bannerbanner
Akıl ve Tutku
Akıl ve Tutku

Полная версия

Akıl ve Tutku

Язык: tr
Год издания: 2023
Добавлена:
Настройки чтения
Размер шрифта
Высота строк
Поля
На страницу:
5 из 6

“Çok naziksiniz. Ama durum öyle muallakta ki ne zaman geri dönebilirim bilmiyorum; o yüzden söz vermeye cesaret edemem.”

Sör John, “Gelecektir tabii!” diye haykırdı, “Hafta sonuna kadar dönmezse peşinden giderim.”

Bayan Jennings, “Ay lütfen gidin Sör John!” dedi, “Belki o zaman ne işi varmış onu da öğrenirsiniz.”

“Başkalarının işine burnumu sokmak istemem. Belli ki çekindiği bir şeyler var.”

Albayın atlarının hazır olduğu söylendi.

Sör John, “Şehre at sırtında gitmeyeceksiniz, değil mi?”

“Hayır sadece Honiton’a kadar. Oradan arabayla gideceğim.”

“Madem gitmeye kararlısınız, iyi yolculuklar diliyorum. Ama keşke fikrinizi değiştirseniz…”

“Elimden bir şey gelmez.”

Sonra herkesle vedalaştı.

“Bayan Dashwood, sizi ve kız kardeşlerinizi bu kış şehirde görebilecek miyim acaba?”

“Hiç sanmıyorum.”

“O zaman size hiç istemediğim kadar uzun bir süre için veda etmeliyim.”

Marianne’e sadece eğilerek selam verdi ve tek laf etmedi.

Bayan Jennings, “Hadi albay, gitmeden ne işin olduğunu söyle bari…” dedi.

Albay ona iyi sabahlar dileyerek Sör John ile birlikte odadan çıktı.

Kibarlıktan o zamana kadar içlerinde tuttukları yakınmaları ve feryatları artık ortaya döküyorlardı; hepsi de böyle yüzüstü bırakılmanın ne kadar sinir bozucu olduğu üzerinde tekrar tekrar fikir birliğine vardılar.

Bayan Jennings neşe içinde “Ben ne işi olduğunu tahmin edebiliyorum, ama…” dedi.

Neredeyse herkes, “Gerçekten mi?” dedi.

“Elbette. Kesin Bayan Williams ile alakalı.”

Marianne, “Bayan Williams kim?” diye sordu.

“Ne? Bayan Williams’dan haberin yok mu senin? Eminim daha önce duymuşsundur. Albayın akrabası; hem de çok yakın bir akrabası. Siz genç hanımları ürkütmekten korktuğumuz için ne kadar yakın olduğunu söylemeyeceğim.” dedi ve fısıldayarak ekledi: “Gayrimeşru kızı.”

“Sahi mi?!”

“Ah, tabii ki! Hatta hık demiş burnundan düşmüş. Albay tüm servetini ona bırakacak bence.”

Leydi Middleton’ın zarafet duygusu yara almıştı; gayrimeşru kız konusunu kapatmak için şahsen havalar hakkında bir iki söz etme zahmetine girdi.

Sör John döndüğünde o da yaşanan talihsizliğin herkeste yol açtığı üzüntüye bütün kalbiyle katıldığını belirtti; yine de burada hep beraber toplandıklarına göre eğlenmek için bir şeyler yapmaları gerektiğini söyleyerek sözlerini bitirdi; biraz fikir teatisinden sonra, eğlencenin tadına yalnızca Whitwell’de varılabilecektiyse de en azından kırda bir araba turu atarak da gönüllerine göre bir şey yapabileceklerine karar verdiler. Bunun üzerine araçlar hazırlandı; ilk önce Willoughby’ninki geldi, Marianne arabaya bindiğinde hiç olmadığı kadar mutlu gözüküyordu. Willoughby Park boyunca oldukça süratli kullandı ve kısa zamanda gözden kayboldular; geriye herkesten önce döndüler ve o zamana kadar da kimse nerede olduklarını görmedi. Gezintiden ikisi de mutlu olmuşa benziyordu fakat diğerleri tepelerde dolaşırken, onlar yalnızca patikalarda dolaştıklarından bahsettiler; daha fazla bir şey paylaşmadılar.

