedi, “Yargılarımızın bize yalnızca başkalarının yargılarına tabi olsun diye verildiğini düşünürdüm. Eminim ki bu hep senin ilken olmuştur.”

“Hayır Marianne, asla! Aklı esir etmek asla benim ilkelerim arasında değildir. Ben sadece davranışları etkilemek istemişimdir. Söylediklerimi başka tarafa çekmemelisin. Tamam, suçluyum; itiraf ederim ki tanıdıklarımıza karşı hep dikkatli davranmanı istemiş olabilirim. Ama senden ne zaman onların düşüncelerini kabullenmeni veya ciddi konularda yargılarına uymanı istedim ki?”

Edward, Elinor’a döndü ve “Kardeşini genel nezaket kurallarınıza uymaya ikna edememişsiniz. Hiç mi gelişme yok?” dedi.

Bir yandan Marianne’e anlamlı anlamlı bakarken “Aksine.” diye cevapladı Elinor.

Edward, “Ben sizin gibi düşünüyorum bu konuda ama davranışlarım daha çok kardeşinizin tarafında. Kimseyi gücendirmek istemem fakat çoğu zaman aptalca utangaçlığım yüzünden umursamaz görünüyorum, hâlbuki ben sadece doğal çekingenliğim yüzünden kendimi geri çekiyorum. Hatta çoğu zaman yalnızca mütevazı topluluklar arasında olmak için yaratıldığımı düşünüyorum; soylu zenginlerinin arasında hiç de rahat olamıyorum.”

Elinor, “Marianne’in dikkatsizliğini mazur göstermek için kullanabileceği bir utangaçlığı yok.” dedi.

“Yersiz bir utanca kapılmayacak kadar iyi biliyor kendi değerini.” diye cevap verdi Edward, “Utangaçlık öyle veya böyle aşağılık kompleksinden kaynaklanır. Eğer kendimi davranışlarımın gayet rahat ve zarif olduğu konusunda ikna edebilsem ben de utangaç davranmazdım.”

Marianne, “Yine de mesafeli olurdunuz.” dedi, “Böylesi daha kötü.”

Edward dik dik baktı. “Mesafeli! Ben mesafeli miyim Marianne?”

“Evet, oldukça.”

Edward kızardı. “Sizi anlamıyorum. Mesafeli! Ne bağlamda? Ne söylemeliyim ki? Nasıl böyle düşünebilirsiniz?”

Elinor, Edward’ın tepkisine şaşırdı ama konuyu gülerek geçiştirmeye çalıştı ve şöyle dedi: “Kardeşimi ne demek istediğini anlayacak kadar iyi tanımıyor musunuz? Onun kendisi kadar hızlı konuşmayan ve hayranlık duyduğu şeye kendisi kadar hayran olmayan herkese öyle dediğini bilmiyor musunuz?”

Edward bir şey söylemedi. Tüm ciddiyeti ve düşünceliliği geri gelip üzerine çöktü. Bir süre sessiz ve tepki vermeden oturdu.

18

Elinor misafirinin keyfinin kaçtığını büyük bir rahatsızlık içinde görebiliyordu. Zaten ziyaretinden kısmen memnun kalmıştı ve Edward da bu ziyaretten pek memnun kalmışa benzemiyordu. Mutsuz olduğu aşikârdı. Elinor bir zamanlar onda uyandırdığından hiç kuşku duymadığı hislerle kendisine hâlâ değer verdiğini fark ettirsin istiyordu ama şimdiye dek ilgisinin devam edip etmediği hiç de belli olmuyordu; ona olan tavırlarındaki çekingenlik bir önceki an daha duygulu bir bakışın söyler gibi olduğu şeyi biraz sonra yalanlıyordu.

Edward ertesi sabah diğerlerinden önce kahvaltı odasına geldiğinde yalnızca Marianne ve Elinor vardı. Elinden geldiğince onların mutluluğunu arttırmaya çalışan Marianne, bir süre sonra ikisini odada yalnız bıraktı. Daha merdivenlerin yarısını tırmanmıştı ki oturma odasının kapısının açıldığını duydu ve dönüp baktığında şaşkınlıkla Edward’ın çıktığını gördü.

Edward, “Atlarıma bakmaya köye gidiyorum.” dedi, “Hâlâ kahvaltı hazır değil nasılsa, hemen dönerim.”

Edward yöreye hayran kalmanın coşkusuyla eve döndü; köye yürürken vadinin birçok yerine bakmış, kır evinden daha yükseklere çıkıp köyün genel manzarasını izlemişti ve manzara çok hoşuna gitmişti. Bu konu Marianne’in ilgi alanına giriyordu; manzaraya dair kendi hayranlıklarını söylemeye, özellikle ilgisini çeken yerler hakkında Edward’ı ayrıntılı bir sorguya çekmeye hazırlanıyordu ki Edward sözünü kesti: “Çok sorgulamamalısınız Marianne. Biliyorsunuz pitoresk konusunda bilgi sahibi değilim ve ayrıntılar mevzusuna girersem cehaletim ve zevksizliğimle sizi gücendiririm. Sarp tepe diyeceğime bayır derim, düzensiz ve engebeli diyeceğime tuhaf ve kaba saba yer şekilleri derim, sadece sisli havada hayal meyal gözüken şeylere de uzaktaki görülmeyen şeyler derim. Samimi bir şekilde yapabileceğim şu açıklamayla idare etmelisiniz: Bence burası çok güzel bir yer; bayırlar, ormanlar güzel ağaçlarla dolu görünüyor ve vadi rahat ve bakımlı görünüyor; verimli meralar ve etrafa dağılmış sevimli çiftlik evleri var. İşte bu tam da benim zihnimdeki güzel yöre tanımına uyuyor; güzellik ve fayda bir arada. Siz hayranlık duyduğunuz için pitoresk olduğunu da söyleyebilirim elbette; kayalar, burunlar, eski yosunlar, çalılıklarla dolu olduğuna da eminim ama ben bunlara çok dikkat etmedim. Pitoresk konusunda hiçbir şey bilmiyorum.”

Конец ознакомительного фрагмента.

Текст предоставлен ООО «Литрес».

Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

Конец ознакомительного фрагмента
Купить и скачать всю книгу
На страницу:
6 из 6