Akşam dans gecesi düzenlemeye karar verdiler; herkes gün boyunca çok eğlenmeliydi. Carey ailesinden birkaç kişi daha akşam yemeğine katıldı ve masaya yaklaşık on iki kişinin oturmasının tadını çıkardılar; Sör John memnun gözlerle izledi masayı. Willoughby her zamanki gibi iki Dashwood kızının arasına oturmuştu. Bayan Jennings, Elinor’un sağ tarafında oturdu. Çok geçmeden Elinor ve Willoughby’nin arkasından eğilerek onların da duyabileceği kadar yüksek bir sesle Marianne’e “Çok uğraştınız ama buldum sizi. Sabah nerede olduğunuzu biliyorum.” dedi.

Marianne kızardı. Aceleyle, “Neredeymişiz acaba?” dedi.

Willoughby, “Bilmiyor muydunuz?” dedi, “Arabamla uzaklaşmıştık.”

“Elbette Bay Arsız, o kadarını çok iyi biliyorum fakat sizin nereye gittiğinizi bulmaya kararlıydım. Umarım evinizi sevmişsinizdir Bayan Marianne. Çok büyük bir ev; sizi ziyarete geldiğimde yeni eşyalarla döşemiş olursunuz umarım; altı yıl önce oraya gittiğimde öyle bir şeye ihtiyacı vardı çünkü.”

Marianne büyük bir utangaçlıkla… başını başka yöne çevirdi. Bayan Jennings içten bir kahkaha attı; Elinor onların ne yaptığını öğrenmeyi kafasına koyunca, hizmetkârlardan birini Willoughby’nin seyisiyle konuşturtmuştu; böylece Allenham’a gittiklerini, bahçede yürüyüş yaptıklarını, evin her tarafını gezerek bir hayli vakit geçirdiklerini öğrenmişti.

Elinor buna inanamıyordu; Willoughby’nin böyle bir şeyi teklif etmesi ve Marianne’in hiç tanımadığı Bayan Smith içerideyken oraya gitmeyi kabul etmesi pek muhtemel gelmiyordu.

Yemek odasından çıkar çıkmaz Elinor, ona bunların doğru olup olmadığını sordu ve Bayan Jennings’in lafını ettiği her şeyin doğru olduğunu öğrenince oldukça şaşırdı. Marianne bundan şüphe ettiği için ona çok kızdı.

“Neden oraya gitmediğimizi ve evi gezmediğimizi düşünesin ki Elinor? Bu senin de pek çok kez yapmayı istediğin bir şey değil mi?”

“Elbette Marianne. Fakat Bayan Smith oradayken gitmezdim; hele de Willoughby ile yalnızken…”

“Willoughby o evi gezdirebilecek tek kişi; üstü açık bir arabayla gittiğimiz için de başkasını alamazdık yanımıza. Hayatımın en güzel sabahlarından biriydi.”

“Bir şeyin güzel olması her zaman münasip olduğunun kanıtı olamaz ama…” diye cevap verdi Elinor.

“Aksine, bence en iyi kanıtı odur Elinor; yaptığım şeyde en ufak bir yanlışlık olsaydı, o zaman bunu hissederdim çünkü ne zaman yanlış şeyler yaptığımı bilirim, öyle olsaydı hiç zevk alamazdım.”

“Sevgili Marianne, şimdiden küstah tepkiler vermene yol açtığı hâlde, davranışının doğruluğun şüphe etmiyor musun hâlâ?”

“Eğer davranışımızın uygunsuz olduğunu Bayan Jennings’in söylediklerinden çıkarıyorsan, o zaman hepimizin her anı yanlışlarla dolu demektir. Onun tavsiyelerine de eleştirilerine de değer vermiyorum. Willoughby ile Bayan Smith’in arazisinde dolaşmakla veya evini gezmekle herhangi bir yanlış yaptığımı düşünmüyorum. Bir gün hepsi Willoughby’nin olacak ve…”

“Ve de senin olacaksa Marianne, bu bile yaptığının doğru olduğunu göstermez.”

Marianne bunu duyunca kızardı fakat yine de açıkça mutlu oldu; on dakika durup düşündükten sonra kardeşinin yanına gelip büyük bir neşe ile “Allenham’a gitmek yanlıştı belki Elinor fakat Bay Willoughby özellikle orayı göstermek istedi; seni temin ederim çok da güzel bir ev. Üst katta oldukça güzel bir oturma odası var; günlük kullanılabilecek kadar geniş ve modern mobilyalarla döşenirse güzel olacaktır. Köşe odası; iki duvarda da pencereleri var. Birinden evin ardı boyunca uzanan muhteşem korunun, diğerinden ise kilise ve köyün hatta onların da ardında uzanan, her zaman hayranlıkla izlediğimiz o tepelerin de manzarasını izleyebiliyorsun. Pek aklıma yatmadı ama -zira hiçbir şey o mobilyadan daha sıkıcı olamaz- şöyle bir dayanıp döşense Willoughby’nin söylediğine göre birkaç yüz pound harcayıp, İngiltere’nin en güzel yazlık odalarından biri hâline getirebilirmişiz.” dedi.

Başkaları araya girmeseydi eğer Elinor onun evin her odasını tek tek aynı haz ile tarif etmesini dinleyecekti.

14

Tüm tanıdıklarının gelip gidenleriyle canlı bir şekilde ilgilenen herkeste olması gerektiği gibi tam bir meraklı olan Bayan Jennings’in iki üç gün boyunca zihnini meşgul eden, merakını celbeden bir şey vardı: Albay Brandon’ın aniden Park’taki ziyaretini sonlandırması ve bunun sebebini gizleme konusundaki kararlılığı. Sürekli sebebin ne olabileceğini merak etti; kötü bir haber olduğu belliydi; o zaman başına gelebilecek her türlü belayı düşünmeye çalıştı, hem de işini şansa bırakmayacak bir kararlılıkla.

“Çok hazin bir şey olmalı. Yüzünden belliydi. Zavallı adam! Vaziyeti kötü olabilir. Delaford’daki mülkü yılda iki binden fazla getirmiyor, kardeşi de her şeyi karıştırdı. Parayla alakalı bir mevzu yüzünden gitmiş olmalı. Başka ne olabilir ki? Öyle mi acaba? Hakikati öğrenmek için her şeyi verirdim. Belki de Bayan Williams’la alakalıdır hatta bence kesin öyle, çünkü ondan bahsettiğimde çok utandı. Şehirde hastalanmıştır belki; büyük ihtimalle öyledir, hep hasta gibiydi zaten. Bayan Williams ile ilgili olduğuna bahse girerim. Albay, şu anda parayı dert etmiyordur çünkü çok akıllı ve dikkatli bir adam, mülkü de şimdiye dek çoktan hâle yola koymuştur. Ne olabilir acaba? Belki kız kardeşinin durumu iyi değildir, Avignon’a çağırmıştır. Yoksa alelacele niye çıksın ki? Derdi her neyse yakında çözülmesini ve kendine iyi bir eş bulmasını diliyorum tüm kalbimle.”

Bunları merak etti ve bu sözler ağzından döküldü Bayan Jennings’in, aklına gelen her yeni ihtimalle fikri değişiyordu ve her ihtimal eşit derecede muhtemel görünüyordu ona. Elinor, içtenlikle Albay Brandon’ın iyiliğini istiyordu fakat onun aniden gidişine Bayan Jennings kadar çok merak duymamıştı; bu kadar çok şaşıracak veya çeşitli ihtimaller düşünmeyi gerektirecek bir mesele olmadığını düşünüyor, merakını ise başka bir şey çekiyordu. Marianne ve Willoughby’nin bu hususta fazlasıyla sessiz kalmalarına takılmıştı; oysa onların çok ilgileneceklerini sanıyordu. Bu sessizlik devam ettikçe durum -bunun her ikisinin mizacına aykırı olduğu hesaba katılırsa- gün geçtikçe daha da tuhaflaşmaya başladı. Elinor birbirlerine olan her günkü davranışlarına bakılırsa oldu denen şeyi neden hâlâ annesine ve kendisine açıklamadıklarını anlayamıyordu.

Evliliği hemen gerçekleştirmeyeceklerini kolayca anlayabilirdi; Willoughby bağımsız olabilirdi fakat zengin olduğuna inanmak için elde bir sebep bulunmuyordu. Sör John mülkünün yıllık altı yedi yüz pound getirdiğini söylemişti fakat Willoughby böyle bir gelirin karşılayamayacağı bir yaşam sürüyordu ve sık sık da yoksulluğundan dem vuruyordu. Fakat sözlenmeleri ile alakalı, aslında hiçbir şeyin üstünü örtmeyen bu tür bir gizliliği sürdürmeleri hayli tuhaftı; üstelik onların fikirlerine ve davranışlarına da o kadar aykırıydı ki Elinor’un zihninde bazen gerçekten sözlendiklerine dair bir şüphe uyanıyordu ve bu şüphe de onu, Marianne’e bunu sormaktan alıkoyuyordu.

Willoughby’nin hâli tavrı, birbirlerine bağlılıklarının en güzel göstergesiydi. Marianne’e bir âşığın yüreğinden gelen en seçkin inceliği gösteriyor, ailenin diğer fertlerine ise bir oğlun, bir ağabeyin sıcak sevgisiyle yaklaşıyordu. Kır evini kendi evi gibi görüyor ve seviyor gibiydi; Allenham’dan daha fazla vakit geçiriyordu burada; eğer Park’ta hep beraber buluşulmayacaksa sabah egzersizleri hep burada son buluyordu ve günün geri kalanını ise Marianne’in yanında, en sevdiği puanterinin de Marianne’in ayaklarının dibinde geçireceği neredeyse kesindi.

Albay Brandon’ın gidişinden bir hafta sonra, bir akşam etrafındaki her şeye sıra dışı bir şekilde daha da bağlanmaya hazır gibiydi; Bayan Dashwood baharda kır evinde değişiklikler yapacağını söyleyince samimi bir tavırla, çok sevdiği için kendisine güzel gelen bu yerde yapılacak her türlü değişime karşı çıktı.

“Ne!” diye bağırdı. “Kır evinde tadilat yapmak mı? Hayır. Buna kesinlikle müsaade edemem! Eğer görüşümü önemsiyorsanız, bu duvarlara tek bir taş eklenmemeli, tek bir karış büyütülmemeli derim.”

“Sakin olun. Öyle şeyler yapılmayacaktır. Annem hiçbir zaman bunu karşılayamaz.” dedi Bayan Dashwood.

“Çok memnunum. Parasını daha iyi şeyler için kullanmayacaksa varsın hep fakir olsun.”

“Teşekkürler Willoughby. Rahat ol. Nasıl bir tadilat olursa olsun, senin veya sevdiğim hiç kimsenin kalbini kırmaya değmez. Baharda hesaplarımı düzenledikten sonra ne kadar para kalırsa kalsın seni kıracak bir şey yapmaktansa harcamadan öylece tutarım, bana güven. Fakat burayı gerçekten de kusurlarını göremeyecek kadar çok mu seviyorsun?”

“O kadar çok. Bence burası kusursuz. Hatta mutlu olunabilecek tek bina bu bence; yeterince zengin olsam Combe’u yıktırır, yerine bu kır evinin aynısını yaptırırım.”

“Karanlık, dar merdivenleri ve dumana boğulan bir mutfakla birlikte yani....” dedi Elinor.

Yine aynı hevesle “Evet!” diye haykırdı Willoughby, “Ona ait her şeyle birlikte; bütün konforu ve konforsuzluğuyla her şey aynı kalmalı. Anca o zaman, böyle bir çatı altında Barton’da olduğum kadar mutlu olabilirim Combe’da.”

Elinor, “İnanıyorum ki daha güzel odalar ve daha geniş merdivenlere sahip olmak zorunda kalsanız bile, kendi evinizi en az burası kadar kusursuz görecek olmanızdan gurur duyarım.” dedi.

“Çok seveceğim yerler elbette olacaktır. Orayı değerli görmeme sebep olan bazı durumlar var fakat bu evin kalbimde hep ayrı bir yeri olacak.”

Bayan Dashwood, Marianne’e memnuniyetle baktı. Marianne ise dolu dolu gözlerini dikmiş Willoughby’yi izliyor, söylediklerini çok iyi anladığını açıkça ortaya koyuyordu.

Willoughby devam etti: “Allenham’dayken, geçen yıl boyunca bu kır evinde birilerinin yaşamasını ne kadar da çok istemiştim. Yanından geçerken hep konumuna hayranlık duyar ve içinde kimse yaşamıyor diye müteessir olurdum. Buraya gelir gelmez Bayan Smith’den duyacağım ilk haberin kır evinin tutulduğu olacağını nereden bilebilirdim! Öğrendiğimde hem memnun olmuştum hem de olay ilgimi çekmişti, sanki burada bulacağım mutluluğu önceden hissetmiş gibiydim.” Daha kısık sesle “Değil mi Marianne?” dedi ve sonra eski ses tonuyla devam etti: “Ve siz de bu evi mahvetmekten bahsediyorsunuz Bayan Dashwood! Yenilikler hayal ederek bile sadeliğini yok ediyorsunuz. Sizinle tanıştığımız, o zamandan beri güzel vakitler geçirdiğimiz bu oturma odasını, sıradan bir hole çevireceksiniz ve herkes buradan geçip gitmek isteyecek; hâlbuki bu oda dünyadaki en geniş daireden daha sahici bir konfor ve barınak sunuyor.

Bayan Dashwood bir kez daha hiçbir değişiklik yapılmayacağına dair onu rahatlatmaya çalıştı.

“Siz iyi bir kadınsınız.” diye cevap verdi Willoughby, “Sözünüz beni rahatlatıyor. Daha fazla konuda sözünüzü alabilirsem mutlu olacağım. Sadece evinizin değil aynı zamanda sizin ve kızlarınızın da hep aynı kalacağını düşünmek, ayrıca beni daima size ait her şeyi benim için özel kılan nezaketinizle karşılayacağınız düşünmek isterim.”

Söz hemen verildi ve Willoughby bütün akşam sevgi ve mutlulukla doldu taştı.

Willoughby giderken Bayan Dashwood, “Yarın akşam yemeğinde görüşebilir miyiz?” diye sordu. “Yarın sabah Leydi Middleton’a uğramak için Park’a yürüyeceğiz; bu yüzden sabah gelmeniz ricasında bulunmuyorum.”

Saat dörtte buluşmak üzere anlaştılar.

15

Ertesi gün Bayan Dashwood, iki kızıyla birlikte Leydi Middleton’ı ziyaret etti ama Marianne bir bahane uydurup gitmek istemedi; önceki gece Willoughby’nin gitmeden önce onlar evde yokken buluşma sözü verdiği sonucunu çıkaran annesi bu yüzden Marianne’in evde kalmasından oldukça memnun oldu.

Eve döndüklerinde Willoughby’nin at arabası ve hizmetkârı kapının önündeydi; Bayan Dashwood düşüncesinde pek haklı olduğunu gördü. Şimdiye dek bu kadarını öngörmüştü fakat eve girdiğinde karşılaşacağı manzarayı hiçbir şekilde tahmin edemezdi. Daha holdeydiler ki içeriye girerlerken Marianne bir hışımla oturma odasından seğirtiyordu, mendili gözlerindeydi, gözü hiçbir şeyi görmez bir hâlde üst kata çıktı. Şaşkın ve korkmuş bir hâlde Marianne’in çıktığı odaya gittiler ve orada sadece Willoughby’yi buldular; sırtı dönük bir şekilde şöminenin rafına yaslanmıştı. Onlar içeri girince önüne döndü; yüzünden onun da Marianne ile aynı duygular içerisinde olduğu anlaşılıyordu.

Bayan Dashwood içeri girer girmez, “Bir şey mi oldu ona? Hasta mı?” dedi.

“Umarım değildir.” dedi Willoughby ve neşeli görünmeye çalışarak zoraki bir gülümseme ile ekledi: “Hasta olacak biri varsa o da benim. Zira büyük hüsrana uğradım!”

“Hüsran mı?”

“Evet. Çünkü size verdiğim sözü tutamıyorum. Bayan Smith bu sabah beni iş için Londra’ya göndererek onun eline bakan bu yoksul kuzeni üzerinde hiç çekinmeden zenginliğinin gücünü kullandı. Emirleri bu sabah aldım ve Allenham’a veda ettim; neşelenmek için sizle de vedalaşmaya gelmiştim ki…”

“Londra’ya mı? Bu sabah mı gidiyorsunuz?”

“Hatta şimdi.”

“Çok yazık! Ama Bayan Smith’in sözünü dinlemeli; onun işleri sizi bizden uzun zaman ayırmaz umarım.

Willoughby cevap verirken kızarmıştı: “Çok naziksiniz fakat Devonshire’a pek yakında döneceğimi sanmıyorum. Bayan Smith’i yılda bir kez ziyaret ederim.”

“Bayan Smith sizin buradaki tek ahbabınız mı? Burada sizi ağırlayacak tek ev Allenham mı? Ayıp ediyorsunuz Willoughby! Bir de davetiye ister misiniz?”

Willoughby daha da kızardı. Gözlerini yere dikmiş bir hâlde yalnızca şu cevabı verebildi: “Siz fazla iyisiniz…”

Bayan Dashwood şaşkınlıkla Elinor’a baktı. Elinor da aynı şekilde afallamıştı. Bir süre kimseden çıt çıkmadı. Sessizliği bozan Bayan Dashwood oldu: “Tek söyleyebileceğim sevgili Willoughby, burada her zaman iyi karşılanacaksınız; hemen dönmeniz için ısrar etmeyeceğim çünkü Bayan Smith’in tepkisinin nasıl olacağını ancak siz bilirsiniz; bu yüzden kararınızı sorgulamayacağım gibi isteğinizden de şüphe etmeyeceğim.”

Willoughby, “Mevcut ilişkilerim…” dedi, kafası karışık bir hâlde. “Öyle ki kendimi layık bulmadığım kadar…”

Duraksadı. Bayan Dashwood konuşamayacak kadar şaşkındı; bir sessizlik daha yaşandı. Sessizliği bozan Willoughby oldu. Cılız bir gülümsemeyle “Böyle uzatarak ahmaklık ediyorum. Varlıklarından şu an zevk almam imkânsız olan insanlarla daha fazla vakit geçirerek kendime eziyet etmeyeceğim.” dedi.

Herkesle vedalaştı ve gitti. Arabasına bindiğini gördüler ve araba bir dakika sonra gözden kayboldu.

Bayan Dashwood konuşabilecek hâlde değildi ve bu ani gidişin yarattığı endişe ve telaşla baş başa kalabilmek için hemen oturma odasını terk etti.

Elinor da en az annesi kadar rahatsızlık duyuyordu. Sıkıntı ve kuşku içinde neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Willoughby’nin vedasındaki tavrı, utancı, neşeliymiş gibi numaralar yapması, hele annesinin davetini kabul etmekteki isteksizliği pek rahatsız ediciydi; böyle korkması âşık bir insana, kendisine yakışmıyordu. Bir an onun hiçbir şeyi ciddiye almadığından korktu, sonra da kardeşiyle aralarında bir tartışma geçmiş olabileceğinden endişelendi Marianne’in öyle hışımla odadan çıkması için ortada ciddi bir tartışma olmalıydı; gerçi onun Willoughby’yi ne kadar sevdiğini düşününce bu da pek muhtemel gözükmedi.

Ayrılıklarının sebebi ne olursa olsun kardeşinin çok acı çektiği kesindi; Marianne’in dindirmeye çalışmak yerine, muhtemelen bir görev gibi beslediği ve büyüttüğü acısını en ince hislerle duyumsadı.

Yarım saat içinde annesi geri geldi; gözleri kızarmıştı ama yine de suratı asık değildi. İşinin başına otururken, “Sevgili Willoughby şimdi Barton’dan kilometrelerce uzakta Elinor.” dedi. “Kim bilir ne kadar istemeye istemeye gidiyordur.”

“Her şey çok tuhaf. Bu kadar ani gitmesi… Sanki hepsi bir anda oldu. Daha dün gece bizimle çok sevinçliydi, gülüyor, eğleniyor, sevgi gösterileri yapıyordu. Şimdi ise on dakika önce haber veriyor dönmemek üzere gittiğini. Bize söylediğinden daha fazlası var bence. Hiç kendi gibi konuşmuyordu, davranmıyordu. Sen de fark etmişsindir. Ne olabilir ki? Tartıştılar mı acaba? Yoksa davetini niye kabul etmek istemesin?”

“Eksik olan tek şey istek değildi Elinor. Kabul etmek onun elinde değildi. Enine boyuna düşündüm ve başta ikimize de garip gelen şeyleri anlayabiliyorum canım.”

“Gerçekten mi?”

“Evet. Ben kendimce en mantıklı açıklamayı buldum Elinor fakat sen her fırsatta her şeyden şüphelenmeyi seversin, o yüzden muhtemelen senin için yeterli olmayacaktır, yine de konuşarak beni fikrimden vazgeçiremezsin. Bence Bayan Smith, Marianne ile aralarında bir şeyler olduğundan şüphelendi ve bunu onaylamıyor -belki onun için başka planları var- ve o yüzden onu uzaklaştırmak istedi; iş için yollamak da güzel bir bahane oldu. Bence işin aslı bu. O da Bayan Smith’in onaylamadığının farkında, bunun için Marianne ile sözlendiğini açıklamaya henüz cesaret edemiyor; kadına bağlı olduğu için onun planlarına boyun eğiyor ve bir süreliğine Devonshire’dan uzaklaşmak zorunda olduğunu hissediyor. Biliyorum, böyle olmuş veya olmamış olabilir diyeceksin bana ama önüme başka mantıklı bir açıklama getirene kadar hiçbir bahaneyi dinlemeyeceğim. Şimdi bunlara ne diyorsun Elinor?”

“Hiçbir şey. Ne söyleyeceğimi tahmin ettin zaten.”

“O zaman, böyle olmuş veya olmamış olabilir diyorsun. Ah Elinor sana da hiç akıl sır ermiyor! Bardağın hep boş tarafını görürsün zaten. Willoughby’ye özür yakıştıracağın yerde Marianne’e keder, Willoughby’ye kabahat biçersin. Her zaman olduğundan daha soğuk bir şekilde vedalaştı diye onun kabahatli olduğunu düşünüyorsun, değil mi? Onun hiç dikkatsizlik etmeye hakkı yok mu veya az önce yaşadığı bir hayal kırıklığı yüzünden hâletiruhiyesi sarsılamaz mı? Doğruluğu kanıtlanmadı diye ihtimalleri de mi yok sayacağız? Sevilecek o kadar şeyi olan, üstelik hakkında kötü düşünmemiz için hiçbir sebep olmayan bu adamın hiçbir hakkı yok mu? Açıklanamayan davranışlar bir müddet sır gibi gelebilir. Hem, onun neyinden şüpheleniyorsun ki?”

“Ben de bir şey söyleyemiyorum. Fakat ondaki bu değişim yüzünden ister istemez tatsız bir şeyler döndüğünden şüpheleniyorum. Diğer yandan iyi taraflarının hakkını vermek gerektiği konusunda çok haklısın, kimseye haksızlık etmek istemem. Willoughby’nin kendine göre çok haklı sebepleri olabilir tabii ve umuyorum ki vardır. Fakat önceden haber vermek ona daha çok yakışırdı. Ketumluğu mantıklı olabilir ama böyle davranan Willoughby olunca bunu kabul edemiyorum.”

“Yine de onu, farklı davranmaya mecbur kalıp karakterine aykırı hareket ettiği için suçlama. Onu savunurken adil olduğumun farkındasın; buna sevindim. O da aklanmış oldu.”

“Tam olarak sayılmaz. Sözlendiklerini -eğer gerçekten öyle bir şey varsa tabii- Bayan Smith’den şu an için saklaması ve durum böyleyse Devonshire’da pek gözükmemesi yerinde olabilir fakat bunu bizden de saklaması için hiçbir mazeret yok.”

“Bizden saklaması mı? Yavrucuğum, sen Willoughby ve Marianne’i bir şey saklamakla mı itham ediyorsun? Hakikaten tuhaf çünkü gözlerin onları her gün ihtiyatsız davrandıkları için suçluyordu.”

“Sevgilerinin değil…” dedi Marianne, “Sözlenmelerinin delilini görmek istiyorum.”

“Benim her iki konuda da şüphem yok.”

“Yine de ikisi de bununla ilgili sana tek bir laf etmediler.”

“Hareketleri bu denli açıkken sözlere ihtiyacım yoktu. Marianne’e ve bize karşı tavrı, en azından şu on beş gün içinde, onu sevdiğini ve müstakbel karısı olarak gördüğünü, bizi de en yakınları olarak gördüğünü anlatmıyor muydu? Çok iyi anlaşmıyor muyduk? Her gün bakışlarıyla, tavrıyla, özeni ve içten saygısıyla rızamı almıyor muydu? Elinor’cuğum sözlendiklerinden nasıl şüphe edebiliyorsun? Böyle bir düşünce nasıl aklına gelebilir! Kız kardeşinin aşkından emin olduktan sonra Willoughby’nin onu terk etmesini veya ilanıaşk etmeden, belki de aylarca ondan ayrılabileceğini nasıl düşünebiliyorsun? Birbirlerine güven vermeden ayrılacaklarını…”

“İtiraf edeyim…” dedi Elinor, “Tek bir şey dışında her hâlleri sözlendiklerini gösteriyor. O da ikisinin de bu hususta tamamen suspus olması ki bu benim için tüm diğer şeylerden daha önemli.”

“Çok tuhaf! Aralarında açıkça yaşanan her şeyden sonra beraberliklerinin dayandığı noktalardan şüphe edebiliyorsan Willoughby’yi değersiz biri olarak görüyor olmalısın. Sence kardeşine bunca zaman numara mı yapıyordu? Gerçekten onu umursamadığını mı düşünüyorsun?”

“Hayır, öyle diyemem. Onu seviyor olmalı ve eminim seviyordur.”

“Senin bakış açınla, eğer onu böyle umursamadan geride bırakabiliyorsa, geleceğe bu denli aldırmaz olabiliyorsa, biraz garip bir sevgi tarzı var, değil mi?”

“Bu konuya hiçbir zaman kesin gözüyle bakmadığımı hatırlamalısın anneciğim. Evet, şüphelerim vardı ama şimdi daha da azaldılar hatta yakında yok olabilirler. Şayet mektuplaştıklarını öğrenirsek tüm korkularım son bulacaktır.”

“Ne yüce bir itiraf! Onları ancak sunakta gelinlik ve damatlık içinde görürsen evleneceklerini düşünürsün değil mi? Çok zalimce! Ben böyle bir kanıta gerek görmüyorum. Şüpheye mahal verecek hiçbir şey olmadı, gizli kapaklı işlere başvurulmadı, her şey apaçık ortadaydı. Kardeşinin arzularından şüphe edemezsin. O hâlde Willoughby’den emin değilsin. Ama neden? Bir namussuzluğunu, duygusuzluğunu mu gördün? Seni tedirgin eden bir tutarsızlığına mı şahit oldun? Aldatabilir mi sence?”

“Umarım öyle değildir, hiç sanmıyorum!” diye bağırdı Elinor, “Willoughby’yi seviyorum, gerçekten seviyorum, onun dürüstlüğünden kuşku duymak en az senin kadar bana da acı veriyor. Elimde değil, bilerek yapmıyorum. Bu sabah hareketlerindeki değişimden ürktüm, kabul ediyorum; hiç kendi gibi konuşmuyordu ve senin nezaketine hiçbir karşılık vermedi. Ama tüm bunlar senin bahsettiğin şekilde açıklanabilir. Kardeşimden henüz ayrılmış, onun büyük bir kederle kendisinden uzaklaştığını görmüştü; Bayan Smith’in tepkisini çekmemek için buraya dönme arzusuyla savaşmak zorundaydı belki ama senin davetini geri çevirip, buradan epey bir süre uzakta olacağını söylerken ailemize karşı sadakatsiz ve şüpheli göründüğünün farkında olup utanmış ve rahatsızlık hissetmiş olmalı. Böyle bir durumda açıkça yaşadığı zorluklardan bahsetmesi onun şerefine daha çok yakışırdı, karakterine daha çok uyardı fakat kendi yargılarımdan farklı veya doğru bildiğimin dışında diye, bağnaz bir düşünceyle, başkalarının tutumuna karşı çıkacak değilim.”

На страницу:
5 из 6